31 Aralık 2015 Perşembe

“Şekil” olarak Müslümanlık (2)


Yazı dilinde yokuz. Batı edebiyatının en kıyıda köşede kalmış herhangi bir eseri için bile internette araştırma yapsanız; önünüze konu ile ilgili yorumlar, eleştiriler ve sayfalarca bilgi çıkıyor. Ki! bu bilgilerin yarısına yakını belirli bir kalitenin üzerinde oluyor. İnternetin dünyada yaygınlaştığı andan itibaren yabancı edebiyat konusunda elektronik ortama sel gibi bilgi akışı oldu. Birden alışkanlığa dönüştü. Yabancı edebiyat için kaliteli bir bilgi havuzu oluştu.

Çok övündüğümüz tarih, edebiyat ve ilahiyat( dini konularda) elektronik ortamda henüz belirli bir kalitede bilgi havuzlarımız oluşmadı. Oysa insanlara ulaşmak için gayet güzel bir ortam vardı. Müslüman ülkeler ‘Arap baharı’na sosyal medya üzerinden örgütlenecek ve kolaydan gaza gelecek şekilde teknoloji ile oynaşırken, asıl işimize yarayacak konularda ise kullanma gereksinimi duymadık. Çünkü böyle bir kültürel gereksinimimiz olmadı.

Bugün üzülerek ifade ediyorum ki Müslümanın aktüel gündemi ve bu aktüel gündem için fiziki ortamı yok. Olan ortamlarda kendi içinde ya elitist ya da gruplaşma mantığı ile hareket ediyor. Sünni mezhebin içinde mezhebin yanında bir de insanlarda ‘cemaatçilik’ etiketi gelişti ve ısrarla da geliştirilmeye çalışılıyor. Cami ihtiyarların ve emeklilerin olurken, yeni nesil kendisini konaklama mecburiyetinden dolayı dini cemaatlerin yurtlarında ve evlerinde buldu. Kredi yurtlar kurumuna göre daha güvenli olduğu kesindi ama bu yurtların yeni nesil için büyük akademik ve kültürel başarı kaygısı olmadı. Olamazda. Belirli bir zamana kadar kendilerini Devletin susturulmuş mağduru pozisyonunda gördüler. (Yarı yarıya haklılıkları da yok değil hani….) Lakin bu zaman içinde kalite, modernizasyon ve insan gelişimi üzerinde değil daha ziyade siyasallaşma ve kadrolaşma üzerinde yoğunlaştılar. Özellikle insanın kültürel ve akademik gelişimi sağlan(a)madı. Bu yapılar daha ziyade insanların aidiyet duygusu ihtiyacını kullanarak işlerini yürütmeye çalıştılar.


Bugün eğer sinema, televizyon ve diğer tüm medya araçları üzerinde tesirimiz ve iddiamız yok ise bu aslında ‘şeklen’ nerede olduğumuz göstergesidir. Çağın gerektirdiği doğru iletişim yöntemleri üzerinden ilerlemeyişimiz bizleri yerimizde saydırıyor. 21. Yüzyıl eğitim sistemini ve gereksinimlerini anlatan bir diyagramın %33’lük kısımını “Media ve teknoloji kullanımı” oluşturuyordu. Kullanmamız ve bu yönde milli bir gayretimizin olmayışı bizleri maalesef geriletiyor.      

30 Aralık 2015 Çarşamba

Toplumdan topluluğa


“Toplum, insanı etkileyen gerçek ilişkiler bütünüdür.” diyor Wikipedia. 

İnsanlar toplum olmak için zaman tünelinde müthiş bir mücadele verirler. Karakterlerini, inançlarını, bilgilerini, hayallerini yani kendilerinden olan ne varsa ortaya koyarlar. Neticesinde Devlet, Millet, Vatan ve Bayrak oluşur.
Bu bağlamda toplum; ağır bir mefkurenin, çoklu bir katılımın hülasasıdır.

Toplum olmakla kazanılan davranışlar insanın bedenini, yaşamını, yemesini, sokağını, evini bir şekle sokar.

Ütopik eserlerin ana konusunu toplum oluşturur. More, Campanella, Bacon, Plato, Farabi ütopyalarında ‘özlenen ideal’ toplumu anlatırlar.

Farabi’ye göre yönetici erdemli olmalıdır. Ince düşünceli, nazik ve kendini geliştirmeye meyilli olmalıdır. Kendisini eğlenceye ve boş işlere vermemelidir.

Bacon’ın ütopyasında bilimin ve teknik gelişmelerin insanların hayatlarını nasıl şekillendireceği üzerinde durulur. Sağlıklı ve kültürlü bir toplum hedeflenir. Toplumu bir bilim kurulu yönetir. Bu bilim kurulu olayların sebeplerini ve gizli nedenlerini öğrenmeye çalışır. Planlı bilimi ve eyleme geçen insanı anlatır. Skolastik düşüncenin soyut kavram türbülansından çıkar ve bunun yerine doğayı tanımak için yapılması gereken deneyci mantığı yerleştirir. Yararlılık mantığının gelişmesi bilimlerin gerçek yerini bulmakta fayda sağlamıştır.

Dünyanın her yerinde yoktur ama sağlam medeniyetlerin kurulduğu yerleşim alanları mutlaka vardır. Mimarisinden, sokak ahlakından, havasından ve size verdiklerinden tatmin olduğunuz yerler mutlaka vardır. Ben onlara 'düşünülmüş' şehirler diyorum. O şehirlerde doğa ve hayaller inatlaşmamıştır. Bilakis birbirlerine yuva olmuşlardır. 

Ütopyaların derin mağaralarının yerini bugün geniş merkezi şehir kütüphaneleri almalıydı. İnsan, Bediüzzamanın çıktığı gibi 'medeniyetinin hayalini kurmak' için yüksek tepelere çıkmalıydı. Ve bugün insanlığın kaç yaşında olduğunu değil, yapacaklarımızı konuşmalıydık. Bu bağlamda şehrin de, sokağın da, evin de merkezinde hep insan olmalıydı.Pencere insana göre tasarlanmalıydı çünkü insan güneşsiz yaşayamaz. Her ne kadar doğal gaz ile ısınsak da bir köşede sobaya ve hatta ocağa yer olmalıydı. Otopark kadar bahçe de zorunlu, misafir odası kadar da bir evde kütüphane gönüllü olmalıydı.

 İşin teorisi yazıldı. Konuşuldu. Bu zamanın insanlarına sadece uygulamak kaldı. Kalmıştı. 

İnsanların ihtiyacı olan doğru ortamlardır. Okulun ulaşılabilir, eğlenceli ve rahat bir kütüphaneye ihtiyacı var. İhtiyarların arkadaşlarıyla sohbet edebilecekleri sakin ve nezih  park ve bahçelere ihtiyacı var. Ticaretle uğraşanların temiz, maliyeti ucuz, modern çarşılara ihtiyacı var. Ailelerin geçim kaygısından kurtulmuş huzurlu olduğu evlere ihtiyacı var. 

Geldiğimiz nokta toplumdan topluluğa düşüştür.

Gündelik rutinlerin dişlilerinde medeniyet karakterlerimiz ufalandı. Tüketmek için çalışır ve yaşar hale geldik. 

Bu mantıkla şehirlerimizi, sanatlarımızı, zanaatlarımızı, değerlerimizi yitirdik. Sokağın kirliliği kimseyi rahatsız etmeyebiliyor. Konuşulanın, yazılanın toplumsal düşüncede bir mihengi yok. Bu yüzden düşünceyi konuşamıyoruz. Sosyal çevremizi, yaşadığımız ortamı işlevsel bir alana dönüştüremiyoruz. Böyle bir ortamda çocuk parklarını görememeniz, engelli vatandaşları camiden dışlamanız(camilerin mimarisi engelli vatandaşlarımızı dışlamıştır.) ve herkesin varlığına saygı duyulmaması gayet olasıdır. İsrafın normal olması, yolsuzluğun sıradanlaşması gayet olasıdır.


Sonuç olarak siyasilerin ülkeyi değil de insanları yönettiği bir sistemle karşılaşırız. Toplum mühendisliği her çağın insanına göre çok hızlı bir şekilde geliştiriliyor. Son 2-3 yılda ülkemizde ve bölgemizde yaşananları gözümüzün önüne getirdiğimizde konu daha da iyi anlaşılacaktır.  

25 Aralık 2015 Cuma

11 c/d Exam

1. What are the properties of successful people? Write in English at least with 10 sentences. 25 points
2. What does happiness mean for you? Write at least with 5 sentences. 25 points
3. Write your ideas about sleep? At least 10 sentences. 25 points
4. Translate the given sentences that we have studied during the class time? 10 of them will be asked.
(Last 5 work-sheets) 25 points

NOTE: Be sure that! 40 Minutes will be enough for the exam. Don't let it bother you. 

NOTE2: Write clearly. Use grammatically true language.

Good luck, ask for assistance if you need

22 Aralık 2015 Salı

BAŞKA YERDE YOK (2)


Bilmek susmakla başlar,
Bilgiye susamakla başlar.
İçindekini bulmaya gider,
Kaybettiğini bulmaya gider.
Karanlığa düşer,
Karamsarlığa düşer.
Çaresiz sürünür,
Aşk boyasına sürünür.
Sırla bürünür,
Sırra bürünür.


Turgay URGUR

20 Aralık 2015 Pazar

'Şekil' olarak Müslümanlık (1)


Dini konularda ehil olduğunu iddia eden birisinin edebiyat, felsefe, psikoloji, halka ilişkiler bilmemesini Müslümanlığına bağlayamayız ki! zaten Cuma günü camiyi dolduran kendi işlerinde mahir insanların ekser çoğunluğu da yazılı olarak ne Kuran ne de Hadis konularında çocukluk yıllarında ezberlediklerinin dışında bir şey bilmiyorlardır. Çünkü mesele aslında medeniyet ve kültür meselesidir. İkisinin canlılığının devam ettirilmesidir.

(lafım kendime- Benim gibi hiç birisini bilmeyip de eleştirenler de ıslah olur inş.)

Sonrasında ise Yusuf İslam’ın “Eğer islam’ı Kuran’dan değilde Müslümanlardan öğrenseydim, eğer Kuran’dan önce Müslümanları tanısaydım asla Müslüman olmazdım.” Tespitiyle karşı karşıya kalıyoruz. İddia çok büyük kapsamlı ve doğrudan tüm ‘Müslümanım’ diyenleri ilgilendiriyor. Yani Yusuf İslam diyor ki! Kuranda anlatılanları ve Hz. Peygamberin anlattıklarını yaşayan yok diyor. Lafı; boşuna inanıyorsunuz, inanıyor gibi yapıyorsunuz çünkü kendinizi kandırıyorsunuz demeye getiriyor. Henüz birileri çıkıp da Yusuf İslam’a cevap vermedi. Cevabın uzaması ayrı bir acizlik ve üstüne almazlık. Camilerin tuvalet ve şadırvanlarının temizliğinin vebalini üzerine almayan diyanet işlerinin de bir cevap için kaygılandığını düşünmüyorum.

Neuzibillah, Hristiyan veya Yahudi olsaydık da büyük bir olasılıkla sokaklarımız yine medeniyetten uzak, adalet mekanizmamız işlemez, teknoloji seviyemiz de aynı yerlerde olacaktı. Çünkü hayatta önceliğimiz Kitabın kullardan bekledikleri ve son İlahi mesajın doğru uygulanması yönünde değil. Önceliği acımasızlaştırılmış hayat kurgusunda bir üst seviyeye, rahat tura geçmek üzerine bağlanmış durumdayız. Bu yüzden istekler son bulmuyor. Bir evden diğerine, bir arabadan diğerine, bir telefondan diğerine geçişler hayatın edinilmiş ve öğretilmiş alışkanlığa dönüştürülüyor. Şu anda çoğu insanın en iyi yaptığı şey: sahip olduğunun bir üstünün özelliklerini tanımak, tanımaya çalışmak. Bu tür bir topluluğun kalıcı ve iddialı bir medeniyet hayali kurması çocukçadır.

Tevatür, Müslüman kimliğinin oluşmasında ısrarla en etkin ve kısa yol olarak kullanılıyor. Kişi kaç yaşına gelirse gelsin din hakkında öğrendiklerini yazılı kaynaklardan öğrenmiyor. Aile içindeki dini eğitim de, okulda devam ettirilen de, cami de anlatılanda tevatür merkezli. Öğretiyi ve öğrenme yöntemini yazılı bir sistem üzerine kurmuyoruz. Ders adına(pozitif bilimler), akademik kariyer adına yapılanlar baştan sona yazıya dayalı bir sistemle değerlendiriliyor. Lakin bugün, bu çağda bile hala insanların İslamiyet’i kitaptan öğrenmelerine yönelik bir mantık yok. Ki! Peygamber Efendimizden sonra bile sahabeler Kuran ve Hadis’i yorumlamak için İsrailiyyat’a (İsrailliye kelimesinin çoğuludur) müracaat gereksinimi duymuşlardı. Bediüzzamanın ‘Muhakemat’ isimli eseri mevzu ile ilgili detaylı bilgi vermektedir.

Tevatürün oluşturduğu mümbit sahayı en iyi cemaatler kullandı. Sohbet şekilleri, insanlara ulaşma ve toplumla bağda bu vicdani IQ ön planda oldu. Sonuna kadar kullanıldı ve kullanılıyor. Öncelikle ‘şekil Müslümanının’ ihtiyaçları belirlendi. İnsanların içinde gerçeği ile çapraz çalışan ikinci bir mono vicdan oluşturuldu. Böylece içeride ve dışarıda farklı davranabilen bireyler oluştu. Kişinin hayatına sonradan giren konuşma ve dinlemeler sorgulanmak için asıl vicdana, kişinin eylemleri ise ikinci yapay vicdana gönderildi. Bu yüzden haklı olarak kişi anlatılanlarda vicdani olarak bir yanlış göremedi. Eylemler ise diğer yapay vicdana gönderildiği için orada da sıkıntı oluşmaz oldu. Bunların neticesinde bankacılık, tesettür, faiz, kılık-kıyafet, devletin yapısı, bireylerle ilişkiler gibi konularda ikili bir yapı oluşturuldu. Bu konular bireyin en mahreminden toplumun en genel geçer konularına kadar uzanıyordu. Doğrudan hayatı ilgilendiren bu konularda ikinci oluşturulan vicdanın IQ’su (suni olarak şişirildiği için) baskın geldi. Çünkü bu vicdan sadece bir kişinin değil tümden bir grubun tek-tip vicdanıydı. Hayatı boyunca tüm öğrendiklerini sözel gelenekten edinmiş kişi(ler) cemaat toplantılarındaki yeni duydukları her şeyi direkt olarak kabul etti. Çünkü başkaları da öyle yapıyordu.

Bireyin grup içinde eritilmesi mantığı sadece cemaatlerde değil tüm diğer sivil toplum örgütlerinde de işletildi. Zamanla bürokrasi, devlet daireleri ve insanın olduğu her yer aynı salgına maruz kaldı. Lider konuştuğuna göre sorumluluk da ondaydı. Ortada bir hata varsa suç sisteme atılabilirdi.

Gerek sosyal hayatının tüm evrelerinde, gerekse dini yaşantısında bu şekilciliğe maruz kalan insan; düşünce ufkunu daralttıkça daralttı. Çok rahat etmek için en az sorumluluğu almak gerekiyordu. Bilmenin getireceği sorumluluktan kurtulmanın yolu ise şekillere bürünmekten geçiyordu. Netice olarak bir insanda her ortama göre değişen yansıma karakterler gelişti.

(devam edecek)     

      

17 Aralık 2015 Perşembe

VEBAL


Sözlükte; sonunda ceza ve azap olan fiil, günah, sorumluluk manalarında Arapça isimdir. Kötü akıbet manası da vardır.

Vebali boynuna olmak: Bir işin günahından sorumlu olmak.

Farkında değiliz. Olmakta istemiyoruz. Ya da kendi adıma konuşayım; içimizi titretecek, uykularımızı kaçıracak, yemeden içmeden kesecek kadar gerçek manada farkında değilim ama bugün bu İslam coğrafyasında yaşananların kul olarak üzerimde çok büyük bir değil birden çok veballeri vardır.

Kendimizi yaşantının öylesine gidişine bıraksak da, her günü bitirecek birçok zavazingo eğlence bulsak da, ara sıra ibadetle veya minik yardımlarla vicdanlarımızı avutmaya çalışsak da bu vebal her geçen gün büyüyor. Büyüyor ve büyüyor.

Bugün ülke içinde yaşanan terör olayları, hemen altımızda cereyan eden Türkmen katliamı ve Orta-doğulu Müslümanların bitmez tükenmez çileleri, dünya Müslümanlarının çektikleri; bir zamanlar Bosna ve Hocalı da yaşananlar kadar bile bizleri etkilemiyor. Allah aşkına insan dindaşının, vatandaşının öldürülmesine nasıl bağışıklık kazanabilir? ‘Nasıl bu hale geldim(k)?’ Bir türlü anlam veremiyorum.

Arap baharı, BOP ve Rusya’nın da büyük katılımıyla devam her türlü savaş senaryosu bir bir gerçekleştiriliyor. Biz ise izliyoruz. Bitiş tarihi belli olmayan bu varlık mücadelesini izliyoruz. Buradaki ‘biz’ çok geniş. Bilirkişiler, kurumlar, otoriteler, zenginler, fakirler yani herkes izliyor. Adamlar yeniden tarih yazıyor, sınırları değiştiriyor biz ise kendi geçmişimizi konuşuyoruz. Şimdiyi görmemek için geçmişi konuşuyoruz. Bir kısım Kösem Sultanı, bir kısım 17-25 Aralığı, bir kısım Osmanlıya dönüşü konuşuyor. Bir kısım da Avm’leri ile, kardan adam camları ile, kırmızı şapkaları ile Noel’e hazırlanıyor. 

Bugün Acıpayam’a 15 km yakın Serinhisar ilçesinden bir şehidimiz vardı. Herkes de biliyor nicesini de şehit verdik. O şehit biz de olabilirdik. Onun annesi, babası, eşi, çocuğu veya kardeşi biz olabilirdik. İdrak için illa ki bizim mi olmamız gerekiyor. Çok anlattığımız kardeşliğimiz nerede?  Çok övündüğümüz Müslümanlığımız nerede? Dürüstlüğümüz? Orucumuz? Temizliğimiz(ruhsal)?

Farkında değiliz. Olmakta istemiyoruz. İmtihanın tam da ortasındayız.

Vebali boynumuza……… Allah sonumuzu hayır etsin.

Turgay URGUR


8 Aralık 2015 Salı

Hasbihal 21


Saygı değerini kazanmak için insan çok çaba sarf eder. Kaybetmek ise çok basittir.

İnsan kendisine bir şehir arar. Güvende olduğu, saygınlık duyduğu ve yaşamaktan mutlu olduğu bir şehir arar. Eğer kişinin yaşadığı şehir bir tercih sonucunda belirlenmişse, insan orada kendisine ait birçok şey bulmuştur. Ve insan işte o şehirde ölmek ister. Bu hep böyleydi.

Kaderimle birlikte yeni bir savaşa önderlik edeceğim. Doğruyu yaşayacağım, kıskançları ayaklarımın altına alacağım ve dostlarıma yanımda yer vereceğim. İyilik için söylenmiş her kelimeyi dinleyeceğim. Kimin söylediğine bakmayacağım.


Vatan demek; sokağında yürüdüğün bir şehir demektir. Odasında aşın piştiği bir ev demektir. Vatanın varsa var olursun. 

HASBIHAL


Benim gibi kitapla sonradan tanıştıysanız işiniz çok zordur. Uzun süre konsantre olamıyorsunuz. Ara ara ‘Neden okuyorum ki?’ sorusu karşınızda hortlayıveriyor. Okuduklarınız aklınızda kalmıyor. Sözün özü ve hülasası: üstünüzde biraz eğreti duruyor. Her neyse bunlar bahane değil. Yaşıyorsak ve yaşayacaksak okumaya devam edeceğiz.

Bugünün engelleri önceki zamanlardan farklı.

Toplum gereksiz yere ayrışmış durumda. Farklılıklar tabi ki de kendi başlarına birer zenginliktir. Zenginlik ama zenginlik olarak kullanılabilirse bir değere ulaşmış olurlar. Yoksa kakafoniden başka bir şey getirmezler.

Okumanın, dinlemenin ve düşünmenin yerini tümden konuşmaya bıraktık. Hatta eylemin yerini bile konuşmaya bıraktık. Sivil toplum örgütleri, TV’ler ve insanın olduğu diğer alanlar ‘konuşma’ ile dolular. 

7 Aralık 2015 Pazartesi

Felç 19

Sefilliğimizin selfisinde,
Laf yetiştirme ile,
Günah çıkartırken,
Vicdanı atlatıp,
Pespayeliğe erdik.

Soydaşın kanı,
Soysuzun ağzından akarken,
Yere dökülenleri silmeyi,
Kendimize teselli saydık.

Tembellik döşeğinde,
Gaflet uykusunda,
Şuurdan ur,
Fikirden kir,
Sözden öz çıkardık.

Benliği terk edip,
Taklit avareliğinde,
Kendimizi
Hem elin hem de ayağın,
Avanesi bulduk.

Bulunca da,
Üstüne üstelik,
Halimize şaşırdık.

Okumadan bilme,
Susmadan dinleme telaşıyla;
Utanmadan, sıkılmadan;
Bir de kendimizi,
Zifiri karanlıkta aynada
İnanmadan iman tesellisinde gördük.

Turgay URGUR

4 Aralık 2015 Cuma

Türkmenler


Dün gece saat 11 civarıydı. 4 yaşındaki kızım HANZADE uyumuştu. Bir arkadaşımızın evine ziyarete gitmiştik. ‘Uyku zamanım geçti yarın kreşe gitmem gerekiyor’ dedi. Allah herkesin çocuğuna rahat uykular nasip etsin. Çünkü onlar huzur içinde olunca, anne baba da huzur içinde oluyor.

Eşimle otururken TV kanallarını geziyordum. Birisinde spiker Türkmen bir komutanla dağlık bir arazide röportaj yapıyordu. Eliyle gösterdiği yerlerde köylerin ışıkları vardı.

Üzerinde çok özel bir askeri bir üniforma yoktu. Günlük kışlık kıyafetler vardı.

İzledim. Hepimizin konuştuğu Türkçe’yi konuşuyordu. Dedi ki…..

Burası bize Osmanlıdan emanet. Bizler Osmanlının torunlarıyız. Allah’ın izniyle Türkmen dağı düşmeyecek. (Yüksek sesle 7-8 defa tekrarladı.) Bu dağın arkasında bizim evlerimiz var. Biz Daeş değiliz. Bizim terörle işimiz olmaz. Bize bugün Rusya saldırıyor, Esed saldırıyor, İran saldırıyor. Misket bombaları atılıyor. Neden kimse duymuyor. Yıllar önce buraya geldik. Ve burayı koruyacağız. Ölürsek burada öleceğiz.  Arkamızda Türkiye var. Türk halkı var.

Spikerin gözlerinin dolduğunu gördüm.

Gözlerin doldu.

Birkaç gün önce Türkmen bir babanın şehit olmuş 3 evladına bakışını gördüm. İki kişi kollarından tutuyordu. Çocukların kıyafetleri kanlar içindeydi.

Dün başka bir kanalda 600’e yakın sivilin öldüğünü duydum.

Hep bildiğimiz şeyler değil mi?

Böyle bir dünyada, böyle bir zamanda nelerle uğraştığımızı düşündüm. Neleri dert ettiğimizi, nelerin peşinden gittiğimizi düşündüm. Neleri okuduğumuzu, neleri konuştuğumuzu, neleri izlediğimizi düşündüm.

Dökülüyoruz. Sefiliz farkında değiliz.

Allah sonumuzu hayır etsin. Allah oralarda erkekçe savaşanlara güç, kuvvet versin. Makamlarını cennet etsin.


Turgay URGUR

2 Aralık 2015 Çarşamba

Rusya



Anlayanlar ve çözüm odaklı olanlar için bir musibet bin nasihatten iyidir. Malum olaydan çıkarabileceğimiz birçok ders var. Hem ders var ve dersler var hem de yapmamız gerekenler var.

Rahmetli Erbakan’ın üzerinde çok durduğu bir konu vardı: Füze sanayisi ve teknolojisi. Ne kadar elzem olduğu elin uçağını düşürünce, Nato Patriotları çekince, hemen yanımıza bombalar düşünce anladık.

Ne mi olur? Kısa vadede restleşmeler devam eder. Uzun vadede birileri araya girer ve Türkiye uçağın ve pilotların tazminatını öder. Ya gizliden öder ya da açıktan öder. Hükümet açıktan ödemek istemez. 
Yapabilirse bu işi gizliden halleder. Zaten bir an önce de halletmek istiyor. Sonra yıllar sonra Devlet sırrı olmaktan çıkar ve çocuklarımız öğreniverir. Bedelin aslında kendi cebimizden çıktığını zamanla anlayıveririz. Şimdilerde AB söylemleri ile Türkiye’nin yanında gözüküyor ama kimse inanması ve kanmasın. Çok güçlü bir Doğu bloğunu asıl onlar istemiyor. Ortada (Ortadoğu’da)  istedikleri ise tam bu tablo. Ölen Müslümanlar, savaş için harcanmış petrol ve doğal kaynak gelirleri.

Yani… Asıl mesele; her konuda Millileşmek olmalıdır. Keşke yeni hükümetin yeni programla birlikte ana gündemi Millileşmek olsaydı. Birilerinin hayalini kurduğu gibi Osmanlı ruhu geri gelecekse, bu kuru kuruya ruh çağırmakla veya facebook’u Osmanlı zaferlerine boğmakla olmaz. A’dan Z’ye millileşmemiz gerekiyor.
Bağımsızlık ve üretkenlik üzerine bir sistem kurmalıyız. Bunun kesinlikle bir devlet politikasına dönüşmesi lazımdır. Vergi alırken, trafik cezasını Batıda keserken, polis gücünü doğru bir şekilde kullanırken, teröristle dağda mücadele ederken istersek nasılda prensipli ve organize olabiliyorsak; aynı şekilde Millileşmek de bir devlet politikası olmalıdır.

Yani Devlet hem diyecek hem de yaptıracak. Öncelik neyse onun için karar alacak ve uygulamaya geçecek. Diyecek ki! Enerji sorunumuz var, çözüm neyse gerekli tedbirleri alacak. Güvenlik sorunumuz var, kendi güvenlik sistemlerimizi geliştireceğiz. İthalat, ihracat sorunumuz var, en iyi şekilde durumu yönlendirecek. Tarım bakanlığını iyi bir şekilde çalıştıracak.

Tabi bunları yaparken de öncelikli olarak popüler siyasetten arınacak. Açılış ve fotoğraf siyasetini bırakacak, televizyonları istediği gibi kullanmayı terk edecek ve her şeyden önce her türlü israftan kurtulacak. Korsan siyaset yapanların ağzına alınan makam arabalarının, Hollanda’dan gelen lalelerin, kısacası boşuna yapılan her türlü harcamanın lafını vermeyecek. Çünkü yapmayacak ve yaptırmayacak. Nasıl ki! Koreliyi, Japonu bazı karakteristik özelliklerinden dolayı kutluyorsak, kendimiz de (Madem Cumhurbaşkanımızın ifadesiyle %99 Müslümanız) inancımızın tüm gereksinimlerini hayatımıza aksiyon olarak geçireceğiz. Çalışacağız, israf etmeyeceğiz, çaldırmayacağız, gereksiz yere dağıtmayacağız.

Olur mu? Olmaz. Ak partinin 3 dönem karnesi bu dediklerim konusunda ancak 10 üzerinden 5 alır. Olay seçmenin en basit tercih nedenindeki ifadesiyle; diğerleri bu kadar da yönetemez.
Allah sonumuzu hayır etsin. 2015 bol aksiyonlu bir yıldı. Dünyanın birçok yerinde şehitler vardı. İnşaallah 2016 hayırlara vesile olur. Muhabbetle, 

Turgay URGUR

28 Kasım 2015 Cumartesi

Başka yerde yok. (1)

İnsanları değiştiremeyiz ama çevreyi değiştirebiliriz. Çevrenin değişimi zamanla insanlarda değişim oluşturacaktır.

Mutluluk kendiliğinden olmaz bazı seçimler yapmamız gerekir.

Sosyal medya mutsuzluk getirdi. Çünkü insanların kendisini birçok konuda başkalarıyla kıyaslayabileceği büyük bir havuz ortaya çıktı. Eskiden benzerlerimiz çoktu ama şimdi sosyal medya ile farklı seviyelerdeki insanlara ulaştık. Sonuç ortada.

Bu kadar çok şeyimiz varken neden ve nasıl tatmin olalım ki?

Suriye’nin üstünde Türkmenlerin varlığını öğrenmek için illa ki savaşın çıkması gerekiyormuş.


Hep aynı gazeteyi okuyorsak, hep aynı kanalı izliyorsak adamlar başarılı olmuş demektir. Satre; ‘Hep birden aynı şeyleri düşünmenin ne önemi var?’ der. Sonuç: hep aynı cümleleri kurmak. Hiç düşünmez miyiz?(!)

26 Kasım 2015 Perşembe

Berduş 2

Sorma!
Halim nedir,
Ne yer, ne içerim sorma.
Dün nerde uyudum,
Nerde uyumadım.
Hangi meyhanede bittim?
Sorma!
Cebimdeki kuruşu,
Yüreğimdeki kurşunu,
Hasta mıyım, değil mi?
Ölü mü, diri mi?
Sorma!
At gitsin,
Yak gitsin,
Bitti de. Çıkar gitsin.
Ha bir berduş eksik, ha birisi fazla….


20 Kasım 2015 Cuma

Sokak 2

Telaştan, işten ve tüm diğer zihinsel safsatalardan geriye zamanınız kalırsa, olduğunuz (evet olduğumuz)-yaşadığınız (nasılsa?) şehrin sokaklarına bakın. Geldiğimiz yeri (insan olarak) en güzel onlar anlatır. Olduğumuz dedim, insan sokağında olur. Benliği, karakteri, ilişkileri ve içi ile insan sokağında olur. Sokak zihnin, medeniyetin geldiği ve ulaştığı yerdir.  ‘Özgürlük gece kondusu’ kafeleriye, şadırvanından kopmuş camileriyle, otoparklaşmış yollarıyla sokak insanlığın geldiği yerdir.

Çöpçülerin sokaklardan ilk olarak süpürmesi gerekenler; paçozluk, özenti, ucuzluk ve adam-sendecilik olmalıdır.
·               *       *
Sanal âlem deyip geçmeyin. Gerçek dünyadan daha gerçektir. Orada arkadaşlıklar süzülür, engellenir veya hiç kabul edilmez. Günlük yaşamda kehren merhaba dediklerinizle sanal âlemde arkadaş bile olmazsınız. Belki de en büyük nedeni sanalda ben-merkezli olmamızdır. Kaygılar ve korkular olmadan hareket ederiz. Sanala baktıkça gerçek dünyada neleri kaybettiğimiz ortaya çıkar.

Örneğin gün içinde birisi sizi bir şeyden dolayı ortam gereği kutladı, hayırlı olsun falan dedi. Sanal âlemde ise bu o kadar kolay değildir. Kişinin beğenmesi veya beğenmemesi gerçek duygulara dayanır.
·             *         *
Eski dostlarla ara sıra bir araya gelince tek farkına vardığın şey: yaşlandığım.  
·             *        *
Tom Butler Bowdon’un 50 psikoloji klasiği isimli kitabını özellikle tavsiye ederim. Klasiklerden, yakın zaman düşünürlerine kadar 50 farklı kişinin öğretileri özet bir şekilde anlatılmış.  Ben okudum ve tekrar okuyorum. Kesinlikle iyi gelecek, tavsiye ederim.
·             *        *
Doğru kelimeleri, doğru arkadaşları, doğru mekânları seçmediğimizi düşünüyorsak hepimizin biraz dinlenmeye ihtiyacı var demektir. Şu anda bundan o kadar da mustaribimdir ki anlatılmaz. Ah zaman ah!!!

Zamanı anlamak varoluşu anlamak gibidir. Zamanı anlamak kendini anlamak gibidir. Asla durmayacak, asla yetişilmeyecek. Ama içimizdeki sonsuzluk ateşi de son ana kadar yanmaya devam edecek. Şükür.
·              *         *

Haftanız güzel ve bereketli olsun. 

16 Kasım 2015 Pazartesi

11 c/ d sınav konuları

Sınav konuları neler? 

Although, in case, in case of, unless, as if, relative clause, gördüğümüz tüm zamanlar, yardımcı fiiller, despite, in spite of, must, should, derste izlediğimiz 2 videonun alt yazı konuşmaları. 

Nasıl hazırlanabilirim?

Sene başından itibaren deftere aldığınız notları çalışın.
You tube daki videoları izleyin.
Size dağıttığım fotokopilere çalışın.
İzlediğimiz videoların alt yazılarını alın ve çalışın.

Soru tipleri nasıl?

İng-Türkçe, Türkçe-İngilizce çevirme
Boşluk doldurma.
Doğru/ yanlış seçme.
Cümle oluşturma. Cümle kurma.
Şıklı bölüm.

not: derste size anlatılan her çalışmadan sorumlusunuz

Başarılar. 

12 Kasım 2015 Perşembe

Yolun neresindesin?


Başında, ortasında veya k……da. Yol aynı neresinde olsan fark etmez. Yola zaten bir defa çıktın mı, yolda durma imkânın yok. Arkadan sürekli ‘Bekleme yapma!’ diyen binlercesi var. Asıl önemli olan yolda ilerleme şeklin ve yolda geçirdiğin zamanın niteliğidir. Yolculuğu nasıl geçirdiğin önemlidir.  


Sağcı, solcu, komünist, cemaatçi vd. aynı yolun farklı yolcularıdır. Ve diğerleri dedim. Çünkü harbiden çokuz. Çok şekle girdik. Şekle girince evrensel değerlere, insan haklarına (Aslında başkalarının haklarına demektir.), kul haklarına, Allah rızasına falan gerekte kalmaz(kalmıyormuş). Onu da öğrendik. Herkesin, her kesimin edebinin ve ağzının bozulduğu bir menfaat sınırı var(mış).    


Doğru farklı kitapları okuduk. İşin aslı okuttular. Yoksa kendi iradesiyle gidip kendine kitap bulan da yok hani. Kimisi ezberletmeye kadar gitti. Gazetecinin önünde durunca elimiz kendiliğinden birisine (belirli birisine) hep gitti. Aynı yemeği iki gün yiyince sıkılıyoruz. Ama aynı düşünceyi yıllarca okumaktan sıkılmadık, kimi zaman abartılı veya yalan bulduğumuzda bile bıkmadık. Midemizin gösterdiği seçiciliği beynimiz göstermez hale geldi. Madde bağımlısı gibi düşünce bağımlısı olduk. Utanmadan hem okuduk, hem izledik hem de savunduk. Her türlü öz benliğimizi ayaklar altına alıp, bir güzel de savunduk. Bize girip, çıkanda yoktu hani. Ama başında biz de ‘düşünmeden geleceksen gel!’ diyenlere uymuştuk. Ayağımızla girdiğimizi sanmıştık ama adamlar öncelikle beynimizi almıştı.


Şimdi ise dünyada, dünya genelinde birilerinin öldüğü bir zamanda. Birileri dediğim masum çocukları da kapsıyor. Anaları da, babaları da, Müslümanları da, İnanmayanları da. Anladınız işte! sahilde boğulan çocuğu da, köprü altındakini de. İşte böyle bir dünyada çoktan yiyip de bitirdiğimiz beynimizin belden aşağıya akan suyundan düşünce sidiği yarıştırıyoruz.


Yolun neresindesin?   

Turgay URGUR 

8 Kasım 2015 Pazar

Hayat 2


Yaş ilerledikçe kendimizde hep bir şeylerin usulca değiştiğini fark ederiz. Bu fark ediş aslında zamana, etrafımızdakilere ve kendimize verdiğimiz kıymetin artmasından başka bir şey değildir. Ailenin değeri onlar ve biz yaşlandıkça ortaya çıkmaya başlar. Asıl değerlerini ve bizler için ne ifade ettiklerini ise kaybettiğimizde anlarız. Varlıklarının ne kadar önemli olduğunu gittiklerinde anlarız.


O hani tarif edilemeyenler arasında olan ‘zaman’ var ya. Öyle bir özelliği vardır ki nefes, ışık, göz kırpma ve bir an görünüp de kaybolma mesafesindedir. Ne tutulur, ne erişilir ne de geri gelir. Hayat bu manada farklı zaman filmlerinin birleştirilmesinden oluşan bir görüntü bütünlüğüdür. Hayatın tadını ve kalitesini arayan, zaman denilen bu boşluğu doldurmalıdır; zaman denilen bu rüyayı görmelidir. Kâinat denilen bu muhteşem eseri şu bir anlık göz açıp kapama mesafesinde olan hayat ile seyretmesini bilmelidir.   
Yeni haftamız hayırlı ve uğurlu olsun. Dilerim sabahından gecesine verimli bir hafta geçiririz.
·             *         *  

Çok sık, pek sık eleştiriyoruz ama sosyal medya yönetimimize normal ilişkilerimize göre daha çok hassasiyet gösteriyoruz. Sosyal medyada edindiğimiz çevre günlük hayatta merhaba dediklerimizden farklı. Neden acaba? 

7 Kasım 2015 Cumartesi

Hayat

Hayat umutla güzeldir. Gülmek ile tadı çıkar. Paylaşmak onu bereketlendirir. Düşünmekle şekil alır. Okumakla kalitesi artar. İbadetle gerçek manasını bulur. Hayat en çok insana yakışır. 

1 Kasım 2015 Pazar

Seçim 2015

Öncelikle bir itirafla başlayayım. Sonuçları böyle beklemiyordum. Ak parti’nin oylarının ne düşeceği ne de artacağını konusunda net olarak bir fikir oluşturamadım. Seçmen açılıma kızgındı ama muhalefete daha çok kızgınmış. Seçmen Ak partinin yanlışlarının farkındaydı ama muhalefetin ise hiçbir şey yapamayacağını düşünüyordu. Hdp’nin barajı geçeceğini düşünüyordum. Çünkü Kürtler tercihlerini geçen seçimde itinayla yaptılar. Önümüzdeki yıllarda da hdp’nin oyları küçük oranlarla artacaktır diye düşünüyorum. %10’luk oy hdp’nin kemik oyunu oluşturuyor. Nüfus artışlarına ve psikolojik güçlenmelerine bağlı olarak bu oy az da olsa sabit bir ivmeyle artacaktır.

Ak partinin oy artışına gelecek olursak; Ak partinin oy artışındaki başarı tartışmasız olarak Sayın Kılıçtaroğlu ve Sayın Bahçeli’ye aittir. CHP ve MHP seçmeninin öncelikle bu sorunu kabullenmesi sonrasında ise çözümünü bulması gerekiyor. Yoksa 13 değil 113 seçim olsa sonuç değişmez. Chp akıllarda travmatik bir geçmiş canlandırıyor. Mhp ise Türkiye partisi olma konusunda bir ilerleme gösteremiyor. Bu iki akım parti içinden seçmen tabanına kadar işe öz-eleştiri ile başlamak zorundadır. Gerekirse uzman desteği alıp; AK parti neden başarılı biz neden başarısız oluyoruz diyebilmelidirler? Ak parti yolsuzluk iddialarına, açılımının zararlarına, her türlü yıpranmaya rağmen CHP ve MHP’ye göre daha çok tercih ediliyorsa; oturup düşünmesi gereken muhalif partilerdir.

İnsanlar bir partiye neden oy verirler? Güven duyarlar, yaptıklarını ve yapmadıklarını değerlendirirler. Kendilerinden olmasını isterler. Ülkelerini ve geleceklerini düşünürler. Tercihlerine saygı isterler. Bu tercihler; kılık-kıyafetten tutunda dünya görüşüne kadar uzayıp giden bir liste oluşturur. 

Aziz Nesincilik oynamakla da bir yere varılmaz. Kaybedenler biz ne kadar toplumu anlıyoruz? diyebilmelilerdir. Siyaset bilimi de gelişim gerektirir. 

Muhalif parti liderleri önceki seçimlerde olduğu gibi bunda da muhtemelen öz-eleştiri yapmayacaklardır. Yapmazlar. Onlar için Meclis’e girmek bile büyük bir başarı ve kendilerinde iktidar sevinci yaşatıyor.

Gönlümden geçer ki, asıl AK parti öz-eleştiri yapsın. Milletimiz tek umut olarak bu partiyi görüyor. Başkasının olmadığını bu seçimde de gördük. Eğitimde, modernleşmede, bilimde, eşitlik ve sosyal gelişmişlikte AK parti adam-akıllı ve kalıcı politikalar geliştirmelidir. Evet asıl öz-eleştiriyi AK parti yapmalıdır. Fotoğraf ve açılış siyasetinden bir an önce uzaklaşıp, sorunlara ve bu sorunların çözümlerine odaklanmalıdır.

Terör bir sorundur çözüm bekliyor.
Eğitim(Gençlerimizin geleceği) bir sorundur çözüm bekliyor.
İsraf bir sorundur çözüm bekliyor.
Sosyal adaletsizlik bir sorundur çözüm bekliyor.
Sağlık hizmetlerinde kalite bir sorundur çözüm bekliyor.
Liyakatın tercih edilmemesi bir sorundur çözüm bekliyor.
İç-dış güvenlik sorundur çözüm bekliyor.

Çameli yolu sorundur çözüm bekliyor. Söz istemiyor. Çözüm bekliyor.
Acıpayam'da otopark sorundur çözüm bekliyor.
Acıpayam'da okul eksikliği sorundur çözüm bekliyor.
Kullanılamayan çevre yolu sorundur çözüm bekliyor.
Daralan ticari alanlar ve artan dükkan kiraları sorundur çözüm bekliyor.
Çocuklarımızın oyun alanlarının eksikliği sorundur çözüm bekliyor.
Cumhuriyet parkının doğru-dürüst işletilmesi sorundur çözüm bekliyor.

Dilerim, sonuçlar ülkemiz için hayırlı ve uğurlu olur. Allah birliğimizi ve dirliğimizi bozmasın.


Turgay URGUR

27 Ekim 2015 Salı

BERDUŞ


Sök kalbimden paslı çivileri,
Son demde kendimi bulayım.
On sekizinde, yirmisinde gibi,
Avare, divane, pervane olayım.

Saatler kıskansın, yıllar utansın,
Seninle sarhoş olayım.
Üşümeyeyim, korkmayayım,
Dertsiz, tasasız ayyaş olayım.

Müslüm dinleyip,
Bağırıp, çağırayım.
Tek başıma kalınca,
Çocuklar gibi ağlayayım.


Turgay URGUR 

ÇOĞALTALIM


Okumayı. Düşünmeyi. Susmayı. Gülümsemeyi. Vermeyi. Yazmayı. İbadeti. Gezmeyi. Sevgiyi.

AZALTALIM


Konuşmayı. Almayı. Uyumayı. İsrafı. Yemeği. Gürültüyü. Nefreti. Ümitsizliği. Eleştirmeyi. Beğenmemeyi.  

25 Ekim 2015 Pazar

Seçim vaatlerim


Yazılıları kaldıracağım.
Sözlü notu en düşük 85 olacak.
Devamsızlık suçlarını affedeceğim.
Ödevleri kontrol etmediğimiz gibi yapanlara direkt 100 vereceğim.
Sınıf içinde parti ve eğlence yapacağız.
Derse geç gelip, erken çıkacağım.
Derslerde cep telefonu serbest olacak.

Turgay URGUR

19 Ekim 2015 Pazartesi

MENFİ İNANÇ


Bacon’a göre zihnin putları yıkılmalıdır. Bacon’ın Kabile putları, Mağara putları, Çarşı heykelleri ve sahne putları vardır.

İnsanın çabucak inanması ve illaki bir düşünceye bağlı olma isteği, onun iç dünyasını boşaltma isteğini doğurur. İnanmak başlı başına bir kolaycılıktır. İnanırsanız düşünmeye, okumaya, gezmeye ve öğrenmeye gerek duymazsınız.

İnanmak menfi tarafgirliği getirir. Sizin gibi ‘inananlar’ zamanla toplumsal mitlere dönüşür. Grup arayışı bunun bir neticesidir.  Bu tür grupların kesinlikle ve kesinlikle kendilerine bir lider arayışı vardır. Lider büyük hafızada ölmüştür ama devam eden toplanmalarda ölmüş liderin gölgesi şahıslarla devam ettirilir. Grup psikolojisi, kendi içindeki tüm sorunları ve soruları yanıtlayan geri dönüşüm mekanizması oluşturur.   


TURGAY URGUR

15 Ekim 2015 Perşembe

John Rambo versus Keloğlan

Rusya’nın Hazar Denizinden fırlattığı füzelerle Işıd’i vurması aklıma Rambo, Die Hard gibi filmleri getirdi. Bir zamanlar olsaydı John Rambo okuyla Rus helikopterini düşürdüğü gibi füzeleri de düşürüverirdi. Mesele demokrasiye hizmet değil miydi? Ama artık onlarda yaşlandı. Eski performanslarından eser yok. Böyle büyüttüler. Böyle inandırdılar. Afganistanda, Vietnemada  Rambo canını ortaya koymuş tek başına savaşırken, adam ne kadar da bizdendi yahu.  Mübarek Türk gibiydi. Öyle bildik, halen daha öyle biliriz. Türk’ün uzak dostu, yakın düşmanı ABD’dir. 1’den 4’e seriyi bu hafta koysalar yine izleriz. Hatta Doğan medyasından önce stv ve kanal7’de izleriz. İzlettiler. Saddam gönderilirken stv rambo izletiyordu. O zamanlar mülaane falan meşhur değildi.   


Eğitim camiasında 15 yıldır elimden geldiği kadar çalışıyorum. Çalışmaya çalışıyorum. Rusya Suriye’deki Işıd noktalarını vurmuş ya, inanın çoğumuza ve bilhassa öğrencilerimize film gibi geliyor. Ankara’daki saldırı için Cumhuriyet tarihinin en kanlı terör saldırısı diyorlar. Malumunuz ikiz kule saldırılarından sonra ABD’de iç ve dış güvenlik neredeyse sil baştan düzenlenmişti. Çünkü öyle olması lazımdı. Biz ise her geçen gün Ortadoğululaşıyoruz. Yaşam şeklimizle, izlediklerimizle, hayata bakışımızla, gazetelerimizle yani hayatımızdaki her türlü uygulama ile Ortadoğululaşıyoruz. Yaptığımızı sandığımız arabayla, eğitim sistemimizle, siyasetçimizin tavır ve davranışlarıyla Ortadoğululaşıyoruz. Ortadoğuluyu küçük gördüğüm falan yok. Lakin şunu bilmek gerekiyor, bu gün Müslümanlar olarak eziliyorsak, bunun birinci sorumlusu biziz.  


Bir gün çocuğunuzla Trt çocuk kanalında yayınlanan Keloğlan çizgi filmini izleyin. Kendi kendimize nasıl kötülük yaptığımızı orada bile göreceksiniz. Çocuk pedagojisini bir kenara bırakın, çizgi film insanın hayal dünyasını adeta bozuyor. Yapamıyoruz. Bir çizgi filmi bile bilimsel ve insanlara faydalı bir şekilde yapamıyoruz. Ama söylemlerimiz inadına çok iddialı görünüyor.


İktidar partisinin bakanı sanayi sitesi gibi bir yerde liftten indirilen ve taklit olduğu ortaya çıkan arabayı yerli olarak tanıtıyor. Ve bu aşamadan sonra kendilerine bir ‘Babayiğit’ aradıklarını söylüyor. Toplumsal bilinçle ancak bu kadar dalga geçilebilir. Arabanın iç ve dış görsellerine baktım. Madem taklit olacaktı bari iyisini taklit etseydik.


Adamlar bizleri başarılı bir şekilde ayrıştırmışlar, kendi kişiliğimizden koparmışlar ve bir terör saldırısında ölenleri bizden-sizden diye ayırtacak kadar da basitleştirmişler. Paçamızdan sosyal medya akıyor. Sadece paçamızdan değil cami şadırvanından da, okul bahçesinden de, ortak kullandığımız çoğu yerden sosyal medya akıyor. Memlekette fiziksel olarak temiz kalan 2 yer kaldı. Bankalar ve AVM’ler.
Onlar Rambo ile mesih olduklarına bizleri inandırırken, biz de kendi kendimize kendimizin yaptığı Keloğlan ile benliğimizden çocukluktan itibaren koptuk.


Arap baharına kafa olarak hazırız.


Turgay URGUR     

14 Ekim 2015 Çarşamba

İnziva 2


Ruhlar daraldıkça kendisine isyankar çıkışlar arar. İç bunalımlarımız, hayatın bizleri bir türlü memnun etmemesi bizleri ümitsizliklere doğru sürükler. Ne kişisel gelişim kitaplarının tavsiyeleri ne de etrafımızdaki dost sesler derdimize derman olur. Çünkü insanın ihtiyacı olan hem kendisine hem de kendisi dışındaki her şeye gücü yeten bir zatın desteğidir. O ki kalbimizi onarmalıdır. Geleceğimizi düzenlemeli ve hayra yönlendirmelidir. İçimizdeki düşüncelerimizi yerle bir eden sorularımızın cevabı olmalıdır. Hastalıkta teselli, sıkıştığımızda tek çare olmalıdır. Evet tek çare olmalıdır. Ondan evvelki çareler çare değildir.
Her ne tür olursa olsun, herhangi bir hastalığın tedavisi için öncelikle onu teşhis etmek gerekir. Kişi öncelikle iç dünyasındaki manevi noksanlıkları tespit etmelidir. Çok mu iyi bir hayat yaşıyoruz? İbadet, dua ve iç seslerimiz bizler için yeterli mi? Yoksa Hz. Eyüp as.’nin lisanına kadar ilişen bedeni yaraları olduğu gibi bizimde içimizde ruhi yaralarımız mı mevcut? İnsan mücadeleye ve sağlam bir irade arayışına öncelikle kendisini tanıyarak başlamalıdır.

Bu bağlamda sabır en güçlü ilacımızdır. Sabır; bazen susmak, bazen ortam değiştirmek, bazen katlanmak, bazen zikir olarak kabul edilebilir. Sabır, dünyaya uhrevi emeller için gelmiş birçok büyük gönül insanının hayat dinamiği olmuştur. Onlar hayatlarını sabırla geçirerek finale ulaşmışlardır. Bu yüzden yaşarken çektikleri onları işten ve çalışmaktan alıkoymamıştır, kendilerinin faniliği onlarda ümitsizliğe yol açmamıştır.


  Fani hayatta bakilik bulamayız. Beyhude yoruluruz. Boşuna uğraşırız. İnsan dünya işlerini doğru ve dürüst adam-akıllı yaparken aklının bir kenarında da yaptığı her işin lillah için olması gerektiğini unutmamalıdır. Bu sanayideki tornacı için de böyledir, üniversitedeki akademisyen için de böyledir. Ondan dolayı insan güne Bismillah ile başlamalıdır. Azim, kazanma isteği kalbin tatmininin önüne geçmemelidir.  

13 Ekim 2015 Salı

İnziva

Bu kadar bilginin ve bilgi aracının olduğu bir dünyada ortalık bıkkınlık ve sıkkınlıktan geçilmiyor. Hafta sonu bir arkadaşım “Başka bir âlem için yaratılmış bu kadar bedeni ve ruhi cihazat tamamen bu dünyaya tevcih edilince sonuç kaçınılmaz oluyor.” dedi. Stres ve bunalımların yanında bir de bıkkınlık hastalığımız var. Yanlış yaptığımız bir şeylerin olduğu kesin. Öncelikle ortam sorunumuz var. İşyerlerimiz, evlerimiz, çarşılarımız, sokaklarımız bizi dinlendirmiyor. Hepsinin ortak noktasını bitmesi gereken işler, geçmesi gereken zamanlar oluşturuyor. Kendi kendimize veya dostlarımız ile senli-benli kalabileceğimiz mekanlara ihtiyacımız var. Bu kadar dünya işinin içinde inzivamız olması gereken has dairelerimize de ziyadesiyle ihtiyacımız var. Nefes alışlarımızı duymalıyız. Kelimelerimizi duymalıyız. Madem ki bitişi durduramıyoruz en azından kendimiz de bu bitişi hızlandırmamalıyız.     

turgay urgur

12 Ekim 2015 Pazartesi

VEDA 1


Yola düştük,
Kaçıncı gidişti bilmiyorum.
Ne arıyorduk? Nereye varacaktık?
Hep geride bir şeyler bırakmak zorundaydık.
Emek, zaman, hatıra ve eşyalar.
Yanımıza hiç birisini alamazdık.


TURGAY URGUR

5 Ekim 2015 Pazartesi

İletişim

Yeni sezona 3 tane iletişim kitabıyla başladım. Öncelikle şunu söyleyeyim çok iyi hazırlandıkları söylenemez. Hatta bir tanesinin hazırlanışı tek kelimeyle amatörce diyebilirim. Verimlilikleri %40 seviyelerinde geziyor.
Bu senenin başlangıcını iletişim kitaplarıyla yapmamın nedeni: öz eleştiri. Bir eğitimcinin kesinlikle ‘iletişim ve doğru iletişimden’ haberi olması gerekiyor. Genel motivasyonu, toplam verimliliği iletişim doğrudan etkiliyor. Mesleği bilgi aktarımı olan kişilerin iletişim dillerinin üst olması gerekiyor diye düşünüyorum.

Yabancı eserlerle karşılaştırıldığında onların açık ara önce olduğunu görüyoruz. Geçen sene ‘Alışkanlıkların Gücü’ isimli bir kitap okumuştum, gerçekten iyiydi. Yaklaşık 4 tane kadar da satış – pazarlama konulu yabancı eserleri taramıştım. Adamlar işini biliyor. Daha organize oldukları kesin. Örnekler adam-akıllı deneylere, anketlere ve araştırmalara dayanıyor. Denekler üzerinde uzun süreli çalışmalara dayandıkları için insana güven veriyorlar. Bizdeki eseler ise alıntılarla ve çevirilerle yürümeğe çalışıyor.
Gerek İslami öğretilerde, gerekse diğer iletişim konulu bilgilerden edindiğimiz üzere; konunun aslında parmakla sayılır dinamikleri var. Evet doğru bunlar hepimizin bildiği maddeler. Lakin uygulamada ne kadar başarılı olduğumuz toplum olarak sorgulanabilir. Aşağıdaki 7 madde kendimce öncelikli olanlar:
1.       Kısa ve doğru mesaj.
2.       Samimi yaklaşım.
3.       Dik durmak, doğru oturmak.
4.       Temiz giyinmek, temiz olmak.
5.       Mütebessim olmak.
6.       Abartıdan uzak durmak.
7.       Kültüre ve inanca uygun beden dili.
Kitaplardaki en çok dikkatimi çeken bölümleri derledim. Cümleleri seçtim. Bazı cümlelerin konuyla doğrudan ilgisi yok gibi ama üzerinde durmak bize bir şeyler kazandırabilir diye düşündüm. Kendi iletişim dilimde şu ana kadar gözden kaçırdığım yerlerin olduğunu düşünüyorum. Derlediğim bilgiler üzerinden yorum yapmayacağım. Tartışma platformu oluşturmak için maddeler halinde yazacağım ki isteyen dostlarımız o madde üzerinden katkıda bulunabilsin.
1.       Sokrates “Hatanı söyleyene teşekkür et.” demiştir.
2.       İçimizdeki çocuğu öldürmemeliyiz.
3.       Başkalarını değiştirmeden önce kendinizi değiştirin.
4.       İnsanlara, aşırı dostluk ve sevgi gösterisi kuşku uyandırır.
KENDİNİ GERÇEKLEŞTİREN İNSANLARIN ÖZELLİKLERİ
1.       Hayatın her yönünü sever, şikayet etmekle ya da olayların değişik olmasını istemekle vakit kaybetmezler.
2.       Bağımsızlığına çok düşkündür. Aileye güçlü bir sevgi ve bağlılık duymasına rağmen ilişkilerinde bağımsız olmaya özen gösterir.
3.       Sevgi anlayışı, sevdiklerinde hiçbir değeri zorla kabul ettirmeye gerektirmez.
4.       Onay aramak ihtiyacı yoktur, övgü ve ödül talep etmez.
5.       Çok açık ve dürüst konuşur, çünkü vermek istediği mesajları, başkalarını memnun etmek için dikkatleri başka sözcükler arkasına gizlemez.

6.       Titizlilik ve düzenlilik gibi derdi yoktur. Organizasyon nevrozundan bağımsız oldukları için yaratıcıdır.

7.       Çok şey söylemekle neler kaybettiğinizi bilemezsiniz.

8.       Uzun bir tartışma, her iki tarafında haksız olduğunun belirtisidir. (Voltaire)

9.       Her tartışmayı kazanmak durumunda değiliz.

10.   Eğitim insan sevgisi ve uygulamadır.

11.   İletişimin %55 ‘i beden dili ile sağlanır. Yüz ifadeleri, el ve kol hareketleri, sözlerden daha fazlasını anlatır.

12.   Her stres olumsuz ya da kötü değildir.

13.   Kaygılanmayacak kadar büyük, kızmayacak kadar soylu, korkmayacak kadar güçlü, üzülemeyecek kadar mutlu olmaya, kendi kendime söz veriyorum.

14.   Dünyada tanıdığım ve üzerinde çalıştığım herkes az veya çok kendinden nefret ve suçluluk duygusuyla boğuşuyordu. Bu iki olumsuz duygu, ne kadar fazla ise hayatınız, o kadar mutsuz olur. Bunlar azaldıkça yaşamınız bir boyutuyla daha iyiye doğru gider.

Devam edecek.


     

İletişim

Yeni sezona 3 tane iletişim kitabıyla başladım. Öncelikle şunu söyleyeyim çok iyi hazırlandıkları söylenemez. Hatta bir tanesinin hazırlanışı tek kelimeyle amatörce diyebilirim. Verimlilikleri %40 seviyelerinde geziyor.
Bu senenin başlangıcını iletişim kitaplarıyla yapmamın nedeni: öz eleştiri. Bir eğitimcinin kesinlikle ‘iletişim ve doğru iletişimden’ haberi olması gerekiyor. Genel motivasyonu, toplam verimliliği iletişim doğrudan etkiliyor. Mesleği bilgi aktarımı olan kişilerin iletişim dillerinin üst olması gerekiyor diye düşünüyorum.

Yabancı eserlerle karşılaştırıldığında onların açık ara önce olduğunu görüyoruz. Geçen sene ‘Alışkanlıkların Gücü’ isimli bir kitap okumuştum, gerçekten iyiydi. Yaklaşık 4 tane kadar da satış – pazarlama konulu yabancı eserleri taramıştım. Adamlar işini biliyor. Daha organize oldukları kesin. Örnekler adam-akıllı deneylere, anketlere ve araştırmalara dayanıyor. Denekler üzerinde uzun süreli çalışmalara dayandıkları için insana güven veriyorlar. Bizdeki eseler ise alıntılarla ve çevirilerle yürümeğe çalışıyor.

Gerek İslami öğretilerde, gerekse diğer iletişim konulu bilgilerden edindiğimiz üzere; konunun aslında 
parmakla sayılır dinamikleri var. Evet doğru bunlar hepimizin bildiği maddeler. Lakin uygulamada ne kadar başarılı olduğumuz toplum olarak sorgulanabilir. Aşağıdaki 7 madde kendimce öncelikli olanlar:

1.       Kısa ve doğru mesaj.
2.       Samimi yaklaşım.
3.       Dik durmak, doğru oturmak.
4.       Temiz giyinmek, temiz olmak.
5.       Mütebessim olmak.
6.       Abartıdan uzak durmak.
7.       Kültüre ve inanca uygun beden dili.

Kitaplardaki en çok dikkatimi çeken bölümleri derledim. Cümleleri seçtim. Bazı cümlelerin konuyla doğrudan ilgisi yok gibi ama üzerinde durmak bize bir şeyler kazandırabilir diye düşündüm. Kendi iletişim dilimde şu ana kadar gözden kaçırdığım yerlerin olduğunu düşünüyorum. Derlediğim bilgiler üzerinden yorum yapmayacağım. Tartışma platformu oluşturmak için maddeler halinde yazacağım ki isteyen dostlarımız o madde üzerinden katkıda bulunabilsin.

1.       Sokrates “Hatanı söyleyene teşekkür et.” demiştir.
2.       İçimizdeki çocuğu öldürmemeliyiz.
3.       Başkalarını değiştirmeden önce kendinizi değiştirin.
4.       İnsanlara, aşırı dostluk ve sevgi gösterisi kuşku uyandırır.
KENDİNİ GERÇEKLEŞTİREN İNSANLARIN ÖZELLİKLERİ
1.       Hayatın her yönünü sever, şikayet etmekle ya da olayların değişik olmasını istemekle vakit kaybetmezler.
2.       Bağımsızlığına çok düşkündür. Aileye güçlü bir sevgi ve bağlılık duymasına rağmen ilişkilerinde bağımsız olmaya özen gösterir.
3.       Sevgi anlayışı, sevdiklerinde hiçbir değeri zorla kabul ettirmeye gerektirmez.
4.       Onay aramak ihtiyacı yoktur, övgü ve ödül talep etmez.
5.       Çok açık ve dürüst konuşur, çünkü vermek istediği mesajları, başkalarını memnun etmek için dikkatleri başka sözcükler arkasına gizlemez.

6.       Titizlilik ve düzenlilik gibi derdi yoktur. Organizasyon nevrozundan bağımsız oldukları için yaratıcıdır.

7.       Çok şey söylemekle neler kaybettiğinizi bilemezsiniz.

8.       Uzun bir tartışma, her iki tarafında haksız olduğunun belirtisidir. (Voltaire)

9.       Her tartışmayı kazanmak durumunda değiliz.

10.   Eğitim insan sevgisi ve uygulamadır.

11.   İletişimin %55 ‘i beden dili ile sağlanır. Yüz ifadeleri, el ve kol hareketleri, sözlerden daha fazlasını anlatır.

12.   Her stres olumsuz ya da kötü değildir.

13.   Kaygılanmayacak kadar büyük, kızmayacak kadar soylu, korkmayacak kadar güçlü, üzülemeyecek kadar mutlu olmaya, kendi kendime söz veriyorum.

14.   Dünyada tanıdığım ve üzerinde çalıştığım herkes az veya çok kendinden nefret ve suçluluk duygusuyla boğuşuyordu. Bu iki olumsuz duygu, ne kadar fazla ise hayatınız, o kadar mutsuz olur. Bunlar azaldıkça yaşamınız bir boyutuyla daha iyiye doğru gider.

Devam edecek.


     

30 Eylül 2015 Çarşamba

Ga(s)te

Adı, tarzı, düşüncesi fark etmez ne kadar gazete varsa düşüncelerimizi zehirliyor ve hayallerimizi kirletiyor. İçlerinde değerli bilgiler o kadar az ki yaptığı tahribatın yanında hiç bir yaraya merhem olamazlar. Çünkü varlıklarının yegane nedeni para ve güç. Para ve güç için kullandıkları her yöntemi meşru görüyorlar. Kimse, hiç bir emek, hiç bir değer umurlarında değil. 


Bugün insanlar gazeteler ile değilde kitaplar ile hayata baksaydı eminim ki bu kadar bağımlılık, vurdumduymazlık ve şuursuzluk olmazdı. Işin enteresan tarafı ise gazetelerin kendilerini insanları aydınlattıkları teziyle tanıtmasıdır. 

Bizi yönlendiren, bizi şekillendiren üslupları özenle hazırlanıyor. Lütfen bir tanesini baştan sona okuyun, inceleyin ve sizce değişmesi ya da olmaması gereken yerleri belirleyin. 

26 Eylül 2015 Cumartesi

Bayram

Mezar taşıma yazsınlar:
Bugün bayramdır.
Kimse görmemiş böyle düğün alayı,
Bayramda kavuşmak vardır.

Beyhude eğlenmesin gönüller,
Biten-bitecek her gün sancıdır.
Aldandı eli boş gidenler,

Kalanlar kendini baki sanmasın. 

turgay urgur

21 Eylül 2015 Pazartesi

Şahit


Yalnızlığıma,
Sarhoşluğuma,
Düşkünlüğüme,
Asiliğime,
Şahit ol!
Sence ilk defa
Bence son bir kere,
Bitmeden, gitmeden,
Şahit ol!
Anlatırsın,
Hüküm verirsin,
Olmadı cezamı kesersin,
En iyisini sen bilirsin,
En iyisini sen bilirsin,
Şahit ol!
İsyanıma,
Gözyaşıma,
Diz çöküşüme,
Yıkılışıma,
Şahit ol!
Kimseler görmesin,
El âlem bilmesin,
Razıyım bir sende kalsın,

Sefilliğime şahit ol!

11 Eylül 2015 Cuma

Ayna 4 /terör konulu

selahattin demirtaş ‘Bodrum Cizre’ye uzak değil’ demiş. Yani kısaca tehdit etmiş. Tehdit değil eylem yapsalar, aynı şekilde Batıda da ellerinden geleni artlarına bırakmasalar şaşmam. Çünkü son 13 yılda Kürtler güçlendi. Akp Batıda yapmadığı yardımı orada yaptı. Her türlü adetsizliğe diğer hükümetler gibi göz yumdu. Bu bağlamda akp’nin diğer partilerden farkı yok. Yapmadı mı?  Neymiş efendim.. bütün Kürtler bunu istemiyormuş. İstiyor kardeşim HDP’ye oy veren ne kadar Kürt ve cemaatçi varsa hepsi de istiyor. Hükümet kurulmasın - ülke ekonomik olarak gerilesin istiyorlar. İkinci bir basit savunma tezi de; savaştıklarımızın Ermeni, İsrailli veya Alman ajanı olduğudur. İçlerinde provakötör veya ajan kapmasında birkaç kişi olabilir. Ama bu gün pkk’yı hdp ve hdp’ye oy verenlerden ayırmak kendi başına bir kolaycılıktır. Dağdaki ile meclistekinin, elektrik parasını ödemeyen ile kck’nın farkı yok. Olmadığını 1 Kasımda hdp’nin oy artışında veya aynı oyu korumasında göreceğiz. Bence fazlasını alacak.


Aramızda halen daha şirinlik yapanlarda ya da ‘sevgi projesi’ çıkarmaya çalışanlarda var. Doğuya giden otobüsleri durdurup çiçek, pasta çörek veriyorlar(cemaat türü eylem). Öncelikle otobüsteki vatandaş için diyecek bir şeyim yok. Ama bu kadar şehidin geldiği zamanda bu tür çocukluklara hiç mi hiç gerek yok. Müslüman aynı hataya defalarca düşmez. Zaten böyle yapa yapa bunlar şımartıldı ve yaptıklarını haklı gördüler. Biz şımardıkça veriyorlar dediler. Ham madem çiçek falan verecekseniz otobüstekine değil dağdakine verin. Verin de heriflerin niyeti neymiş öğrenin. Çünkü henüz öğrenmeyenler var. Akp onlara Cumhuriyet tarihinde verilmeyenleri verdi. Cezasını ve vebalini de üstlendi.


Öncelik hamasetten arınmış şekilde öldürerek mücadele etmek. Batıdan alıp doğuya verme işini bırakmak. Siyasal cezaları kesmek. Parti ihracını gerçekleştirmek. İkincisi ise Milli güvenlik konusunda radikalleşmektir. İç güvenlik yasası polisimizi ve askerimizi mağdur etmemelidir.

Allah Türkiye Cumhuriyetini ve tüm Müslümanları korusun


Turgay URGUR

10 Eylül 2015 Perşembe

Uykumdan çık


Rüyalarımı rahat bırak,
Geceyi üstüme çektim,
Ağlarken bari,
Uykumdan çık.


Sessizliğe gömüldüm,
Sensizliğe gömüldüm,
Ölürken bari,
Uykumdan çık.



Turgay urgur

6 Eylül 2015 Pazar

VATAN SAĞOLSUN


Kimi sesler vardır,
Yürekten gelir,
Bayrak, vatan, millet sevgisinden,
Her şeyden evvel Peygamber ve Allah sevgisinden gelir.

Bir evlat rahmetle rahme düşer,
‘Ol’ denilmiştir olur,
İşte bu yüzden ona kıyan tüm kâinatı kıymış olur,
Yüce yaratıcının emanetidir o..
Emanettir ki! Anaya babaya sorulduğunda; ‘emanet’ der,
Emanettir ki! Kucakta büyür, ocakta büyütülür,
Dualarla sarmalanır,
Yenmez yedirilir, içmez içirilir.
Emanettir ki! Ana gözünden sakınır, baba kol kanat olur.  

Her yaşının ayrı bir tadı vardır,
Bebekken sevinci,
Çocukken heyecanı,
Okula giderken gururu,
İş sahibi olduğunda onuru,
Evlendiğinde anasının-babasının gözünde yaşı vardır.

Asker veya polis olduğunda göğsünde İslam nişanı vardır,
İşte bu yüzden; siper olur, feda olur, şehit olur.
Olur ki! Yüce Peygamber ona kucak açar,
‘Gel bana’ der.
Kefenle değil, kanlı, çamurlu, ter kokulu üniformanla gel der.
Son halinle gel der.
O ki! Hallerin en temizidir.   
Türk bayrağınla, dilinde tekbirlerle gel der.
 Rabbin verecek mükâfatı,

Tüm İslam âlemi duysun!!!
Geride kalan çocukların babasının,
Gencecik eşlerin,
Ana ve babaların bir tanelerinin mükafatını,
Âlemlerin Rabbi verecek,

İşte bu yüzden ölmek bize bayramdır.
İşte bu yüzden şehitler ölmez.
İşte bu yüzden ‘Vatan sağolsun.’  


Turgay URGUR

Çuvaldız 7


Garip bir ülkede yaşıyoruz. Bir zamanlar bir kesim (ben dahil) Rahşan affını gerçekleştirdi diye Sezer Cumhurbaşkanını epey bir eleştirmiştik. Hatta bunu siyasi münazaralarımızda da sıklıkla kullandık. Dedik ki: teröristleri sokağa saldınız, sonra bunlar tekrar katil oldu vs vs. Adamları yerden yere vurduk.
Şimdi ise; bunu söyleyenlerin oy verdiği parti ( doğru ben de o partiye oy verdim) 13 yıl boyunca teröristi ve Kürdü güçlendirmiş. Tepesine çıkarmış. İş bu hale gelmiş. Ama kimse demiyor ki! Bu adamları bu kadar biz şımarttık.
İş harbiden vahim. Askerin ve polisin giremediği yerler var. Avrupa’da bir ülkenin polisi ölse Devlet orayı tamamen pislikten temizler. Fransa’daki olayı hatırlarsınız. Tüm Devlet liderleri kol kola girmişti.
Sevgili dostlar, yaklaşık 3-4 aydır. Bir şehit yakınının; annesi, babası, kardeşi, çocuğu gözüyle olaylara bakmaya çalışıyorum.
Vardığım sonuç şu: İnsanlığımız can çekişiyor. Gazetelerde şehit haberleri ile magazin haberleri yan yana duruyor. Ateş sadece düştüğü yuvaları yakıyor. Ne dumanı, ne de sisi bize uğruyor. Allah sonumuzu hayır etsin.   
Turgay

İnsan,
Nisyan.
İnsan,
İsyan.
Aldanır,
Kandırır,
Unutur,
Unutur.
Aşk masallarda ve filmlerde güzel,
Hayat ölümde gerçek,
Hayat ölürken gerçek,
Ve insan baştan sona zayıf ve çaresiz.

Turgay urgur

30 Ağustos 2015 Pazar

Şehit 3


Siyasiler gibi lafı eveleyip gevelemeye veya ülkede her olup bitenden sonra bir sürü siyasi malzeme çıkarmaya gerek yok.

Bu ülke için kanını ve canını verebilenler belli, Devletin her imkânıyla gayet rahat bir şekilde yaşayanlar belli. Ateşin düştüğü yürekler de belli, siyasi şov yapanlar da belli.  


Kürtler hem siyasi partileriyle, hem 7 Hazirandaki tavırlarıyla, hem PKK’ya kol-kanat germeleriyle tercilerini gayet net bir şekilde gösterdiler. Avanta devam etsin diyorlar. Biz yaktıkça, biz öldürdükçe, biz sessiz kaldıkça hep kazanacağız diyorlar. Şimdikilerin Çanakkale’de şehit olanlarla veya Kudüs’ü koruyanlarla ilgisi yok. Helal, haram algıları çok farklı.


Gün

İnançlarımızın önündeki mezhepsel, meşrepsel, cemaatsel etiketleri kaldırınca,
Siyasi taraftarlıkların hak ve adaleti gölgelemesine izin vermeyince,
Önce iş, önce üretkenlik, önce çalışkanlık değince,
Birbirimizin acılarına gerçekten ortak olunca,
Her türlü israfı bırakınca,
Tarih okuyup, edebiyat konuşup, felsefik düşününce,

Her şey daha güzel olacak…..

26 Ağustos 2015 Çarşamba

Kimsin?

Ne kadar keder varsa yüreğime gömdün gittin,
Başında yas tutuyorum.
Albümlerde, mektuplarda, şiirlerde,
Seni arıyorum.
Biliyorum. Ölümcül bir hastalığa yakalandım.

Günah, nefret ve pişmanlık  saçıyorum.
Teselliyi ve çareyi kelimelerde arıyorum. 

23 Ağustos 2015 Pazar

Şehit 2

Şehit 2 / turgay urgur

Şehit yüz başımızın ağabeyi isyan ediyor: dün sonuna kadar çözüm diyenler şimdi neden sonuna kadar savaş istiyor diyor.

Katılıyorum. Sevgili dostlar, öz eleştiri yapmak için illa ki kendi yakınımızın şehit olması gerekmiyor. Ak partinin yanlışlarını, doğrularını, artı ve eksilerini hep makul bir şekilde eleştirmeye ve değerlendirmeye çalıştım.

7 Hazirandan sonra Ak partililerin tek gündeminin terör olması gerekiyor. Açılım demek askeri, polisimizi ve vatandaşımızı mağdur etmemek olmalıydı. 13 yıl PKK’ya yaramış.

Peki, bundan sonra ne olacak? Ak partinin 13 yıllık pratikleri şunu gösterdi. Tabandan gelen şikâyet ve istekler diğer partilerde de aynen olduğu gibi yukarıya ulaşmıyor veya ulaşsa da her hangi bir şey ifade etmiyor.

İfade etseydi, temayül denilen bir şey olurdu. Büyükşehir yasası adam-akıllı irdelenirdi. Milli eğitim 3 dönemde birçok farklı uygulamayla yola çıkmazdı. Son müdür, müdür yardımcısı atamaları hakkaniyetle olurdu. Bir zamanlar Chp’lilerin yaptığı yanlışları Ak parti yapmazdı. Velhasıl-ı kelam, iyi işler kadar bir o kadar da yanlışlar var. Ve ister siz Ak partili, ister AKP’li değin birilerinin bu yanlışları dinlemesi, konuşması ve yazması gerekiyor. Neden gerekiyor? Çünkü vatandaşlık mesuliyeti ve sorumluluğu bunu partizanlığımızın önüne koyuyor.

(Şimdi burada İlçe yönetimlerinin sadece hastanelere taşeron (geçici) işçi yerleştirmeye yaradıklarını, fotoğraf-açılış siyaseti yaptıklarını, vekillerin resimlerinin yanında fotoğraf çektirmekle avundukları belirtmemize gerek yok. Konumuz da zaten terör ve Ak partinin hükümet olma sorumluluğuydu.)  

Ak parti düşüncesinin tek gündemi terör olmalı. İç güvenlik PKK’nın inisiyatifine bırakılmamalıdır. Yani; yarın PKK ateş kes ilan etse bile AK parti bu işi söylediği gibi dondurucuya falan koymamalıdır. Bu hatayı birkaç defa yaptı. Bedelini ağır ödedik. Ben bunu bilir, bunu söylerim.



Turgay urgur

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...