29 Eylül 2012 Cumartesi

ULAK


Bir gün köyün birisine ulak gelir. Yorgundur, lakin daha gitmesi gerekseydi gideceği yere kadar onu götürecek kuvveti ve sabrı vardır. Aradığı yer bu köydür.
Köy meydanında sorar: Hacı Ariflerin Ahmet’i arıyorum. 

Köylülerden  bir ihtiyar: Hele yorgunsundur, biraz dinlenseydin. Hayırdır? Kimsin? Necisin?
Ulak: Ona bir emanetim var. Bana yerini söyler misin? Duracak zamanım yoktur.

Konuşmayı dinleyen köylüler merak ederler. Usul usul kulak kesilirler. İhtiyar ısrarcı olmaz, onun evini tarif eder.

Üç gün sonra Hacı Ariflerin Ahmet köy meydanına çıkar. Köylüler hemen etrafını sarar. Üç gün boyunca köyü öyle bir merak sarmıştır ki anlatılmaz. Gencinden ihtiyarına, erkeğinden kadınına, çocuğundan delikanlısına  herkes üç gündür Ahmet’i beklemektedirler. Çünkü bu zamanda beyaz bir at ile başında bir sarık, dalyan mı dalyan bir genç kim olabilir? Ahmet’le ne işi vardır? Köylü için en önemlisi de ne getirmiştir?

Aynı İhtiyar: Ahmet! Hele anlat bakalım, merak ettik üç gün önce gelen misafirin kimdi? Sana ne getirmiş? Bir çayımızı iç dedik; ama çok acelesi vardı bekletmedik.

Ahmet gömleğinin içinden bir kâğıt çıkarır ve ihtiyara verir.
İhtiyar önce Ahmet’in yüzüne sonra elindeki kâğıda bakar. Yan masalardakiler boş mu durur, hemen ihtiyarın yanına gelirler. Kağıdı açmasını dört gözle beklerler. O an köyde zaman durmuştur. Üç gün boyunca tüm köyü meraktan söyleten, akla türlü türlü düşünceler getirten, insanları işten, oyundan alıkoyan sır az sonra meydana çıkacaktır.

İhtiyar katlanmış olan kâğıdı açar ve bakar: Beyaz bir kâğıdın ortasında yukarıdan aşağıya çizilmiş bir çizgi.

 
Köyün ruhları ölmüş bedenleri ihtiyar zevatından, başlarını dizilerden kaldıramayan kadınlarından, her şey gibi bu zamanda gençliklerini de tüketme gayretinde olan gençlerinden kâğıttaki çizgiye post modern bir yorum getirmelerini beklemeye koyulmanın pek bir anlamı yok tabiki.  Enteresan bir adamın getirdiği kâğıttaki ince çizgi ne ifade ederdi ki?

“Bu zamanda epey bir kalınlaştınız eee artık incelmenin zamanı geldi.” mi?, “Gururlanma sen de bir gün öleceksin.” mi?, “Al işte bir gün daha boşuna geçti.” mi?, “Varlık deryasında toprağa tutunmuş ahirette dal budak salmayı umut eden ince bir Elif.” mi?

Fikirlerden merak ile umursamazlık, aşk ile nefret, acele ile sabır, cüz ile küll, varlık ile yokluk, haya ile riya, açlık ile tokluk, edep ile debdebe geldi de geçti geldi de geçti. Geldi de geçti. Tutunacak yer bulamadı.

Hem neden at ile gelmişti ki? Türlü, türlü vasıta vardı. Hem gelmesine de gerek yoktu. Mesaj vardı, telefon vardı, mail vardı, facebook, twitter vd vardı.  

En iyisi mi Ariflen Amada soruverem. O bize değivesin de biz de bu dertten kurtuluverem gari değvediler.

Ahmet onların önce iyice etrafına yerleşmelerini, her işi bırakmalarını ve dinlemek için hepsinin hazır olmasını bekledi ve dedi ki:

Ahmet köylüler etrafına yerleşince söze başlar,

Dün gece rüyamda eski Yunan mitolojilerindeki tapınaklara benzer bir yerden akşam vaktine doğru üç tane rahip çıktı. Öyle telaşlı ve aceleci tavırları vardı ki etraflarındaki hiçbir şeyi fark etmediler. Birisinin yüzü epey bir asık, diğer ikisi ise epey bir düşünceliydi. Hızlı hızlı adımlarla şehir meydanındaki tiyatroya doğru ilerlediler. Koruma muhafızları onların bu telaşlı hallerini görünce tiyatronun kapılarını daha bir çabuk açtılar. Onları büyük bir sabırsızlıkla beklemekte olan halk, onları görünce sevinç çığlıkları attılar. Biraz sonra sevinç çığlıklarının yerini sessizlik kapladı, herkesin gözü rahiplerdeydi.

Rahip 1. Ey Zeus’un evlatları, kral Oidipus’un halkı ! Biliyorsunuz şehrimizi 1 yıldır kuşatan veba, kuraklık ve sis bulutu hayatlarımızı yaşanmaz kıldı. Biz yıllardır bu felaketin nedenini hep kahin Ikanbaya sorduk ve dedi ki:

Bu derdin çaresi: Herkes günahını terk edecek.

Rahiplerden diğeri söze başladı: Bilirken susmak bir günahtır çünkü insan sadece kendisi değildir. Haksızlığı istememek öncelikle başkalarının haklarını gözetenlerin olsa gerektir. Doğru düşünmemekle insan kendi kaderini yıkar. Theseus’un annesi Aithra’nın dediği gibi “Suskun kalmamalıyız çünkü sonra şimdiki suskunluktan daha çok acı çekeriz. Doğru bulduğumuz şeyi zor olsa da söylemeliyiz.” İnsan yasaları koruyabildiği sürece insanları da kentlerle birlikte koruyabilecektir. Yönetimi eline geçiren yasayı da kendine göre tutmamalı ve yasa insanlara göre değişmemeli ancak insan yasaları insanlar için değiştirebilmelidir. İnsan bunları söylediği zaman mı yücedir yoksa sustuğu zaman mı? İşler iyi gidince kötüler daima mutlu olacaklarını düşünerek sorumsuz davranmaya devam ederler ta ki iyiler seslerini duyuruncaya kadar. İnsan zahmet çekerek asıl değerini bulur. En büyük zahmet düşünmek ve düşündüğünü söyleyebilmek olsa gerektir.     

Rahip konuştukça sesler antik tiyatronun basamaklarından adeta artarak yükselir. Dinleyiciler diğer rahibin söyleyeceklerini duymak için kendilerini hazırlarlar.

Son rahip söze başlar:


İnsanın elinde tuttuğu iradesi gayet cüzi olmakla birlikte, insan tabiatında bulunan fenalığa olan meylinden dolayı zararlı işlere girer ve bunların sonucunda bir bedel öder. Hatalar büyürse ve insanlar tarafından normal sayılmaya başlayınca felaketlere kapı açar. İyilikler ise  Varlığın apayrı birer ispatıdırlar. İyilikte insanın iradesinden öte Külli bir irade vardır. Ama insan bu iyiliklere iman, arzu ve niyyet ile sahip olur. Kötülerin ölmesinden kimse rahatsızlık duymaz lakin iyilerin ölmesinden sadece insanlar değil aynı zamanda kainat ta üzüntü duyar. Çünkü kainatın ve varlığın anlamı onlar tarafından bilinmekte ve beğenilmektedir. Küfür içinde olanlar gibi onlar kainatı başıboş, manasız ve faydasız görmezler. Nihayet tüm canlılar ölecektir ve başka bir hayat için sadece bu dünyada yaptıkları iyi işler bir anlama sahip olacaktır. Şuurlanmak  için insan kendini sorguya çeker, hatalarını itiraf eder, tekrar yapmamak için gayret eder. Bilge insan odur ki hatasını bilir, görmezden gelmez. Nasıl ki bu büyük tiyatronun içerisine girmek için birden fazla kapı vardır aynen öylede doğruluk için insanın önünde her zaman birden fazla yol vardır. Bazen insan kılığındaki şeytanlar açık kapıları kapalı gösterir, göstermek isterler. Bunun nedeni onların doğruluğu ve iyiliği istememelerindendir.

Ahmet rüyasını anlatmaya devam eder…

Birden rüyamda fark ettim ki bende o şehrin insanları gibi onların arasında rahipleri dinliyorum. Etrafımda benim gibi binlerce insan var. Nedense hepsinin yüzünde rahipler konuştukça pişmanlık ifadesi yer aldı. Şehirde gün batmak üzereydi. Rahipler konuşmalarını bitirince tiyatrodan ayrıldılar ve halk ta onlarla birlikte yavaş yavaş evlerine gittiler. Biraz dalmışım, bir de ne göreyim koskoca tiyatroda sadece ben kalmışım. Meydana indim. Başım göğe doğru, ellerim açık kendi etrafımda dönmeye başladım. Güneşin kızıllığı devasa sütunların arasında karanlıkla köşe kapmaca oynuyordu. Birden tiyatronun büyük kapısı yine açıldı. Uzaklardan ardında toz bulutu ile bir atlı doludizgin yanıma geldi. Başında bir sarık, yorgun ama daha gidecek yeri olsa onu götürecek kadar sabrı ve kuvveti var. Önce atıyla etrafımda döndü. Durdu. Atından indi. Elbisesinin içinden bir kağıt çıkardı ve bana verdi.

Katlanmış olan kâğıdı aldım. Açtım bom boş bir kâğıttı. Bana kâğıdı veren kişi bunun benim için bir emanet olduğundan başka bir şey söylemedi. Binlerce kişiyi içinde barındırabilen, birçok oyunun sergilendiği, uzun uzun konuşmaların yapıldığı antik bir tiyatronun ortasında güneşin artık görünmediği bir akşam saatinde elimde boş bir kağıt ile yapayalnız kalmıştım. Önce kağıda sonra ellerime baktım. Ellerimle vücudumu yokladım. Varlığımı hissettim. Varlığımı düşündüm. Mutlu bir ruh hali uyandım.

Geçenlerde bana gelen, sizlerin de günlerden beri merak ettiğiniz kişiye ve getirdiği kâğıda kendimce bir anlam verdim.

Var olmak farklı mekânlar arasında yolculuk etmektir. İnsanın var olduğunu bilmesi ile var olması bir birinden tamamen ayrıdır. Keşif ile olsun, bilim ile olsun, ilham ile olsun, düşünce ile olsun, halvet ile olsun, gayret ile olsun ama içinde iyi niyyet olsun; insan varlığını bulmalıdır. Gerçek ama anlatılamayan mekânda verilen boş kağıt kendimdir. Yeniden düşünceye daldığım ve hatalarımı fark ettiğim, eğildiğim andır. Üç gün önce ulağın getirdiği içinde ince bir çizginin olduğu kağıt ise Sevgiliye duyduğum özlemi bir türlü anlatamamanın içimi kanatan çaresizliğidir. Tarif edilmeyen bir sır, günah ve sevapla örülmüş bir bulmaca; boş bir kağıt yani varlığımın içindeki tek çizgi, tek görünendir.

Bitirmeden; her iki yerde de bana emanetleri ulaştıran, yorgun ama daha gidecek yeri olsaydı oralara kadar onu götürecek  sabrı ve kuvveti olan ulak ise ümidimdir.


Turgay Urgur    

27 Eylül 2012 Perşembe

Derleme 2



 *     *     * Bu derleme Peygamber Efendimizin farklı zamanlardaki farklı konularla ilgili hadislerinden oluşturulmuştur. T.urgur

Ebu Hureyre (ra) anlatır. Peygamber (sav):

-          Şu kelimleri benden kim alır da, onlarla amel eder veya onlarla amel edecek olana öğretir? Diye sordu.

-          Ben Ya Resulullah . dedim. Bunun üzerine elimden tuttu,  beş şey saydı ve dedi ki:

1-      Haramlardan kaçın ki; insanların en çok ibadet edeni olasın,

2-      Abdullah’ın senin için ayırdığına razı ol ki, insanların en zengini olasın,

3-      Komşuna ihsanda bulun ki, mü’min olasın.

4-      Kendin için sevdiğini insanlar için de sev ki, Müslüman olasın.

5-      Fazla gülme çünkü fazla gülmek kalbi öldürür.

  • *   * 

Sa’d b. Ebi Vakkas (ra) Resulullah (sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.

-          Şu dört şey mutluluk kaynağıdır:

1-      Saliha kadın, 2- Geniş Mesken, 3-Salih komşu, 4-Uysal binit.

-          Şu dört şey de talihsizliktir.

1-      Kötü komşu, 2- Kötü kadın, 3- Kötü binit, 4- Dar mesken 

  •  *    *

Ebu Hureyre (ra) Resulullah (sav)’ın şöyle duyurduğunu rivayet etmiştir.

-          Münafığın alameti üçtür:

1-      Konuştuğu zaman yalan söyler,

2-      Söz verince sözünde durmaz,

3-      Anlaşma yaptığı zaman anlaşmaya riayet etmez.

  •  *    * 

Abdullah b.Ömer (ra) Resulullah (sav)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.

Şu dört huya sahip olursan elde edemediğin dünya nimetlerine aldırış etme:

1-      Emaneti muhafaza etmek,

2-      Doğru sözlü olmak,

3-      Güzel ahlaklı olmak,

4-      Yiyecekler konusunda kanaatkar olmak.

  • *   *  

Ebu Hureyre (ra) Resulullah (sav)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

-          Dört sınıf insan vardır ki, Allah onlara gazap eder. Onlar da: Çok yemin eden satıcı, kibirli fakir, zina eden yaşlı ve zalim devlet başkanıdır.

  •   *   *

Nasih el- Ansi, Rakb el-Mısri (ra)’den Resulullah (sav)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

-          Ne mutlu, değerini düşürmeden alçak gönüllü olana, ihtiyaç içinde olmaksızın içten tevazu gösterene, kazandığı malı günah olmayan yerlere harcayana, düşkün ve miskinlere acıyana, bilgili ve anlayışlı kişilerle beraber olana. Ne mutlu, kazancı helal olana, içi dışı hoş olana, insanlara kötülüğü dokunmayana ! Ne mutlu bildiği ile amel edene, malından ihtiyaç fazlasını infak edene, lüzumsuz sözleri içinde tutup söylemeyene.

  •  *   * 

İbn Ömer (ra) Resulullah (sav)’ın şöyle buyuduğunu rivayet etti:

-          Kim susarsa zararlardan kurtulur.

  •  *   * 

Cebel oğlu Muaz (ra) der ki: Resul-i Ekrem (sav) bana on öğüt verdi:

-          Öldürülsen de, yakılsan da hiçbir şeyi Allah’a ortak koşma. Çoluk çocuğundan, malından, mülkünden uzaklaşmanı emretseler bile anana babana karşı gelme …..

Kaynak: Tergib ve Terhib.

 

26 Eylül 2012 Çarşamba

Derleme


 

Ebu Zer’in Efendimizden (Sav) rivayeti: İyiliğin hiçbir çeşidini küçümseme, mümin kardeşine gülümsemen de iyiliktir.

·          * *

Mikdam babası Şuryh tarikiyle dedesinden şöyle rivayet eder: Resulallah (sav)’a

n  Ya Resulallah ! bana bir şey söyle ki, onu yapınca cennete gireyim. Dedim . Resulallah (sav) da :

-          Yemek yedirmek, selam vermek ve güzel söz sana cenneti kazandırır. Buyurdu.

·         * *

Ebu Derda (ra) Resulallah (sav)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etti.

Aranızda sevginizin artması için selamlaşınız.

·         * *

Ebu Ümame (ra) Resulullah (sav)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etti.

Allah’a en yakın olan kimse karşılaştığında önce selam verendir.

*    * *

Ebu Said el-Hudri (ra) şöyle anlatır: Bir adam : İnsanların hangisi daha faziletlidir? Ya Resulallah !. diye sordu. Resulallah (sav)

-Malı ve canı ile Allah yolunda savaşan kimsedir. Buyurdu

Adam: Daha sonra kim faziletlidir? Dedi. Resulallah (Sav)

Ortalığın karışık olduğu zamanlarda bir vadide uzlete çekilerek Allah’a ibadet edendir.

·         * *

İbn Abbas (ra) Resulallah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etti:

-          Size insanların en hayırlısını söyleyeyim mi? O da atının gemini tutup, Allah yolunda cihat edendir. Ondan sonra geleni söyleyeyim mi? Bir koyun sürüsü ile vadiye çekilen ve zekatını vererek, ibadet ederek Allah’a karşı ödevini yapandır. İnsanların en kötüsünü de bildireyim mi? O da, kendisinden Allah için yardım istenip, vermeyen kişidir. Buyurdu.

·         * *

Mekhul (ra) şöyle anlattı: Bir adam Resulullah’a kıyametin ne zaman kopacağını sordu. Resulullah :

-          Sorulan, sorandan daha iyi bilici değildir. Fakat, onun belirtileri vardır. Bunlar; pazarların küçülmesi.

-          Pazarların küçülmesi nedir? Ya Resulullah?

-          Alış verişin durmasıdır. Yağmur yağar, fakat ürün olmaz. Gıybetin yaygınlaşması, evlilik dışı çocukların çoğalması, zenginlere itibar ve saygı gösterilmesi, camilerde fasıkların seslerinin yükselmesi, inkarcıların inananlara baskı yapması.

-          Adam: Böyle bir zamanda bana ne tavsiye edersin?

-          Dinini kurtar, evinde otur, fitne ve fesada karşma. Buyurdu.

Kaynak: Tergib ve terhib. 

25 Eylül 2012 Salı

Samimiyet

Samimiyet. Bir taraftan kaynaklar hoyratça kullanılıyor, diğer taraftan her geçen gün yeni bir vergi icat ediliyor. En son yapılan ÖTV zamları ve yakında gelecek olan vergiler işin tadını tuzunu artık kaçırdı. Ustalık(?) döneminde gerçek bir iktisat ve tasarruf beklentim yüksek oranlardaydı. Ama bu ülkede kimin nasıl yeşil kart aldığı, kimlerin nasıl vergi ve ceza ödemediği, kimlerin avantadan yaşadığı halen cevaplarını bulamadı. Vergisini ödeyen, askerliğini yapan ne zaman ki kerizlik statüsünden çıkarsa işte o zaman konuşulanlar içinde samimiyet aranacaktır.

  * * ‘Konuşmak’ son zamanların zinde gücü. Kabinede, mecliste, ekranlarda hatipler her geçen gün kendilerini geliştiriyor. En ufak bir topluluğu bulan diyor ki: işte tam ‘pratik’ yapma zamanı. Konuşarak ‘mesele çözümlerinin’ her türlü halini görmemiz mümkün. Örneğin terör, eğitim, ahlak, ekonomi, iç-dış sorunlar vd. Harbiden bizde siyasiler neden çok konuşuyor? •

* * Akıllı tahta ! Tahtanın akıllısı sadece bizde olurdu, oldu. (Yok ben ‘istemeyeruk’ deyicilerden değilim) Tam burada; ‘yok tahtanın akıllısı olmaz, insanın akıllısı olur’ muhabbetine girmeyi çok isterdim ama son zamanlarda derin felsefi dalışlarımdan epey bir yoruldum. Her neyse konuya dönersek. Keşke herkes kullansa, öğrense, teknolojinin eğitimde etkili bir araç olduğunu kullanarak görse ve gösterse. Lakin bu arada eğitimin tek sorununun bu olmadığını da sümen altından çıkarsa hiç te fena olmazdı. Örneğin eğitimde insanların elinde gerçek başarıyı gösteren belgeler olsa, çalışan ve çalışmayan öğrenci-eğitimci bir birinden ayrılsa, fırsat eşitliği tanınsa ne kadar güzel olurdu. İlkokuldan itibaren öğrenci hayali bir dünyaya alıştırılmasa ve çalışmadığı zaman hayatının hiçbir bölümünde başarıya ulaşamayacağını kavrasa ne kadar güzel olurdu. •

* * Birliğimiz, dirliğimiz tam olsun. Bu Millet aziz olsun. Allah memleketimizi her türlü iç ve dış kötülerden korusun. Urgur

12 Eylül 2012 Çarşamba

Düşünce

‘Ego’ ile ‘ene’ batı ile doğunun düşünce sistemlerinin farklılığını ortaya seren iki eşe-yakın anlamlı mefhumdur. Id, ego ve superegonun tanımlamaları teorik olarak gerçeğe gayet yakın. Lakin ‘batı’ insanı üçü arasında nereye yerleştireceği konusunda başarısız oldu. Öncelikli hata dünya merkezli bir yaşantı ile başladı. Hristiyan teolojisi kapitalizmin cazibesine dayanamadı. Özgürlükler konusunda kepçenin ayarını tutturamamak da ahlakın uygulanabilirliğini hamurdan bir oyuncağa çevirdi. Bu bağlamda ‘ıd’in etki alanı çok gelişti. Aile yaşantısının çöküşü, sömürgeciliğin hayvani bir hırsa dönüşmesi, cinselliğin alenilik kazanması bu etki alanı içinde kendisine yer buldu. Id’in bu kadar güçlü alanı her geçen gün büyüyen ve gelişen bir ego yarattı. Batılı insan doğulu karşısında her geçen büyüdü. Batılının aktif bir ‘ego’ su, doğulunun ise aktif bir ‘superegosu’ oldu. Id’in bu kendi kendisini genişleten alanı kurallar ve cezalar ile sınırlandırıldı fakat kanun duvarları içinde uyumlu görünen batı zihniyeti kendi yaşam alanı dışında Id’den gelen isteklerine daha hırçın bir şekilde tatmin aradı. Yakın zamanın Ortadoğu baskınları hak arayışı, savaş veya sömürgecilikten öte bilinçaltındakilerin hayâsızca dışa yansımalarıdır ki tecavüzler, çocuk cinayetleri vd. bunun örneklerindendir. Batılının superegosu ise yerini estetik anlayışına bıraktı. Estetik ile sınırlandırılmaya çalışılan bir id merkezli yaşantı aslında batılının yaşam değil ama hayatta kalma felsefesi oldu ve batılı bunu başarılı bir şekilde gizlilik çerçevesinde uyguladı. Turgay Urgur

5 Eylül 2012 Çarşamba

Şair



Şair olmak zor zanaattır. Düşünce törpüsüyle duyguya biçim vereceksin.

Yılların en uygun mevsimini, günlerin ‘işte o!’ diyeceğin dakikalarını bekleyeceksin.

Söz ve kelime avına çıkacaksın. Kimsesiz bir ormanda bir su pınarında peşinde koştuğun ceylanla göz göze gelecek ve en küçük sesten ürpereceksin. Söz ile karşı karşıya kaldığın o anı çıldırasıya kıskanacaksın. Gözlerine tutsak olacaksın. Kimi zaman ona biraz daha zaman verecek, ardından koşmanın hazzını yeniden- yineden yaşamak isteyeceksin. Aradığın, peşinden koştuğun o sözler bir gün ansızın dudaklarında can verirken; elinde bir kalem onları kâğıtlara gömeceksin. Sonra tez yitirilmiş bir sevgili veya evlat gibi başında yıllarca yas tutacaksın.

Bir gece kâbuslarla uyanıp kendini şehrin boş sokaklarına bırakacaksın. Sevgilinin hayalinin tüm sokakları doldurmasını ve nereye baksan onu görmek isteyeceksin.  Gece bitmesin diye kimsesiz sokaklarda koşturacaksın. Ayak seslerin, en küçük esinti kulaklarında yankılanacak. Doğum ve ölüm gibi kendin kalacaksın. Güneş geceyi teslim almadan evvel titreyen harflerle yeniden-yineden kâğıda sarılacaksın. Yorgunluktan, uykusuzluktan lafı çok uzatmadan her şeyi anlatmak ve son nokta ile her şeyi bitirmek isteyeceksin.  

Şair olmak zor zanaattır. Basit kelimelerden şiir yazacaksın ve yazdıkların anlaşıldıkça ağırlaşacak. Beğenmek ve beğenilmek için değil için yandığından yazacaksın. Kafiye, ritim, vezin, uyum, ahenk, cinas gibi işin ne kadar tekniği varsa kendiliğinden oluşacak. Sözün su gibi çare olacak ama onu elinde, avucunda tutamayacaksın. Zorlu, sancılı zamanlarda ve yaşanmış gerçek olayların ardından yazılmış olacak. Fazladan bir tek kelime olmayacak. Her bir kelime olmazsa olmaz kıvamında yoğrulacak. Her bir kelime nefes gibi hayatın bir zorunluluğu olacak. Okuyanlarda ‘evet beni anlatıyor ya da anladım’ duygusunu oluşturacak. Okunduğunda kişinin şemaline sirayet edecek. Ürpertiyse ürperti, heyecansa heyecan, tansiyonsa tansiyon çıkartacak. 

Turgay Urgur     

3 Eylül 2012 Pazartesi

Düşünce

Düşünce

Gazetelerinde kendi içlerinde 30 gün İslamcılığın bittiğini tartışanlar terörü de tartışabilseydi. Teröristle, gerilla ve militan arasındaki farkı ayırabilselerdi. PKK ile mücadele sürsün ama Bdp kapatılmasın yalakalığını ve manşetten Milliyetçi, sütundan iyilik meleği olmayı bırakabilselerdi.
Puslu havada değil de güneşte yürümeyi öğrenebilselerdi.
Abone zihniyet de düşüne düşüne son bir aydır kim ne yazdı bir baksaydı. 

Turgay Urgur

Anladım

Bana keder yakışıyor,
Kısa zaman önce anladım,
Bu aşk senin boyunu aşıyor.
Canım ! Sen kahır, dert çekemezsin anladım.

Turgay Urgur

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...