30 Aralık 2012 Pazar

Hasbihal 11


Geriye dönüp baktığımda seninle gezemediğim günler, her dakikasını doya doya yaşayamadığım saatler karşıma dikilip her bir pişmanlığı en ince ayrıntısına kadar yüzüme vuruyor. Hiç unutamıyorum ve hiçbir şey teselli etmiyor. İçimi sızlatan yaşlanmak ve ölüm değil, içimi kanatan yaşamadığım geçmiş. Bazen bu öyle bir ıstırap oluyor ki ara ara uyumak acılarımı hafifletiyor. Ama her uyanışımda hayalin karşıma bir başka çıkıyor. İşte bu yüzden bir çocuk gibi hıçkırıklarla, çığlıklarla uyanıyorum. Kendi sesim adeta beni boğuyor, nefes alamıyor ve gözyaşları içinde kahroluyorum. Bu acıyla yaşamak çok zor lakin elimden bir şey gelmeyeceği için çaresiz katlanıyorum. Sırtımdan beynime çıkan ağrılar dizlerimin bağını çözünceye kadar devam ediyor. Acının en son hallerinde ellerim titriyor ve soğuk terler vücudumdan boşalınca artık bedenim ruhumu taşıyamaz oluyor, nihayet bayılıyorum.

Biliyorum son ana kadar bu işkence devam edecek. Azalmayacak ama sadece ruhum acıyı kabulleneceği için çığlıklar ve gözyaşları içimde kendilerine yer edinecekler. Biliyorum zaman geri gelmeyecek, yaptıklarımız yok olmayacak. Biliyorum sen benim hayatımın içinde olmayacaksın.

Ama biliyor musun? Bana bir şans daha verilseydi ve ben seni tanıdığım o ilk günü yeniden yaşasaydım, o heyecanı yüreğimde hissetseydim bu gün hayat benim için gerçek olurdu.

 

27 Aralık 2012 Perşembe

OTDÜ-SOL-İNANÇ


 

Solcular neden iktidar olamazlar? Çünkü onlar ülke Başbakanını kampüse almamayı, ardından da bunu savunmayı kendilerince yetenek(hatta ilericilik falan) görürler. ODTÜ’lü bir kısım zihniyet sadece Başbakanı değil kendileri gibi yaşamayan birçok kişiyi sürekli dışlamaya alışıktırlar. Sözde demokrat, sözde devrimci, sözde sosyalist bir düşünce hakimdir. Farklı görüşteki siyasiler, akademisyenler, sanatçılar daima ODTÜ tarafından dışlanmıştır.

Yaptıkları işin eylem ya da protesto olduğuna inananlar varsa onlara da tek kelimeyle pes denir. Yıkmak, yakmak, taş atmak hiçbir medeni kültürde yer bulmaz. Bu olsa olsa çaresizlik ve bitiş psikolojisi olabilir. Eğitimle, çalışmayla bir yere ulaşamayanların kinlerini kusma yöntemi olabilir.

Özerklik başkalarını dışlama hakkı değildir. İşin üzücü kısmı bu öğrencilerin üniversitelerine gayet yüksek puanlarla girmiş olmaları ve zeki olmalarıdır. Hiçbir vicdanlı anne, baba çocuğunu bu hallerde görmek istemez. Benzer süreçlerden geçen gençler en verimli çağlarında insanlığa hizmet vermekten yoksun bir şekilde yaşamaktadır. Çünkü işin özünde iç dünyası yaralı, maneviyattan yoksun bir neslin zavallılığı vardır. Bu soruna, inancı retorik olarak algılayan sol zihniyetin çare bulması ise imkansızdır. İnsanlar konuşmak istemese de bu sorun siyaset üstü bir sorundur. İnsanları ahlaklı tutan, üstün kılan Avrupa İnsan Hakları Beyannamesi değil inançtır.

Benim ninemde örtülü, kalbi temizci, her koyun kendi bacağından asılacı zihniyet üretimden o kadar yoksun ki vaktini sapan taşıyla, molotofla harcıyor. Bozacının şahidi de malum…. Keşke rasyonel ve realist olabilselerdi. Olabilselerdi ve bu ülkeye barış, kardeşlik, ekonomi adına katkı sağlayabilselerdi.

Urgur

Bilge İnsan



Etrafınızdaki bilge insanların kıymetini iyi bilin. Maksadım öğüt vermekten ziyade kendimle bir yüzleşmeden ibaret. Onların sayıları zaten çok az; onları bulunca onlarla olan zamanın kıymetini çok iyi bilmek gerekiyor.

Onların gücü çok fazladır. Sizi kendi varlığınızdan haberdar ediyorlar. Bir de bakıyorsunuz onları tanıdıktan sonraki hayatınız önceki hayatınıza göre çok farklıdır. Siyahlarınız beyaz olmuş, kırmızılarınız ilk defa belirginleşmiş, mavileriniz gökyüzüne ulaşmış ve siz belki de ilk defa hayatınızda renkleri fark etmişsiniz. Doğruların kişilerden kişiye değişebildiğini, yanlışların çok kolay düzeltilebildiğini ve yaşamın ne kadar değerli olduğunu anlamışsınız. Hayatın kısalığındaki sonsuzluğu, cehennemin içindeki cenneti, yokluğun varlığa olan hasretini yine onlarla görürsünüz.

Onların konuşmaları, gülmeleri, tebessümleri sadedir. İşte bu yüzden insan olmanın ulviliğini siz en güzel onlarda görürsünüz. Çünkü onlar size benzer, aslında benzemez ama bizi anladıkları için biz onları kendimize benzetiriz. Kendimize yakın hissederiz. Onlara karşı içimizde kendiliğinden oluşan ve büyüyen bir güven duygusu vardır. Bayrak, vatan ve Millet sevgisini siz ilk defa onlarla yaşarsınız.

Onların bilgileri şaşırtır sizleri. Cumhuriyet ile Osmanlı’nın iki can gibi neden ayrılamayacağını, Plato’dan  Şemse kadar geniş bir vizyonu, yakın doğudan uzak batıya farklı düşünceleri onlarla tanırsınız. Gaza gelip onlar gibi olmak istersiniz. Düşünmek var olmak olur. Ve zaman düşüncenin önünde diz çöker. Hayatın ilerlemesi size endişe ve korku değil ümit verir.

·          *    * 

Yaşamak dediğin üç- beş gönül dostu ile muhabbetten ibarettir.

·         *     *

Bir gün mutlaka keşkelerle dolu günlerimiz olacak. Keşkeleri yok etmek imkansız gibi ama insan bunları en az sayılara indirebilir. Siz de keşkelerinizin az olmasını istiyorsanız;

-Sevdiklerinize fazlasıyla zaman ayırın. Çocuklarınızla oyun oynayın, anneniz-babanızla sohbet edin.

-Gülün, güldürün.

-Sevdikleriniz için para harcayın.

-İnsanları suçlamayın, kırmayın. Oldukları gibi kabul edin. Değiştirmeye çalışmayın.

-Başkaları için yakınlarınızı üzmeyin.

-Duvarlar batar, halı kirlenir, yere dökülür, başkaları ne der diye hayatınızı sansürlemeyin. Çocuklarınızın hayatını hiç ama hiç sınırlamayın.

*   *    *

Bunlar sizi belki de bilge insan yapmaz ama mutlu edeceğinden eminim.

·          *   *

Turgay Urgur

26 Aralık 2012 Çarşamba

Mini Gündem


Mini Gündem

 21 bin tl araç kirası varsa istikrar vardır manası çıkabilir. Ama israf böyle giderse bir gün “o” istikrar bitecektir manasını içinde barıdırır.

Akp’ye de bir levent kırca lazım.

Taraf da ne tarafmış be.. Yok Sarıgül arkasındaki yeni güçmüş. İşin içinde Londra da varmış. Vesaire…vesaire. İlk çıktığında camia da pek sahiplenmişti. Ağır konu bunlar. İnanın beni fazlasıyla aşıyor.

İhsan Dağı’nın son yazısını hele bir okuyun. Kim kime düşman, kim kime ne demiş? Bilinçaltında hele hele neler de var neler.

·          *    * 

Düşünmek yalnızlığı başlatıyor. Bir de düşündüğünü söyledin mi sen hep yalnızlığa mahkûm ediliyorsun. Olsun be… yalnız desinler yanlı demesinler.  

Verginin vergisi çıkmış. Duyduk duymadık demeyin. Malum ‘ben bilmiyordum’ demek sizi vergiden muaf kılmaz. Ne kadar demokrasi o kadar vergi.
*   *   *

Töre cinayetlerinde diyanet'in vebali çoktur diyorum. Çünkü bu ülkede dinayetin sadece adı vardır. Afişden başka bir şey yapamazlar. Camiler ne temizdir ne de herkese hitap eder. Engelli birisinin camiye ulaşması bu ülkede imkansızdır.
Urgur. 

 

23 Aralık 2012 Pazar

Pazar Notları


 
İnsanlar sosyal medyada paylaştıklarını gerçek hayatta paylaşmıyorlar. Birbirimizi uzaktan sevmekten hoşlanır hale geldik. Belki de konuşarak, birlikte vakit geçirerek mutlu olmayı çoktan unuttuk. Yakında taziyeler, düğünler, mevlütler de sanal olarak kutlanırsa şaşırmamak gerek.

·           *   * 

Hürrem namaza başlamış. Ama bilirim diziyi kimse izlemiyordur. Hani var yaa… (Ben o diziyi izlemiyorum ama birkaç defa fragmanını gördüm muhabbeti. ) ne diyelim Allah kabul etsin. Keşke diziyi eleştirenler veya eleştiren zihniyet; insanların büyük bir heyecanla izleyebilecekleri, gerçekleri anlatan tarih dizileri yapsalardı da biz de öğrenseydik. Yapmadan eleştirmek biraz kolaycılık değil mi?

·          *    *  

Haşmet Babaoğlu bu günkü yazısında özel hastanenin beş yıldızlı otel ile uluslararası havalimanının bir sentezi olduğunu yazmış. Diyor ki: burada hiç acı yok mu? Hastanedeki arkadaşı da ona: “bilirsin acıyı sadece çeken bilir.” “Biz insanlara memnuniyet veriyoruz ve varsa şikâyetlerini dinliyoruz” demiş. İlave etmiş: “onlar bizim için sadece müşteri.”

Doğru söze ne hacet. Nerden nereye geldik. Benim gördüğüm ise bunlara ek olarak kontrolden çıkmış devasa bir denetimsizlik. Hiçbir gidişimde bana özel hastane adamakıllı bir belge vermiyor. Hastane yönetiminin inisiyatifine her şeyi vermek ne kadar doğru. Yoksa kuvvetler ayrılığı bu ülkede çok mu birbirinden ayrı.

·           *    * 

Dağa çıkma hevesinde olanlar yanlarına gündemlerini de alır çıkarsa çok hoş olur.

·          *      * 

  Zengin vergisi, Robin Hood tarzı vd. Şu ana kadar askerliğini yapmak ve dürüst bir şekilde vergi vermek enayilikti. Çünkü birileri vergi vermez birileri de askere gitmez. Bir de bunlara çok çalışmanın enayilik olması eklendi. İşin gerçeği Maliye bakanının Hz. Ömer tarzı adil olacağız demesini de beklemiyordum. Böyle bir söylem ağır gelirdi.

·           *     * 

“Ustalık” merkezde istediğimi yaparım keyfiliğini, merkezden uzaklaştıkça ise kayıtsız uyum sürecini getirdi.

·           *    * 

 Yeni bir hafta yeni umutlar demek. Herkesin haftası hayırlı ve uğurlu olsun.

Turgay Urgur

20 Aralık 2012 Perşembe

11.sınıflar


11.       Sınıflar,
Yaşasın tüm 11’ler. İnsan derse her girişinde neşe buluyor. Sınıf ortamına hasta adamı getirseniz iyileşir gider. Gelecekle ilgili ciddi çalışmaları ve hedefleri var. Son derece gayretli ve sistemli çalışıyorlar. Hepsini çok seviyorum.
++++++lar
+ Saygı ve sevgi ortamı gerçek.
+11.sınıf olmanın verdiği bir ağırlık var.
+ Her türlü çalışmaya olumlu bakıyorlar.
+Grup çalışmalarını iyi yönetiyorlar.
+Günlük belirli sayfa kitap okuyorlar.
+Günlük belirli adet soru çözüyorlar.
+Sosyal konulara duyarlılar.
+Manevi ve Milli değerlerini tanıyorlar.
+Araştırmacı yönleri var.
-------ler
-          Eksileri yok.
Sevgili 11.sınıflar. Bu sene sizlerle olmak benim için büyük gurur.  Allah emekleri zayi etmez.
Her gününüz değerli olsun.
Turgay Urgur

15 Aralık 2012 Cumartesi

Neden hep muhalefette?


Keşke ülkemizde muhalefetin bir (moda tabiriyle) ekseni olsaydı.

Batıcı ise özgürlükler konusunda batılı gibi düşünebilse ve özgürlüğü sadece kendisi gibi olanlar için değil de herkes için isteyebilseydi. Çok savundukları muasır medeniyet için somut adımları ve gündemleri olsaydı.

Halkçı ise halkın genel eğilimleri ve saygı duydukları ile barışık olabilselerdi. İnsanların inançlarını espri malzemesi yapmasalardı.

·            *     *    *

Ekseni olmadığı için sürekli ya çatışma ya da kendisini izole etme halinde. Demokrasinin en önemli dinamiklerinden olan ‘çoğunluğa saygı duymak’ muhalefetin içine sindiremediği bir duruma dönüştü. Kendi tabanını sürekli tahrik etme isteği sadece ve sadece siyasal bir kısır döngüden başka bir şey getirmiyor. Bu yüzden öz-eleştiri yeteneğini çoktan yitirdiler. Yarın seçim olsa durum farklı olmaz. Veya 10 yıl sonra. Veya 2023’de.

·          *    *     *

Sonuç;

-          Sadece gündem muhalefeti seviyesinde kalıyor.

-          Orijinal fikir üretemiyor.

-          Geçmişten gelen alışkanlığı sürdürüyor. Geçmişini taklit ediyor.

-          Kendisini korumak için geçmişi kullanıyor. Geçmişiyle bir türlü yüzleşemiyor.

-           Yeni bir istikamet çizemiyor.

-          Toplumsal mutabakat ve empatiden uzak yaşıyor.

-          Tabularından kurtulamıyor.

·         *   *

Sözün kısası başarısız bir muhalefet denetimsiz iktidarlar getirecek. Sonuçta halkın isteklerinin yerine oligarşik ve lümpen muhalif azınlığın isteklerini koymak hiçbir zaman siyaset ilmi olarak kabul görmeyecek. Delil isteyenler muhalif partilerin son 20 yıldaki seçim verilerine baksın yeter.

T.Urgur

14 Aralık 2012 Cuma

Popüler Siyaset



Bundan 2000 yıl önce siyaset devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatına verilen isimdi. Eflatun ve Aristo’nun siyaset düşüncesinde etik sorunları incelemek öncüldü.

Toplumlarda bilgelik ve erdem yerini şan, şöhret ve zengin olmaya bırakınca timokrasi gelişmiştir. Timokrasi de oligarşiyi oluşturmuştur.

  •  *    *   *

Günümüzde ise popüler siyaset piyasa hakimiyetini kurmuş durumdadır. Timokrat siyasiler kendileri dışındakilerin demokrasiyi konuşmalarını ve arzulamalarını istemektedir.

Popüler siyasetin birinci şartı (adı üstünde) popülerite. Popüler siyaset toplumun sorunlarıyla ilgilenmez bunun yerine toplumun önüne ‘gündem’(ler) atar. Örneğin idam, kürtaj, tarihten her hangi bir olay, açlık grevleri veya hiçbir şey olmazsa bir televizyon dizisi. Biraz zamanı geriye işletirsek, bu gündemleri anımsaya çalışırsak ve kendimize  “sonuçları ne oldu dersek?” Popüler siyasetin ne olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Çünkü ortada sonuç yoktur. Olması da gerekmez veya beklenmez. İnsanlar nasıl ki parayı, zamanı, kültürü tüketiyorsa gündemi de tüketmeye yönlendirilirler. Popüler siyaset o gün konuşulmaktır.  Açılışlar, tartışma programlı, janjanlı organizasyonlar popüler siyasetin kendisini gösterme alanlarıdır. Eğer siyasetle ilgilenmek sizin de hobiniz ise; bu alanlarda bol bol fotoğraf çektirmeli ve birileri siyasi vizyonunuzu irdelerken cevap vermek için yeteri kadar tüyo öğrenmelisinizdir.   

  •  *   *   *

Popüler siyasetin araçları ile her hangi ticari metanın tanıtım araçları paralellik gösterir. Konuşulan değil konuşmak önemlidir. Tek taraflı bir kazanç beklentisi vardır. Çok kişiye ulaşmak hedeftir ama nasıl olduğu önemli değildir. Şartlar ve istekler uygulamaları aniden değiştirebilir. Popüler siyasetçi kaliteli bir pazarlama şirketinin elemanı gibi şık giyinir, sunucu misali beden dilini titiz kullanır, orkestra şefi gibi kitlesine hakim olmaya çalışır. Kısacası popüler siyasetçi “siyasetçi” dışında her şey olur. İşte bu yüzden kişi hem siyasetçi hem de futbol yorumcusu veya şirket danışmanı veya iş adamı vd. olur. Bu noktada işin etiğini sorgulamaya da artık gerek yoktur. Çünkü popüler siyasetçi; siyasi kariyerini işine, işini de siyasete bağlamıştır.  Ne kadar siyaset o kadar popülerite, ne kadar popüler siyaset o kadar ‘çok iş’ ve çok kazanç.    

  • *   *  *    

 Popüler siyasetçi neler yapar? Popülaritesini arttırır?

-          Yakınlarını işe yerleştirir. Liyakat önemli değildir. Tek kriter aşırı derece de minnettarlık(?) duygusuna sahip olmaktır.

-          Gerçek sorunlarla uğraşmaz, kendisi önce ‘sorun’ uydurur sonra o sorunu yine kendisi yok eder.

-          Her işten anlar. Her konu hakkında fikri vardır.

-          Eleştirmez, sorgulamaz.

-          Kendisi gibi düşünenleri savunur.

  •  *   *  * *

Popüler siyasetçi devletten maaş(hatırı sayılır) alır. Daha sonra ise benim yorumculuğumun işime engeli yok der. Emsallerini göstererek kendisini temize çıkarır. Çünkü onun işi ‘siyaset’ değildir. Bilakis popüler siyasetin bir mensubudur. Bir de popüler siyasetin alkışçıları vardır……

***

Ne de ironiktir ! siyaset kelimesi seyislik ile de aynı kökü paylaşır. Arapça seyis kelimesinden türemiştir.  At kimin? At kim? Seyis kimdir?    


Turgay Urgur

7 Aralık 2012 Cuma

Günümü yoranlar


Günümü yoranlar.

 

İnsan OKUdukları olur.

Yazdıklarını olmak ister.

Okumadıklarına düşman olur.

Bazı insanlar okuduklarını okutmak isterler.

Bazıları okumadan yazmak ister.

 

Ön yargılar aynı zamanda ön yergilerin yansımalarıdır.

 

Gündemi belirleyenin gündemi farklıdır. 

Gündem olsa olsa çok insanın (çoğul insanların) önüne atılan bir oyuncaktır.

Gündem geçmişte konuşulamayandır.

Gündem bazen lafın modasıdır. Bu yüzden laf olarak kalmıştır, söz olamamıştır.

 

Dua ve sadaka bazı kapıları açar bazılarını kapatır.

 

Tarafsız kalmanın bedeli taraflı olmanın köleliğine eşittir.   

Aşk bitti diye üzülme. Biten aşk değildi. Sana öyle gelmişti. Aşk olsaydı hiç bitmezdi.

 

Turgay Urgur

 

5 Aralık 2012 Çarşamba

Yalan dünyadan sanal dünyasızlığa


 

Önceden yalan dünya vardı şimdi sanal. Yalandı falan ama içinde söz vardı, tavır vardı, eylem vardı. İnanmasak da inanmış gibi yapardık. Gülmek için kendimizi zorlardık. Gülmek için bahaneler bulurduk.

Yediğimiz içtiğimiz orada kalır, konuştuklarımızı anlatırdık. Ne kadar eğlendiğimizi tekrar o heyecanı yaşar gibi defalarca bıkmadan anlatırdık. Bulunduğumuz mekânların alttan üstten fotoğraflarını nazire yaparcasına paylaşmaktan ziyade çoğu kareyi zihnimizde yaşatırdık. Belki birlikte çektirilmiş bir tane fotoğrafımız olurdu, onu da bir albümde saklı tutardık. O hatırayı ‘o’ resimdekilerin bilmesini isterdik. Önce paylaşıp sonra başka albümlere yer açmak için silmez; bizimle birlikte hep canlı kalmasını, bizden sonra da anılmasını umardık. Kendimizi kimseye beğendirme derdimiz de yoktu. O tek resmi paylaşmaktan da çok çekinirdik çünkü onu sakınır ve kıskanırdık.  Kaybedersek tekrar bulamayız endişesiyle baktıktan sonra hemen eski yerine koyardık.

 

Önceden tepkilerimiz de canlı olurdu. Sokaklara dökülür, bağırır, çağırır ve herkesin uyanmasını isterdik. Çok geniş kitlelere ulaşmak gibi bir gayemiz yoktu çünkü yanımızda görmek istediklerimiz hep belliydi. Bize çok ‘kişi’, yüzlerce ‘takipçi’ değil; iş yapacak, elini taşın altına koyacak insanlar lazımdı. Birbirimize arkadaş önermemize, bu konuda başkalarının bize tavsiyede bulunmasına gerek yoktu biz arkadaşlarımızı kendi kendimize bulabilecek kabiliyetteydik. Onları profillerinden değil samimiyetlerinden tanırdık. İçlerini ve dışlarını bildiğimiz için onlardan gelenleri gizli gizli gizlemeye veya engellemeye çalışmazdık. İlla bir durum paylaşılacaksa yüz yüze paylaşırdık. Kızgınlığımızı, mutluluğumuzu, şaşkınlığımızı sembollerle değil ruhumuzla ve bedenimizle gösterirdik. Aşkımızı, nefretimizi kısa mesajlarla değil uzun uzun cümlelerle göz göze anlatırdık. Biz de ayrılır, biz de terk edilirdik ama bunu “ilişkisini” değiştirdi basitliğinde değil üzüntü, pişmanlık, utanç karmaşasında yaşardık.  

Sindiremediğimiz ideolojilerimizi montaj resimlerle kusmak yerine içimizde tutar ve ancak kendimize haksızlık yapıldığında hak arayışına giderdik. Bizim adımıza söylenenleri değil kendi söylediklerimizi adlandırırdık. 

Gündemlerimiz gün içinde kaybolmanın ötesinde aylara bazen yıllara kement vururdu. Her şey çok çabuk değişmezdi ve biz de değişmesini istemezdik. İzlediğimiz bir dizinin dizi olması münasebetiyle öncesi olurdu ve heyecanla sonrasını beklerdik. Kavramları oldukları gibi anlardık çünkü bize nedeni ile sonucu alakasız sunumlar yapılmamıştı.     

turgay urgur
Acıpayam denizli 

4 Aralık 2012 Salı

Zoru başaranlar 2


 

………….ler zoru başardılar ve demokrasinin içini boşalttılar. Bir türlü anlayamadıkları ve idrak edemedikleri özgürlüğü yıllarca başkalarına hem anlatmaya hem de dayatmaya çalıştılar. Onlar için özgürlük kendilerinin istediğinin giyinilmesi, kendilerinin istediğinin konuşulmasından ibaret. Bir kısım idamlar onlar için olağan ve gereklidir, bir kısım zulümler onlar için sistemin korunmasına hizmet eder, bir kısım sınıflandırmalar onların hayatta kalma formülüdür. Marx’ın lümpen tabiri onlar için tek kelimeyle biçilmiş kaftan. Çünkü onlar da kendi soyluluklarının(?) peşindeler, mirasyedi misali geçmişin değerlerini hem tüketmekte hem de neyi tükettiklerinin farkında değiller. Aynı zamanda mevcudiyetlerini sorgulayamayan bir ruh hali içerisindeler, her hangi bir proje ve duruş sergilemekten de çok uzaktalar. Bu yüzden onlara sadece ‘eleştirmek’ yakışıyor, ‘üretim’ onların kabiliyetleri arasında bulunmuyor. Geri kalmışlıktan dert yanarlar, geri kalmışlığı kendilerince nedenleştirirler ama kendileri halkın iradesiyle hiçbir zaman muktedir olamazlar çünkü somut projeleri yoktur. (Sözde) tabudan dert yanarlar ama tek tip insan arayışından bir türlü vazgeçemezler.
 
UR

Zoru başardılar.


Zoru başardılar.

Nurcular zoru başardılar ve Risaleleri tabulaştırdılar. Önce kendi içlerinde alt gruplara ayırdılar(ayrıldılar) sonra her bir grup kendi risalesini okumaya başladı. Kendileri gibi okuyup, kendilerini gibi anlamayanları içlerinde barındırmadılar ve hatta en başından istemediler. Umumun eseri olmaktan ziyade her grubun kendi tekeline dönüştü. Herkese ulaşmak isteniyordu ama şartlıydı. Herkes istediği gibi okuyamaz ve konuşamazdı. Her bir grup kendi tarzını kıskandı. En doğru yöntem onların yöntemiydi. Diğer grupların yöntemlerinin doğruluk ölçüsü bile yoktu. Onlar yanlıştı. Yanlış anlıyor, yanlış konuşuyor ve yanlış yaşıyorlardı.

İşte bu yüzden bir solcunun, liberalin ve tüm “ötekilerin” eline risaleleri yakıştıramıyorlar, emanet edemiyorlar ve iliştiremiyorlardı. Çünkü risaleyi okumak için önce değişmek gerekiyordu. Herkes kendisi olarak ve kendisi kalarak risaleleri okuyamaz. Okusa da anlayamazdı. Anlasa da yaşayamazdı. Çünkü yaşamın da bir taassubunu oluşturmuşlardı.

Zamanla eser kendi insanımıza çok görülür hale geldi. Başka dillere çevrildi. Orijinal eserin altına dipnot veya yorum düşmek tehlikeliydi. Lakin başka bir dile çevirmek de sakınca yoktu. Okurken yorumlamak da sıkıntı yoktu ama işi yazıya dökmek olmazdı.

Risale tekelleşince dünyevi bir yaşantıyı yaşamadan uhrevi hayatı kazanmak arzulanır hale geldi. Doğruluk anlatıldı, uhuvvet anlatıldı, diğerkâmlık, ihlas anlatıldı. Okutuldu. Ve hatta ezberlendi. Teoride her şey tamamdı ama pratik Üstadla bitmişti. Dört tane bir yan yana gelmeliydi ama okuyanlar 4’e değil 4’ün katlarına bölündü. Neşrinden bu yana epey bir zaman geçmesine rağmen risale insanların günceline bir türlü yaklaştırılmadı. En gündemde olduğu günler belki de ‘mahkemeler’ zamanıydı. Devlet ilgisini kitaplardan çekince risalenin sahipleri de kendilerini köşelere, kuytulara çektiler. Artık aksiyon bitmişti. Halktan kopuk, gündemden kopuk, sosyal hayattan kopuk bir devre başlamıştı. Risale özü itibariyle hep insana dönüktü. Seyahat eden iki kardeş, temaşa eden meraklı gezgin, soran-sorgulayan insan vardı. Muhakeme(t) vardı. Fikirlerin çatışmasından hakikat doğardı ama bunun uygulanması hiçbir zaman olmadı. Meşrep vari yapılarda bunun yerini hiyerarşi, itaat, dinleme, inziva aldı. Bu yüzden karşılarına kitle olarak herkesi alamadılar sadece birilerini yanlarında görmek istediler. Müslümanların medeniyette öncü olduğu zamanlarda ilmi, sosyal, askeri alanlarda zirveler zorlanırken ve insanlar sürekli hareket halindeyken günümüz abileri ağır edalarından bir türlü eyleme geçemediler.      

 

Urgur

1 Aralık 2012 Cumartesi

İNSAN 3



İnsan dünyanın boş işlerinden yorulunca,
Kendisini dinler.
İnsanın kendisini dinlemesi ile Kitab’ı dinlemesi başlar.

Kendisini dinlemesi ile insan ilk defa zamana meydan okur,
Bir zamanlar eşyaya isim verdiği gibi,
Etrafında olup bitenlere ‘anlam’ vermeye başlar.

Her bir anlam veriş,
İnsanın korkularını değiştirir.
Değişim dönüşümü getirir.

İnsanın etrafında dönüp duranlar durur,
İnsan onların etrafında dönmeye başlar.
Her bir dönüş insanı kendisine yaklaştırır.

Edep insanın kendisine dönüşüdür,
Benlik insanın kendisine dönüşüdür,
İlim insanın kendisine dönüşüdür.

Her bir geriye dönüş,
Konuşulanlardan bir şeyler eksiltir.
Düşünceden bir parça koparır.

Çünkü geriye dönüşler,
Susmayı, susamayı, beklemeyi,
Getirir.

İnsan ileriye gittiği sanır,
Oysa gidişler aşağıya ve yukarıya doğrudur.
Tek gerçek ise insanın içindeki geri dönüşlerdir.

Turgay Urgur

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...