31 Ocak 2017 Salı

HAYIR (3) son.....


Gece sağ tarafına yattı. Kafası iyice karışmıştı. Son 15 yıldır ülkenin çoğunluğu nasıl yanılabilirdi ki? Gözünün önüne Türkiye haritası geldi.

Yıllardır chp’nin elinde olan İzmir, geçen dönem bira partisi veren başkana emanet edilen Antalya, hepten hdp çıkaran Güneydoğu Anadolu gözünde canlandı. ‘El insaf.’ dedi. Keşke oy pusulasında ‘El insaf’ denilen bir kısımda olsaydı diye düşündü.

Uyuyakaldı. 

Sabah hanımı: ‘Ezan okunuyor, hadi uyan.’ Deyince. Sabah sabah nerden aklına geldiyse; ezan ve Kuran sesinden rahatsız olan kokoş hanımlar karşısında belirdi. Hepsi de HAYIR HAYIR diyordu.

Eşi, ‘Başörtümü gördün mü?’ dedi. O esnada da 28 Şubatın ikna edicileri belirdi. HAYIR HAYIR diyorlardı.

Arkasından gittiği siyasi parti 3 çeyrek asırdır iktidara gelemiyordu. Kendi kendisine ‘Koskoca Türk Milleti yanılmaz.’ dedi. ‘İnsanların tercihlerini anlamak gerekiyor. Yoksa kuru kuruya muhalefetle bu işler olmaz.’ diye epey bir söylendi.

Hanımına ‘Ben çıkıyorum.’ dedi. Hanımı: ‘Akşam erken mi gelirsin?’ Artık ne EVET ne de hayır diyebiliyordu. Her hayır ayrı bir yasağı, sınırlamayı, geriye gitmeyi çağrıştırıyordu. Elinden gelse hayır kelimesini lügattan çıkarttıracaktı.  

Canı kahvehaneye gitmek istemedi çünkü bugün ezber günüydü. Tam kütüphanenin önünden geçerken eski ilkokul arkadaşı Ahmet’i gördü. Merhaba, nasılsın falan derken; kendisini birden kütüphanenin içinde buldu. En son kütüphaneye okul gezisinde gelmişti. Ahmet ise belki de gününün yarısını hafta sonları hariç kütüphanede geçirirdi.  Görüşleri farklıydı ama Ahmet’i çok severdi.
Laf döner dolaşır ülke gündemine gelir.

Ahmet: Bu ülkede halen daha HAYIR diyecekler varmış.

………. : EVET maalesef.

Ahmet: Millete rağmen söylem geliştirilmez. Çoğulcu demokrasi işimize gelmediğinde bozabileceğimiz bir oyun değildir. Karşı tarafın düşüncesini hor görmek varlığa olan hürmetle ters düşer. Ülke yönetimlerinde bazen her şey dört dörtlük olmaz ama bu güzelim ülkenin yönetimini denemek için liyakatsizlere vermeyi gerektirmez. İnsan geçmişiyle bilinir. Hiç kimse kusura bakmasın ama bu ülke chp ve hdp’nin geçmişlerini gayet iyi biliyor. Bu ülke en kritik zamanlarda SAYIN BAHÇELİ’NİN DE olumlu tutumunu çok iyi biliyor ve takdirle karşılıyor. Bu ülkede son 15 seneden beri güzel işler yapıldı. Hatalar da yok değil. Ama Allah’a şükür gelecekten ümitli olanlar için ülkemiz çok şey vaad ediyor. İnşaallah sonuç iyi olacak.

 Sustu. Gözlerini kaçırdı. Gözyaşları sessiz ama sel gibiydi. Gerçekler için hiç de geç değildi. EVET EVET diyerek avazının çıktığı kadar bağırdı.


Kütüphanede önce bir şaşkınlık oldu. Sonra diğer masadakiler ağaya kalkıp alkışladılar.  

TURGAY URGUR

29 Ocak 2017 Pazar

HAYIR (2) devam....

Eve geldiğinde zil çalışmıyordu. Kapıyı birkaç kez tıklattı. Hanımı ‘Sen mi geldin?’ dedi. Mantık derslerinden öğrendiği bir çıkarım aklına geldi. ‘Hayır değil’ dedi.  Ne de olsa ‘hayırın değili’ evetti. Böylece eve girebilecekti. Renkli televizyonun kumandasını sordu. Kumandayı eline alınca aklına TV’yi aldığı gün geldi. ‘Vay be….. hanım hatırlıyor musun?’ ‘Eskiden siyah beyaz izliyorduk.’ ‘Serbest piyasa ekonomine geçince her şeye ulaşılır olmuştu.’ ‘O zaman almıştık.’ Hanımı: ‘Allah razı olsun sağlayanlardan.’ Dedi. İçinden EVET dedi. Acaba hanımı bunu duymuş muydu. Yüzündeki donuk ve kaygılı ifade hanımının dikkatini çekti. Sonra içinden konuşmaya devam etti. Yoksa hanımı da mı onlardandı? Çünkü geçen seçimlerde çok gündeme gelmişti. Her evden 4 kişiden 2si onlara oy veriyordu. ‘Olamaz.’ dedi. Bu korkuyu kafasından def etmek için HALK TV’yi aramaya başladı. Önce FOX’a baktı. Fox’da her zamankinden farklı bir şey bulamadı. Çaresiz Halk TV izleyecekti. Tam kumandanın tuşuna basarken eli yanlışlıkla 1’e gitti. Hanımı ‘Bu kalsın. Bu kalsın.’ Dedi. Ne diyeceğini bilemedi. Kafasına ikinci bir kuşku daha girdi. O evde yokken hanımı TRT ve diğer kanalları mı izliyordu yoksa? Bunu düşünmekten kanalı değiştirmek aklına gelmedi. TRT’de 15 Temmuz Şehitlerini anlatan bir belgesel vardı. Şehit eşleri, babaları ve çocukları konuşuyordu. Ekrana kilitlendi kaldı. Hanımı konuşmaları izlerken usul usul ağlıyordu. Kafasını birden duvardaki resme çevirdi. Yıllar önce Diyarbakır’da şehit edilen amcasının resmiydi. Gözünün önüne amcasıyla geçirdiği günler geldi. Hanımı kocasının resme baktığını görünce ‘Şerefsizler şehit etti amcanı.’ dedi. ‘Bir de mecliste bunları savunan hdp’liler varmış. Onlar da hayır diyecekmiş.‘Elleri kırılsın.’ dedi. ‘Kime diyorsun?’ diye eşine sordu. ‘Kime olacak amcanı şehit edenlere.’ Derin bir iç çekti. Gözünün önüne film şeridi gibi chp-hdp ittifakları geldi. Bir yandan da kulağında eski ezberleri çınladı. Arkadaşlarıyla hep ezber yaparlardı. Ve bu ezberleri siyasi tartışmalarda hep kullanırlardı. ‘Ülke satılıyor.’ ‘Eyaletlere bölünecek.’ ‘Haburdan bunları kim aldı?’ ‘Dolar daha ne kadar olacak?’ gibi birçok ezber vardı. Bu ezberler o kadar işlerine yarıyordu ki anlatılmaz. Örneğin; öğretmen kızı ve damadı yeni ev ve araba almışlardı.  Onlara ev ziyaretine gittiklerinde komşu Adil efendiye ‘hayat pahalılığından’ bahsetmişti. Annesi Emine Hanımistediği eczaneden ilacını alabiliyordu ama nedense -  gariptir 3 tl muayene ücreti adeta kafasında Kemal Kılıçdaroğlu’nun SSK müdürü olduğu zamanlarındaki hastane rezaletlerini çağrıştırıyordu. Bir taraftan kolayca ilacını alırken bir taraftan da ‘Sağlık, okul ücretsiz olur.’ diye ezber pekiştiriyordu. Şehit amcasıyla geçirdiği günler albümden dökülen resimler gibi aklından geçerken, aklına bu ezberlerden uygun olanı gelmedi. Chp-hdp ittifakları için hangi ezber en uygunu olabilirdi ki? Bunu bir an önce dernekteki (ADD) arkadaşlarına sormalıydı.  Kafasını tekrar belgesele çevirdi. Dayamadı ağladı. Hanımı onun bu halini görünce yanına geldi oturtu. ‘Üzülme inşallah çocuklarımızı güzel bir gelecek bekliyor.’ dedi. ‘Amcan ve tüm şehitlerimizden Allah razı olsun.’  dedi. Eşinin bu duasına içinden defalarca EVET dedi.

Belgeselin bitişiyle haberler başladı. Haberlerde MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ GENEL BAŞKANI SAYIN DEVLET BAHÇELİ ile Kemal Bey’in 40 saniyelik basına bilgi verme diyaloğu denk geldi. Sayın Bahçeli bir şey söylemezken, Sayın Kılıçdaroğlu Bahçeli’ye endişelerini aktardığını söyledi. 40 saniye chp’ye ne kadar zaman ayrılması gerektiğini gayet iyi anlatıyordu. Sayın Bahçeli yanlış yapmaz, ülke menfaati için ise asla yapmaz ve yaptırmazdı. Beyninin sağ lobunda Ak parti ve MHP, sol lobunda ise chp ve hdp hologramı belirdi. Tam bu esnada hanımı: ‘Bir çay daha alır mısın?’ dedi. Sağ lob, sol lob, TRT belgeseli, PKK’nın yaptıkları, İstanbul’daki bombalı saldırılar, 15 Temmuz aklında depremler oluşturdu. Hanımı tekrarladı: ‘Bir çay daha alır mısın?’ Hayır diyemezdi. EVET  için henüz hazır değildi. ‘Düşüneceğim’ dedi.


(Devam edecek)  

28 Ocak 2017 Cumartesi

HAYIR (1)


Hayatı boyunca hep ‘hayır’ demişti. Hayır demesi ta 80’lerde başlıyordu. Rahmetli Özal, her eve telefon ve elektrik girecek demişti. 'Hayır' dedi. Çünkü birileri elektrik ve telefonun paralı olacağını söylemişti. Çok korktu. Telefonla askerdeki oğlunu arayınca ve elektrik düğmesine basınca etrafa duyurmadan ‘Hay Allah razı olsun.’ dedi. Işık gözünü aldı. Önceleri tekrar muma dönmeyi düşündü. Hatta evindeki mumlar bitinceye kadar ara ara elektrik faturası çok gelir endişesiyle mum ışığında oturmayı denedi. Bir gün yanan muma ve ardından lambaya baktı. Güldü. Bu gülüş Reis’in TOBB toplantısında Kemal Bey’i parmağıyla işaret edip fırçaladığı andaki Kemal Bey’in yüzündeki gülüşe benziyordu. Son mumun bitmesini beklemeden söndürüp çöpe attı.

İstanbul’a 2. Köprü yapılacaktı. HAYIR dedi. Kafasını epey bir karıştırmışlardı. Ne gerek vardı? Ayda değil, yılda bile İstanbul’a  bir defa gitmezdi. Hem daha köyünün yolu asfalt bile değildi. Tam 35 sene sonra kalbinde bir rahatsızlık oldu. Merkezdeki Özel hastaneye sadece TC numarasını söyleyerek girmişti. (TC’yi  facebook’ta adının önüne tepki olsun diye koyduğunda ezberlemişti çünkü eskiden kapısının önünden geçemediği hastanelere sadece TC numarasını söyleyerek girebiliyordu ve her şey bu kadar basitti.) Hastane acil İstanbul’a sevkini istedi. Sevk kelimesini duyunca şimdiki kolaylığını unutmuş olacak ki ‘Tüh öldüm’ dedi çünkü sevk demek kapı kapı dolaşmak demekti. Oysa öyle olmadı. Ambulans helikopterle İstanbul’da özel bir hastaneye sevk edildi. Sevk edilirken yanındaki hemşire ‘Nasıl gönlün rahat mı?’diye sordu. EVET demeyi ar yaptı. Ama HAYIR deseydi yarın hesap günü ne derdi. Gülümseyerek başını salladı. Memnuniyeti yüzüne yansımıştı. Devletinin büyüklüğü ile içten içe gurur duydu. Oy vermediği parti iktidardaydı ama yapılanlar onu acayip mutlu etti. Tedavisi bittikten sonra torunu onu hemen salmadı. İstanbul’u gezdirdi. 3. Köprüden geçtiler. Marmaray’ı ve  Avrasya tünelini kullandılar. Her yere taksiyle değil metroyla gittiler. Sabiha Gökçen havalimanında kızı ona bir çay ikram etti. Uçakla dönmek daha ucuzdu. Kızı ‘İstanbul nasıl, beğendin mi? Dedi.’ EVET dememek için gözlerini kaçırdı. 'Hı hı' dedi. Evine gitti. Yolda giderken birden 10 yıl önce yapılan duble yol dikkatini çekti. ‘Allah Allah dedi. Bunu ne zaman yaptılar?’ Otobüste muavin ‘Çay ister misin?' diye sordu. Hem sıcak asfalt hem de sıcak bir çay hiç de fena gitmezdi. Ama EVET diyemezdi. Dememeliydi. ‘Neden olmasın?’ dedi. Köyünün yolunu Rahmetli Özal ‘Köy Hizmetlerini’ çalışır duruma getirdiğinde asfaltlamışlardı. Hem o zaman köylüler ilk defa Devletin aracının Millete nasıl hizmet ettiği ilk defa görmüşlerdi. Rahmetli’nin 'Halka Hizmet HAKKA HİZMETTİR' diye bir söylemi de vardı. Ama sonradan bu hizmetler köylüler için sıradan olmuştu. Baraj, Sağlık ocağı yapılmış. Kooperatifler kurulmuştu. 'Eve girdiğinde hanımı nasıl iyileştin mi?' diye sordu.  EVET demek kafasında müthiş bir baskı yaptı. Dilinin ucuna kadar geldi. Ama yine de diyemedi ve bu utançla eşine sarılıp hüngür hüngür ağladı. Bu ne yaman bir çelişkiydi. EVETler boğazını düğümledi. Ama diyemedi. EVET, EVET diye haykırmak istiyordu. 

3 gün evden çıkamadı. Kendisine gelince kahvehaneye gitti. Her zamanki masaya oturdu. Arkadaşları SÖZCÜ gazetesini okuyordu. O da onlarla birlikte hep onu, tek onu okurdu. Nedense bu sefer canı istemedi. Çünkü Ak parti düşmanlığından başka bir şey yazmadığını gayet iyi biliyordu. Arkadaşı gazeteyi uzatınca dörde katlayıp yan masaya koydu. Arkadaşları onda bir farklılık hisseti. Kahveci yanına geldi. ‘Abi her zamankinden mi? dedi. EVET dese masadakiler onu dışlardı. Hayır dese ne içecekti. ‘Olsun be koçum, bizde zaten hiç değişim yok.’ dedi. 'Ha 50 sene önceki CHP ha şimdiki' dedi. Dedi demesine ama masada soğuk rüzgârlar esti. Arkadaşlarına İstanbul’u anlatmasına gerek yoktu. Zaten haberlerden ve memleketin her yerindeki açılışlardan gayet iyi bir şekilde yapılanları izliyorlardı.Hatta yapılanları Ak partililerden bile daha iyi biliyorlardı. Fakat muhalif gözüyle, her yapılan işte bir bahane ve art niyet bulmayı geliştirmişlerdi. Arkadaşlarından birisi: 'Zaten dünya gelişiyor. Gelişim normal' dedi. Ama ne hikmetse bu kendiliğinden gelişim chp ve koalisyon zamanlarında olmuyordu. Bulunduğu ortamdan sıkılmaya başladı. Eve gitmek için müsaade istedi. Arkadaşları: 'Eve mi?' dediler. İyi de bu sefer EVET demesi gerekiyordu. Ağzından çıkıverdi. EVET dedi. Arkadaşları dondu kaldı. 'Eve et, eve et lazımmış, kasaba uğrayacağım' diye basit bir kelime oyunu yaptı. Lakin olanlar olmuştu. Masadakiler epey bir bozuldu. 


(devam edecek)          

20 Ocak 2017 Cuma

BAŞKANLIK


Bazı doğrular insanın içini acıtır. Adama iki hakikatli kelime söyletmez. Lafı evirir, çevirir. Konuyu başka yerlere taşır. Kürsüyü, kabini işgal eder. Milletin mikrofonunu  kırar. Isırır.

Cerbeze olsun diye. Cumhuriyetin gittiğinden, bölünmeden, tek adamlıktan falan bahseder. İşin her türlü (sözde) akademik polemiğini yapar-yaptırır.   

Asıl mesele ise aslında herkesin malumu olan: bu adamların iktidar umudunun olmayışıdır. Yoksa bunlar da özlerinde başkanlığa karşı değiller. Lakin iç sesleri diyor ki! –(Tırnak içlerini Cem Yılmaz’ın sesini değiştirdiği gibi okuyabiliriz.)  ‘Hep Başkan onlardan olacak.’ ‘Biz ise hep muhalefette kalacağız.’ ‘Bu hiçbir zaman değişmeyecek.’ Bu iç sesler doğru karar vermelerini ve doğru davranışları sergilemelerini engelliyor. Çaresizlik, kızgınlık ve ilimden uzaklık birleşince ortaya bu şekilde bir ‘muhalefet’ çıkıyor. Keşke bu gün bu ülkede yaklaşık 60 yıldır muhalefette olan zihniyetin bir düşüncesini, tezini konuşuyor olsaydık.

Karar Milletin. Sola yakın Milliyetçi kardeşlerimiz ile  AK parti düşüncelerine yakın olan Milliyetçi kardeşlerimiz bu süreçte ayrışacak. Bu şekilde MHP tabanındaki ‘çıkış yolu bulamama’ gerginliği de sona ermiş olacak. Böylece MHP seçmeninin oylarının da siyasal karşılığı olmuş olacak. CHp ve hdp saadetlerini birleştirecek ki chp’nin zaten hep göz bebekleri olmuşlardır. Hem böylece CHp oyları 2-3 puan artacak. Devlet Bey’in koltuğuna göz dikmiş ve kurulu parti isteyenler ise bu süreçte ortada kalabilirler. Belki de başkanlığın tek mağduru onlar olacak. Onlar da artık, bu saatten sonra Müjdat Gezen veya Uğur Dündar gibi HALK TV kanalında işlerini yürütürler.

Sonrası malum. Ülkemiz kaldığı yerden gelişmeye ve büyümeye devam edecek. Daha az polemik, daha az laf salatası duyacağız. Kendisine güvenen iktidar olmak isteyecek. Olsun buna da şükür, en azından vekil maaşımız devam ediyor, sekreterimiz-siyah makam arabalarımız var diyen muhalefet de tarzını koruyacak. Seçmeni idare etmeye çalışacak.


Şimdiden hayırlısı olur inşallah.  

11 Ocak 2017 Çarşamba

Ah doğruluk ah……



Sokrat ve Hallac’ı idama mahkum eden ruh henüz ölmedi.

Önce insanların benliklerini almaya çalıştılar. Ardından bedenlerini kullandılar. Belirli bir süre sonra otoriteye boğun eğmeyenleri isyankârlıkla suçladılar. Muhammedi solukları kişisel tevillerle boğmaya çalıştılar. İktidara yakın olmanın gücünü topuz gibi gördüler. Güçlendikçe zorbalaştılar,  zorbalaştıkça güçlendiler.

Akif’i sürgüne, Nursi’yi hapse gönderen habis niyet henüz bitmedi.

Bu ülke tekelciliğin hepsinden çekti. Sigaraya tekeldeyden ulaşılmıyordu. Birileri laikliği tekellerine alırken diğer taraftakiler dini argümanları tekellerine  aldılar. Ortada ise Millet’in kendisi kaldı. İnsanlar yaşayıp giderken; birileri batı kaynaklı terimleri teze dönüştürdü. Birileri ise hali hazırdaki dini hassasiyeti sömürdü. Ardından ise (sözde) ayrımcılık için değil birleştirmek için geldiklerini iddia ettiler. Yani fitneye kılıf da uydurdular.

Uğur Mumcuyu ve Necip Haplemitoğlu’nu öldüren kıskanç güruh henüz gitmedi.

Ölen bizden değilse üzülmeye gerek yok diyenler baş olmaya talip oldular. (Hatta bir kısmına göre bu  maktuller bunların elinden şehit oluyormuş.) Kaderin tanımına; bir de ‘Başımıza ne geliyorsa dış güçler yüzünden geliyor.’ bahanesini eklediler. Akıllarınca mesuliyetten kurtulacaklardı. Başkalarını aldatmak için öncelikle kendilerini aldattılar. Ve insanlığı cahiliyenin de gerisine götürdüler.


Turgay URGUR

Türk Polisi


Alınlarındaki yıldız göklerden gelir. Onların şehadet nişanı dünyadayken işe başladıklarında verilir. 

Sicili, şeceresi en asil ailelerdendir. Bundan dolayı, her şehit cenazesinde en temiz anaları, en yürekli babaları görürüz. Polis aileleri emektardır, işçidir, öğretmendir, çiftçidir, esnaftır. Çilenin yoğurduğu, sevginin buram buram olduğu ailelerdir. Sobalı evlerin çay tadını, Urfa’nın kavurucu sıcağını, yaylaların derin rüzgârlarını, toprağın bereketini işte bu yüzden iyi bilirler. Her gittikleri yerlerdeki kadınları anaları bilirler. Bu yüzden arkadaşları yoktur ama kardeşleri çoktur. Çocuklar bundan dolayı onlara polis amca derler. Gözlerinde ana- baba ocakları tütse de onlar için bayrağın dalgalandığı her yer onlar için memlekettir.

Türkü, Kürdü, Sünnisi, Alevisi fark etmez, hepsi Anadolu toprağındandır. Yüksek karakter ve doğruluk ortak paydalarıdır. Türkiye onların kara sevdasıdır. Anahtarlıkları, çakmakları ve silahlarının kabzaları Türk bayraklıdır. Onlarda sağcılık, solculuk yoktur. Milliyetçilik ve Devletçilik vardır. Bismillah deyip karakola giderler, şükür deyip eve gelirler.

Vatan için ölmeyi de bilirler, Millet yaşasın diye öldürmeyi de çok iyi bilirler. Gözleri düşmana korku, dosta güven verir.

Kar beyaz bereleri ve atkıları her zaman ter temiz helal kazançları gibidir.   

Geceleri gündüzleri birdir.  Onlar için iş 24 saat hafta 7 gündür. Onların telefonu hep ulaşıma açıktır.

Bir yerde kavga varsa önce arayı bulmayı tercih ederler. Baktılar olmuyor baba gibi otoritelerini koymayı da çok iyi bilirler. Sokaklardaki hem kimsesizler de hem de uyuşturucu batağına düşmüşler  onlardan sorulur. Siz yanı başınızdaki mazlumu bilmezken, onlar isimlerine ve nereli olduklarına varıncaya kadar tanırlar. Bu ülkenin gençleri onlar için en kıymetli sermayedir.     

Sabırları çeliktir ama kırılınca biraz can yakabilir. Toma’nın, biber gazının ve copun bazı sorumsuzların sorunları için çözüm olduğu doğrudur.

Ülkemizde yaşanan son olaylar göstermiştir ki! Polisimizin ve askerimizin aldıkları, yedikleri tümden helaldir. 

Allah onlardan razı olsun. Dilerim şehitlerimizin emanetlerine hakkıyla sahip çıkarız. 

Allah attığınızı denk getirsin. Bileğinizde güç, yüreğinize cesaret versin.


Hep yanınızdayız ve sizleri seviyoruz. 

Turgay URGUR

7 Ocak 2017 Cumartesi

KRAL ÇIPLAK! PEKİ, YA VEZİRLER?


Peki ya amirler, peki ya memurlar, peki ya insanlar?

Miadını dolduran kitaplar, hikâyeler ve sözler vardır. İlk çıktığında çok popüler olanlar, bir döneme damgasını vuranlar veya klasiklerin yanında yerini alanlar ve anıt gibi duranlar vardır. Hepsi de bir durumu, geçmişi ve spesifik olayları anlatır. Bu eserler asıl o dönemde ve o dönemin şartlarında çok değerlidir. George Orwell’ın 1984’inde veya Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sında insanı şaşırtan(ağzını bir karış açtıran) 100 yıllık bir öngörü vardır. Takdir edilmesi gerekir. Ama belki de 200 yüzyıl öncesi için çok da değerli değildir. Satre’ın Bulantı’sı varlık felsefesi üzerine epey bir düşmüştür ama Kral Çıplağın sadeliğindeki gücü sanırım yakalamayacaktır.  

Kral çıplak öyle bir hikâyedir ki!  Literatürdeki müstesna yerini hep koruyacaktır diye düşünüyorum. Yazar, insan doğasındaki öyle bir noktayı yakalamış ki! Tek kelimeyle can alıcı bir yerdir bu. … Bu hikâyede zekânın, gücün ve masumiyetin müthiş savaşını görürüz.

Toplumlar zamanla bilinçlerini ve iradelerini kaybederler. Üretkenlik yerini tüketmeye bırakır. Tüketmek insandaki düşünme, eleştirme ve karşı çıkma vasıflarını by-pas eder. Tüketmek aynı zamanda bağlılık ve bağımlılık getirir. Bağlılık ve bağımlılık içinde itaat, zekâ oyunu, mevkiyi koruma, öncelikleri kavrama, hızlı düşünme gibi birçok girift duyguyu barındırmayı gerektirir. Önceliğin ‘yaşamak’ değil  ‘hayatta kalmak’ olduğu zamanlarda insan farklı bir ruh haliyle hareket eder. Ve insan şartlara göre söylem geliştirmeyi, ardından eyleme geçmeyi öğrenir. Yani insan bir çocuğun KRAL ÇIPLAK demesini bekleyecek kadar temkinli davranır ve son ana kadar temkini elinden bırakmamaya çalışır. Bu manada temkin hayat sigortasıdır. Belki de Andersen’in yakaladığı can alıcı nokta da işte bu zeka, refleks, itaat’den damıtılmış ‘temkin’ noktasıdır.

Her türlü çıplaklığın ayyuka çıktığı bu zamanda; gelir dağılımı, haksızlıklar, toplum ve aile burhanları, bireyin kendi kendisini yiyişi hepimizi sarmışken sessiz homurdanışlarımız ‘kral çıplak’ diyemeyişimizdendir. Krallık gibi kölelik de bir tercihtir. Kullanılmak ve sonrasında atılmak da bir tercihtir. İrade beyanı olmayacaksa insan olmanın farkı nedir ki? Beyanda bulunmamak insanı sorumluluktan ve sorumluluk sonrası mağduriyetten kurtarmıyor.   

İnsanlarda olmayan ve asla olamayacaklar vasıfların varlığına sanki varmış gibi inanıyoruz ve inandığımız da yetmiyor başkalarına da anlatıyoruz. Bugün insanların giydiği olmayan elbiseler büyük bir kreasyon oluşturuyor. Siyaset ve din bu elbiselerin en olmayanları. Tarih ise KRAL ÇIPLAK diyenleri hatırlıyor.

(Devam edecek inş.)
        


6 Ocak 2017 Cuma

Show TV


Dün Show TV’de izledim. Gözlerime inandım. Ne bekleyecektik ki? 

İçinde ‘Şekil olarak Müslümanlığımız’, ‘Ülke olarak geldiğimiz nokta’ ya da güncel polemiği ile ‘Yaşam tarzımız’ var.  Hatta yaşam’dan ziyade YAŞAMA şeklimiz de var. Yaşama giydirdiğimiz kıyafetler var.

Yer İstanbul. Hani ülkemizin en güzide ve gözde ili. Tarihi emanet, eşsiz siluet, Türklüğün medeniyet vitrini olan İstanbul.

Bir cami: Adı Hz. Ömer camisi. ‘Bir kuzuyu kurt kapsa’ titreyen Ömer’in adı verilmiş. Ruhunu verecekler değildi tabi ki, hadi ruhunu geçtik ondan bir düşünce, bir hassasiyet verilseydi keşke. Malumunuz biz de camiye, okula, köprüye isim vermek ayrı bir şereftir ayrı bir hassasiyettir. Bunun kavgasını bile yapmışsızdır. İsim ve yapının bir birini tamamlaması için ise hiçbir nüans yoktur. Gerek de yoktur, her şeyimiz şekilden ibarettir.

Bu kadar girizgâh yeter sanırım. Konuya geçelim.

Bu caminin hemen yanında metruk bir bina. Ama yılların metruğu değil. Yakın zaman önce başlanmış ama bitmemiş, bitirilmemiş, bitittirilmemiş. Belediye aslında binaya müdahale edebilir. ‘Kardeşim neden bitirmiyorsun?’ der. Belki de demiştir. Ama süreç öyle kısa değil ki? Kim bilir kaç bürokratik engelden sonra müdahale edilir, Allah bilir.

Her neyse konuya dönelim. Bu caminin yanındaki bina tiner, uyuşturucu gibi madde bağımlılılarının mekanı olmuş. Muhabir haber yapıyor, polis gençleri alıyor.

Doğru bunun caminin, okulun veya başka bir binanın yanında olmasının farkı yoktur. Yok olmasına da …..

Şimdi kardeşim, biz dünyadaki bu hallerimiz ile öbür tarafta hallenmeyecek miyiz?

Nasıl bir şuurla camiye girip çıkıyoruz da cami çıkışındaki bu durum bizleri etkilemiyor? Amiyane tabirle biz neyin kafasını yaşıyoruz? Hadi metruk binadaki gençler ‘uyuşturucu’ alıyor peki ya biz… Toplum olarak ne alıyoruz da görmemeyi, duymamayı, yazmamayı, suya sabuna dokunmamayı öğreniyoruz ve aynı zamanda ibadetimize, işimize, eğitimimize hiçbir şey yokmuş gibi devam ediyoruz. Okulun yanında tek sigara satılır, görülmez. Caminin yanı uyuşturucu mekanı olmuş, görülmez.

Bize demeyecekler mi? Siz kendi illüzyonunuzda eğlenmişsiniz diye. ‘Gerçek bu değil.’ Demeyecekler mi?
Kendisini sevmezdim ama bir kitabının adı: ‘Allah ile aldatmaktı.’



1 Ocak 2017 Pazar

HAYATI VEREN HAYY


Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. (sure: lev enzelna)  

Dünya ve meşgalesi veya masivası kaldığı yerden ediyor. Kıyamete kadar da devam edecek. Kendimiz bir şeyleri değiştirmedikçe, hiçbir şey değişmeyecek. Gönlüm yeni yılın dua, ibadet ve kararınca çalışma yılı olmasını istiyor. Keşke hayata inandığımız kadar ölüme de inansaydık. İnansaydık ve bütün çalışmaları sadece burası için yapmaktan vazgeçseydik. Bilmem sizde  de oluyor mu? Hayatın hızı beni korkutuyor ve endişeye sevk ediyor.  Göklerde ve yerde olan her şey O’nu tesbih ederken, bizlerin gecesinin-gündüzünün iş olması insana utanç veriyor.

İnsan, kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanır? Fakat insan önündekini yalanlamak ister. Siz çarçabuk geçmekte olanı seviyorsunuz. Ve ahireti bırakıyorsunuz. (Kıyamet suresi)

İlahi ferman her şeyi anlatıyor. 20’sine kadar nasıl geçtiğini bilmediğimiz hayatlar daha sonrasında an ve an diken olup batıyor. İnsan bu acıyı hissetmemek için TV’den, dost meclislerinden, dünya eğlencelerinden, hobilerinden adeta ağrı kesiciler alıyor. Alıyor almasına da her geçen gün dozajı arttırması gerekiyor. Sonra bir de bakıyor, dünya ve dünyalık acıları gideren ilaçların müptelası olmuş ama haberi yok. Hep yemek, hep gülmek, hep harcamak istiyor. Aynı zamanda unutmak istiyor. Ahireti, ölümü, hesabı unutmak istiyor. (Fakat insan önündekini yalanlamak ister-kıyamet suresi). Unutmak istiyor ama sokağa baktığında sadece farklılık olarak siyah saçlıları ve beyaz saçlıları görüyor. Enerjisi düşünmesine mani olanlar ile düşüncesine enerjisi yetmeyenleri görüyor.

O, hanginizin daha güzel iş yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratandır. (Mülk Suresi)

Hayat ve ölüm var. İnsan için ikisinin de değeri bir diğerinden az değil. İnsanı ancak iyi bir hayat kurtaracak ve her canlı mutlaka ölecek. Güzellik, mal, hayaller ve dünyaya ait her ne varsa bir gün anlamsız olacak. Bu bağlamda aslında ölümü anlamak hayatı daha da iyi yaşamak demektir. Ölümü anlamaya çalışan; sağlığı, zamanı ve nimeti anlar. (Görmedikleri halde Rablerinden korkanlar için, bir bağışlanma ve büyük bir mükafat vardır.- Mülk suresi) Bu ruh haliyle yaşamak bizi İNSAN edecek. Ve … o zaman meleklerin insana secdesi mahiyetine erecek. Fitne çıkaranlarla, asıl kullar bir birinden ayrılacak.

TURGAY URGUR

     

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...