24 Aralık 2014 Çarşamba

Algı yönetiminden Salgı yönetimine 2


Güneydoğuda Ak parti kazanmasın diye P.k.k’ya  oy verilmesinin arkasında bile hikmet arayan arkadaşlarımız başlattıkları tükürük savaşını inatla sürdürmekte pek azimliler. Bir zamanlar tedbir diye doğru sandıklarını içlerinde tutmaktan mide fesadı geçirmiş olacaklar ki şimdi ne varsa sağa sola hak, hakikat, hukuk arayışı etiketiyle şikayet, ispiyonculuk, bağırtı, çağırtı, sosyal medya haberi türünden saçıyorlar. Vehimlerine göre bütün bunlar ‘İslam’ adına yapılıyor. Gazete sütunları kutsalmış gibi savunuluyor.

Halen daha anlayamadıkları ise Türk insanının sabrının arkasındaki kararlılık. Bu şekilde mağdur psikolojisi oluşturamazsınız. Bu şekilde hizmet edemezsiniz. Bu şekilde güven kazanamazsınız. Sizler insanımızın dimağında savcı, hakim, istihbarat şefi olarak yer bulmadınız bu nedenle de açtığınız savaşta bir yere varamazsınız. Telafisi zor hatalar, kapanması zor yaralar açtınız. Türkiye’deki diğer İslami grupları da karşınıza alarak tümden kredinizi riske soktunuz.    



20 Aralık 2014 Cumartesi

Son nokta



Ülkemizde yaşadıklarımız önceden de olduğu gibi istihbarat savaşlarının oluşturduğu etkilerdir. Bu istihbarat savaşlarında küresel kutuplaşmalar ülkemizi üst olarak görüyorlar. Hedef Türkiye. Çünkü Türkiye tüm İslam toplulukları, Balkanlar, Afrika ülkeleri, Orta-doğu milletleri ve Türki Devletler için model bir yapıya sahip. Petrol, doğal kaynaklar, insan gücü her zamankinden daha değerli bir seviyeye yükseldi. Avrupa ülkeleri arayış içindeler, Rusya ve muadilleri dünya işlerine entegrasyonda süreklilik peşindeler, ABD ise hegemonyasını sürdürmek için tüm stratejilerini kullanabileceğini çoktan gösterdi.   80’li yıllarda ülkemizin iki farklı güçlü dinamiğini kullanmışlardı. Her görüşten binlerce  değerli vatan evladı ziyan olmuştu. Son yıllarda da yine benzer şekilde beyin güçlerimiz, manevi değerlerimiz ve genç dimağlarımız memleket içi çatışmalarla kamplaşmaya zorlanıyor.  

19 Aralık 2014 Cuma

ALGI YÖNETİMİNDEN SALGI YÖNETİMİNE

Sevgili dostlar,

Hiçbir zaman kişiliklerimiz bu kadar zorlanmamıştı. Ülkemiz zor günlerden geçiyor. Vicdanlarımız by-pass edilmek isteniyor. Sakin sakin düşünmek için hiç birimize fırsat verilmiyor. O spekülasyondan bu spekülasyona soluk almadan itelenirken her türlü dini, ahlaki, hukuki normu görmezden gelmemiz telkin ediliyor. Algı yönetimi her türlü aracı kullanmaya devam ediyor. Gazete manşetleri, billboardlar, telefonlarımıza gelen mesajlar; kısacası tek merkezden manipüle edilen her türlü bilgi dayatması benliklerimizi kontrol altına almaya çalışıyor.

Dilerim yeni yıl hepimize şuur, feraset ve irade nasip eder.

ah George Orwell ahhh



Turgay URGUR  

16 Aralık 2014 Salı

DİK

Dik durun arkadaşlar! Dik.
Hani Irağa bombalar yağarken Amerikan dizileri gösteriyordunuz ya aynen o zamanki gibi,
Dumanlınız Alev Alatlı’yı başörtüsünü savunduğu için gazetenizden uzaklaştırdığını zamanki gibi,
Herkes et yiyormuş gibi kebapçı programları yaptığınız gibi,
Bejan Matur adlı yazarınız teröriste gerilla, Şahin Alpay militan dediği zamanki gibi,
30 gün boyunca 3 yazarınız ile İslamcılığın bittiğini savunduğunuz gibi,
HİÇ DURMADIĞINIZ KADAR DİK DURUN. Bu Millet dik duranları sever.

Turgay urgur 

YÜZLEŞME


Son zamanların en ağır yüzleşmeleriyle karşı karşıyayız. İç dışa çevrildik. Gizlediğimiz ne varsa kendimiz (kendiliğimizden) büyük bir aceleyle açtık ve saçtık. Hiçbir şey görüldüğü gibi değilmiş ve yıllarca -MIŞ gibi yapmışız. İyi oynamışız. Her sabah, her akşam aynada gördüğümüz yüzlerimizi yıllar sonra ilk defa fark ettik. LÜTFEN KENDİMİZ OLALIM. Yıllarca başkalarına yabancı olduk, bir de kendimize yabancı olmayalım.
Verilmeyen fetvalar, yapılmayan yorumlar ve sessiz kalışlar da aslında bir çeşit ONAYDIR. Meşrulaştırmadır. Toplum konular hakkında bilgi sahibi olanlardan belirli bir süre bir ses bekliyor. Yorum bekliyor lakin aradığı bilgilendirme gelmediği zaman önüne sunulanları ve kendisine dayatılanları olağan kabul ediyor. Örneğin televizyonların saçma sapan programları hakkında ne Diyanetten ne de gayriresmi Diyanetlerden(!) bir iki laf duyamıyoruz. Bunun gibi sosyal hayatın içine girmiş veya girmek için taciz karene saldıran hiçbir davranış için kimse gıkını çıkarmıyor. Üzücü ama SESSİZ KALIŞLARIYLA PAÇOZLAŞMAYI MEŞRULAŞTIRMIŞ OLUYORLAR. Sukut ikrardandır kaidesiyle toplumun da bu tacizleri normal kabul etmesini uzaktan izliyorlar. Sonra da günah çıkartma babından ‘kötü gidişatı’ ansızın belirmiş vebalara, veremlere benzetiyorlar. Ya da …..son bir ihtimal söyleyecek bir şeyleri yok.
Öz-çekimlerden öz-eleştiriye vakit kalırsa kaldığımız yerden devam edeceğiz.   
TURGAY URGUR



14 Aralık 2014 Pazar

Ateş olmayan yerden DUMAN çıkmaz

DUMAN da çıkmaz. Dümen de çıkmaz. Zaman oturup düşünme, mütaala etme zamanıdır.
Herkes kendi işini yapacak. Yoksa dertsiz başa dert alır.
Güç zehirlenmesi herkesi etkiler.

Allah adalet versin.

turgay urgur

3 Aralık 2014 Çarşamba

2015


Ölüme biraz daha yaklaştım. Varış yeri malum…. 5dk önce veya sonra ne fark eder ki? Dönüşü olmayan bir gidiş. Tek yön, Mecburi yön…..

Hayatı özetlemek çok basittir. Tek kelime tüm yaşadıklarınızı baştan sona anlatır: ÖLÜM.

Dün bir ölümdür. 1 saniye öncesi ölümdür. Yaşanmış her şey ölümdür.

Gidişin hızını azaltmak bile mümkün değil. Yapılabilecek tek bir şey var. O da yaşadığımız anın en iyisini, en mükemmelini yaşayabilmek. Mutlu olmak için nedenler aramalıyız. Sağlığımız varsa da yoksa da yaşadığımız her gün ve her an için şükür etmeliyiz.

Allah’tan diliyorum. Aç ve susuz kalmasın. Savaşlar bitsin, çocuklar gülsün ve insanlar mutlu olsun.

Nice yıllara,


Turgay URGUR

CAN SUYU


Bana kitaplar verin,
Basit ve anlaşılır kitaplar…. 
Kalın olmasın,
Mümkünse satırlarının arası birazcık açık olsun.
Yaprakları saman sarısı,
Kapağı mat,
Cildi sağlam ve ağırlığı yerinde,
Olsun.
Asırlara meydan okumaya hazır,
Kıyılamaz, atılamaz, satılamaz olsun.
Herkesin anlayabileceği,
Anlatabileceği ve yaşayabileceği şekilde yazılsın.
Elden elden değil ilden ilden gitsin,
Gönülden gönüle girsin,
Başucu değil baş tacı olsun.
Kıskansın insanlar, sakınsın, kaybetmekten korksun,
Varlık gibi değerli olsun.
Bana kitaplar verin,
Barışı ve sevgiyi anlatsın,
İnsan olmayı öğretsin.
Yeter.

Turgay URGUR

Yazma zamanı. / Nurdan


Kainat büyük maksatlar için yaratılmıştır. Süslenmiş, hazırlanmış ve insanların kullanımına sunulmuştur. Bu kainatın içinde; kainatı tanıyabilecek, onu hem anlayıp hem de anlatabilecek, nedenleri bulabilecek insan denilen bir varlık vardır. Kainatı yaratan elbette; o insan ile konuşacaktır ve kainatın yaratılış nedenini insana söyleyecektir. Lakin her insan basitlikten sıyrılıp yüksek makamlara çıkamaz. Bizzat kendisi O Hakim ile görüşemez. İnsanlar arasından bazı özel kişiler ancak Onunla irtibata geçebilir. Bunlar bizler insan olmalıdır ki insanlarla anlaşabilsin. Hem de yüksek şahsiyetli olmalılar ki doğrudan irtibata layık olsunlar.
İşte bu insanlar içinde kainatın gayesini anlatacak, şifreleri çözecek ve insanları Allah’ın sevgili yoluna ulaştıracak tek kişi Peygamberimiz Hazreti Muhammet’tir. (sav) O’nun öyle bir seyahati olacaktır ki ! maddi alemdeki bir seyahate benzer şekilde göklere çıkacaktır. Yetmiş bin perdeyi aşıp mevcut alemin ötesine geçecektir. Bunun adı Miraçtır.   

Turgay URGUR

2 Aralık 2014 Salı

Öğrenme

Öğrenmenin ve öğretmenin değişmeyen klasikleri.

İnsanlara tatlı dille yaklaşmak birçok kapının açılmasına vesile olur. Öğrenme kapısı, merak kapısı ve süreklilik kapısı tatlı dille açılır.

Samimiyet her yaştan insan tarafından çabucak algılanır. Çalışmalar üst düzey ve profesyonelce yapılabilir ama davranışlardaki kontrollü amatörlük (herkes gibi davranabilme-seviyeye inebilme) kişiyi ilgi odağı yapabilir.

Öğüt vermek yerine örnek vermek, kızmak yerine sabretmek ve tekrar denetmek daha etkilidir.

İstekler net ve anlaşılır olmalıdır. Öğrenci kendisine verilen çalışmada ne yapılması gerektiğini bilmelidir. Çalışmalar imkansız değil zorlayıcı ama yapılabilir olmalıdır. Buna ek olarak çalışmaların neden yapıldığını çalışmayı yapacak kişi anlamalıdır. İçerisinde yapılması için mantıklı nedenler olmayan çalışmalar işkenceden öteye geçmez.

İyi çalışmalar mutlaka topluluk önünde teşekkürle ödüllendirilmelidir. Bu yeni çalışmaların önünü açacaktır.

Hedef kitleniz sizin bir kişiyle değil sınıfın tamamıyla konuştuğunuzu hissetmelidir.   


Sunum, alıştırma ve üretim kısımlarına gerekli zaman ayrılmalıdır. Örneğin sunum kısmı büyük bir zaman yüzdesini alırken alıştırma ve üretim kısımlarına gerekli zaman verilmezse öğrenme sağlanamaz. 

27 Kasım 2014 Perşembe

dÜŞÜNCE BELEŞÇİLİĞİ

Bu kadar da düşünce beleşçiliği olmaz. Bir Belediye başkanı yeni bir düzenleme için veya gerek gördüğü için yolun  refüjündeki ağaçları kesmek istemiş ve kesmiş. Doğru bir karar da olabilir, yanlış bir kararda olabilir.  Belki de makul nedenleri vardır.  İşgüzarlıkta olabilir. Bu işin bir yanı…

Pe ki medyanın olaya yaklaşımına ne demeli? Konu tartışma programlarına bile yansıdı. Sanki birileri memlekette gerçek olsun ya da olmasın bize malzeme çıksın da ne olursa olsun diyorlar. Çünkü onlar konuşaraktan para kazanıyorlar. Malzeme de bulununca düşünmeye de gerek kalmıyor. Allah aşkına işin özünde bilimsel bir belediyecilikten uzak olmanın getirdiği sorunlar yer almıyor mu? Şehir yapılanmalarında merkezi ve standart bir kaliteye ulaşmak imkansız mı? Kendisini düşünce beyan etmekle, gazetede yazı yazmakla nitelendirmiş kişilerin işin özünü konuşmaları gerekiyor. 81 ilden kaç tanesi modern bir şehirciliğe sahip ki? Kimse bu durumda ne yapacağını bilmiyor. Yani değişen yönetimler kendisini kendi yeterliliğinin üstünde bir sorunla karşı karşıya buluyor. Çünkü bu iş Belediye encümenlerinin ve fen işlerinin boyunu aşıyor. Eklemeli yapılanmalar, her şeyden önce şehir planlarının çıkarılmaması yaşam değil yaşamama alanları oluşturuyor.   

·            *       *
Kış geldi ve otobüs kazaları arttı. Aynı konuyu geçen sene de kaleme almıştım;
Değişen bir şey yok. Lütfen sesimizi duyuralım.  İşte o yazım….
Kazalar(23 Ocak 2014 Perşembe)
Ülkemizde özellikle kış aylarında olan otobüs kazaları büyük bir çoğunlukla bilinçsizlik ve eğitimsizlik nedeniyle olan kazalardır. Toplu taşıma araçlarını kullanan kişilerin eğitimleri, olgunlukları, profesyonellikleri ilgililer tarafından mutlaka gözden geçirilmelidir. Bu ihmalkârlığın vebalini ve sorumluluğunu mutlaka gerekli kurumlar sahiplenmelidir. Vatandaşlarımız toplu taşımada can güvenliklerini hiçe sayan kalitesiz hizmet anlayışını hak etmiyor. Dün ve bugün olan otobüs kazalarında vefat eden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum.
Bu gün 27 Kasım 2014. Haberlerde 2 otobüs kazası vardı. Vatandaşlarımızı kaybettik. Trafikte sadece ceza keserek çözmeye çalışmak iş değil. Gerçekçi değil. İlerleme ve zenginleşme içinde kültürel gelişmeyi beraberinde getirirse medeniyete ulaşacağız.

Turgay URGUR

15 Kasım 2014 Cumartesi

ÇUVALDIZ 2



Chp’den ayrılanlar yakında uzayın boşluğunda fıtri yerlerini bulurlar. Aslında madde ve fizik çerçevesinden bakımından bakıldığında partinin içinde ve dışında olmanın bir farkı yoktur. Çünkü her iki mekanda da ülke menfaatine kattıkları bir şey yoktur. Olsaydı en son iktidar oldukları zaman ile şimdi arasında 70  yıl olmazdı. Yazık desen yazık bile değil artık. Yoklar.
-          -------- 

Ak partide 3. dönem bitti. Eğitimde, enerjide, ulaşımda, sosyal adalette, iş güvenliğinde, üretimde ben bir fark göremiyorum. Bu kadar uzun bir iktidar döneminde halen daha düzelmeyen işler varsa; bu bir şeylerin doğru gitmediğinin göstergesidir. Oy verdik ama benlik vermedik.


Mhp oy oranını son 8 seçimdir sabitledi. Ne uzar, ne kısalır. Ne yaşatır, ne de öldürür.


Turgay urgur

3 Kasım 2014 Pazartesi

Gülerce’nin YÜZÜ


Soru:  Gülerce Cemaatin hangi yüzü? Camia mı? Hizmet hareketi mi?

Geçenlerde ‘bir yerde durmalılardı’ dedi. Sanırım o yeri geçtiler. Deşifre ve ispiyonculuk mahiyetinde;

Hürriyet söyleşisinde ‘Mesele yolsuzluk değil, hükümete darbe yapmaktı’ dedi.

O da mı safmış?

 Cevap: Gülerce Cemaatin ‘tanımsız’ ve ‘geçersiz komut’ yüzü. Bundan sonrası için tanımsızdır. Çünkü adama derler: ‘yeni mi akıllandın? Oysa geçenlerde 80’li yılları pekte içten anlatmıştı. Bizi kullandılar demişti. Muhtemelen kullanılma süresi henüz bitmemiş. Velhasıl-ı kelam; kovulmadan önce, Alkan’ın yaftasını yemeden önce konuşacaktı. Kendisinin de (varsa) bir iradesi olduğunu gösterecekti.

Aşağıdaki yazımı 22 Mayıs 2013 günü YILIN DÖNGÜSÜ olarak yazmıştım. Döngü, dönme halen devam
etmektedir.      

H.Gülerce’nin 15 Mayıs 2013 tarihli, içerisinde Cumhuriyet gazetesi yazarı Nilgün Cerrahoğlu’nun  BOP tehdidini anlatan yazıyı da alıntı olarak kullandığı yazısı;


1) Bu yılın belki de son 30 yılın en büyük dönüşüdür çünkü Ekrem Bey’in ifadesi ile camia olaraktanımlanan yapı şu ana kadar hiçbir ZAMAN ABD, Rusya,Çin ve AB birliği karşıtı veya yaptıklarını eleştiren mahiyette bir yazı yazmamıştır. Nilgün Cerrahoğlu’nun kitabında; CIA başkanının ifadesi ile orta doğuda destekledikleri mezhep savaşlarından, Amerikan askerlerinin yerine Sünni ve Şiilerin çatıştırılmasından bahsedilir. BOP’un bir tehdit olarak tanımlanmasında Sayın Gülerce’nin Cumhuriyet gazetesini referans göstermesi çok doğru ama bir o kadar ironik bir yaklaşımdır. Bu sayede ‘Zaman’ ve ‘Cumhuriyet’ ulusal güvenliği ilgilendiren bir konuda aynı eksende buluşmuştur. Nilgün Cerrahoğlu’nu düşüncelerine ziyadesiyle ben de katılıyorum. Peki Gülerce böyle bir yazıyı kaleme almak için neden bu kadar beklemiştir? Çünkü camianın izlediği vizyonda isteyerek veya istemeyerek  Amerikan düşünceleriye çatışmamak vardı. Gerek Irak gerekse Libya veya Suriye politikalarında Gülerce’nin ABD’yi eleştirdiğini göremeyiz. 

2)Gecikmiş ve gizli bir günah çıkartmadır çünkü Irak, Filistin ve Suriye’de öldürülen masum insanların ve özellikle çocukların vebali birilerinin kafasına nihayet dank etmiştir. Manşetten bir türlü ifade edilemeyen duygular 15 Mayıslı gazetenin iç sayfasında bu günah çıkartmanın satır araları olarak görülmüştür. Zannımca bu yazı Gülerce’nin sadece kendi fikirleri de değildir. Çünkü Gülerce camia’nın halim ve selim vizyonunun bir aktörü olduğu için aynı zamanda kendisine, vatandaşa uysal bir dille olayları anlatma misyonu da verilmiştir. Lakin her ne olursa olsun, Gülerce köşesinde mezhep çatışması tehdidini uzun süreli olarak işleyeceğini sanmıyorum çünkü camianın varlığını sürdürmek için Amerikan menfaatleri ile karşı karşıya gelmek istemeyeceği önceki politikalarından hissedildiği gibi aşikar görünüyor.  

3)Zamanlama itibariye diplomatiktir çünkü Sayın Başbakanın ABD ziyareti öncesi hem hükümete hem de ABD yetkililerine “varlığımdan haberdar mısın?” mahiyetindedir. Gülerce yazısında sorunları hükümete bağlamamak gerektiğini söylüyor ve yazısına böyle başlıyor ama yazının son paragrafında Reyhanlı saldırısının aslında ne kadar büyük bir tehdidin başlangıcını oluşturabileceğini itiraf ediyor. Bu yazı aslında birçok konuda kırılma noktasıdır lakin zaman abonesinin gazeteyi okumadığını hesaba katarsak; yazının okurdan-camia kitlesinden ziyade hükümete ve Amerikan istihbaratına yönelik yazıldığını söyleyebiliriz. Muhtemelen bu tür yazıların devamı gelmeyecektir mesaj istenilen yerlere ulaştırılmış ve herkes asıl tarafını gizliden de olsa belirtmiştir. 

Zamanınız olursa öncelikle yazıyı okumanızı ve alıntı yapılan yerler üzerinde düşünmenizi tavsiye ederim. 

*     *     *




Turgay URGUR

1 Kasım 2014 Cumartesi

kENDİM İÇİN 5

HAYAT TADINDA
Hayat gibi içinde her tat olsun;
Bana çilekten şiirler yaz.
Sonu mutlaka mutlu bitsin,
Bana ormandan masallar anlat.
Güldür beni, merak ettir, düşündür,
Konuş. Gez benimle.
Hayat gibi yaşa benimle,
Bende yaşa. Beni yaşat.
Her çocuğun çikolata yediği bir dünyadan,
Sokakları meyve ağaçlı bir şehirden,
Ve bisiklete binen ihtiyar kadınlardan bahset.
Çamur oynasınlar,
İp atlasınlar,
Koşsunlar. Yorulsunlar.
Konuş benimle veya yaz veya anlat,
Yaşa benimle.
Yorum yapmayalım, sebep aramayalım,
İrdelemesin kimse, ispata kalkışmasın.
Tartışmasın kimse, soru sormasın veya illa ki cevap beklemesin.
Sadece kendisi olsun. İstediği gibi davransın.
Hayatı tadında yaşasın. Bozmasın.
Tadımızı bozmasın.

Bana çilekten şiirler yaz,
Rengi tahrik etsin. Okumaktan kendimizi tutamayalım.
Kıskanalım.
Kimse nasıl uyuduğunu bilmesin,
Ve bir çocuk dinginliğinde uyansın.
Kimse korkmasın,
Konuşmaktan, sevmekten,
Yaşamaktan korkmasın.
 Endişe duymasın,
Mutluluğu yitirmekten,
Çilekli çikolata yiyememekten,
Kendisi gibi olamamaktan endişe duymasın.

Turgay URGUR 

31 Ekim 2014 Cuma

Kollektif Şuur 3


Bir kurum, firma veya sivil toplum örgütü; başarısını kaybediyorsa bunun nedeni kollektif şuurun terk edilmesidir. Bireysel çalışmalarla bu günün sorunlarına çözüm bulmak imkansızdır. Ekipler oluşturulurken başlarında azimli ve pratik taraftarı kişiler olmalıdır. Ekip üyelerinin sosyal birliktelikleri sağlanmalıdır. Verimlik arttırıcı çalışmalar yapılmalıdır.

Turgay URGUR

25 Ekim 2014 Cumartesi

HAİN SALDIRI !

Hain Saldırı ! / turgay urgur

Bazı halleri(mizi) anlatmak için sadece iki kelime yetmez. Bu gün Hakkâri’de 3 askerimiz şehit oldu. Van’da polisimize yaylım ateşi açıldı. Yarın gazete manşetlerini, televizyonların alt yazılarını, siyasi konuşmaların başlangıçlarını ‘hain saldırı’ olarak okuyabilir, görebilir veya duyabiliriz. Ama bu halimizi anlatmaz. Bunun devamında denilme ki!..... hain şuursuzluk, hain vurdumduymazlık, hain görmezlik, hain vicdansızlık, hain basitlik, hainyüzsüzlük de DİYEBİLMELİYİZ. Önce kendimize, sonra da kendimizi inanmaya ve güvenmeye zorladığımız siyasilere yani sessizliği tercih eden herkese bunu diyebilmeliyiz. Eğer gerçek ihanetlerin bedeli ölüm ise ve içimizdeki insanlık henüz ölmedi ise bir an önce diyebilmeliyiz. Suçu ve adiliği yapandan ziyade yapılmasına göz yuman, yapıldığında 3-5 söylemle Türk Milletini avutmaya çalışanlara bunu diyebilmeliyiz.

1 Eylül 2014 Pazartesi

VAR MI?

Var mı?
Yeni Türkiye’nin içinde bilimsel belediyecilik var mı?
Doğuda ve Batıda vergi eşitliği,
Hukukun üstünlüğü,
Kişisel haklar,
Hızlı denetim ve çözümler,
Gençlere yer,
Hainlere ceza,
Eşitlik,
Adalet,
Eşit paylaşım,
Sağlık, temizlik, kanaat,
Umutlu bir gelecek,

VAR MI? 

23 Ağustos 2014 Cumartesi

ÖZGÜR


Kimseci olmadığımız, içimizden değil dışımızdan konuştuğumuz zamanlar özgürüz. Eleştirilmekten korkmadığımız, sorumluluk aldığımız, arkada durmayıp öne ilerlemek için atıldığımız anlarda özgürüz. Hatalarımızı kabullenebildiğimiz, gerektiğinde değişebildiğimiz, çekinmediğimiz süreçlerde özgürüz.

Özgür olmak için bedel ödemeye hazır olmak gerekiyor.

Yalnızlık, dışlanma, kınanma, terk edilmek; bu bedellerden en kolayıdır. Ölüm ise özgürlüğün gerçek bedelidir. İşte bu yüzden özgürlük yürek ister. Özgürlüğü herkes arzular ama çok az insan onu elde eder.

Özgür olmak için paraya, güzelliğe, her hangi bir özelliğe ihtiyaç yoktur. Tek ihtiyaç duyulan şey cesarettir. Eğer cesaretiniz yoksa başka hiçbir şey sizi özgür yapamaz.  

Özgürlük alimin kalkanı. Çocuğun yaşama sevincidir.  

TURGAY URGUR

3 Ağustos 2014 Pazar

SİYASET VE CEMAAT RUHBANLIĞI


Sabırsız isen sohbetimizi dinleme,
Müfteriysen yanımızda konuşma,
Din ticareti yapıyorsan dükkanımıza uğrama,
Makam, mevki kaygın varsan bu bloğu kurcalama,

Hatasız kul aramıyoruz,
İnsanları grup grup ayırmıyoruz,

Ön yargısız ve ön yergisiz isen buyur gel,
Adem oğlu Adem olursun,
Buyur gel.....


Klavyenin tuşlarına dokunmayalı hayli bir zaman oldu. Kalem ve kâğıdı ise çoktan bıraktım.

Düşünceleri direkt bilgisayara yazmak daha kolay ve düzenli oluyor.

 İnsan yazmak istediklerinin az çok muadillerini bulabildiği için yazmaya da üşeniyor. İkinci bir neden ise son zamanlarda düşüncenin de ucuz pazarlara çekilmesi oldu. Sıkıştırılmış gündemleri ardı ardına öyle bir yaşadık ki! İnsanın ‘yorumu’ bile bu hızlılığa yetişemiyor. En son ve belki de benim için en önemlisi ise ‘kendi kendimi tekrar’ etme korkum olageldi.
·              *                *
Son aylarda hepimizin Müslümanlık içinde taraf ve taraftar olmamız bazen dolaylı bazen doğrudan istendi. Benliklerimizi, vicdanlarımızı, düşüncelerimizi, dostluklarımızı zorlayan anlar oldu. Sonunun nereye gittiğini bilmediğimiz filmlerde oyuncu olmamız talep edildi. Konuşmamız, yorum yapmamız veya eleştirmemiz değil sadece ve sadece destekçi olmamız beklendi. Çünkü bu defa ithamlar harbiden ağırdı. Hırsızlık, oligarşik güç, firavunluk, casusluk, diktatörlük, ihanet çetesi ve diğerleri bizleri beyaz ile siyah arasında tercihe zorladı. Sonuçlar ise dinden çıkmalar, cennet, cehennem kadar belirgin ve acımasızdı. Herkes sadece kendisinde yana olana hoşgörülüydü. Siyaset ve cemaat ruhbanlığı; bireyliği, insanlığı ve inancı ‘seçmen’ seviyesine indirmişti. Sosyal medyanın tesiri Cuma vaazlarının çok çok ötesindeydi. Hem de öyle ötesindeydi ki! Cuma hutbesi esnasında bile akıllı(?) telefondan gündem takip edilir olmuştu. Yani ne konuşanın ne de dinleyenin kâğıttakine ‘inancı’ kalmamıştı. Herkes işini yapıyordu. İmam, cemaat, gazeteci, bürokrat ve tüm diğer herkes işini yapıyordu. Mesaiyi doldurmayı sadece memuriyette değil insanlığımızda, yaşantımızda, vatandaşlık sorumluluklarımızda da hem bu dünya hem de ötesi için kâfi görmeye başladık.  İtaat eden kurtuluşa erebilecekti. Ama herkesin vaat ettiği cennet bile farklıydı.
·              *                *
Cemaat ruhbanlığı için; zaman gazetesinin 17 Aralık’tan bu yana yazmış oldukları ile stv’nin haber ve programlarına, ve aynı dili ısrarla(bidat kıvamında) konuşan abonelerine;

·                *              *  
Adı her ne olursa olsun, gizli ve sinsi bir yapılanma içinde olan hiyerarşik oluşum insanların  muhafazakâr kesimlerin kurumlarına olan güven duygusunu sıfırladı. Bir zamanlar karşılarındaki insanların samimi olduklarını düşündüklerini için; nereye gittiğini sorgulamadan bu tür kurumlara bağışlar yapan insanlarımızda şu anda ‘aldatılmışlık’ ve ‘güvensizlik’ duyguları hâkim durumda. Askeri vesayetlere bile mavi boncuk dağıtacak ve methiyeli mektuplar yazacak kadar hoşgörülü olanlar 3 dönemdir oylarını arttırarak iktidarda olan Milli İradeye karşı acımasızlığı kendilerine bir yöntem olarak belirlediler. Siyasi tercihlerini kullanmak için 30 Mart’ı bekleme sabrını ve iradesini göstermeyerek, ülkemizin maddi ve manevi kayıplarını hiçe sayarak; insanların sokağa dökülüp birbirlerini öldürmesi ve kutuplaşması pahasına, Devlet kurumlarında çalışırken gizlice elde etmiş oldukları bilgileri şantaj malzemesi olarak kullanıyorlar. Ve ne acıdır ki! Kendilerinden sağduyu veya itidal adına her hangi bir çağrı duymuyoruz. 


         
            Bu günlere gelinmesinde hiyerarşik yapının distopik Devlet özleminin bilinçli ve sistematik olarak yürütülmesi etken olmuştur. Hipnopedik yöntemler sayesinde, yapısının düşüncesini sorgulamayan kitleler oluşturulmuştur. İnanç sadece onlar gibi inanılırsa gerçektir.( Karaman hocanın toplantıdan çıkarılmasının başlıca nedeni budur.) Şartlandırılmış inanan üye modeliyle gerçekleştirilmeye çalışılan bu distopik yapı, toplumun içinde bir yere kümelenenden ziyade homojen görüntü veren modern bir gettolaşma şeklinde karşımıza çıkmaktadır. İnsanların öncelikle bireyselliklerini alan ve sonrasında ise kişilerde eksiklikler bularak onların bu eksiklerini gidermeleri için bağlılıkları telkin eden ‘hipnopedik’ çağrışımlı buluşmalar kendi hiyerarşisi içinde şartsız itaat eden fakat dışarıda ise bu bastırılmış duygularını kontrolsüzce yaşayan insanlar oluşturmuştur. Bu yapıda, sosyal sınıfları ve vazifeleri önceden belirlenmiş kişiler vardır. Hiyerarşiyi liyakat ve eğitim seviyesi değil ‘bağlılık’ oluşturur. Bireyin konuşma, eleştirme, fikir beyan etme hakkı yoktur. Eksik bulma ve bağımlı hale getirme bürokraside ise ‘dinlemeler’ ile karşımıza çıkıyor. Distopik yapının ‘Tapeleri’ ve sosyal medya paylaşımlarını bu kadar yoğun kullanmasının asıl nedeni budur.

*       *       *   


Demokrasi, insanlık ve gelecek adına kaybımız çok büyük. Ülkemizin ışık hızına ulaşmış gündemlerinin maalesef bizlere ve gelecek nesillere kattığı hiçbir şey yok. Her türlü duygumuz sömürüle sömürüle adeta beynimiz kurutuluyor. Güven, inanç, sevgi, paylaşım duygularımızı hızla yitirdik. Yerlerini korku ve meczup bir bireysellik aldı. Düşüncelerimiz, mefkûrelerimiz içine kapanıyor. Manipüle edilmiş bilgi bombardımanları ile mutlaka taraf olmaya zorlanıyoruz. Taraf olmamak şüphe uyandırıyor.



17 Aralık birçok şeyin üzerindeki örtüyü kaldırdı. Toplumda sanki sadece birileri ve bu birilerinin düşmanı veya alternatifi var. Oysa gündemin dışındaki kişiler; yani tek tek vatandaşlar ülkenin asıl mayasını oluşturuyor. Vatandaşlık sorumluluğunu yerine getiren, en az sen-ben kadar Devletini ve Milletini seven insanlardan bahsediyorum. Bu insanlar; kadrolaşma, iktidar, makam, mevki, şöhret vb kaygıları taşımıyorlar. Lakin günü oyalayan kurgu gündemler ve karşılıklı yürütülen psikolojik savaşların söylemleri onları, bizleri, sizleri, beni, seni, onu yani hepimizi yok sayıyor. Söz hakkı, davranış hakkı tanımıyor. Varlığımızın tek belirtisi 4 yılda seçimlerde verdiğimiz oylardan ibaretmiş gibi bizlere kabullendiriliyor. Her türlü emeğin sahibi olan sade vatandaşlar kabullendirilmiş bir çaresizliğe zorlanıyor. Farklı konularda hararetli değişimlerin yaşandığı bu son yıllarda ve özellikle son 45 günde olayları değil kişileri ya da grupları konuştuk veya konuşturulduk. Hırsızlıktan ziyade hırsızlığı yapan, gizli bir örgütlenmeden ziyade kimlerin yaptığı ön plana çıkarıldı. Ancak geri toplumlarda olacak şekilde faile göre eylem(ler) nitelik değiştirdi. Yine ancak ilkel toplumlarda gelişecek tarzda faillerin başka eylemleri dikkat dağıtmak için asıl konuların önüne geçirilmeye çalışıldı. Son tahlilde ise ister kendisini çok tecrübeli sanan siyasal iktidar olsun isterse kendisini dünyayı kurtarmaya adamış hareketler olsun, hepsi sınıfta kaldı. Herkes için zorlu bir deneme süreci olan bu kadarcık kısa süreli ama ani değişimler; birileri için demokrasi ve insan hakları ve bir başkaları için kul hakları için hiç de hazır olmadığımızı tüm herkese duyurdu. Bedel ağır olduğu gibi ortaya kötü de bir karne çıktı. Toplum olarak öz-eleştiriden yoksun olduğumuz, gizliden iş yürütmeye eğilimimiz, vefadan yoksun oluşumuz ve bence en önemlisi de Türkiye’yi sadece kendimiz gibi olanlardan oluşturmak istediğimiz ifşa oldu.

*                *               * 


Bağlılık bağlılıktır. Cemaatçi kardeşlerimiz henüz kendilerine yakıştıramadılar ama ÖZ-ELEŞTİRİ YOKSUNLUKLARI, KÖRÜ KÖRÜNE BAĞLILIKLARI, GETTOLAŞMALARI VE MEZHEPÇİĞİLİĞİN ALTINDA OLUŞTURDUKLARI CEMAATLEŞEREK GRUPLAŞMA İSTEKLERİ BU ÜLKEYE ZARAR VERDİ.




Gönlüm istedi ki ülkesini seven insanlarımız birilerinin yüceltildiği bu tercihleri yapmak zorunda bırakılmasın. Güvenimiz, inancımız, düşüncelerimiz örselenmesin.    

turgay urgur






SİYASET VE CEMAAT RUHBANLIĞI


Klavyenin tuşlarına dokunmayalı hayli bir zaman oldu. Kalem ve kâğıdı ise çoktan bıraktım. Düşünceleri direkt bilgisayara yazmak daha kolay ve düzenli oluyor.
 İnsan yazmak istediklerinin az çok muadillerini bulabildiği için yazmaya da üşeniyor. İkinci bir neden ise son zamanlarda düşüncenin de ucuz pazarlara çekilmesi oldu. Sıkıştırılmış gündemleri ardı ardına öyle bir yaşadık ki! İnsanın ‘yorumu’ bile bu hızlılığa yetişemiyor. En son ve belki de benim için en önemlisi ise ‘kendi kendimi tekrar’ etme korkum olageldi.
·              *                *
Son aylarda hepimizin Müslümanlık içinde taraf ve taraftar olmamız bazen dolaylı bazen doğrudan istendi. Benliklerimizi, vicdanlarımızı, düşüncelerimizi, dostluklarımızı zorlayan anlar oldu. Sonunun nereye gittiğini bilmediğimiz filmlerde oyuncu olmamız talep edildi. Konuşmamız, yorum yapmamız veya eleştirmemiz değil sadece ve sadece destekçi olmamız beklendi. Çünkü bu defa ithamlar harbiden ağırdı. Hırsızlık, oligarşik güç, firavunluk, casusluk, diktatörlük, ihanet çetesi ve diğerleri bizleri beyaz ile siyah arasında tercihe zorladı. Sonuçlar ise dinden çıkmalar, cennet, cehennem kadar belirgin ve acımasızdı. Herkes sadece kendisinde yana olana hoşgörülüydü. Siyaset ve cemaat ruhbanlığı; bireyliği, insanlığı ve inancı ‘seçmen’ seviyesine indirmişti. Sosyal medyanın tesiri Cuma vaazlarının çok çok ötesindeydi. Hem de öyle ötesindeydi ki! Cuma hutbesi esnasında bile akıllı(?) telefondan gündem takip edilir olmuştu. Yani ne konuşanın ne de dinleyenin kâğıttakine ‘inancı’ kalmamıştı. Herkes işini yapıyordu. İmam, cemaat, gazeteci, bürokrat ve tüm diğer herkes işini yapıyordu. Mesaiyi doldurmayı sadece memuriyette değil insanlığımızda, yaşantımızda, vatandaşlık sorumluluklarımızda da hem bu dünya hem de ötesi için kâfi görmeye başladık.  İtaat eden kurtuluşa erebilecekti. Ama herkesin vaat ettiği cennet bile farklıydı.
·              *                *
Cemaat ruhbanlığı için; zaman gazetesinin 17 Aralık’tan bu yana yazmış oldukları ile stv’nin haber ve programlarına, ve aynı dili ısrarla(bidat kıvamında) konuşan abonelerine;

·                *              *  
Adı her ne olursa olsun, gizli ve sinsi bir yapılanma içinde olan hiyerarşik oluşum insanların  muhafazakâr kesimlerin kurumlarına olan güven duygusunu sıfırladı. Bir zamanlar karşılarındaki insanların samimi olduklarını düşündüklerini için; nereye gittiğini sorgulamadan bu tür kurumlara bağışlar yapan insanlarımızda şu anda ‘aldatılmışlık’ ve ‘güvensizlik’ duyguları hâkim durumda. Askeri vesayetlere bile mavi boncuk dağıtacak ve methiyeli mektuplar yazacak kadar hoşgörülü olanlar 3 dönemdir oylarını arttırarak iktidarda olan Milli İradeye karşı acımasızlığı kendilerine bir yöntem olarak belirlediler. Siyasi tercihlerini kullanmak için 30 Mart’ı bekleme sabrını ve iradesini göstermeyerek, ülkemizin maddi ve manevi kayıplarını hiçe sayarak; insanların sokağa dökülüp birbirlerini öldürmesi ve kutuplaşması pahasına, Devlet kurumlarında çalışırken gizlice elde etmiş oldukları bilgileri şantaj malzemesi olarak kullanıyorlar. Ve ne acıdır ki! Kendilerinden sağduyu veya itidal adına her hangi bir çağrı duymuyoruz. 


         
            Bu günlere gelinmesinde hiyerarşik yapının distopik Devlet özleminin bilinçli ve sistematik olarak yürütülmesi etken olmuştur. Hipnopedik yöntemler sayesinde, yapısının düşüncesini sorgulamayan kitleler oluşturulmuştur. İnanç sadece onlar gibi inanılırsa gerçektir.( Karaman hocanın toplantıdan çıkarılmasının başlıca nedeni budur.) Şartlandırılmış inanan üye modeliyle gerçekleştirilmeye çalışılan bu distopik yapı, toplumun içinde bir yere kümelenenden ziyade homojen görüntü veren modern bir gettolaşma şeklinde karşımıza çıkmaktadır. İnsanların öncelikle bireyselliklerini alan ve sonrasında ise kişilerde eksiklikler bularak onların bu eksiklerini gidermeleri için bağlılıkları telkin eden ‘hipnopedik’ çağrışımlı buluşmalar kendi hiyerarşisi içinde şartsız itaat eden fakat dışarıda ise bu bastırılmış duygularını kontrolsüzce yaşayan insanlar oluşturmuştur. Bu yapıda, sosyal sınıfları ve vazifeleri önceden belirlenmiş kişiler vardır. Hiyerarşiyi liyakat ve eğitim seviyesi değil ‘bağlılık’ oluşturur. Bireyin konuşma, eleştirme, fikir beyan etme hakkı yoktur. Eksik bulma ve bağımlı hale getirme bürokraside ise ‘dinlemeler’ ile karşımıza çıkıyor. Distopik yapının ‘Tapeleri’ ve sosyal medya paylaşımlarını bu kadar yoğun kullanmasının asıl nedeni budur.

*       *       *   


Demokrasi, insanlık ve gelecek adına kaybımız çok büyük. Ülkemizin ışık hızına ulaşmış gündemlerinin maalesef bizlere ve gelecek nesillere kattığı hiçbir şey yok. Her türlü duygumuz sömürüle sömürüle adeta beynimiz kurutuluyor. Güven, inanç, sevgi, paylaşım duygularımızı hızla yitirdik. Yerlerini korku ve meczup bir bireysellik aldı. Düşüncelerimiz, mefkûrelerimiz içine kapanıyor. Manipüle edilmiş bilgi bombardımanları ile mutlaka taraf olmaya zorlanıyoruz. Taraf olmamak şüphe uyandırıyor.



17 Aralık birçok şeyin üzerindeki örtüyü kaldırdı. Toplumda sanki sadece birileri ve bu birilerinin düşmanı veya alternatifi var. Oysa gündemin dışındaki kişiler; yani tek tek vatandaşlar ülkenin asıl mayasını oluşturuyor. Vatandaşlık sorumluluğunu yerine getiren, en az sen-ben kadar Devletini ve Milletini seven insanlardan bahsediyorum. Bu insanlar; kadrolaşma, iktidar, makam, mevki, şöhret vb kaygıları taşımıyorlar. Lakin günü oyalayan kurgu gündemler ve karşılıklı yürütülen psikolojik savaşların söylemleri onları, bizleri, sizleri, beni, seni, onu yani hepimizi yok sayıyor. Söz hakkı, davranış hakkı tanımıyor. Varlığımızın tek belirtisi 4 yılda seçimlerde verdiğimiz oylardan ibaretmiş gibi bizlere kabullendiriliyor. Her türlü emeğin sahibi olan sade vatandaşlar kabullendirilmiş bir çaresizliğe zorlanıyor. Farklı konularda hararetli değişimlerin yaşandığı bu son yıllarda ve özellikle son 45 günde olayları değil kişileri ya da grupları konuştuk veya konuşturulduk. Hırsızlıktan ziyade hırsızlığı yapan, gizli bir örgütlenmeden ziyade kimlerin yaptığı ön plana çıkarıldı. Ancak geri toplumlarda olacak şekilde faile göre eylem(ler) nitelik değiştirdi. Yine ancak ilkel toplumlarda gelişecek tarzda faillerin başka eylemleri dikkat dağıtmak için asıl konuların önüne geçirilmeye çalışıldı. Son tahlilde ise ister kendisini çok tecrübeli sanan siyasal iktidar olsun isterse kendisini dünyayı kurtarmaya adamış hareketler olsun, hepsi sınıfta kaldı. Herkes için zorlu bir deneme süreci olan bu kadarcık kısa süreli ama ani değişimler; birileri için demokrasi ve insan hakları ve bir başkaları için kul hakları için hiç de hazır olmadığımızı tüm herkese duyurdu. Bedel ağır olduğu gibi ortaya kötü de bir karne çıktı. Toplum olarak öz-eleştiriden yoksun olduğumuz, gizliden iş yürütmeye eğilimimiz, vefadan yoksun oluşumuz ve bence en önemlisi de Türkiye’yi sadece kendimiz gibi olanlardan oluşturmak istediğimiz ifşa oldu.

*                *               * 


Bağlılık bağlılıktır. Cemaatçi kardeşlerimiz henüz kendilerine yakıştıramadılar ama ÖZ-ELEŞTİRİ YOKSUNLUKLARI, KÖRÜ KÖRÜNE BAĞLILIKLARI, GETTOLAŞMALARI VE MEZHEPÇİĞİLİĞİN ALTINDA OLUŞTURDUKLARI CEMAATLEŞEREK GRUPLAŞMA İSTEKLERİ BU ÜLKEYE ZARAR VERDİ.

Bağlılık bağlılıktır. AKp’li dostlarımız farkındalar, işlerine gelmemiş numarası yapıyorlar ama YAPILAN İŞLER 21.YY TÜRKİYE’SİNİN MEDENİYET VE DEMOKRASİ BAĞLAMINDA HAK ETTİKLERİNİ KARŞILAMIYOR.


Gönlüm istedi ki ülkesini seven insanlarımız birilerinin yüceltildiği bu tercihleri yapmak zorunda bırakılmasın. Güvenimiz, inancımız, düşüncelerimiz örselenmesin.    

turgay urgur






28 Temmuz 2014 Pazartesi

AYNA

Eğer bazı meczuplar aradıkları sorulara henüz cevap bulamadılar ise, beklemekten yoruldukları halk desteği de bir türlü gelmiyorsa ve gelmeyecekse de bu kişiler ne tür bir yanlışlığın içinde olduklarını harbiden bilmiyorlardır. Bilselerdi ahmaklıkta bu kadar pervasız olmazlardı.
Ortaya çıkardıkları ‘karakter’ ve ‘toplu davranış şekilleri’; Milletimizin mayasıyla örtüşmüyor. Çünkü güven vermiyorlar.  Yapmacık yapmacık ‘mübarek’ tavırlar, rüyacılık, gruplaşmalar, büyüdükleri zaman vefasızlıkları, nankörlükleri herkesin dikkatini çekiyor.
Aynı şeyi düşünmeyi, aynı şekilde tepki vermeyi marifet sanıyorlar. Koyunlaşmışlar ama farkında değiller.
Nelerine güvendilerse boylarından büyük işlere karışmışlar. Önce bürokrasi yalakalığı, sonrasında kadrolaşma ve nihayetinde yönetime talip olma hayalciliği akıllarını başlarından almış.  

20 Temmuz 2014 Pazar

DÜŞÜNCE

Kelimeleri, dini terminolojiyi ve diğer tüm rüyalı, hülyalı, ağlamalı, dağlamalı anlatım şekillerini kullanmak da bir yere kadar. Sonuçta vicdan var, feraset var, sabrın bittiği yerler var ve iradenin olaya müdahale ettiği anlar var. Onun için toplum içinde dinleyici gibi görünen insanların da sözleri ve gözlemleri olduğunu görmezden gelmemek gerekiyor. Devlet kademelerindeki ilerlemeler ve yerleşmeler gece kondu telaşı ile gerçekleştirilince, bir gün ansızın baskına maruz kalmak kaçınılmaz oluyor. 
·               *          * 
En doğru seçim iş yapandan yana olmak. Hazırları toplamak, sermayeyi harcamak kısa vadede marifet olarak görünebilir. Fakat en güzeli hakkıyla, samimi bir şekilde iş üretmektir.
·               *          *

İsrail mallarını boykot etmek etkili bir tepkidir. 

13 Temmuz 2014 Pazar

Gündem


Medyadaki adaletsiz seçim yorumlarına katılıyorum. Bir tarafta 12 yıldan bu yana oylarını arttırarak birden çok seçim kazanan bir partinin adayı var. Diğer tarafta ise yıllardır muhalefette kalıp, yine de umudu olmayan(bir türlü oldurulamayan) siyasi partiler ve malum adayları var.
+    +     + 
AK partinin seçim zaferlerinden sonra bir kısım karşı düşünceli kişilerin ‘seçmen psikolojisini’ açıklamaya çalıştıkları ve ‘insanlar neden ısrarla bu partiyi tercih ediyorlar?’ konulu tezleri başlı başına bir çaresizlik sendromu olarak karşımıza çıkıyor. Bunun yerine ‘Neden başarısızız?’ sorusunun cevabını aramaya çalışsalar kendi gelecekleri daha isabetli olacak.
+    +    +
Yanılgı: Sağ seçmen iddia edildiği gibi liderlerini kutsamıyor. Vazgeçilemez görmüyor. Sadece en doğru seçimin bu olduğunu düşünüyor. Kıyaslama yapıyor. Yakın geçmişteki acı tecrübeleri gözden geçirdiğinde ülkesi için güvenli tercihleri yapmak istiyor.
+    +    +
Muhalif basın, muhalif seçmen ve yakın zamanda bunlara katılan muhalif cemaat; saldırı dili ayakta kalmaya çalıştığı sürece anlaşılmamaya ve ülke gerçeklerinden uzaklaşmaya devam edecektir. Vatandaşımız mevcut iktidarın eleştirisinden ziyade diğer düşüncedeki insanların icraatlarını ve söylemlerini görmek istiyor. Çünkü belli etmese de insanlarımız yönetimlerin yapmadıklarını ve yanlışlarını da görüyor.
+    +    + 
Gerçek manada empati yapabilmek için her grup kendi öğretilerini bir kenara bırakıp diğerlerinin nedenlerini ve gerekçelerini yerinde görmelidir.
+    +   +
Necip Fazıl ‘ZAMAN sadece armutları olgunlaştırır.’ Demişti. Olgunlaşmak için okumak, düşünmek, eyleme geçmek gibi birçok aksiyon gerekiyor.

Turgay URGUR

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Yaşamak


Yarın hepimiz için yeni bir gün olacak.  Herkes dünün aynısını yeniden yaşayacağımızı düşünebilir. Şimdiye kadar hep öyle olduğunu da iddia edebiliriz.

Ama hayır…. Öyle değil.

Öyle değil çünkü…..

Yarın dünden tamamen farklı olacak. Güneşin ve dünyanın kainattaki yeri değişmiş, soluduğumuz hava tazelenmiş, aldığımız tatlar farklılaşmış olacak. Uyandığımızdaki ruh halimiz, sabah ilk yapmak istediğimiz iş, çeşmede yüzümüzü yıkadığımız su, televizyonda duyduğumuz haber, yolda önümüze çıkanlar, içimizdeki istekler, kelimelerimiz, hareketlerimiz, hislerimiz farklı olacak.  Yarından önce düşündüklerimiz ile yarın düşüneceklerimiz farklı olacak.  Belki de farkında değiliz ya da hiç denemedik ama etrafımızdaki herkes yarın bizden aynı şeyleri ister gibi olacak ama onlara sunulacak yeni bir şeyler daha çok ilgilerini çekecek. Yaşamayı, bize ve herkese bu farklılıklar hatırlatacak. Yeni bir şeyler dediğim büyük değişimler değil. Örneğin; beklenmedik bir anda onlara bir şekilde sevgimizi göstermek bunlardan birisidir. Aramak, sormak, farklı cümleler söylemek, bir yere gitmek veya birisini çağırmak. Bunlar; hiç almadığımız tarzda bir kitabı almak, önceden okumadığımız bir yazarı okumak, ihmal ettiğimiz bir mekana gitmek, dışarıda yemek yemek, eve giderken yolu değiştirmek, bir yakının yanında mola vermek kadar basit ama yeni bir şeylerdir. Adı ister yenilik, ister farklılık, isterse arayış olsun her bir değişim bize yaşamdan ve yaşamaktan önceden hissetmediğimiz bir tat verecek. Buna; bunu yaşamış olanlar “hayatın tadını çıkarmak” diyorlar. Onlar hayat yolunda ileriye giderken, çoğunluk ise yerinde sayıyor. Hangi şairin, yazarın, alimin, mucitin, Peygamberin dünü ve yarını aynıdır ki? Ya da hangi çocuk dün ile yarınının aynı olmasını ister ki? İşte bu yüzden yaşamak çocukça olursa güzeldir. Bu yüzden her çocuk yorduğu günün gecesinde yarının hayallerini kurarak uyur. Bu gün eğer ‘tadı çıkarıldı’ ise yaşamaya değmiştir. Bırakın bedeniniz ruhunuzu küçük ve çocuksu görsün. Siz her geçmiş değil gelecek gün kendinizi daha da gençleştirin. Geçmiş günlere bakıp hüzün biçeceğinize, gelecek günlere bakıp umut yeşertin. Zaten bir gün ölüm ‘paydos’ diyecek; en azından yaşamaktan hem yorulmuş hem de doymuş olun.        

Yarının dünden farksız olmayacağını düşünmek geri dönüşümü olmayan bir kayıptır.  Yarını dün ile aynı görmek ise ölülerin yaşam oyunudur.

Turgay Urgur

29 Haziran 2014 Pazar

Ramazan Münasebetiyle

Ramazan Münasebetiyle / Turgay Urgur

Kişiliklerimizi değiştirmek zordur ama davranışlarımızı değiştirebiliriz. Bunun için bazı öncelikler gerekiyor;
1.       Değişime hazır olmak.
2.       Ön yargıları bir kenara bırakmak.
3.       Farklı renkleri, giysileri, kitapları, programları denemek.
4.       Yeni yerleri keşfe çıkmak.
5.       Değerli kişilere zaman ayırmak ve onları dinlemek.
6.       Sportif aktivitelere katılmak.
7.       Alışkanlıklarımızı gözden geçirmek.
8.       Grup çalışmaları yapmak.
9.       Zaman alıcı uğraşlardan kurtulmak.
10.   Kendimize bazı çalışmalarda öncelik vermek ve sorumluluk almak.

Önceden de epey bir paylaşmıştım. Youtube’dan Nasser Al Katami’yi dinlemenizi itinayla tavsiye ederim. Arka fon ve Türkçe mealler kişiye büyük kolaylık sağlıyor.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Bu Ramazan’ın gündemlerinden birisi de ‘Siyaset ve Cemaat bağımlılığından’ kurtulmak olmalıdır. İkisi de son süreçte öldürücü yaralar aldı. Her ikisi de halen daha insanımızın onlara verdikleri samimi değerler üzerinden hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Kendimize gelmenin zamanı geldi de geçiyor. Lütfen bu Ramazan herkes kendini tartışsın.


Turgay urgur

Godot’u Beklerken


Bir kısım zamanı bol, ufku dar kesim Devlet’in terörü bitirmek için atılan adımlarında tökezlemesini ve işlerin kaosa dönüşmesini ya bekliyor ya da tellendiriyor. Ama nedense felaket rüyaları bir türlü gerçek olmuyor. Öngöremedikleri gibi bir türlü kargaşa, savaş, ekonomik çöküntü olmuyor. Olmadıkça da bu arkadaşlarımız rüyalarına ve senaryolarına daha fazla sarılıyorlar. Daha da delleniyorlar, daha da heyecanlanıyorlar, köpürdükçe köpürüyorlar. Hipnotezlerini(hipotez değil) geliştirdikçe geliştiriyorlar.  Aksine ekonomi eskisi gibi kolay kolay sarsılmıyor. Medya vatandaşı tedirgin edemiyor. Kısacası istikrar sürüyor. Ferasetli insanlarımız sabır, gayret ve dua gibi hem fiili hem sözlü hem de ruhlu yakarışlarla Allah’a yönelmeye devam ediyor. Vatandaşımız daha iyisi bulununcaya kadar seçtiklerine güvenirken diğerleri seçeceklerinin bir işe yaramayacağını düşüne düşüne her seferinde başa dönüp tekrar beklemeye başlıyor. Ne diyelim, Allah bu arkadaşlarımıza sabırdan önce düşünce versin.    

Bir de 17 Aralık’ta eşeğe binmeye çalışıp da 30 Mart’ta düşenler var. Bunlar harbi rüyacı. El alem içine çıkacak halleri kalmadı. Milletimiz; yıllarca geliştirdikleri söylemlerle eylemleri bir türlü özdeşmeyen bu kişilere fena ceza kesti. Şehirlisinden köylüsüne, Batılısından Doğulusuna kimse bu korsan siyasetçilere prim vermedi. Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de vatandaşımız yine sağduyulu tercihini yapacak. Türkiye’de üretimin kaynağını ülkesini seven bu vatandaşlarımız oluşturduğu için dış manipülasyonlar ve gizli yapılanmalar Godotlarını beklemeye devam edecekler. Bunların komedi ve kepazelik karışımı tezleri şunlardan oluşuyor: AK partiye oy verenler 17 Aralık öncesinde değildi ama şimdi hırsız. Seçim her şey değildir. Hatta hiçbir şeydir. Önemli olan körü körüne bağlılıktır, abonelik ve sorgusuz itaattir. Bu zevzekler bir de kendileri gibi Ak parti seçmeninin liderlerini kutsadığını düşünüyor. Bunların ortak özellikleri; sıfır öz-eleştiri, toplu psikolojik savaş, beddua polemiği geliştirmek.
Hayat devam ediyor. Allah birliğimizi ve dirliğimizi bozmasın. Herkese hayırlı Ramazanlar dilerim.    

Turgay Urgur

18 Haziran 2014 Çarşamba

İŞ İLANI

İş detayları

-ÜCRET: Asgari ücret + sigorta
-6 gün/ yaz için 8:15-20:00   kış için:8:15-17:30
-(Mesai bitişi dükkanın kapanış saatidir)
-Beyaz eşya ve mobilya taşıması, iş yeri düzen ve tertibi, modüler mobilya montajı, tanıtım. 
Aranan Özellikler.
-Ehliyet
-En az lise mezunu
-5 yıllık çalışma kontratı
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Detaylar için ön görüşme saati: Hafta içi, her gün 17:00’den sonra Turgay Urgur ile,
Müracaat için öncesinde gelinmemesi, telefon ile aranmaması, facebook'ta yorum ve soru yazılmaması rica olunur.  
 
Turgay Urgur
URGURLAR ARÇELİK


14 Haziran 2014 Cumartesi

Mini Gündem

Komşularımızda olup bitenler Türkiye’de güçlü siyasal bir iktidarın ve bu iktidar yönetiminde güçlü bir ordunun ne kadar da önemli olduğunu bizlere (görmek isteyen gözlere) bir kez daha gösterdi. Ekonomimiz, Devlet işleyişimiz, ordumuz, emniyet güçlerimiz düşmanlarımız için mutlaka ama mutlaka caydırıcı olabilecek mukavemette olmalıdırlar.  
·               *      *
Ülkemizin dışında, kaynayan kazanların içinde olup bitenler üzerinden iç siyaseti yıpratma girişimleri çok basit ve ülke menfaatleri ile ters orantılıdır. Birileri; Irak’ta her gün en az 60-70 kişinin bombalı ve silahlı eylemlerde öldüğünü yeni mi öğrendiler? İktidara dış politikada ‘başarısız’ demek en kolay saldırı şeklidir. Çözüm öneriniz nedir?
·              *     * 
ALLAH yaklaşan Ramazan’ın hürmetine tüm İslam alemine ve insanlığa barış getirsin. Yeniden duaya, Kurana ve Sünnete sarılalım.

Turgay Urgur

9 Haziran 2014 Pazartesi

Son günahım



Vebali boynuma…….

Belirli bir zamandan bu yana bazı arkadaşlarımıza gittikleri yolun yanlış olduğunu gerek sözlü gerekse yazılı olarak üslubunca ve deliller ile ama kıvırmadan anlatmaya çalıştık. Lakin taassup ve fazilet füruşluk ile memleket meselesini ilgilendiren konulara (önceden de alışılmışlık ve emek) olmadığı için bodoslamasına girmek şeklinde tezahür eden tezviratlar ile hırçın ve acemi yaklaşımlar bilgi kirliliğinden başka bir şey oluşturmuyor. Her halükarda son bir kere doğruları yazmak ve bu heyecanlı arkadaşlarımızı uyarmak boynumuzun borcudur.  


  1. Senin, benim veya samimi duygulu her vatandaşımızın parasıyla alınmış gazeteleri göstermelik tiraj uğruna kapı önlerinde ve çöplüklerde israf etmek NE KADAR YANLIŞ İSE,
  2. Faiz, sigortacılık, kredi kartı vd . gibi kapitalist sistemin araçlarını kar payına evirmek ve para akışını kendi kurumuna çevirmek NE KADAR YANLIŞ İSE, 
  3. Öğrencinin çalışkanını alıp, sadece onlara değer verip diğerlerinin parasını kullanıp; vitrin sınıflar oluşturup Milli Eğitim sistemine paralel ve alternatif oluşturmak; sonrada bu kişileri kadrolaşma için kullanmak NE KADAR YANLIŞ İSE,
  4.  Haftada 2 defa sohbet adı altında toplanıp monolog yapmak; mütaaladan, mıhakemeden uzak yaşamak, eleştiri yeteneğinden yoksun olmak NE KADAR YANLIŞ İSE, 
  5. Demirel'e söz sultanı(gazateciler gecesinde onursal başkan Hocaefendi dedi),  Öldüğünde Ariel Sharon'a çığır açan adam demek NE KADAR YANLIŞ İSE,  
  6. Zaman gazetesinde 30 gün boyunca İslamcılığın bittiğini Ali Bulaç ve Mümtaz arasında münazara gibi tartışmak NE KADAR YANLIŞ İSE, 
Milletin iradesini hafife alıp, korsan siyasete soyunmak O KADAR YANLIŞTIR. Yanlış olduğunu oylarınızı malum partilere vermenize rağmen %8'lik artışta gördük.  




8 Haziran 2014 Pazar

MİNİ GÜNDEM


Askerlerimiz Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerimizde sabır ile hainlerle mücadele ederken aynı zamanda bilinçli vatandaşlarımız Batıda vefa ve samimiyet yoksunu korsan siyaset fedaileri ile boğuşuyor. Bu kişiler vatandaşımızın samimi duygularla verdikleri bağışlarla bu günlere gelen basın güçleriyle hükümet gitsin de ne olursa olsun tavrında konuşuyorlar, yazıyorlar, çiziyorlar ve KARALIYORLAR.  Hükümet gidince acaba yerine neyi koyacaklar? Son seçimlerde vatandaşımız korsan siyasetçiye prim vermediğini usulünce gösterdi.      

T.URGUR

Pazar Notları


‘Edge of tomorrow’(Yarının sınırında) Tom Cruise’un baş rolünü oynadığı bir bilim-kurgu ve aksiyon filmi olarak geçen Cuma gösterime girdi. 10 üzerinden 7’yi hak ediyor. Aile ile izlenimine engel bir durum yok. Eğer uzun zamandır sinemaya gitmemiş iseniz tavsiye ederim. Film 3D olarak gösterime girmiş. 3D çekimler çok öncellikli ve kaliteli değil ama yine de idare eder. Başlangıçta biraz sıkılıyorsunuz ama sonraki aksiyon filmi biraz da olsun toparlıyor. Tekrarlanan flashback’ler bir ara seyirciye ‘üfff bee’ bile dedirtiyor ama bir sonraki sahnelerin içindeki komik anlar seyirciyi zamanla filme hazırlıyor.  
Yorumum: ABD, Avrupa ülkeleri ile Rusya ve Çin kendi aralarındaki soğuk savaşı bırakmışlar. Yunancadaki son harf olan ‘omegaya’ karşı(hayali bir düşman) savaşıyorlar. Tabi ki savaşın komutanı beklendiği üzere ABD. Yenidünya düzeni hakkında izleyiciye fikir veriyor.
·              *       *
1001 Söz isimli amatör bir kitap aldım. Alırken elim kitaba gitti ve geldi. Seçme nedenim ise uzun uzun paragraflardan sıkılmam ve okunması kolay bir kitap arama isteğim. Kitapta farklı konularda farklı kişilerin söylediği sözler var.
 L.A Seneca acı hakkında; “Hafif acılar konuşulabilir ama derin acılar dilsizdir.”
Konfüçyus; “Elmas nasıl yoltulmadan kusursuz olmazsa, insan da acı çekmeden olgunlaşamaz.”
Sebayi, “Tok olan cümle cihanı tok sanır. Aç olan alemde ekmek yok sanır.”
Hadis-i Şerif; “Adalet güzeldir. Fakat devlet büyüklerinde olsa daha güzeldir.”
F.V Schiller; “Affetmek ve unutmak, iyi insanların intikamıdır.”
Shakespeare; “İhanete uğramanın acısını yalnız hainler bilir.”
Lord Byron; “İnsan, gülümseyişiyle gözyaşı arasında gidip gelen bir sarkaçtır.”
·            *         * 
Son olarak bu hafta aldığım 2. Kitabın arka sayfasını paylaşmak istiyorum.
Yöneticinin El Kitabı isimli kitap “HARWARD BUSİNESS ESSENTAİLS”in çevirisi.
-          Becerilerinizi geliştirin.
-          Krizlerde doğru yolu bulun.
-          Görev dağıtımı yaparak, geribildirimlerle ve koçluk ederek yönetin.
-          Kendi performansınızı değerlendirin.
Herkese iyi bir hafta başlangıcı dilerim.     

Turgay Urgur

27 Mayıs 2014 Salı

Ekrem Bey komedyası


Son Ekrem Bey komedyasını zamanınız olursa okuyun. 1-2 yıl önce bu gazetenin en büyük avantajının abonelerinin gazeteyi okumamasıdır demiştim. Bir arkadaşım benim adıma epey bir tweetlemişti. Nedeni çok basit. Çünkü gazetenin yazarları öncelikle Türk insanının duyarlılığından uzaktırlar.
Neler yazmadılar ki ! Teröriste gerilla dediler. 30 gün boyunca İslamcılığın bittiğini yazdılar. Hükümete tarih kestiler. Kredi kartının fetvasını verdiler. Dağa çıkmayı masumlaştırdılar.
Son komedya ise “Çadır Devleti” isimli yazısı: Güya içinden geçenleri bir arkadaşına söyletmiş ve arkadaşı demiş ki: Türkiye’de işler iyiye gitmiyor(muş). Seçim kazanmak falan iş değişmiş. “Germeyin artık.” Diye de eklemiş. Hükümetin hem işlerini anlatmış hem de ara ara sızlanmış ve kendince tespitlerde bulunmuş.
17 Aralık’tan önce olsaydı yazsına daha çok zaman ayırırdım.  Ama değmez. Gazetedeki yazıları bile kutsayanlar ve yaşadıklarından ders çıkarmayı bilmeyenler için hiç değmez.
·                   *             *    
Milli iradeyi hiçe sayanlar.
Bazı soruların cevaplarını bulamazsınız. Çünkü cevaplar sistemin sahiplerini rahatsız eder. Aşağıda bu cevapsız sorulardan birkaç tanesini sizlerle paylaşacağım.

1.     Yıllarca sağ partilerden, sağcı ve muhafazakâr kesimlerden faydalanmış olanlar nasıl oldu da kendilerine destekleyen bu insanlara karşı nankörlük ettiler?
2.      Yabancılara, inanmayanlara ve gerektiğinde (kendilerince gerektiğinde) din düşmanlarına karşı hoşgörülü olan bu arkadaşlar neden kendilerini maddi ve manevi kollayan insanları arkasından vurdular? Bu insanlara karşı sözlü ve yazılı saldırıyorlar?
3.     Milli İradeyi hiçe sayarak kendi bildiklerini inadına okudular? Halen daha okuyorlar?
4.     Bir zamanlar siyasete uzak duruyor gözüküp de neden bu kadar siyasetle uğraşıyorlar ve ülke siyasetini manipüle ediyorlar?
5.     Önce usul usul ilerleyip sonrasında ise geliştikçe değişiyorlar?
6.     Öz eleştiri özellikleri neden yok?
7.     Her davranışlarını neden kutsama gereği hissediyorlar ve dini referansları işlerine geldiği gibi kullanıyorlar?
8.     Son yıllardaki sosyal hayattaki inanç özgürlüğü konusundaki serbestlikleri neden görmezden geliyorlar?
9.     Birçok İslam alimine kötülük yapmış, dinin yaşanmasına engel olmuş kişilere yeşil ışık yakıyorlar? Onlara şirin görünmeye çalışıyorlar?
10. Kendi yayın organlarını okumadan neden yüceltiyorlar?
Bu soruların cevaplarını bulmak çok zor.  Cevaplarının bulunmasını istemiyorlar, bu soruların konuşulması bile onlar için başlı başına büyük bir sıkıntı kaynağı.


20 Mayıs 2014 Salı

Milli iradeyi hiçe sayanlar.

Bazı soruların cevaplarını bulamazsınız. Çünkü cevaplar sistemin sahiplerini rahatsız eder. Aşağıda bu cevapsız sorulardan birkaç tanesini sizlerle paylaşacağım.

1.     Yıllarca sağ partilerden, sağcı ve muhafazakâr kesimlerden faydalanmış olanlar nasıl oldu da kendilerine destekleyen bu insanlara karşı nankörlük ettiler?
2.      Yabancılara, inanmayanlara ve gerektiğinde (kendilerince gerektiğinde) din düşmanlarına karşı hoşgörülü olan bu arkadaşlar neden kendilerini maddi ve manevi kollayan insanları arkasından vurdular? Bu insanlara karşı sözlü ve yazılı saldırıyorlar?
3.     Milli İradeyi hiçe sayarak kendi bildiklerini inadına okudular? Halen daha okuyorlar?
4.     Bir zamanlar siyasete uzak duruyor gözüküp de neden bu kadar siyasetle uğraşıyorlar ve ülke siyasetini manipüle ediyorlar?
5.     Önce usul usul ilerleyip sonrasında ise geliştikçe değişiyorlar?
6.     Öz eleştiri özellikleri neden yok?
7.     Her davranışlarını neden kutsama gereği hissediyorlar ve dini referansları işlerine geldiği gibi kullanıyorlar?
8.     Son yıllardaki sosyal hayattaki inanç özgürlüğü konusundaki serbestlikleri neden görmezden geliyorlar?
9.     Birçok İslam alimine kötülük yapmış, dinin yaşanmasına engel olmuş kişilere yeşil ışık yakıyorlar? Onlara şirin görünmeye çalışıyorlar?
1. Kendi yayın organlarını okumadan neden yüceltiyorlar?

Bu soruların cevaplarını bulmak çok zor.  Cevaplarının bulunmasını istemiyorlar, bu soruların konuşulması bile onlar için başlı başına büyük bir sıkıntı kaynağı.

Turgay Urgur

14 Mayıs 2014 Çarşamba

SOMA ANISINA

SOMA ANISINA / TURGAY URGUR
Ölüm zordur. Dünya kurulduğundan bu yana şairler, yazarlar, düşünürler ve tüm insanlar hep hayatı anlatmaya çalıştılar. Çünkü ölümü anlatmak zordu. Hem zor hem de korkutucuydu. Her şeyden önemlisi de kimse ne olduğunu bilmiyordu. İnsan ölüm’ü hep başkalarında gördü. Çoğu zaman yakınlarının ölümü onu üzdü, düşündürdü ama kendisinin ölümü tarif edilemezdi. Kimse kendi ölümünü düşünmek bile istemedi. Aklımızın bir köşesine geldiğinde ise sımsıkı ve daha sıkı hayata sarılmayı tercih ettik. Aniden ve hiç beklemedik bir anda gelişi ise belki de en güzel ölümlerdendi. Çünkü böylece düşünmeye ve üzülmeye fırsatımız olmuyordu. Lakin şunu söylemek zor değildi: AYDINLIKTA ÖLMEK BİR NEBZE KOLAYDI.

Peki ya… Biraz sonra… ZİFİRİ VE KABİR KARANLIĞINDA öleceğini bilmek nasıl bir şeydir ki? Çaren olmadığını, geri dönüşün olmadığını ve geride bile bile, hisse de hisse de birilerini bırakmak nasıl bir şeydir?

Ölümün kendisi gibi bu da tarifsizdir. Kelimeler bunu anlatmaz. Anlatamaz. Kömür karasının siyaha boyadığı yüzler, eller, tüm beden … ve canlı ya da cansız kan çanağı olmuş, ağladığı belli gözler bunu anlatamaz.  Ölmeden diri diri girilen tünellerden, dehlizlerden ve toprağın metrelerce altından gelen son çığlıklar bunu anlatamaz. Günler, belki de aylar sonra başında feneriyle en son nereye baktığı ve neyi düşündüğü bilinmeyen SESSİZ İŞÇİLER bunu anlatamaz. Yeryüzünde yüzsüz yaşayanlar, hayatlarını ölümün avuçlarında kazananlarının ne hissettiğini asla anlatamaz. Bir zamanlar umut, alın teri ve helal rızık için madene vurulan her bir çekiç; son bir hatıra olarak size verilse de ‘insanın kendi mezarını kazışının ne olduğunu’ anlatamaz.   

Bu gün 13 Mayıs 2014. Soma’da 200’den fazla işçimiz ALLAH’IN RAHMETİNE KAVUŞTU. DİLERİM YÜCE YARATICI KABİRLERİNİ AYDINLIK YAPAR VE AİLELERİNE SABIR VERİR. ALLAH YÜCEDİR. HEPİMİZE MERHAMET ETSİN. SON NEFESTE İMANLI VE HUZURLU ÖLÜMLER VERSİN.


TURGAY URGUR  

13 Mayıs 2014 Salı

Teşekkürler


Feyzioğlu gibi adamlar böyle konuşmalara devam ettiği ve ardından CHP bunlardan siyasal kazanç umduğu sürece, AK parti elini kolunu sallaya sallaya siyaset yapar. Seçmenin de gönlü ve kafası rahat olur, tercih yapmakta zorlanmaz. İşin özünde çaresizlik ve umutsuzluk var.  5 değil 15, 25, 35 sene geçse bile iktidar olamayacağını muhalefet anlamış durumda gözüküyor. Muhalefetin seçim sonuçlarından çıkardıkları en gerçekçi sonuç budur.
·           *     * 
Zaman muhabirlerinin, Danimarka dış işleri bakanının yanında Davutoğlu’na hakaret içeren ve Türkiye’yi zora sokmaya çalıştığı gibi soruları devam ettiği sürece insanlarımız gerçek dostlarını ve düşmanlarını daha çabuk anlar. Daha da iyi kenetlenirler. Bu tür nankörlüklerin ve vefasızlıkların devamını bekliyoruz. Böylece herkes hak ettiği yeri daha kolay bulacak.

Turgay Urgur

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...