29 Aralık 2018 Cumartesi

vefa

Burnumun kemiği sızlar,
Ağlamak ve ağlamamak arasında koca bir mazi gözlerimi yoklar.
Ve vicdan hatırlamanın bile bedelini ödetir,
Umuttan alır özlem hanesine yazar.

20 Aralık 2018 Perşembe

ACKNOWLEDGED ABBREVITIONS



You may have acquired amazing plans about  your future, thinking that they would affect your gains. Sometimes you try different kinds of alterations that you’ve been admiring  in order to achieve tremondous successes. You abandon your adjusted behaviours to amend the dogmas which cause adverse acquitions. Both tragically and ironically, it’s simply because of your desire to administer your fate. During this process, you accept aids of other people who are alien to you. To accelerate your  assets, you adapt their adjustments accurately. Additionally, you absorb and adopt their rhetorical values that you are acquainted with via media. In the end, you say that you have  abolished your own history and mental past. Proudly but unfortunately, you accommodate all these shadow accumulations in your private places such as homes, schools, streets, towns and cities. Consequently; you are compelled to alter your activities that accompanies you almost nearly for 1400 years.

However, advocated simulation aggravates and you accuse of others whom you adore. In addition, you become aggressive. You want to abstain from all the harmful addictions injected to your vessels. Admitting that you are wrong, you long for your access to the abundant wealth which contains peace, honor and purity.

Finally but luckily; you recollect your ACKNOWLEDGED ABBREVITIONS alongside your cemetary such as being simple, modest, generous and faithful. You  find the abundance among this simplicity. I call them   ACKNOWLEDGED ABBREVITIONS because it sometimes takes time to understand what the importance of being a human is. 

TURGAY URGUR

19 Aralık 2018 Çarşamba

UYKUN

Gecemin koynundasın,
Boğsam haberin olmaz.
Ruhum kalbimde, bedenin beynimde,
Ben istemezsem ikisi bir olmaz.

Çaresiz her gün yanıma gelirsin,
Ben izin vermedikçe gidemezsin,
Yanımda ne kadar kalacağını sen bilemezsin,
Nereye gitsen, kiminle gitsen bensizliğe direnemezsin.
İşveler, nazlar, diller bilsen de,
Ben gassalım, meyyit gibi önüme gelirsin.

İstemem kabusun olayım,
Seni kan ter içinde koyayım,
Rızanla gel tüm dertlerine derman olayım,
Bana doyduğunda seni salayım.
Rızanla gel kimse dokunamasın,
Sen rüyalar alemimdeyken varsın dünya yıkılsın. 


11 Kasım 2018 Pazar

GÜNAH KOKUSU

Günah kokusu,
Cehennemin etten dokusu,
Ayna korkusu,
İsyan ile paklanma arzusu.

Çürümüş kalp kavurması,
Beynin bulantısı..
Çıktısı,
Bıçkısı.

Kendi nefesini tanıyamama,
Köşe bucak saklanma,

Örtme, örtünme,
Şeytani öykünme,
İnsani kamuflaja bürünme,
Lanet bataklığına sürünme,
Kendi eliyle ruhunu gömme.

İlk günahı diliyle tadar,
Bakışıyla bire bin katar,
Kulaklar keyfine bakar,
Düşüncedir 'bu kokuyu' saklar,
Son sevaplar da dayanamaz akar.

Menekşelerden kalkan kelebekler,
Cehenneme uçtu.
Koca bir orman,
Ardından bakakaldı.
Güneşin batışı titredi,
Toprak ilk defa ürktü.
Aylarca yağmur yağdı,
Rüzgar hiç dinmedi,
Günah kokusu geçmedi.






4 Kasım 2018 Pazar

HAYAT (1)


Hayat, yorumlayamadığımız henüz yorumlanmamış bir rüyadır. Birçok şeyi yaşadığımızı sanırız ama onların geçişini saniyelerle ifade ederiz. Bilim onu yorumlayamadı. İnanmak ona bir yere kadar anlam verdi. Ve onun için ‘masiva’ dedi. Ölmek için yaşadığımız doğru mudur? Evet, haklısın sonsuz bir hayat için geldik ve gideceğiz. Peki, hayatı acılaştıran bu ölüm korkusu nedir? Bu yarış nedir? Koca İnsanlık tarihi boyunca kaç kişi teslimiyet halindedir ki?

Savaştan uzak savaşı tartışanlar, açlıktan uzak riyazet arayanlar gibiyiz. Her şeyimizin olmasını isterken aynı zamanda aşkta faniliği, hayatta sonsuzluğu istiyoruz. Bu manada; her şeyi istemek başkalarına hiçbir şeyi bırakmak oluyor.  İstemekten öte adeta tüm varlığımızı geçenlere – geçeceklere vermek istiyoruz.

Başkalarından çalınanları paylaşmak gibi 3. Sınıf bir ‘paylaşma’ modası peydah oldu. Fazlalıkların 40ta 1’ini vermek gibi vicdani bir salınımı koruma subabı olarak şuurlarımıza taktık. İbadet: cezadan kurtulmak için yaptırılan periyodik muayene gibi algılanır oldu. Değiş tokuş aklımızı başımızdan aldı. Market reyonlarının önündeki kararsızlık neredeyse en büyük tercih – en esaslı demokratik hakkımız oldu. Lakin kasiyere vardığımızda sadece paramız kadar seçme ve seçilme hakkımız olduğunu yüzümüze vuruyorlar. 10 kuruşun yoksa poşetteki en son malzemeyi alamıyorsun. En çok değer verdiğimiz iki şey: kazanmak ve harcamak. 
Düşünmek yerini düşünüyor gibi yapmaya, inanmak yerini inanıyor gibi yapmaya bıraktı.

Hedonizm çağın yükselen hastalığı oldu. Lütfen bana birileri; hedonizmden uzak (ari) bir düşüncenin, siyasi bir topluluğun varlığından bahsetsin. Varsa böyle bir meşrepten veya akımdan bahsetsin.
Yansımalar dünyasında hem aynayı tutan, hem bakan, hem bakmakta olduğu şeyi yapan; hem de arsız ve fütursuzca aynaya gelen ışık olmak istedik. Merkeze kendi varlığımızı öylesine bencilce, hırçınca ve küstahça yerleştirdik ki! Adeta bizim dışımız yok oldu. Kendi ürettiklerini kendisi sanan, bu ürettiklerini tüketirken de aslında kendi benliğini yiyen bir insana dönüştük. Ne kadar tüketiyorsak, o kadar vardık.  

Oysa bir şeyin bir yaratıcıya bakan, bir kendisine bakan yönü vardır. Yani arının bir tarafı kendisine ve insanlara bakar, diğer tarafı Halıkına bakar. İnsanın bir kendisine bakan yönü bir de yaratıcına bakan yönü vardır. İnsan hayattaki neye bakarsa baksın; eğer bu dünyaya bakan anlamına bakarsa aldanır. Bu bağlamda; hayatın da kendi manasına(bu dünyaya bakan manasına) değil Allah’a bakan manasını görmek icap eder. Avrupa felsefesi ekser itibariyle hayatın kendi manasına baktığı için; tüm gücünü o yöne vermiştir. Kısmen ilmen terakki getirmiştir lakin manen hiçbir şey verememiştir. Verseydi barışı, özgürlüğü, zenginliği sadece kendisi için konuşmazdı. Kendisi gibi olmayanlara kan kusturmazdı. Ağzına doladığı medeniyet yalanını Orta Doğuda kusmazdı. Hayatı anlamlandırmada insana düşen niyet ve nazardır. Kişi niyetini iyi tutarsa kötülüğü iyiliğe, günahı sevaba, batılı hakikata dönüştürür. Yoksa nefsin ve nefsi tahrik edenlerin maskarası olur. Kendisini yukarıda mevzu bahis ettiğimiz: tüketimin, hedonizmin ve her türlü kandırmacanın sefil bir hizmetçisi olur. Kişinin neye nasıl baktığı çok önemlidir. Raftaki bir paket unu para ile alınan bir meta görmek ile Rahman ve Rahim olan Allah’ın kıymetli bir nimeti gibi görmek arasında Cennet ve Cehennem gibi fark vardır. Müslüman ne bir paket unu, ne ekmeği, ne unu, ne havayı, ne suyu, ne de hayatı manasız ve de Yaratıcından ayrı görmez-göremez. Hayatın mahiyetini arayan nazar, niyet ve hayatın hayatı verenle olan ezeli ve ebedi bağını müşahade etmelidir.  Evet Malik değiliz lakin kendimize Malik nazariyle bakıp; Malikimizin had ve hududunu bir nebze olsun anlarız. Ve ölüm hakdır. Her  insan ölüme doğru yaşar. Öyleyse insan aslında ölümü anlamadan hayatı anlayamaz. Beden bu dünyada yaşamayı keşf ederken, ruh da aynı şekilde ölümü keşf etmelidir. Hayatın gerçek tadını ancak ölümü, ölmenin amacını anlamaya çalışanlar idrak edebilir.

İnsanın bugün ruhunu sıkan, benliği daraltan etrafındaki nesnelerin, kurguların, sözlerin ve de uğraşların çokluğudur. Lakin bunlara mukabil insanın şahsına ‘teslimiyet’ gibi bir anahtar verilmiştir. Bu anahtar sadece dünyanın manasını değil aynı zamanda sonsuz bir hayatın muhtevasını da insanın şuuruna yakınlaştırır. İşte bu yüzden huzur hiçbir zaman pervasızca tüketmekte, daha çok tüketmek için daha çok çalışmakta olmamıştır.
Huzur yaptığın ve yapacağın işlerde O’nun rızasını aramakta olmuştur.

Sonuçta; ibadet ve ibadetin rükunları; zekat ve içeriği, hac ve değeri, oruç ve kıymeti ancak şuurlu bir teslimiyet ile yapılırsa netice verecektir.  Ve hayat yine de…. Belkide ….bir rüya olarak kalacaktır fakat en azından kabus olmayacaktır.

(devam edecek)
Turgay URGUR




3 Kasım 2018 Cumartesi

Muska (1)

Senden ruhuma muska,
Bedenime maske yaptım.
Günahlarımın ölü ikizini minnetine gömdüm.
İsmim, cismim mihnet vermesin diye,
Adımı mezarıma yazdırmadım.

Hayallerimi cami avlusuna,
Benliğimi kumar masasına koydum.
İkisini de alan,
Sen kimsin diye soran olmadı,
Sadece acıdılar.
Acındım.

Ve acınmak hepsinden de beterdi,
Ne de olsa....
İstememenin diğer adı,
Pişmanlığın kibarı,
Hiç olmasaydı demenin Türkçesi:
Acımaktı. 
Muskama baktım.

Mahut bir hüzün geldi aklıma,
Gülmekle çıkardım.


devamı gelecek.........

Turgay URGUR





27 Ekim 2018 Cumartesi

AGUŞ



Üşüdüğün şehre güneş doğuyor şimdi,
Çiçekler  yağıyor.
Sabah ezanıyla,
Gül  kokuları sokakları kaplıyor.
Köpekler susuyor,
Ayyaşlar utanıyor,
Rüzgar usul usul kayboluyor,
Al yıldız bayrağı görünce,
Yine melekler kıskanıyor.  
Doğru…Son halin yürekleri sızlatıyor,
Tekbirler, selalar ve dualar eşliğinde;
Bir ülke kıyama duruyor.
Seninle çaresizliğini,
Seninle acizliğini anlıyor.
İnsan olduğunu hatırlıyor.
UTANIYOR…..  

Hoyratça geçen zamana,
Arsız günahlara,
Düstursuz laflara,
Şana, şöhrete,
İsrafa,
Ve de şuursuzluğa bakıp
UTANIYOR.   

Üşüdüğün şehre güneş doğuyor şimdi,
Çiçekler  yağıyor.
Şirkler ve tövbeler beyni dövüyor,
Diller ve gözler birbirini yalanlıyor,
Ruh ve beden yer değiştiriyor,
Ve geceyi,
Ve sabahı,
Ve koskoca bir ülkeyi sessizlik kaplıyor,
Al yıldız bayrağı görünce,
Yine melekler kıskanıyor.  
Doğru…Son halin yürekleri sızlatıyor,
Tekbirler, selalar ve dualar eşliğinde;
Bir ülke kıyama duruyor.

TURGAY URGUR

4 Ekim 2018 Perşembe

Tasannû




Nedir? Yapmacık hareket, zorla bir şeyi daha iyi gösterme gayretidir. Günümüzün ruhi hastalıklarındandır. Tedavisi riyâyı ve zilleti bırakmaktır. Riyâ: Özü sözü bir olmamak, inandığı gibi hareket etmeyiş, gösteriş, iki yüzlülük. Zillet ise aşağılık, horluk, alçaklık manasındadır. Bu tür hastalıkların tedavisi zor gibi görünse de aslında gayet basittir. Çünkü insanın iradesindedir. Tedavi için besmele ile güne başlamak, salavat getirmek, niyeti her daim temiz tutmak gerekmektedir. İsrafı bırakmak, şükr etmek, başkalarına değil kendimize bakmamız gerekmektedir.  

turgayurgur

3 Ekim 2018 Çarşamba

EMANETÇİ 2


Batıya hayranlık dinsizlik ve deizm gibi akımlara neden oldu. Maddi terakki hayatın ana unsuru gibi kabul edildi. Madde geçici olduğu için kıymetsizdir. Kıymetsize güvenmek hayal kırıklığıdır. Madde hayatın özü ve içeriği değildir lakin ilerlemeden, akıldan ve teknolojiden uzak kalmak da Müslümanlık değildir. Geri kalmışlığı sürekli dış nedenlere bağlamak insanı mesuliyetten kurtarmıyor. İnsan iman ile en yüksek mevkilere çıkar. İmanın gereği dünya hayatını bir düzen ve medeniyet üzerine inşa etmekle ilişkilidir.


İnsanın maddesi ruhunun kıymeti ile değerlenir.

Ruh şuurlanınca Allah’a kul olduğunu anlar.

Kul olduğunu anlayınca insanda Allah’ın sıfatları ortaya çıkar. Bu ne de güzel bir haldir.


28 Eylül 2018 Cuma

Emanetçi - I






Dünya devirlere, yıl günlere, gün de saatlere bölününce; insan kendisini bu döngüde baki bir seyirci zannetti. Bitişe doğru ilerlerken sandı ki dünya genişleyecek. Biriktirdikçe sahip hatta malik olacağını hayal etti. Tûl-i emel yükünü yüklendi. (Tûl-i emel=boş arzular) Günümüzde bu boş arzular sanal dışa vurumlarla kendini gösteriyor. Tüm medya araçları ve özellikle de sosyal medya insanlar için gerçekle sanılanın yer değiştirdiği bir alan olmuştur. Artık mutlu olmak yok, mutlu hissetmek(facebook dili) var. Artık eğlenmek yok, eğleniyor hissetmek var. Yorulmak yok, yorgun hissetmek var. Bu sanılan dünyanın gerçek yaşantıya karşı bir üstünlüğü de oluşmuş durumda. Örneğin insanların arkadaş sayısı orada daha çok, hayatla ve/veya kendisiyle ilgili yaptığı yorumlar orada daha çok. 24 saat içinde sanala/sanılana verdiği zaman da çok. Ve insanlar farkında değil ama sanılan dünya için yapılan harcamalar daha çok. Çünkü sanılan dünyada bir şeyi paylaşmak için öncelikle onu kısa süreli de olsanız yaşamanız gerekiyor. Anlık paylaşım günün veya haftanın tamamını içine alıyor. Anlık paylaşım gerçeğin merkezi olurken diğer geri kalan zaman sanallaşıyor. Yani… Örneğin,  yemek yeme gibi en basit ve fıtri bir ihtiyaç bile bugün sanalın içindeki paylaşım koşullanmasının bir parçası oldu.  İnsanlar bulundukları yerden uzak bir yere giderek orada çok eğlenmiş hissediyor, bunu çözünürlüğü yüksek- internet bağlantılı bir telefonla paylaşıyor. En sondaki paylaşma isteği başlangıcından sonuna kadar tüm günün veya haftanın gizli tetikleyicisi oluyor. Anlık paylaşım için epey bir masraf gerekiyor. Herkesin çoğu şeye en azından bilgi veya görsel olarak ulaşabilmesi kalbin merkezinden dışa birçok menfez açıyor. İlgi, öncelik ve gereklilik ortadan kalkıp yerine zihni yorgunluk ve tatminsizlik yerleşiyor. Durum böyle olunca, insan asıl vazifesinden ve hayattaki ulvi gayesinden uzaklaşıyor. Elimizdeki bir telefonun bile en azından kendi kullanımımız için yarı özelliğini biliyoruz, bazıları sahip oldukları arabaların neredeyse tüm detaylarını biliyor. Tekeri patladığında değiştiriyor, motoru arızalandığında çözüm arıyor, algısını- vergisini kuruşu kuruşuna biliyor. Lakin… buraya dikkat! Aynı insan kendi içindeki karaciğeri, böbreği, beyni, kanını fonksiyonel ve içerik olarak bilmiyor. Maddeten bilmediği/bilmemesi maddi bir alemi, maddi getirileri ilgilendirir fakat insan kendisine verilenlerin manevi gerekçesini ve nihai amacını bilmiyorsa asıl problem orada olur. Düşünen, duygulanan, konuşan, hisseden, paylaşan bir insan sadece ve sadece 65-70 yaş ortalamayı tutturmak için yaratılmış olamaz. Evet bizler sanal dünyanın denekleri, boş arzuların maskarası değiliz. Bize emanet edilen ve Yüce Yaratıcıya dünyada iken az bir ücretle satmamız gereken bir hayatın sahibiyiz. İşimiz zor gibi görünse de aslında kolay çünkü bizlerin bize bizden fazla değer veren bir davetçisi var. Dünya hayatının Allah’ın isteği doğrultusunda nasıl yaşanacağını ve cennetin nasıl kazanılacağını anlatıyor. O Kişi âlemlerin nuru Hazreti Muhammettir.

Kalbin, Allah’ın isimleriyle dolmasına ihtiyacı vardır. Çünkü huzur sadece bundadır. Buna mukabil kalbin düşmanları da vardır. Kalp merkezinde O’ndan başkasını kabul etmez. Kalp tam manasıyla O’nun için var olduğunu anlarsa kişinin cismine gerçek manada ruh olur.  Kalbin hayal gibi bir hizmetçisi vardır. Eğer kalp istikamet bulursa hayal insanı alemden aleme gezdirir. Bu alemlerin rehberi O’dur. Rehbere olan aşk sanal paylaşımla gerçek olmaz. Namazla ilgili paylaşım namazın, doğrulukla ilgili paylaşım ahlakın, çalışkanlıkla ilgili paylaşım çalışkanlığın yerine geçemez.  Bu bağlamda haşir gerçekle sanalın ayrıştığı, semerelerin tasfiye edildiği yerdir. Cennet ve cehenneme mukabil tüm bu dünyadaki gerçeklik alemi ise sanılandan/sanaldan ayrıştırıldığında imtihan yerinden başka bir şey değildir. Bu imtihan süreciyle ile ilgili insanın üzerinde durması gereken hususlardan en önemlilerinden birisi kişinin en ufak günahını, kusurunu, tembelliğini bile küçümsememesidir. Çünkü her insan diğer insanlar gibi içinde bir alemi barındırır. Kendisini bu dünyanın merkezi kabul eder. Kalpteki en küçük şüphe bile insanın tüm evrene bakışını bozar ve çirkinleştirir. Baktığını göremez, gördüğünü anlamaz, anladığını sandığı ise asıl mana değildir. Kalpteki küçük şüphe zihnin muhakemesini ters yüz eder. Böyle bir insan gölgeyi gerçek sanır. Oysa gölge iradesiz, sessiz, hissiz ve etkisizdir. 2000 yıl önce mağaradaki gölgeler bugün en fazla sanallar/sanılanlar olarak hayatlarımıza girmiştir. Biz ne gölgeyi ne de gölgenin cismini arıyoruz. Benliğimizden, tÛl-i emellerimizden sıyrılıp kelebek misali güneşe uçmak ve orada yanmak istiyoruz. Emaneti Sahibine arınmış, tertemiz vermek istiyoruz.      

TURGAY URGUR

22 Eylül 2018 Cumartesi

NEŞTER

İlahi bir maharetti aşkın,
Yüreğim işte bundan şaşkın.
Bilmiyorum sabrım niye aşgın,
Hançerlerken gözümü bakışın.
İğnesiz, ipliksiz yüreğime nakşın,
İstesende ondan yok kaçışın.
Gayr-i ihtiyari sözlerim taşkın,
Çünkü ölüm fermanı her bir göz yaşın.

TURGAY URGUR

19 Ağustos 2018 Pazar

BYN 2



Sevmek güzel bir bakıştır,

Hal hatır sormaktır. Allah’ı anmaktır.

Sevmek ikramdır.

Bir çocuğun gönlünü almaktır. Allah’ı anmaktır.

Kendi kusurlarımızı görüp O’nun huzurunda hayretle ve muhabbetle eğilmektir.

Kuddüs ismine hürmeten bedenen, ahlaken temiz olmaktır. Münezzeh ve mualla olduğunu bilmektir.

Dünyanın esir hayatına mukabil bize verilecek olan sonsuz hayatın hayaline sarılıp Allah’a şükretmektir. Şükr etmek demek O’nun için verebilmektir. İhtiyaç sahiplerine para, moral, destek, bilgi verebilmektir. Sevmek almak değil verebilmektir.

Beş kuruş fayda vermeyen nakıs uğraşları terk edip güne besmele ve fatiha ile başlamaktır.  Böylece insan alemlerin rabbine medh ü sena etmiş olur.

Ancak Sana kulluk ederiz demektir. Allah’ı anmaktır.

En basit sorunlar insanı üzer, derde düşürür, onu zayıf bırakır. Borçlar, hastalıklar, ayrılıklar onu korkutur. İşte bu kadar acizliğin içinde sabah vaktinde Rabbinin huzurunda kendi çaresizliğini anlar ve dağlar büyüklüğünde engeller karşısında yüreğini sabırla doldurur. Sevmek sabretmektir. Sabahları Allah’ı anmaktır.

Buradan alınıp başka bir memlekete gideceğiz. Sevmek gidilecek yere hazırlanmaktır. Sevgili’ye sunulacak hediyeler hazırlamaktır. İsyankâr değil muti olmaktır. Bize hayatı veren elbette yine yanına alacaktır. Sevmek O’nun bu sevgisine layık olmaktır.

Büyük mahkemenin varlığını bile bile kusur, ayıp işlememektir. Kul hakkından uzak durup, zekatı hakkıyla vermektir. Allah için almak, Allah için vermektir.

Sevmek işimizi düzgün yapmaktır. Bütün yaratılmışlar insanın emrine verilmiş iken, O’nun bu rahmetine, rahimiyetine mukabil işlerimizi düzgün yapmaktır. Yaparken O’nu anmaktır. Bismillah demektir. O’nun rızası yoksa yapmamaktır. O’nun rızasının dışında iş yapanlardan olmamaktır.

Sevmek bayramda bir olmaktır, sevmek kurbanı O’nun rızası için kesmektir. Çocukları sevindirirken kesenin ağzını açmaktır. Zengin ölmemek, varlığı O’nun rızasına harcamaktır.

Bayramınız kutlu olsun…..

Turgay URGUR

16 Ağustos 2018 Perşembe

BYN 1 / TURGAY URGUR


Ünlü futbolcuların aldıkları paraları çok görmeyin. Onlar çocukluktan itibaren topla birlikte hayallerinin peşinden koşanlardır. Sahada her tekmede biraz daha ileriye giden top her seferinde gerçekleşmiş hayali bir öteye atar. Yaptıkları iş değil aşktır. Aşkları için hayatlarının en mükemmel çağını verirler.  Bu manada belki de işleri için en fazla mesaiyi harcayan onlardır. Ter dökmek onların yaptıkları işin en zevkli kısımlarındandır. Riski hayatlarının daha ilk başlarında onlar alırlar. Sakat kalmak, hiç bilinmemek, iyi bir kulüpte oynamamak onların aldıkları en önemli risklerdendir. 40 yaşında bile olsalar hem kazandıklarında hem de kazanamayınca en masum gözyaşlarını onlar dökerler. Takım, ekip ruhunun ne olduğunu en iyi bilenlerdendirler.  Gol atınca sevinç onlara yakıştığı gibi, ilginçtir sahada kızdırıldıklarında tüm stad onlarla birlikte kızar. Tüm dünyada milyonları aynı anda ayağa kaldıran kaç kişi vardır ki?





9 Ağustos 2018 Perşembe

MED CEZİR



Ne diller döktüm,
Başı eğilmesin diye.
Başından güller döktüm,
Yüzü gülsün diye.

Kim bilir yıldızların ne zaman kayacağını?
Hayal iken kâbus olup kan kusturacağını,
Koca kâinatın dar gelip,
Bir avuç toprağın yar olacağını,
Kim bilir?

‘Arsız düşünce’ değil mi? Beni edepten soyan,
Ruhum çıplak sokağa koyan,
Vicdanım değil mi arkamdan konuşan?
Sonra da günahımla baş başa bırakan.
Peki, hadi…. her şeyi anladık da; sen değil misin?
Hiçbir şey olmamış gibi davranan.

Sen değil misin?
Ne oldu? Sustun.
Yoksa .. Varlığını mı kustun?

Doğru ben karanlığa aşığım,
Belki de sadece buna alışığım,
Alışmanın kaçınılmazlığını kim bilirdi ki?
Kabullenmenin zorluğunu,
Ya da … alıştıkça zorlanmanın kaçınılmaz kabulünü kim bilirdi ki?
Bilseydi kimse sevmezdi.
Sevmek istemezdi.  

Yoksa 'Sevmek!' birisinin elinden ölmek mi?
Ya da ölüme terk edilmek mi?
Yaşasın adalet! Öldüren de ölüyor.

‘Çocuksu hayallerim’ değil mi? Beni maskara eden,
Yaşlansam da ruhumu eğlendiren,
Vicdanım değil mi arkamdan konuşan?
Sonra da günahımla baş başa bırakan.
Peki, hadi…. her şeyi anladık da; sen değil misin?
Hiçbir şey olmamış gibi davranan.
Sen değil misin?

Ne oldu? Sustun.
Yoksa .. Varlığını mı kustun?

Evet. Yıldızların ne zaman kayacağını bilseydik,
Umutlara tutunmazdık delicesine,
Sevilenin katil olduğunu bilseydik,
Arsız düşüncelere mağlup olmaz,
Çocuksu hayaller kurmazdık. 

ve hiç bir şey olmamış gibi davrandığında,
Her gün öl diye,
Alış diye, 
Kabüllen diye, 
Zorlan diye
Bu günahın yarısını,
Vicdanımla birlikte yanına bırakırdık. 

 Ne diller dökmüştüm
Başın eğilmesin diye.

Başından güller dökmüştüm,
Yüzün gülsün diye.



TURGAY URGUR


MAĞLUP



Sözlerin gururuma,
Acın sabrıma,
Düşüncen umutlarıma mağlup.

Hayalin fikrime,
Kahrın duama,
Gençliğin aşkıma mağlup.

İnadın yıllara,
Gecen sabaha,
Vedan vefama mağlup.

Şükürler olsun,
Sen bana mağlup.

24 Temmuz 2018 Salı

ANSIZIN / (COTON SERİSİ)





Ansızın gelme bana,
Ap ansız hiç gelme.
Dayanamam. Kaldıramam.
Beklemeyi öğreneyim,
Sabretmeyi çözeyim,
Eriyeyim,
Hatta biteyim. Öyle gel.
Günler yıllarda unutulsun,
Ömür kurutulsun ömür,
Şiirler, sözler bitsin. Öyle gel.
Her şey anlamını yitirsin,
Mazim silinsin mazim,
Çektiğim bilinsin. Öyle gel.
Umutlarım ölsün,
Benden başka herkes gülsün,
Son gözyaşım süzülsün. Öyle gel.
Gel ki! Kıymet bileyim…
Ansızın gelme bana!
Kutuplarda yaşayayım,
Geceyi, gündüzü unutayım.
Aç kalayım. Sana susayayım.
Tatları unutayım.
Ekişiyi, tuzluyu unutayım.
Acıyı unutayım.
ACILARIMI UNUTAYIM öyle gel.
Gülmeyi unutayım.
Ağlamayı unutayım,
Bakmayı unutayım
Mesela aynaya bakmayı unutayım. Öyle gel.
Hepsini geç. HEPSİNİ GEÇTİM.  Düşünmeyi unutayım.
Çok istiyorum: ‘Düşünmeyi unutayım.’ Öyle gel.
Günahlarımı, yalanlarımı unutayım. Öyle gel.
Çocuk olayım çocuk. Öyle gel.
Geçmiş olayım, bitmiş olayım,
Çocuk olayım çocuk. Öyle gel.
Ansızın gelme bana!
Ap ansız hiç gelme! 
Toprak olayım öyle gel.
Bas. Çiğne.
Doya doya bas. Çiğne, ez.
Unutulayım. Öyle gel.
Turgay URGUR

16 Temmuz 2018 Pazartesi

15 Temmuz


15 Temmuz’u hakkalyakin  mertebesinde idrak etmek için Türk-İslam tarihi hakkında mutlak ve mutlak, ön koşulsuz ve ön yargısız, vicdan ile çerçeveli asgari bir hümanist vizyona sahip olmak gerektir.  

Yoksa olmaz.

‘Acabalar’ ararsın, yorumların tesirinde kalırsın, bu işin siyaset olduğunu bile düşünürsün. Hatta ve hatta dinin alet edildiğini bile söylersin.

FETÖ, ta 1990’lardan bu yana Devleti ele geçirmek için planlar geliştirmiş bir örgüttür. Bu yapı için zengin ve akıllıdan başka önem arz eden bir varlık yoktur. Onlar da ‘ancak’ kendilerine hizmet ettikçe değerlidir. Aslında Fetö’de ‘değer’ denilen bir mefhum da yoktur. Kimse ya da hiçbir şey onlar için değere sahip değildir. Bu süreçte hapislerde kendi hallerine bırakılmış örgüt üyeleri bunun en güzel örneğidir. Beyinlerinin yıkandıkları doğrudur çünkü şu ana kadar ‘pişmanım’ diyenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Suçlamaları inkar etmelerinin en büyük nedeni içlerinde taşıdıkları ‘fetöyü koruma’ dürtüsünden dolayıdır. İtirafçılık ise fetönün karakteristik özelliğini yanılsama ile binde 1 olsa da yansıtmaktadır. Her neyse… asıl konumuz.. 15 Temmuz’u anlamak.  Yoksa derdimiz “Hainlerde pişmanlık var mı?yok mu?” bunu ölçmek değil. Allah bu Millete kurşun sıkanların cezasını elbet verecektir. Bu öyle dünyalık müebbetle ödenecek ucuzlukta değildir. Üstad Said Nursi’nin dediği gibi; ‘Zalimler İçin yaşasın Cehennem.’

15 Temmuz’u anlamak için ‘Hicreti’ gerektiren nedenleri bilmek gerekir,

Sahabilere yapılan  zulmü, Peygamber Efendimizin vefatından sonra gelişen olayları, İslam’ın yayılışında karşılaşılan zorlukları, Osmanlı’nın 600-700 yıllık askeri mücadelesini bilmek gerekir. ‘Neden Osmanlı hep savaşmak zorundaydı?’ bilmek gerekir. Abdülhamit’in 1. Dünya savaşından önce aldığı tedbirleri, Çanakkale’de can veren 15 yaşındaki yiğitlerin cepheye gitme düşüncesini bilmek gerekir.
28 Şubatı çok iyi bilmek gerekir. Ve de fetönün 28 Şubatta baş örtüsü için fürüat dediğini kesinlikle bilmek gerekir. Bu bilinmezse; 15 Temmuz’da fetö subaylarının baş örtülü şehit ve gazilerimizi neden itip- kaktığını anlayamayız. Örneğin 28 Şubatta fetönün eski Cumhurbaşkanları Süleyman Demirel ve Özal için dediklerini bilmek gerekir.   

Yazımın girişinde Türk-İslam dedim.  Çünkü 15 Temmuz bu ikisini hedef almıştır. Sözde sosyalistler, insan hakları seviciler 15 Temmuz’da izlemeyi veya bankamatiklerden para çekmeyi tercih etmiştir. ABD’ye iyi bir tokat için tarihi bir fırsat ele geçmiştir. Onu da tüm devrimciler kaçırmıştır.  

Yazımın girişinde ‘ön koşulsuz’ dedim. Çünkü vatan savunmasında aile, ana, baba, çocuk hesabı yapılarak yola çıkılmaz. 

Ön yargısız dedim. Dedim çünkü bir zamanlar bu ülkede insanlar savaşa çıkarken-vatan için ölmeye giderken ‘benim partimin, benim ideolojimin, benim tarikatımın savaşı’ diye çıkmıyordu. Bayrak için, din için, ezan için, namus için diye çıkıyordu. Sol düşünceyi bir kenara bırakın. Çok acıdır…. Bu ülkede ‘Sonuna kadar izleyelim de ona göre pozisyon alırız.’ Diyen kendilerini İslami sanan gruplar bile mevcuttur.  Düşünsenize.. HDP’ye oy veren-verebilen sözde dini grupların zihni yapısını anlamadan 15 Temmuz anlaşılabilir mi?  
Vicdan ile çerçeveli hümanist bir vizyon dedim. Çünkü insan, o kadar parçalanmış şehit varken, bütün bu yaşananlar için ‘tiyatro’ diyebiliyorsa; o kişinin insanlık duygularının varlığından bahsedemeyiz. Bu manada 15 Temmuz’da mücadele verenler, bu sevdaya gönülden destek verenler gerçek vatanseverlerdir. Bu şehitler, o gece eğer Kemal Kılıçtaroğlu Cumhurbaşkanı olsaydı ve Kemal Bey çağrı yapsaydı yine sokağa çıkarlardı. Yine şehit olurlardı.  Çünkü( burasını kesinlikle unutmayın!!!) 15 Temmuz’da yaşananlar siyaset üstüdür.

 Evet… ya o gün… bu destansı mücadele verilmeseydi ne olurdu?

Velhasılı – malumunuz ‘tiyatro ve sinema’ batı menşelidir. Biz de ise bol miktarda KAHRAMANLIK DESTANI mevcuttur.

ALLAH birliğimizi, dirliğimizi bozmasın. Askerimize, polisimize güç versin.

Tüm şehitlerimize rahmet, gazilerimize uzun sağlıklı ömürler diliyorum. Allah onalrdan razı olsun.


TURGAY URGUR       


4 Temmuz 2018 Çarşamba

Dear Catherine Manthrope,


Dear Catherine Manthrope,

First of all, let me introduce myself. I have graduated from the department of English Language and Literature in Turkey. Later, I started working as an English teacher. This is my 15th year. I am 40 years old, married and have two daughters.
As I mentioned before, I am also working at my father’s appliance store. It is one of the most famous brands in Turkey, named ‘Arçelik’. I mean I have some experiences as a clerk in our shop.
I tried to observe the human behaviors via my professions. And I started writing a blog in 2010 (http://turgayurgur.blogspot.com/)  It has about 700 writings about education, history, art and some other issues. I gave my daughters’ names to the blog. It took a long time to produce them.
Now the problem is… or the weird responsibility that I feel is… I want to share them with lots of people, come up with new solutions for the children’s education world. I only want to tell them to the other members of education intuitions.  
Interestingly, the time that I gave on these subjects gave me the courage to write to you. In the paper, I read that you invited Turkish students to the UK. I am sure nobody loses if I/we have a chance to try it. Because I think that east-west-north and south should exchange their ideas for deserved lives.
If you will come to Turkey again, please contact me.
If this mail has a meaning for you, I will write in a detailed and organized style.
Pardon me for the grammar mistakes,

14 Haziran 2018 Perşembe

kafana kafana 1


Artık korkularım var,
Sevinsen mi? bilemedim.
Zamandan,
Umutlardan,
Hayattan,
Artık korkularım var.
Aman yanlış anlama!
‘Artık’ dediğim: kalıntı manasında.
‘Kalıntı’ dediğim;
Yalanların gibi,
Yaşattıkların gibi,
Sen gibi sen.
Yani: ‘artık’ dediğim; bundan sonra, bundan böyle manasında değil.
Çünkü sen bundan sonra yoksun.    




29 Mayıs 2018 Salı

KIRIK


Kırıldı,
Camlar,
Sadece camlar değil,
Gönül çerçevem,
Hayallerimin vazosu,
Onurumun tek taşı,
Sabır tespihlerim kırıldı.

turgay urgur


25 Mayıs 2018 Cuma

Seçimleri feraset kazanır.


Feraset nedir?

§  Anlayışlılık, çabuk seziş. (Aslı firâsettir)
§  Çabuk sezme ve anlama kàbiliyeti.
§  Keskin anlayış, sezgi.

Zihin uyanıklığı. Bir şeyi çabukça anlayış yeteneği. Bir kimsenin ruhsal, zihinsel halini ve yeteneklerini yüzünden, duruşundan, tavrından vb. anlamak. Firasetin bir çeşidi de sebebini anlamadan ve ilham eseri olarak vücuda gelen seziştir. Diğer çeşidi de kesbîdir. (kesbî: çalışmakla kazanılan, sonradan elde edilen, doğuştan olmayan).  Çeşitli huy ve mizaçları bilmek neticesinde ortaya çıkar.

Onun için kimse kendini siyasi yorumlarla fazla yormasın. Gündelik siyasete takılmasın. Üç beş haber okuyup, 2 program izleyip, ekranda siyasetçi dinleyip; anket sonucu çıkaracağım diye kendisini üzmesin. Umudu yoksa boşuna heveslenmesin.

Mükemmeli aramıyoruz. Kendi yapmadıklarımızı da başkalarından beklemiyoruz. Durum ortada; Türkiye’nin siyasi tarihi gayet net. Terörle verilen mücadele, boşa geçen zamanlar, yapılmayan hizmetler ortada. Türk insanı hangi seçimde hangi tercihi yapmışsa; en iyisini yapmıştır. Bundan sonra da yapacaktır.   

Siyasete girecek, giren kişilerin öncelikle halkın teveccühünü kazanması gerekir. Halktan uzak olmaması, halkı bilmesi gerekir. Ve en önemlisi de halka saygılı olması gerekir. İnsanların yaşam şekillerine, düşüncelerine, varlıklarına, farklılıklarına saygı göstermesi gerekir. Bu da Müslüman Türkü tanımaktan geçer. ‘Vatandaşın sabrı nereye kadardır? Ne tür davranışları sevmez? Neler onu kızdırır?’ bunun gibi vatandaşla ilgili ne kadar hassas nokta varsa bilmesi gerekir. Yoksa bu işin(seçimin) vaatle falan ilgisi yoktur. Vatandaş kendi kendisine kaldığında gerçeğe bakar. Evinin, mahallesinin, şehrinin, ülkesinin huzuruna bakar. Seçim ,seçime 1 ay kala vaat listeleri oluşturmakla kazanılmaz. En az 5 senelik bir çalışma ister.

Çelişkilerle de seçim kazanılmaz. Hadi günlük siyasetteki söylem değişimlerini normal karşılayabiliriz. Lakin… Seçmen, seçime giren her partinin 10-15-20 -30 senelik geçmişini, huyunu, huysuzluğunu, Millete yaptıklarını hesaba katar. Hadi bu sefer de  ‘şu’ oluversin diye ülkeyi teslim etmez. Çünkü bu iş 23 Nisanda koltuğu bir saatliğine devretmek gibi olmaz.

Vatandaş seçimde duygusal davranmaz. Koskoca ülkedeki münferit olaylara bakarak oyunu değiştirmez. Diğer partilerin seçmen profiline bakar. Ve der ki: Benimle aynı düşünceyi paylaşmayan bu kişilerin bana saygısı var mı ? diye düşünür. Eğer bana, benim düşünceme, (işin aslında) farklılıklara saygısı yoksa ‘bu adamlara ülke teslim edilmez.’ der.

Seçimleri Türkiye’de feraset kazanır……….

Laga-luga kazanmaz, nefret dili kazanmaz, hürmetsizlik kazanmaz, zulüm kazanmaz, tembellik kazanmaz, ihanet kazanmaz.  

İnşallah göreceksiniz  30 Mart'ta da feraset kazanacak. Aksini düşünen var mı?       


15 Mayıs 2018 Salı

HESAP



Ortada bir hesap var.
SEN GİT. BEN ÖDERİM.
Çok ödedim. 
Bilirim ağır olur.
Sen git. Ben öderim.

TURGAY URGUR

21 Nisan 2018 Cumartesi

FAcebook HAYATLARI UZATMIYOR



Süreç; insanın şahsına verilmiş olan ‘büyük değerini’ terk edip kendisini işportaya çıkarması ile başladı. Sonsuz saadeti hak etmekle maruf insan ne olduysa kendisini hızlıca çağın vebası olan bilgi çöplüğüne matuf hale getirdi ve bunda ısrar ediyor. Oysa omuzlarında “ruhunu  ve bedenini kaza ve kader düsturlarıyla tafsilatlandırmak ve fani dünya yaşantısını Cemil isminin cilveleriyle tasvirlemek gibi ‘Hakka teslimiyet’ ile hafifleştirilmiş hoş bir yük” vardı. Tefekkürü arayan insan sığ polemiklerden, maddi beklentilerden uzaklaşıp okyanusa açılmalıdır. Kendisini ilim  ve dua ile geliştirmelidir. Bu manada; adıyla zıt sosyal medya denilen sanal uyuşturucu masivanın çok çok ötesinde insanın tekamülüne, kulluğuna ve gayretine mani muzır neşriyat haline gelmiştir.

Kimse oturduğu bir ziyafet masasında helal ile haramın aynı anda sunulmasını istemez. Bir dost meclisinde iltifat ve hakareti aynı anda duymak istemez. Güzel bir hayalin(in), resmin, şiirin paçavraya dönüştürülmesini hem istemez hem de böyle bir çelişkiye itiraz eder. Lakin bugün müstehcen gazeteciliğin yaygınlaştırıldığı zamanlardan bu yana internet ile ayyuka çıkar derecesiyle biz Müslümanlardan domuz çiftliğinde oruç bozmamız isteniyor. Profillerimizde Cuma duası ile birlikte iç giyim firmasının reklamlarını, bir yakınımızın paylaştığı (bugün de böyle olsun istedik! adlı) kallavi yemek ziyafeti ile çöplük karıştıran Suriye’li ailenin resmini  alt alta görüyoruz. Bu noktada ne camilerin tuvaletlerinin temizliğini üzerine almayan diyanet işlerinden ne de sivil toplama hanedanlıklarından tabi ki de bir çözüm veya sahiplenme beklemiyorum. Çünkü bu iş vicdan, düşünce ve hakkaniyet ile ilgilidir. Herkesin anlayacağı ifadesi ile ‘İşte Hesabımız’. Malumunuz her hesabın bir ödemesi de mevcuttur. Sosyal medya o kadar cömert ki! bizlere bir hesaptan sıkıldığımızda diğerini (diğerlerini) açma fırsatı veriyor.  

Facebook’un projelerinden bir tanesi; üyeler öldükten sonra onların hesaplarının otomatik olarak yaşatılmasıydı. Yani sistem ölen kişi adına onun profiline uygun paylaşımlar, yorumlar ve beğeniler yapmaya devam edecekti. Allah’tan proje etik kurallarına takıldı da sekteye uğradı. Uğradı uğramasına lakin bugün bazı vefat edenlerin yakınları kendileri gönüllü olarak hesapları yaşatmak gibi bir sorumluluğu üzerlerine aldılar.  Sözün özü dijital ortamın toplumlar üzerinde büyük bir etkisi ve inandırıcılığı var. Bu etkinin iştahları kabartan kısmı ‘başkalarının mahremlerini’ görebilme özelliğidir. Ayları, haftaları ve günleri bir kenara bırakalım; gün içerisinde bile kişinin ne yediğini- ne giydiğini – ne düşündüğünü görebilir olduk. Sadece kendisinin değil yakınlarının da neler yaptığını görebiliyoruz. Bu bağlamda sosyal medya; hayatın aleni gerçeklerinden gizli-mahrem alanlarına toplu bir iltica olarak algılanabilir. Beni üzen: işin Müslümanlara bakan yönü. Çünkü altın değerinde 24 saatten ibadet, düşünce, tefekkür, aileye ayrılan zaman, kendimize ayırdığımız zamanlar çıkartıldı ve yerine bu psikolojik salgın konuldu.        

TURGAY URGUR  


27 Mart 2018 Salı

KAHIR 6


Kederlen,
Kederlen ki bu şehre nefret insin.
Yeşil, mavi ve su terk etsin.
Dönmesin çarklar,
Taş taş üstünde kalmasın.
Eğilsin nemrutlar,
Çürüsün beden.
Bedenler.
Toprak isyan etsin.
Rüzgar sussun,
Okyanus susasın,
Yıldızlar taş kussun,
Kederlen,
Kederlen ki! Anla.
Sensiz olunmadığını,
Sensiz ölünmediğini,
Bakılmadığını,
Aynaya bakılmadığını,
Suya kanılmadığını,
Günlerin yıllara kanmadığını,
Gecelerin avunmadığını anla.
Kederlen ki! Yavaşla.
Ne zamanlar,
Ne amanlar yetişiyor sana.
Yavaşla…..
Kederlen ve sus,
Uslan,
Otur,
Yanı başıma otur,
Ya da başıma,
Tacım ol.
Düşme,
Hep aklımda hep yanımda,
Kanımda ol kanımda.
Kalbimden beynime giden yolda,
Kederlen ki ! Anla.
Halimi,
Halsizliğimi,
Halden bilmezliğimi,
Boş ver sen ….
En iyisi bilinmezliğimi anla.
Gizlenmezliğimi,
Gizleyememi  anla.
Kederlen ki! Benimle öl.
Ölelim ve susalım.
Sus. Konuşma,
Konuşturma,
Boşuna koşuşturma.
Yorma! Yorma Kendini.
Hayallerimi yorma!
Ve beni sorma.

TURGAY URGUR YAZDI.....





21 Mart 2018 Çarşamba

ELLERİNDE Mİ KALSIN?



Mezarıma atılacak son toprak ellerin de mi kalsın?
Büyük aşkım kalbinde,
Mektuplarım sende,
Mazim sende mi kalsın?
Kafayı mı yedin?
Günahlar bende,
İsyanlar bende,
Uykusuz geceler bende kalsın da;
Gülücükler sende mi kalsın?
Gözyaşları bende,
Çığlıklar bende,
Sarhoş bir beden bende kalsın da;
Umutlar sen de mi kalsın?
Hepsini ben verdim, hepsini  ben alırım.
Sana verdiğim toprağı,
Her güne bir mektubu,
Mazimi,
Gecelerimi,
Hem günahlarımı hem de kahrımı,
Umudumu, sevincimi,
Benimle olan her bir şeyini alırım.
 ALIRIM.
‘Ben’ sen de mi kalsın?
Turgay URGUR


9 Mart 2018 Cuma

ÖĞRETMENE SAYGI TÜRKİYE’NİN GELECEĞİNE SAYGIDIR -1-



Anadolu Lisesi gibi yüksek hedefleri olan öğrencilerin bulunduğu okullarda; başarı öncelikle ‘güvenle’ sağlanır. Yani öğretmenin, öğrencinin ve tüm diğer çalışan personelin kendisini güvende hissetmesi esastır. Yoksa öğretmen veya öğrenci hata yaptı diye ‘disiplin’ cezaları üzerinden yıldırma, baskılama bir yöntem olarak kullanılırsa sonuç başarısızlık olur. Bu başarısızlığın en büyük cezasını ise geleceğimizin umudu olan öğrenciler çeker. Duyarlı hiçbir eğitimci böyle çağ dışı, anti demokratik uygulamalara sessiz kalmaz.

(29,5 seriden oluşacak olan ‘ÖĞRETMENE SAYGI TÜRKİYE’NİN GELECEĞİNE SAYGIDIR.’ Temalı eğitim yazımızın tüm eğitim camiamıza hayırlı ve uğurlu olmasını dilerim. Allah yalan sözden, iftiradan, boş işten, israftan korusun)    

29 Ocak 2018 Pazartesi

GÖLGEMİ YAK

GÖLGEMİ YAK

Hüznüm dikenli sarmaşıklarda kaldı,
Ruhum bir gece yarısı sokağa bırakıldı,
Ellerim kimsenin kapısına varmadı,
Üşüyen gölgem sendeki hârdı.  (Hâr=diken) (har=sıcaklık) (hâr-ı fürkat ::: ayrılık dikeni.)

Kanadıkça dolandı yapraklar,
Yalnızlıkta gurbet gibi ‘el’ sokaklar,
Her kapıda tanımayan uzak bakışlar,
Üşüyen gölgemden beyhude! bendeki kaçışlar.

Hüznüm sarmaşıkta kurur yapraklar gibi,
Geceleyin ruhsuz bir beden sokakların dibi,
Şehir yüzüme kapanır düşman misali,
Üşüyen gölgem yalnızlığın vicdan timsali.

GÖLGEMİ YAK!
Isınsın mazin,
Dikenli sarmaşıklardaki yapraklarla birlikte hüznüm de alsın nasibin.
Alev alev üstüne insin,
Dumanından üstüne nefret, kin sinsin.
SÜRGÜLÜ Kapılar açılsın,
Yanan ruhumdan sahte dostlara şenlik saçılsın.


GÖLGEMİ YAK! 

25 Ocak 2018 Perşembe

Bir çocuk dua ediyor.

Bir çocuk dua ediyor,
Sen uyu.

Allah’tan gelecek cevaba güveni tam,
Bir çocuk dua ediyor.

Aklı, fikri karışık değil,
İstedikleri sadece kendisi için değil,
Ağlayarak, sızlanarak,
Bir çocuk dua ediyor.

İnsanlardan korkmuş,
Allah’ın merhametine sığınmış,
Minik ellerini açmış,
Gözleri semada,
Dilinde iyi söz,
Diz çökmüş,
Bir çocuk dua ediyor,
Sen uyu.

Askerimiz Allah, Peygamber aşkı ile ölüme koşuyor,
İnsanlık Türkün bu haline şaşıyor,
Şaşırıyor,
Mantığı idrak edemiyor,
Tüm çocuklar dua ediyor,

Sen uyu.    

22 Ocak 2018 Pazartesi

İÇİM KANIYOR

boşa yaşamışım, boşuna kanmışım,
anlasana için kanıyor.
insan aldanırmış, aldanmışım,
içim kanıyor.

sabahtan akşama yazıklar olsun de,
kahrol, mahvol, perişan ol,
düşündükçe için kanıyor.

3günlük dediler oysa dünya ölmekten ibaretmiş,
vefa, emek çoktan kaybedilmiş,
yaşadıkça içim kanıyor.



İÇİM YANIYOR


Gündüzün oyunları,
Gecenin dehşetinde sökmüyor.
Mazinin avuntuları,
Acıdan başka bir şey vermiyor,
Ve Sabriye’mi düşündükçe içim yanıyor.

Elim, ayağım bağlı,
Dilim konuşmaya varmıyor.
Belli yüreğim yaralı,
Lakin sahte dostlar teselli olmuyor,
Ve Kızlarımı düşündükçe içim yanıyor.

Ben buralardan gideli çok oldu,
Henüz kimse inanmıyor.
Anı defterim satışlarla doldu,
40ında kafam kimseyi almıyor,
Ve Kendimi düşündükçe içim kanıyor.

TURGAY URGUR



21 Ocak 2018 Pazar

AFRİN


Bizim değişmeyen hülyamız Resul’ün tebessüm eden çehresidir,
Derdimiz öğlesine ölmek ya da böylesine kalmak değildir,
Allah için İslam’ın cümle âlem yükselişidir.

Bir kısım detaylarda ve yorumlarda boğulur,
Askerimiz ise cephede Allah sevgisiyle yoğrulur,
Şu eyi bilinsin! Ve bellensin!  Bu sefer ne ilk oldu ne de son olur.

Tarih şahittir. Mehmetler; Hamza gibi cesur, Ali gibi yiğittir,
Yahu. Ya HUUUU…. sen de en azından dua ile güç biriktir,
Herkes bilir Türk’le hiç bağdaşmayan zillet ve ezikliktir.

Bu toprakta, bir şehittir geride bini yaşatan,
Bu orta doğuda, biz değiliz bu savaşı başlatan,
Emme vekalin el alem buysa; gerekirse karadan, havadan,
İbret veya küçük bir not olsun diye, son nefese dek çökeriz korkmadan.

Günlük siyaset yapmadan, başta kim olsa destekleriz savaşta,
Yarın utanmamak için bir olduğumuzda barışta,
Aman ha! Sakın ha!!!! Düşman görmesin bizi ayrışta,
Allah’ın izniyle bu bayrak inşallah her zaman arşta.

Dileğimiz, Allah ordumuza güç versin,
Ve hep bir ağızdan isteğimiz; kâfir, kefere ve hainler gebersin,
Ordumuz muradına ersin,
Cümle alem bunu böyle bilsin.


Turgay urgur

11 Ocak 2018 Perşembe

KAÇAK HAYATLAR


Güne bakın. Bugün yaşadıklarınıza bakın. Ve gördükleriniz ile görmediklerinizi ikiye ayırın;

Gördüklerimizi ayırmak kolay, hem de çok kolay. Çünkü neredeyse dün gördüklerimiz ile birebir aynı. Doğru ne olacaktı ki? Farklı ne olabilirdi ki?

Yemek, içmek, izlemek, yorulmak ve dinlenmek arasında sıkıştık kaldık. Çığın altındaki insan gibiyiz. Daha çok hareket ettikçe daha çok batıyoruz ve boğuluyoruz. Bizi bu çokluk ve çokluktaki çok hareketlilik bu hale getirdi. Dilim bu çokluğa bereket diyemiyor çünkü insan bereket de bir helallik arar, şifa arar, dua ve çalışma arar. Her şeyimiz çok. Yiyeceğimiz eskiye göre çok ve çeşitli. İşimiz çok. Evdeki eşyamız yok. Giyeceklerimiz çok. Ve sandığımızın aksine zamanımız da oldukça çok. Lakin; bu kadar çokluta huzur yok, mana yok, mutluluk yok, umut yok.

Çünkü……

İnsan denilen varlık sadece bedenden ve bedeni arzulardan ibaret değil. Bedeninden ziyade aynı zamanda açlığa ve ölüme terk edilmiş bir ruha sahip. Bilip de görmediğimiz, görmemek için ondan hep kaçtığımız bir ruha sahip.
Bu kadar çokluğun içinde ağlayan, acıyan, sızlanan tabi ki de bedenimiz değil ruhumuz.  



turgay urgur

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...