29 Ocak 2022 Cumartesi

4 cümle


(Her cümle zahirden batına bir şifa arayışı, teselli yoklayışıdır. Meftun olunan bir yare bakide bir saadet davetidir. Dünya faniliğinden geçiş, şükür ile yoğruluş, masivayi bilinç ile terk ediştir. Varsa konuşulacak bir iyilik onu konuşmak, yoksa susmaktır. Yıllardır maruz kalınan ayrıştırmaya, sınıflandırmaya karşı bir eylemdir. Aslına dönüştür. Tüm bunları hayatın fıtriliği içinde insanın maddiyatını ve maneviyatını saf dışı bırakmadan aramaktır. Dağınık gibi arz edilen fikriyat kesretten vahdete giden ana yolun tali yollara gereksimindendir. Lakin takdir tercihe bağlıdır. Bu yollar size de tanıdık ise belki okumak keyif verir. Tanıdık değilse yolculuğumuzu başka cümlelere bırakırız. Letafetsizliği de her daim kendimizde ararız. Çünkü hayat böyledir. Acizlik ve yetersizlik bu koca kainatta hep kendimizden başlar. Çünkü ebedi hayat acizliğin idraki ile anlaşılır. Gurur ilim kapısının önündeki kardır, buzdur. Erimeden o kapı açılmaz. Erimeden açılmaz. Kelimetullah yegane sığınağım. Nefsim talebe. Okuyucu hekimimdir. 18 yıl sonra meczup bir yolcunun çantasından çıkan bu kağıtlar ise gönül dostlarıma bir hediyemdir.)
Elinde bir çanta içeriye girdi. Herkesi her zamanki içtenliği ile selamladı. Odada son kalan sandalyeye oturdu. Hal hatır sorma faslı her zamankinden daha da hızlı geçti. Herkes ne diyeceğini merak ediyordu. Çantasını önüne aldı ve düğmesini çevirdi. Sessizlik odayı sarmıştı. İki üç sayfayı çıkardıktan sonra çantayı yine önüne koydu. Bir eliyle dağılmış saçlarını düzeltti ve ardından elindeki kağıtları herkesin göreceği şekilde havaya kaldırdı. ‘Hazır mısınız?’ dedi. Bir kaç kişi düşük bir tonla ‘evet’ derken diğerleri sadece başını doğrular mahiyette öne eğdi. Sabırların artık tükendiği her hal ile aşikardı. Tam 18 yıl olmuştu. Dile kolay tam 18 yıl. Bu süreçte aralarından iki kişi vefat etmiş, bir kişi hastanede yoğun bakımda yatmakta ve bir kişi de psikolojik sorunlarından dolayı kendisini eve kapatmıştı. Okuma gözlüğünü burnunun ucuna kadar getirdikten sonra son bir kere gözlüğünün üstünden oturanlarla göz göze geldi. ‘Başlıyoruz.’ dedi ve ilk cümleyi okudu.
Bana ümit vereceğine zaman verseydin keşke,
Kendimi anlamaya çalışırdım.
Hayatın içinde ölüm var derdim.
En azından bir çok gereksiz uğraşı terk eder boşuna yorulmazdım.
Kimseyle tartışmaya girmez, yok yere üzülmezdim.
Keşke zaman verseydin.
Belli mi olur? Gerçekleri öğrenirdim. Çocuksu düşler kurmazdım.
Özenmezdim mesela. Kimseye imrenmezdim. Her şeyi ve herkesi olduğu gibi kabullenir, yorum bile yapmazdım.
Yok denecek kadar az konuşurdum. Bir kaç teşekkür ifadesi ile hayatımı sürdürür, selamı alacak bir nefesle idare ederdim.
Keşke zaman verseydin. Yazmadım mesela. Okumazdım. Karın tokluğundan başka bir şey için çalışmazdım.
Sokağa çıkmazdım. Yağmura başka bir anlam, yeşeren buğdaya başka bir anlam, geceye başka bir anlam vermezdim.
Mezarlıklara gidip boş kabirlere uzanmaz, ovaların ortasında ufukları zorlamazdım. Anlam peşinde koşmaz ve sorular sormazdım.
En güzeli de ne olurdu biliyor musun?
Ağlamazdım. Ağlamaz.
İkinci cümle:
Herkes gibi bana da ya Necip Fazıl ya da Nazım Hikmet dediler. İkisini birden beğenme şansını vermediler. Önümüze iki yol, iki seçenek koydular. Gitmemek gibi bir lüksümüz olmadı. Çünkü irademizin olmasını istemediler. Batıya özenmemizi istediler ama iş Batılının sahip olduğu haklara gelince 'Hayır Sen özenmekle mükellefsin.'dediler. Oysa bizim istediğimiz aşkın farklı tariflerini almaktan başka bir şey değildi. Çünkü canımız yaşamak çekti. Yıldıza, geceye, gökyüzüne doymak çekti. İstiklal caddesi hepimizindi. İllaki bölmeye gerek yoktu çünkü biriktirmemek şartıyla her şey yeterliydi. Aç olan ile sofrayı paylaşmaktan başka bir mutluluk var mıydı? Bir sırtı sıvazlamak bin ağacın yaprağına değmek gibiydi. Sahip olmak aslında sahip olduğunu verebilmekti. Geçen yıllar hep bunu bağırdı. ‘Yaptığın iyilikten başka hiç bir şeye sahip değilsin.’ Kimine göre 18 kimine göre 48. Sürenin uzunluğu değil mesele. Mesele var oluşa uygun davranıp davranamadığından ibaret. Mesele bu. Bir kelebek az yaşar ama varlığına uygun yaşar. Ya ....bir kardelen zorda açar ama varlığına uygun yaşar. Güneşin batışı doğuşu kadar varlığına uygundur. Ve büyük müjde ‘ölüm’. Ölümün varlığı hayatın varlığı kadar hem uygun hem de gereklidir.
Üçüncü cümle:
İşin aslı ortada bir ‘emanet’ vardı. En mühim mesele onu verildiği gibi muhafaza etmek ve hikmetini bilip ‘emaneti’ bu dünyada asıl Sahibine satmaktı. Çünkü ümit ve zaman sadece bu şekilde bir manaya bürünürdü. İşte o zaman; boşuna yüklendiğim dünya derdinden kurtulup doya doya varlığımı hissederdim. Vicdanımı azap içinden alıp şu büyük kainatın seyrinin tadını çıkarırdım. Dünya bahçesinin bir arısı olur bana verilmiş ilhamın gayrısıyla uğraşmazdım.
Ümit değil zaman verseydin keşke! Aklım hizmetine köle olur; senin tattığından lezzet alır, senin kokladığından kendimden geçerdim. Derdini soğurur, dermanına koşardım. Senin yanında hep susardım. Varlığını dinlerdim. Varlığından öğrenirdim. Esmaül Hüsnama kapım olurdun. Tıklatırdım. Açılır diye, açılacak diye sessizce beklerdim. ‘O’ kapıda beklemenin tadına varırdım. Sanki açılmış gibi, sanki içerideymişim gibi huzur dolardım. Sonra bir daha tıklatırdım. Tekrar uyanırdım. Açılmasını beklerken ‘beklemenin içinde’ bir daha bir daha kaybolurdum.
Dördüncü cümle:
Elhamdulillah. Bana ümit değil zaman vermişsin. Bugün anladım ve iyi ki bugün anladım. Önceden anlasaydım bu kadar kıymetli olamazdı. Yitirirdim. Ziyan ederdim. Kaderin bilgeliği yine cehaletimi örttü. Zaman dediğim sonsuz bir saadet sözü vermişsin. Dünyada iken cennetin içinde olduğumu anladım. Önünde beklediğim kapının zaten açık olduğunu fark ettim. Açıkmış. Tüm kapılar açık. Elhamdulillah iradem varmış. Bana mesuliyet veren iradem ne kadar da güzelmiş. Ve satıyorum. İrademi asıl Sahibine satıyorum. Yine yazacağım, yine okuyacağım lakin senin ile Rahmeti Rahmana giden yolun dağını, taşını, kuşunu, çiçeğini yazacağım. Sevmek kendinle başlar diyeceğim.
Ağlayacağım. Ağlayacağım. Ve hayatımın sonuna kadar ‘Bana ümit değil de ZAMAN verdiğin’ için hep şükredeceğim.
Dört cümleyi de okuduktan sonra gözlüğünü eline aldı. ‘Biliyorum sizleri çok beklettim.’ dedi. Ve devam etti: Ama çaresizdim, hem de çok çaresiz. Bu geçen yıllarda pişmanlıklarım hep irademe hakim oldu. ‘Hatalarım ile konuşmak.’ ise zamanla benim için kendimi bir türlü alamadığım sohbetlere dönüştü. Kimseye ihtiyaç duymuyordum. Onlar (hatalar) hem sordular hem cevapladılar. Teselli ettikleri kadar utandıra utandıra yerden yere de vurdular. Onlarla konuşurken ne bir kitap ne de bir arkadaş aradım. Bir müptela gibi her gün ayağına gittim. Söz dilendim. Ne dediyse yaptım. Taki bir gün yine ayağına giderken bir çocuğa rastlayıncaya dek. Çocuk bana çok şeyler anlattı. Onları size şimdi anlatmayacağım. Hazır değilim.
Kimse bir şey sormadı. Kağıtları çantasına geri koydu. ‘Allah’a emanet olun.’ dedi ve odadan ayrıldı. Oda yine sessizdi.
(Bölüm 1 son)
Turgay Urgur

6 Ocak 2022 Perşembe

MUTFAK

 Mutfakta olmak güzeldir. Elde avuçta ne var ne yok bilirsin. Yarın birileri sorduğunda cevap verebilirsin. Azla da, çokla da övünecek bir yüzün olur. Olanla yetinirsin. Hem kimse seni aymazlıkla da suçlayamaz. Dahası mutfak insana doğal ve gerçek bir vakur katar. Gelen geçen eline bakar. ‘Nasıl yapıyor?’ diye usul usul merak eder. Sorar. Öğrenmek ister. Saygı duyar. Ha … işin yoruculuk tarafı elbette vardır ama iyi(rahat) uyursun. Üstün başın illa ki biraz batar ama ortaya çıkan işin her şeye değeceğini zaten biliyorsundur. Onun için sakınmazsın, elini korkak alıştırmazsın. Acıdan arzulanan bir tat, ekşiden özlenen bir lezzet çıkarırsın. En keyifli yanı ise tüm işin bittikten sonra ‘birilerinin yemesinden’ mutlu olursun. Mutfak insana şükür etmeyi öğretir. Verileni paylaşmayı öğretir. Bir de kendini dinlemeyi…


TURGAY URGUR

5 Ocak 2022 Çarşamba

Halden

Matemin mahremimdir paylaşmam,

Sekrim sensizlik halimdir ayılmam.

Daldıkça dalarım, insanlığa karışmam,

Özlemim gayrı madumdur daha da sancılanmam.

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...