27 Aralık 2020 Pazar

Türkçe ibadet

 Biz insanlar, 'aslında biz kullar' inanmak için delillere ihtiyaç duyarız. Kalben, ruhen, fikren tatmin olmak için bu delilleri mutlaka isteriz. 'Bu' olması gerekendir. Çünkü; 'İşittik ve iman ettik.' ancak böyle olur. İşin özünde delil ihtiyacı olunca, Peygamberlerden mükemmel ve kusursuz yaşantılar bekleriz. Onların yaşantılarını kendimize bir nevi delil kabul ederiz. insanlara sorular sorarız, kitaplar okuruz ve de düşünürüz. Neticede bu delillerde sağlamlık yani kesinlik ararız. Yani hiç bir delil içinde en ufak bir şüphe barındırmamalıdır. Her gün kainatta ve kendi hayatlarımızda gördüğümüz binlerce delilden sonra ise imanımızı göstermek isteriz. İnandığını göstermek için ise inandığı gibi yaşamak yeterlidir. Herkes kendisi nasıl yaşadığını çok iyi bildiğinden dolayı, nasıl inandığını da yaşantısından kolayca tanımlayabilecektir. 

Paygamber Efendimiz'den (SAV) bu yana tüm İslam alemi Kuran-ı Kerim'i Allah'ın kullarına duyurduğu şekilde uyguluyorç 

  

20 Aralık 2020 Pazar

Baba Müslüm

Yonan felsefinde bir anlam bulamadığımız günden beri Müslüm Babayı dinliyoruz. 

Hayatın merkezine karşılıksız sevgiyi aldık.

Allah'tan gelen her şeyi baş tacı yaptık. 

İsyanımız olduğu doğrudur. 

Ama haşa Allah'a değil;

İnsanların acımasızlığına, adaletsizliğine, saygısızlığınadır. 

Bizim için ses ruhtan gelmelidir,

Ve dinleyenin hayatına değmelidir. 

Su gibi, nefes gibi can vermelidir. 

Yaşanmadan söylenmemeli, 

Anlaşılmadan dillenmemelidir. 

Ne kadar çok dinlenirse o kadar derinlere yerleşmelidir. 

Çöktükçe çökmeli bedene işlemelidir, 

İnsanın DNA'sına geçmelidir. 

Bir mağaranın duvarlarında yansıyor gibi,

Bir mahzende titriyor gibi,

Bir dehlizde kayboluyor gibi,

Anlasana be kardeşim....

Ağlıyor gibi,

Haykırıyor gibi,

Boğazda düğümleniyor gibi insani olmalıdır.  

Şehirleri de anlatmalı,

Yıldızları da tanıtmalı,

Dünyanın faniliğini,

Aşkın her türlü hünerini,

Bir insanın yaşayabileceği ne varsa hepsini anlatmalıdır. 

Hayata merhaba diyebilmeli,

Ölüme gülebilmeli,

Ayrılığı sindirebilmeli,

Sevgiliyi ölümüne sevdirebilmelidir. 

Epikür: 'Hayatta tesadüf yoktur.' dedi.

Müslüm Baba :'Aşk tesadüfleri sever, kader ayrılıkları, yıllar geçmeyi sever, İnsan aramayı..' dedi.  

Bak daha neler dedi....


Artık günahları bırakmalıyız

Zaman varken tövbe etmek ne güzel
Bu dünyadan sonra ahiret için
Allah'a ibadet etmek ne güzel

Bitmeyen bir hayat bizi bekliyor
Canın ne isterse rabbin veriyor
Öyle yaratmış ki sözler yetmiyor
Cennet bahçesine girmek ne güzel

Kabir melekleri gelecek bir gün
Belki güleceğiz belki de üzgün
İnşallah defterin olursa düzgün
Sırat köprüsünden geçmek ne güzel

Bitmeyen bir hayat bizi bekliyor
Canın ne isterse rabbin veriyor
Öyle yaratmış ki sözler yetmiyor
Cennet bahçesine girmek ne güzel

(Okumayınız kendi sesinden dinleyiniz.)  

Dinleyince hanımınıza olan hürmetiniz,

Çiçeğe olan bakışınız değişecek. 

Maziniz yeniden canlanacak...

Keşke kimseyi kırmasaydım, keşke bir kaç iyilik fazladan yapsaydım diyeceksiniz. 

Evet dinleyince kıymetini bilmeden yitirdiğiniz bir maziniz varsa onun kıymetini içinizde hissedeceksiniz. 

Birileri sizden bir şey istemeden 'verebilme' meziyetinizi keşfedeceksiniz. 

Kızmadan önce susmayı,

Ayrılmadan önce yeniden sevebilmeyi fark edeceksiniz. 

Daniel Kehneman'ın kısa ve uzun süreli düşüncelerinin, kısa ve uzun süreli kararlarının aslında Müslüm Baba'nın hayat felsefesinde bir kanaviçe gibi örüldüğünü göreceksiniz. Affetmek bir anilik gerektirir, sevmek ise dirayetli bir yürek ister. 

İşte bundan dolayı Baba Müslüm 'Gitme!' dedi. 

'Gidersen bir daha dönmeyeceksin.' dedi. 

Aşkın kusursuzluğu için dedi ki: 'Yine sever miydin beni simsiyah bir duman olsaydım?' dedi. 

Sorularla öğretmek Sokrat'tan sonra Müslüm Babaya nasip oldu. 

'Sevda yüklü kervanlar senin kapından geçer.' dedi. Aşkı çöllerden aşırıp sevgilinin dizine döktü. 

'Sen beni ömrünce unutamazsın.' dedi. Ömrü bir sevgiliye verdi. 

Konuşsana bir tanem

Neden hep susuyorsun
Susmak neyi halleder
Neden anlatmıyorsun.' dedi. Demokrasinin bize aşkla olan bağını öğretti. 

Allah razı olsun. Çok şeyi dedi. Baba seni anlamak istiyoruz. 

Allah rahmet eylesin. 





16 Aralık 2020 Çarşamba

MaradONa

 Futbol benim için gücün, yeteneğin ve zekanın sanatıdır. Bu sanatın dünyaya bir üstadı geldi. Yapılabileceklerin neredeyse hepsini yaptı ve gitti. Malum; özel yaşantısı da futbolu gibi üst düzey özentili olsaydı, insanlık 10'dan daha çok istifade edecekti. 

Madem birileri bu sanata 

oyun demişti. Bu oyuna sadece 10'nun sahip olduğu çocuksu hırçınlık ve çocuksu heyecan ve de çocuksu masumiyet yakıştı.  

Maradona'nın bildiklerini başkalarına anlatması veya başkalarının 10'u izlemesi futbolu 10'nun getirdiği noktadan ileriye taşımadı. Çünkü bu bir pozitif bilim değildi ki selefin verdiği 'el' bilinenleri bir öteye taşısın.  

6 Aralık 2020 Pazar

2021

 Başlangıç mühim. 

Yanlış yerden başlamak zaman kaybından öte ömür kaybına neden oluyor.

Onun için demiş ki:

 Ey insan! Madem hakikat böyledir; gururu ve enaniyeti bırak... uluhiyetin dergahında acz ve zaafını, istimdat lisanıyla; fakr ve hacatını, tazarru ve dua lisanıyla ilan et.. ve abd olduğunu göster... ve Allah bize yeter. O ne güzel vekildir de, yüksel. (23.söz-4. nükte) 

Şimdi... Bu yaklaşım insanlığın; Daniel Kahneman'ın fast ve slow thinking (hızlı ve yavaş düşünme) mantığına aslında hiç de ihtiyaç olmadığına gayet yeterli uzunlukta bir cevap oluyor. 

5 Aralık 2020 Cumartesi

Felç 42

Her açıdan bakmaya özendim,

Her acıdan bakmak varken.

Ruhlar zaten alışıktı maskeye,

Sosyallik hadesten ve necasetten taharet mesafesindeyken.

Raflarda dezenfenktanlar çoktan bitmişti,

Kalbin hijyeni komadayken.

Riya pozitif,

Ego pozitif,

Hırs pozitifti,

Cahillik karantinadayken. 

Bağışlanmayı aklına getirmedi insan,

Sürü bağışıklığından medet umarken. 

Sürü deyivediler,

Tv'nin ağıl, gazetenin saman olduğunu bildiklerinden. 

Ve koca coğrafya tümden temaslı hale geldi,

Hakkı ve hukuku unuttuğundan.

Ve kimse bu felci kendinden bilmedi,

Asemptomatik olmayı tercih ettiğinden. 

Üç günlük harcama özgürlüğüm elimden alınır diye,

Çoğu adını vermedi filyasyondan sakındığından.

İzolasyon dedikleri aslında günahlardan kaçınmaktı, 

Gönüllü tecrit yapan olmadı. İşine gelmediğinden. 

14 günlük değil 14 asırlık bir inkübasyon bu,

İnsanlık Sünneti Seniyye'yi terk edildiğinden. 

Hastaneden kaçmak hiç de zor değildi,

Camiden ve okuldan kaçmayı iyi bildiğinden. 

Bu kadar sunilikte suni solunum cihazı çok görülmedi,

Soluğun asıl Sahibi bilinmediğinden. 

Mutasyonda virüsün hızı günaha erişemedi, 

İnsandaki bu süper taşıyıcılık hevesi geçmediğinden. 

Ruhlar entübe olalı çok oldu,

Boşuna bu felce pandemi denilmediğinden.

Turgay URGUR 

 





19 Kasım 2020 Perşembe

Evim okulum, okulum evimdir .(I)

Sevgili Gençler;

Hepimiz zor günlerden geçiyoruz. Allah'ın izniyle güzel günler yakındır. 

Bu sürecin belirsizliği sizi kesinlikle ümitsizliğe sevk etmesin. Hayallerinizden kesinlikle vaz geçmeyin. 

Geçmişte büyük başarılara ulaşmış kimler varsa belki de hepsinin ortak noktası mücadeledir. 

Artılarımız o kadar çok ki! Sevinmemiz gerekenler, şükür etmemiz gerekenler. 

Neler mi? Mesela gözümüz, mesela kulağımız, mesela ruhumuz, mesela ailelerimiz, mesela VARLIĞIMIZ. 

Şimdi kendimiz olma zamanıdır. Bu süreçte kendimiz olmak için evde yapmamız gereken birkaç işimiz var.

evet sadece birkaç İŞ;

iyi bir internet ağı,

okuyacağımız kitaplar,

not alacağınız defterler,

renkli renkli kalemler,

gitmek istediğiniz Üniversitenin resimleri,

tam karşınızda bir BESMELE yazısı,

günlük kendiniz için yapmanız gereken akademik çalışmaların listesi(çok kalabalık olmasın)

Size çok güveniyoruz, sizi çok seviyoruz. 

TURGAY URGUR


   


 

9 Kasım 2020 Pazartesi

Uzaktan eğitim

Uzaktan eğitim doğru yöntemlerle kesinlikle başarıya ulaşır. 

Dezavantajlarıyla zaman kaybetmeyeceğim. 

Çoğu öğrencimiz bu süreçte ilk defa başarının kendi ellerinde olduğunu çok yakından fark etti. Evdeki bol zamanlarında başarının ancak; 'eğer kendileri' öğrenmenin üzerinde gerektiği kadar yoğunlaşırsa geleceğini fark ettiler. İşin aslı bu uzun zamandır ihmal edilen bir bireysel bilinçti. Çünkü sene sonunda bir şekilde geçmek, bir şekilde orta okuldan-liseden mezun olmak ve çoğu zaman ölçme-değerlendirmelerin ÖSYM'de alınan puanlarla örtüşmemesi hatta zıtlık oluşturması başarı içinde 'bireysel bilinci' çoğu zaman devre dışı bıraktı. Sene sonunda geçen öğrenci neden çalışmalıydı ki? Yani çalışmaya ve kitap okumaya gerek yoktu. Bu aslında eğitim adına genel bir itibar ve ciddiyet kaybına da neden oldu. 

Uzaktan eğitim ile öğrencinin kendi araştırmalarına, kitap okumalarına, bol miktarda soru çözümlerine zaman kalır. 

Yolda geçirilen zaman bile düşünüldüğünde uzaktan eğitimin kendine has avantajları vardır.  

ÜZERİNDE ÇOK İTİNA GÖSTERİLMESİ GEREKENLER

Uzaktan yapılan canlı dersler için internet alt yapısı, bilgisayar, tablet, ses sistemi çok iyi olmalıdır. Kesinlikle sessiz bir ortam bir sağlanmalıdır. 

Uzaktan dersteki hedef ve beklentiler net olarak anlatılmalıdır. Kısa vadeli ve uzun vadeli hedefler iyi anlatılmalıdır. Makul ve kontrol edilebilir bir ödevlendirme sistemi olmalıdır. Uzaktan ders sonunda belirli gün sonra geri gönderilecek çalışmalar öğrencilere verilmelidir. 

Kesinlikle ilk derslerde NOT ALMA YÖNTEMLERİ öğrencilere çok iyi anlatılmalıdır. Defter kullanımı, verimli not alma ve not alma araçlarına sahip olma uzaktan derslerde çok daha önemlidir. Dersi veren ve alan kişi ilk derste not almanın önemine tam olarak haiz olmalıdır. 

Devamsızlık konusunda kesinlikle taviz verilmemelidir. 

'Günlük 8 saat eğitim ve öğretim için harcanıyor mu?' burası çok önemli. Eğer evde tatil ortamı varsa hiç bir başarı elde edilemez. 

Uzaktan eğitim sürecinde dikkat edilmesi gerekenler mutlaka velilere anlatılmalıdır. Veliler ve öğrenciler okul başlamadan sürece hazır olmalıdır. 

Notlandırma ve sınavlar gayet ciddi olmalı. Sınavlardaki beklentiler öğrencilere aktarılmalıdır. 


KAÇINILMASI GEREKENLER

Liseler için TYT ve AYT; Ortaokullar için LGS sınavlarını doğrudan etkilemeyen ders ve ödev yükünden kaçınılmalıdır. 

Mezun bir öğrencimizin düşüncesiydi: TYT ve AYT''ye yönelik olmayan sınavların çok verimli bir zaman dilimini aldığını belirtmişti. Özel kolejlerin OSYM soru tipi dışındaki konularla uğraşmayarak hedefe daha bilinçli gittiklerini ilave etti. Böylece aslında diğer derslere olan ilgi artacaktır. Yani öğrenci not kaygısı yaşaması ve de yaşamaması gereken noktaları ayırt etmelidir. Bunun sağlayıcısı okul idareleri ve biz öğretmenler olmalıdır.  


İLAVE FAYDA SAĞLAYICILAR

Evde yazıcının olması öğrencilerin çok işine yarayacaktır. Eve gelen aktüel dergiler çok işe yarayacaktır. 

İDARE SORUMLULUĞU: Tüm velileri ve öğrencileri yapılacaklar/yapılmayacaklar konusunda mesaj, mail, zoom ile bilgilendrimek. Velileri öğrenci takibine dahil etmek. DERSLERİ; GERÇEK SINAVLARI VE OSYM'nin istediği SORU TİPLERİNİ MERKEZE ALARAK İŞLETMEK.

 Empati: Kendi çocuğun 12yıl boyunca takdir -teşekkür almış ama üniversite sınavında başarısız. İster misin?

ÖĞRETMEN SORUMLULUĞU(benim sorumluluğum): Çok iddialı ön hazırlık. Zoom vb. denetim masasının iyi kullanılması. İşaretlemeler, semboller, ders videoları, yazılı ve görsel metinler hakkında sağlam hazırlık. Sorulara ihtiyaç duymadan gerekli bilginin verilmesi. Dersin zamanında açılması ve zamanında bitirilmesi. İlk derste not alma sisteminin öğrencilere anlatılması. DERSLERİ; GERÇEK SINAVLARI VE OSYM'nin istediği SORU TİPLERİNİ MERKEZE ALARAK İŞLEMEK. 

Empati: Kendi çocuğun 12yıl boyunca takdir -teşekkür almış ama üniversite sınavında başarısız. İster misin? 

VELİ SORUMLULUĞU: Sessiz bir odanın, hızlı internetin, masanın, bilgisayar veya tabletin sağlanması. Ders esnasında öğrenciye başka görevlerin verilmemesi. 

Empatiye gerek yok çünkü herkes kendi çocuğunun sorumluluğunu taşımalıdır. 

ÖĞRENCİ SORUMLULUĞU: Her derse katılım. Not almak, iyi bir deftere sahip olmak. Çok ve düzenli kitap okumak. Çok ve düzenli soru çözmek. Spor yapmak. Hayata der daim pozitif bakmak. 

HERKESİN TOPLU SORUMLULUĞU: Allah'a kul olduğunu unutmamak. Namazını geçirmemek.Gerçek manada inanan olmak. İnsan ayırmamak. Günahlardan kaçınmak. İlim için uğraşmak. Adamcılığı bırakmak. Kınamamak. İğneyi kendine batırmak. Eleştiriye açık olmak. Kendi kendini eleştirebilmek. Ağız açmadan iş üretmek. Merhameti hak edenleri bağışlamak. Zulme sessiz kalmamak. 


 


    




8 Kasım 2020 Pazar

Sonbahar

dumandan kaçtım,

gözlerimi aldı. 

en güzel elbiselerim mahvoldu. 

yakarak yok etmeye çalıştım,

zamanımı aldı. 

zaman dediğim bir hayat,

bir hayat kaç hayata bağlı?

bağlıydı.

yanıklar, küller kaldı. 

dumandan kaçtım, 

gözlerimi aldı.

duman benim yangınımdan çıktı,

bir yangın kaç hayata bağlı? 

yanar ve  biter.

en güzel elbiselerim nerde?

özendiklerim,

bezendiklerim,

ateşlere bak,

bir zaman ağaçtılar,

bir zaman eşya,

bir zaman hatıra,

bir zaman bir hayattılar.

bir zaman bir hayattır,

geçer, yanarak biter.

mazin mi? çöplükteki külleri mi? 

sendendir?

etrafına iyi bak,

senden ne vardır?

en güzel elbiselerim is oldu,

giymem.

giyemem,

bu son bahar mahvoldu.   

'yakarak unutmak' diye bir şey var,

yanan sen isen, unutulursun.

kendi dumanın kendi gözlerini alır,

en güzel elbiselerim is oldu,

giymem. 

bu bahar sondu. Giyemem.

elinde hatıralar herkes yangına gider,

herkes kendi yangınına gider. 

bilinmeyen bir şey yok,

bir zaman bir hayattır,

senden, benden ne fark eder?

ha önce ha sonra,

 

    

hayat III

Her kelimenin anlamını bilmene gerek yok. İhtiyacın olanları bilmen hayatı doğru yaşamak için yeterlidir. Asıl sorun anlamını bilip doğru(yu) yaşamamaktır. Mesela 'şükür' kelimesinin anlamını şükrü yaşamadan bilmek bir doğruluk değildir. Okumuyorsan 'kitap' kelimesinin, vermiyorsan sadakanın anlamı yoktur. Bilime saygın yoksa bilimin, kul olamıyorsan imanın bir değeri olmadığı için zerre miktar iyilikten de ve zerre miktar kötülükten de sorumluyuz. Böyle bir sorumluluk varken insan kendisinde ne ötekileşme ne de berikileşme hoyratlığında bulunmamalıdır. Müslümanın alt veya üst kimliklere ihtiyacı yoktur. Siyasal imana hiç ama hiç ihtiyacı yoktur. Siretin idraki yeniden suretin irdelenmesi ile hal olacaktır. Böyle bir hal ile hallenmek aşk ile olsa gerektir. Ve aşk Allah için sevmektir. Allah için seven ayırmaz, ayrışmaz. Biliyorsa dua eder, herkes için af diler. Kınamaz. Slogan geliştirmez. Her türlü tarafgirlikten uzak durur. Tek uğraşını nefsi görür. Nefsi gibi bir düşmanı varken kısacık hayatını ideolojilere kurban etmez. En öncelikli ve tek öğretisi yaşayarak örnek olmaktır.      

4 Kasım 2020 Çarşamba

Merhamet

Mülk O'nundur. 

En güzel söz O'nundur. 

Ki!İnsana ne olur? Ne oluyor? 

En güzel isim Onundur. 

Allah Ekberdir. 

Söyleten O'dur.

Enkaz altında yaşatan O'dur,

Üstünde olduğu gibi. 

Kendinizi boşuna ötekileştirmeyin!

Vicdan inanmak ister,

Şuur iman ister,

Ruh imanda huzur bulur. 

Öncen ve sonran ötekileşmek istemez. 

İraden olmayan bir sonsuzlukta boşuna inkara düşme!

Ve tatlı dil ile gidin,

İnanan kula tatlı dil yakışır,

Tevazu yakışır.

Hırçınlaşarak ötekileşmeyin,

Kınayarak berikileşmeyin. 

Müstakim olan Sırattan gidelim.

Bize Muhammedi letafet yakışır,

Bize tüm insanlığa.

İnanç siyasi tercihlerden önce gelir. 

Bize Muhammedi muhakeme yakışır. 

Öfkeyle ötekileşmeyin,

Nefretle berikileşmeyin. 

Müstakim olan Sırattan gidelim. 

'gidiş' derken...

Arz akılları çaresiz bırakan bir 'gidiş' halinde,

Ağaçtaki yaprak,

Gün ve güneş,

Bedenler,

Sözler,

Hayatlar bir bitişe gidişte. 

Elden tutup kurtarmak varken,

Boşuna ötekileşmeyelim,

Şuursuzca berikileşmeleyim. 

'Ahsen-i takvim' ne demektir? 

Kul nasıl olunur?

İnsan nasıl yoğrulur? 

Nereye gittiğimi bilmek istiyorum,

Öteki ve berikilerle beni oyalama! 

İstersen sen de bir nefes ol,

Amaç benzeşmek değil,

Zaten olmasın da. 


 








 


27 Ekim 2020 Salı

Hayat kısa

 40'ından sonra çok söyleyeceğiniz 2 veya 3 tane kısa cümle varsa sanırım en çok söyleneni 'hayat kısa' olurdu. 

Hatta bu arada, bu kısalıkta diğer ikisini de epey bir merak ederdik.

En koyu muhabbetlerin, en ateşli tartışmaların ve en derin mütaalaların değişmez çıkarımı: hayat kısa'dır.  

O kadar bilindik bir kısalığı var ki insanlık; ırk, cins, dil, din ayırt etmeksizin bu kısalığı kabul ediyor. Belki de herkesin üzerinde ittifak ettiği tek konu bu kısalıktır.  

Güzelliğin, zenginliğin, gücün kontrolü de yine bu kısalığın elinde. 

En acısı ise bu kısalığın 'hayatı' anlamak ve anlamlandırmak için de olabildiğince kısa oluşu. Biraz iyimser olursak yetmeyişi. Evet hayat kimseye yetmiyor. Ölüm çoğumuz için çok erken. Hayata doydum, sürur ile bitiriyorum diyen kaç kişiyi tanıyorsunuz? 

Küstüklerinle barışmak, hatalardan tamamen arınmak, büyük heyecanlarla işe yeniden koyulmak için hayat fazlasıyla kısa. Bir meslek bir hayata fazla geliyor, çok para kazanmayı hedefleseniz  planlar için bir ömür yetmiyor. Çocuğunu görsen torununu 'eh işte'. 

O kadar kısa ki! Her kitabı okuyamazsın, her yere gidemezsin, her şeyi tadamazsın. Çok sevsende her filmi izleyemezsin. 

Ve anlat deseler: 42 yılı iyi ihtimalle 3-4 saate sığdırırsın. Çünkü hayat kısadır. 

Her düşü kuramazsın. 

Bu aslında garip bir kısalıktır. Kin, nefret ve hırs yüzünden bu kısalık fark edilmez. Fark edilmediği gibi kısalık adeta hiç bitmeyecek bir uzunluğa dönüşür. Kötü huylar (yalan olan) uzunluğu kışkırtır, uzunluk kışkırdıkça kötü huylar depreşir. Depreşir. Bir de bakarsın bu hengamede zaten kısa olan hayat bitmiş. 

Ve gün gelir kimsesizliğe yol alırsın.    

Ardıma bakıyorum. İnanın bitmiş hayatlardan başka bir şey görmüyorum. Her canlı ölümü tattığı gibi her canlı unutuluyor. 

Ve yıllar sonra şunu fark ediyorum aslında 'ümit' dediğimiz gelecekle ilgili olan bir şey değil sadece şimdiyi elimizde tutmaya yarayan  tercihli bir aldanma. Çünkü insan gelecekten korkuyor, çünkü gelecek garanti değil. Hal böyle iken insan faniliğe sarılmayı, onunla yemeği-içmeyi, onunla gününü gün etmeyi seviyor. Ya da onunla kısa bir süreliğine oynaşıyor. Kimi zaman nefsini, çoğu zaman ise iradesini ona bırakıyor. Böylece rahatlıyor.     

Harbiden 40'ından sonra 'hayat kısa'dan gayri dillendirdiğimiz diğer cümleler neydi? 

Müslüm Baba bakın vefatından az bir süre önce ne demiş? 'Hayat kısaydı ama güzeldi.' 

(devam edecek...)

Turgay URGUR

Büyük evler ve büyük salonlar. İhtiyacımız olmayan şeyler. Pahalı yemekler, kısa süre sonra atılan ne varsa hepsi. Yani seni düşündürmeyen her şey. Ya da seni ağlatmayan her şey. Kısalıktaki etkisinden dolayı değil, kıymetsizliğinden dolayı dikkate alınmamalıydı. Düşünmek ne kadar insani ise, ağlayabilmek de o kadar kul olabilmekle ilgili. Hayatın kısalığına en çok ağlamak yakışırdı. Sevgili Peygamberin hüznü, Kerbala'nın çilesi, her şehidin ölme gayesi herkesi fazlasıyla ağlatabilecek güçte. Bu bağlamda ağlamak zayıflık hiç değil. Belki de en güzel dua: ağlayabilmek. Anneler bilgeliğinden ağlıyor. O'nun gördüklerini görsek az güler çok ağlardık değil mi? Aşkın dili olsaydı ağlamayı seçerdi.     

'Saygı duymak(?).' Ne güzel cümleler kurulmuş. Bunlardan bir tanesi de 'saygı duymak'. Başkalarının fikrine ve haklarına saygı duyman beklenir. Trafikteki sen dışındakilere, ekmek sırasındakilere, komşuna  saygın duymalısındır. Daha da gelişmişi: 'Fikirlerime katılmasan da saygı duymalısın.' İddaialı bir cümledir bu: Fikirlerime katılmasan da saygı duymalısın. Evet kesinlikle saygı duyulmalıdır. Keşke buna kendi hayatına saygı duymak da eklenseydi. Mesela bu kısalıkta 'sonsuz bir hayat' ne kadar ve ne çeşit bir saygıyı HAK ediyor? Geri kalan ömürler bu saygının hakkını vermek için kafi mi? Ruhuma saygı duymak istiyorum, bana verilen hayata saygı duymak istiyorum. Ama bu nasıl olacak bilmiyorum. Tek bildiğim bir an önce öğrensem iyi olacak.      

'Geçmişine aldırmamak'. Sanırım bu nokta en iyi başlangıçlardan birisidir. Geçmişine aldırmama noktası. Geçmişin insanı yönetme gücü vardır. (Kişinin ruh geçmişinden bahsediyorum.-Tarih değil)Ve geçmiş bu gücünü özellikle seni kendisine çekmek için kullanır. Ve ila rabbike ferğab-Ve ancak Rabbinden ümit et, hep O'na doğrul!(İnşirah) İnşirah'ların verdiği ferahlıkta her daim ruhuma geçmişime aldırmamayı telkin ettim. Ve (utanarak söylüyorum) bugün anlamını mütemadiyen unutsamda İnşirah'ı her duyuşumda gönlüm o ferahlığı buldu. Çünkü cehaletimize de acınıyor. Yabancı diziyi anlama gayreti İlahi mesajı anlamaya yöneltilemedi. 

Ne de güzel tirtler masalara konuldu. O tirtlere söz verildi. Güneşi bilen ama güneşin Sahibini tanımayan tirtler. 'İnsan haklarını' okuyan insanın asli vazifesini bilmeyen tirtler. Tirtler de hayatı uzatmıyor. Lakin bir tirt uğruna bir ömür veriliyor. Hakk'ı biliyorsa verilsin.      

Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. (Lokman Suresi) 

Ayetlerden önce 'İnsan ne ile yaşar?(Tolstoy) 'da hayatı aramak hayatı daha da kısaltıyor. Hele hele aynı gazetenin benzer sütunlarında ideoloji perçinlemek bu kısalığı bir de sabit fikirle çekilmeze dönüştürüyor. Sonrasında insan slogan vari minik ezberler geliştiriyor. Bu ezberlerle tesbih çekmeye başlıyor. Gün geliyor ezberler için kan dökülüyor. Başka bir gün geliyor bir zamanlar kan dökenler aynı TV programında yine matbu ezberlerle güle oynaya mesai dolduruyor. Zihniyet aynı format farklı. Lakin hayat yine her zamanki kısalığında. Ve nihayetinde 'bu' kısalığa 'izlemek' illüzyonu ekleniyor. Bize sunulan en büyük(!) özgürlüklerin birisi hiç şüphesiz izleme özgürlüğü.    

Bu kısalıkta rahmetli annene, geçen sene kaybettiğin kardeşine, tanıyıp da göçen kimlerin varsa hiç birisine mütekabiliyet içeren bir selam gönderemezsin. Çünkü kısalık gibi bu kısalık müddetince verilenlerin hepsi de birer emanettir. Saygı bir emanettir, sevmek bir emanettir. Uzatıp da yazımı kısaltmayayım. Maddi ve manevi ne varsa emanettir. Sanırım bundan mütevellit Allah ayette anaya, babaya iyi davranmayı emreder. Sanırım bundan dolayı emanetimi Bana satın der. Karşılığında size sonsuz bir hayat vereyim der. Yani kısalık Rahmet ve Rahimiyet ile ebediye dönüşür. Sakın dünya hayatı bizi aldatmasın.(bkz Lokman) 

Bu kısalıkta neler dillenmedi ki? Ralph Waldo Emerson hayatın 'karşı konulmaz yazgısının' doğru olduğu kabul etti. Kader için gerçektir dedi ama yine de bireyin öneminden ve kişiliğin gücünden bahsetti. Oysa biz Müslümanlar kadere inanalı ve zerre miktar iyilik ve zerre miktar kötülükten sorumlu olduğumuzu bileli 14 asır olmuştu. Medeniyet bize bu kısalıkta ne öğretebilirdi ki? Biz öğrenmedik, iman ettik.    

Bu asrın çocuklarına ise Allah'ın izni ile kader risalesindeki şu girişi okumak nasip oldu: 

Kader ve cüz-ü ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüzlerindendir. Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir. Yani, mü’min, herşeyi, hattâ fiilini, nefsini Cenâb-ı Hakka vere vere, tâ nihayette teklif ve mes’uliyetten kurtulmamak için, cüz-ü ihtiyarî önüne çıkıyor; ona “Mes’ul ve mükellefsin” der. Sonra, ondan sudur eden iyilikler ve kemâlâtla mağrur olmamak için, kader karşısına geliyor; der: “Haddini bil, yapan sen değilsin.”

O gün Emerson sadece bu girişi okusa düşünmekten vazgeçerdi. Çünkü hayat kısaydı. Lafı uzatmaya gerek yoktu. Bakınız devamında Emerson ne dedi: kaderin bizzat kendisinin sınırları olduğunu söyledi ve ekledi: Dünyayı hareket ettiren başka bir kuvvet var. Buna da 'güç' dedi. Düşüncenin vardığı son nokta: işin işinden çıkamadığında İSİM takmak. Neymiş efendim? Dünyayı hareket ettiren başka bir kuvvet varmış ve buna da GÜÇ demiş. Bu Yonan felsefesinin küllisi böyle. Mesela aramak bulmak değil mesele entellektüel seviyede laf karıştırmak. 

Siz de eğer zaten kısa olan hayatınızı benim gibi biraz daha kısaltmak isterseniz Emerson'a bir bakınız. Self-Reliance yazarı, Amerikan bireycilik etiğinin simgesi, transadantalizmin en muhim temsilcisi ölümden sonrası için acaba ne demiş? Yoksa o da kendisini sorgulamaktan ötesine geçememiş mi? 

Evet bir de bu 'sorgulama' meselesi vardır. 

Sorgulamak gerekiyor(muş). Düşünmenin olmazsa olmazıymış. Birileri bunu fena tekelleştirdi. Tek şekilleştirdi. Sadece bu kısalıktaki 'fasit sorgulamayı' kabullenmiyorum. Fasit: kötü, bozuk, arabozucu. 'Sorgulamadan' çok önce -çok çok önce gelenler var. Mesela kendini bilmek. Mesela teslim olmak. Hiç bir şey aklıma gelmiyorsa, mesela 'ibadet' etmek. Ebubekir gibi 'O dediyse doğrudur.' demek. Yani bu kadar basit. Ama insan kısalıkta zorluğu seviyor ve sorgulamak(?) istiyor. Malum bu arada dünyanın en çok sorgulayan Batı'sı/Batılısı dünyaya hep kan kusturdu. Ölüm getirdi. Bazen oluyor ki! hiç okumamayı sorgulamaya tercih ediyorum. Çünkü ben başkalarının düşündüklerini sorgulamak istemiyorum bilakis herkes kendince düşünmeli diyorum. Ya da şöyle sorayım? Sizce Platon düşündü mü? Yoksa sorguladı mı? Acaba Farabi hangisini tercih etti? 

İlla ki sorgulanacaksa 'hayatın kısalığı' sorgulansaydı.                    

Kısalık hep korkular getirdi, garip korkular biriktirdi. Bu korkuların bir kısmını MÖ 271'de Epikür ile bıraktım. Ona göre kendi seçimlerimiz doğrultusunda düşünmeliydik. Kaygısızlık ve mantığa verilen önem onun felsefesinin temellerini oluşturuyordu. Allah'a şükür bizde ise Nursi'nin veciz ifadesiyle; Tevekkül, esbâbı bütün bütün reddetmek değildir. Belki, esbâbı dest-i kudretin perdesi bilip riâyet ederek; esbâba teşebbüs ise, bir nevi duâ-i fiilî telâkkî ederek; müsebbebâtı yalnız Cenâb-ı Haktan istemek ve neticeleri Ondan bilmek ve Ona minnettar olmaktan ibârettir.” Üstad bu ifadesiyle adeta kaygıdan arınmış ve tevekküle bürünmüş mantıklı cümlesini tüm Epikürcülere hediye etmişti.

 Epikir'ün meşhur sözü ise:Ölümden korkmak bilge kişi için anlamsızdır, çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur, ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz. Aslında bir kelime dışında çok da farklı düşünmüyoruz. Bizde 'bilge' yerine 'imanlı' var. Sizce de öyle değil mi? Her şeyi bilemeyiz ama iman edebiliriz. Bak! bilgelik virüs için epey süredir uğraşıyor. Kahrolsun kör metaryalizm! Ne hayatları anlamsızlaştırdın. Oysa madde manasıyla maddeydi ve yaratılan her şey hikmetle doluydu. İnsana düşen sabırla, iradeyle ve küstah olmayan bir bilinçle hikmeti bulmaya veya en azından görmeye çalışmaktı. Hiç bir şey yapamasa hikmetin varlığına inanmaktı. Çünkü hayat kısaydı. 

 (devam edecek)   




 

5 Eylül 2020 Cumartesi

AAL ÖĞRENCİLERİMİZ

 

    Geleceğimizin mimarları, ideallerimizin öğretmenleri, geçmişimizin savcıları, özgürlüğümüzün hakimleri, gönüllerimizin psikologları, ruhlarımızın diyetisyenleri, ülkemizin mühendisleri ve tüm diğer ülkülerimizin atideki meslek sahipleri Siz Sevgili Öğrencilerimiz,

    Türk insanı her halükarda, her zor durumda ülkesi ve milleti için çalışabilmesi ile tarihe geçmiştir. 18 Mart  buna şahittir. 30 Ağustos buna şahittir. 15 Temmuz buna şahittir. 

    Allah'ın izniyle de bu pandemi günlerinden HEP BİRLİKTE daha güçlü çıkacağız. Aklınızda okulların durumu ile ilgili bir belirsizlik varsa lütfen bunu tedbir ve tevekküle dönüştürünüz. Durmadan yarın için kaygılanmaktan daha güzel bir şey vardır. O da bugün için çalışmaktır. Göreceksiniz sizler bu süreci kendiniz için ÇOK BÜYÜK BİR AVANTAJA dönüştüreceksiniz. 

    Bu süreçte; öncelikle LYS, AYT, TYT sınavlarında üst düzey başarı sağlamış kişiler hakkında internetten bilgi sahibi olunuz. Sonrasında ise etrafınızda yakın zaman önce sınavda başarı sağlamış ve iyi bölümleri kazanmış tanıdıklarınızı telefonla arayınız. En az 5 kişinin başarı hikayesini dinleyiniz. Eminim ki! Onlardan zamanlama, irade ve verimlilik konularında çok fazla bilgi edineceksiniz. Onların fikirleri sizin için kolaylık ve hızlılık sağlayacak. Onlardan kullandıkları test kitaplarını isteyiniz. 

    Şunlardan asla taviz vermeyiniz!!!!! 1) Kitap okuma  2) Soru çözümü   3) Öğretmenlerinizle irtibat 4)Detaylı ve kendinize has konu çalışmaları 5) Kaliteli sosyalleşme ( Doğru arkadaşlarla iletişim, paylaşım, gezme, spor, akraba  ile bağı canlı tutma ) 6) İyilik düşünmek ve iyiliği yapmak. 

    Son yıllarda dünyada liselerden sonra 1 sene ara gibi bir uygulama denendi /deneniyor. Buradaki amaç kişinin kendisi, çevresi ve hayalindeki kariyeri için daha rasyonel düşünmesini sağlamak. Siz de bu pandemi dinlenmelerinde bunu kendiniz için yaşayabilirsiniz. Kendi yeteneklerinizi tekrar gözden geçirebilir ve kariyeriniz hakkında daha bilinçli bir şekilde düşünebilirsiniz. 

EV ÇALIŞMALARINIZDA;

1) Defter kullanımınızı ve not alma şeklinizi daha da geliştirin. / Not alma hakkında 2 saatlik bir ön çalışma yapsanız size çok iyi gelecektir. Önemini, nasıl olması ve olmaması gerektiğini iyice araştırın. Not almayı bir de başarılı ünlülerden dinleyin. DENEYİN! KESİNLİKLE İYİ GELECEK. 

2) Canlı derslerinizi ihmal etmeyiniz. Biz öğretmenleriniz canlı dersler için normal derslerden daha çok ön hazırlık yapıyoruz. Geçen sene bana 'Hocam bazen normal sınıf derslerinden çok daha iyi geçiyor.' diyen gençlerimiz çok oldu. Çünkü canlı derste hem bizler hem de sizler daha konstantre oluyoruz. 

3) İnternette dersleriniz hakkında hazırlanmış bir çok ücretsiz video ders anlatımı ve soru çözümü mevcuttur. Onları kullanın. (Biz dil sınıfımızda bu ücretsiz ve hazır videolardan çok istifade ettik. İzledik, not aldık. İzledik, not aldık. Çok izledik, çok not aldık.)

4) TYT ve AYT çok kitap okumanızı istiyor. Okuyun. 

5) Kaygılanmak yerine çalışın ve dua edin. 

6) Bilgisayar bilginizi gözden geçirin, bilgisayarları daha yakından tanımaya çalışın. Bu süreç bize bilgisayar yazılımının ne kadar önemli olduğunu tekrar hatırlattı. 

Şu kaynaklardan BİZ çok istifade ettik. www.turkcellakademi.com  ( Meslek tanıtımları harika, ünlülerle röportajlar farklı -deneyin iyi gelecek.) TED KONFERANSLARI 

Bitirmeden, 

Sevgili gençler BİZ öğretmenleriniz sizleri çok seviyoruz ve inanın çok özledik. Pandemi süreci bize de çok şey kattı. Omuzlarımızdaki yükün sorumluluğunu daha da derinden hissettik. Boş durmak, boşuna beklemek hiç kimseye bir şey katmıyor. Okumamız, düşünmemiz, üretmemiz ve TÜRKİYE CUMHURİYETİMİZİ HAK ETTİĞİ MEVKİYE bir an önce taşımamız gerekiyor. Bunların maaş için değil, takdir için değil sadece ve sadece ALLAH RIZASI için yapacağız. Yapacağız ki! Bu mücadelemiz HAKİKİ manasını bulsun. 

Yaşasın İnanmak! İnandığı için dürüst olmak, hak ve helali bilmek. Öğretmen olsun, öğrenci olsun BU CENNET VATAN için yorulmadan çalışmak.

Turgay URGUR 





 




 

21 Ağustos 2020 Cuma

Günah 7

Bir günahın pençesinde ömrüm can çekişir,

Nefretten başka ses duyulmaz.

Yeniden doğmak isterim,

Çünkü hayat ağır gelir.

Bir an önce ölmek isterim,

Çünkü hayat ayıp gelir.

Ve ölmeden önce yalnızlık içerim,

Kana kana ağlarım.

Kalmayınca dostlar anlamsız kalırım.

Aramam,

Bir adım bile atmam,

Gece -gündüz suskun kalırım.

Aç kalırım.

Aç kalınca önce umutlarımı sonra mazimi satarım.

Çünkü hayat boş gelir.


Yazdım. Hep kendime yazdım,
Hep kendime kızdım.

Her günah bir kişilikmiş,

Ben seçtim, ben çektim,

Ve her tövbe kolay değilmiş.

Yaşadıkça utanç biriktirdim,

Yaşlandıkça sen biriktirdim.

Bol bol utancım, bol bol senim oldu.

Ömür bitince ikisi de bir oldu.

Yazdım. Hep kendime yazdım,

Bir mezara iki kişilik yer kazdım.

Örtün. En azından örtün.

Acım görünmesin.

Azabım bilinmesin.

7 Ağustos 2020 Cuma

Suçlu değil sorumlu arıyorum.

Yaklaşık 2 hafta önce kızım Hanzade Urgur bisikleti ile Acıpayam içinde yaya geçidine yakın bir yerde karşıya geçmek isterken  trafik kazası geçirdi. 

Sürücü ve kızım; 2. sıraya park etmiş araçlardan dolayı bir birini görmediğini belirtti. 

Yaya geçidine yakın bir yerde oldu. Çünkü yaya geçidinin olduğu alanda inşaat çalışması olduğundan dolayı kızım yaya geçidine ulaşmaya çalıştığını ifade ediyor. 

Çok feci sonuçları olabilecek bir kazayı Allah' a şükür ucuz atlattık. Ayakta büyük bir şişme oldu. Şükürler olsun ki o günden bu yana şişlikte azalma oldu. Rabbim herkesi bu tür belalardan korusun. 

Yıllar önce her hangi bir yakınımın her hangi bir mağduriyetinin olmadığı bir zamanda ilçemiz içindeki trafik ve park sorunlarımız hakkında bir yazı kaleme almıştım. Bir Acıpayamlı olarak kendimce yaşadığımız trafik ve park sorunlarından bahsetmiştim. Bahsetmek istedim çünkü ilçemi ve ilçemin insanlarını seviyorum. Çünkü ben bu ilçede yaşıyorum. 

Ve gün geldi kendi kızım ilçemde bir trafik kazası geçirdi. 

Acıpayam'da kortejle 11 yaşından küçük çocukları bisiklet turuna çıkarmak ne kadar hata ise benim de 9 yaşındaki kızımı tek başına bisikletiyle göndermek hata. [Kanun 11 yaşından küçük çocuk tek başına bisiklete binemez, yanında ailesi olacak diyor.(muş). Malum bunu yeni öğrenmem üstümdeki sorumluluğu ve ihmali ortadan kaldırmıyor.] 

O günden bu güne ihmalkar ve hatalı olduğumu düşünüyorum. Olur olmadık -üstüme vazife- olmayan konularda yazan, konuşan ve hatta bol bol eleştiren birisi olarak tek kelimeyle çuvalladım. 

Lakin içimdeki (vicdanımdaki) meclis üyeleri de nedense 'çuvallama' konusunda bana  epey bir destek oldular. 'Kendini birazcık da olsa teselli et.' 'Tek sorumlu sen değilsin.' dediler. 

İlçemde fantastik kurgu gazeteciliği sağdan ve soldan garip bir şekilde itibar görmüşken ben de böyle ciddi bir sorun hakkında senaryo üzerinden ilerlemek istemiyorum. 

Ve Acıpayam'da yaşayan ve Acıpayam'ı seven birisi olarak diyorum ki.....

Gelişmiş bir ülkede bir yerde kaza olsa birileri (oranın ilçe Trafik sorumluları herhalde) bir araya gelir ve  'Kaza neden olmuş?', 'Tekrar olur mu?' 'Olmaması için ne yapılmalı?' der ve YAPAR.  21. yy'da Ak parti gibi güçlü bir iktidar zamanında Türkiye Cumhuriyetimin bir vatandaşı olarak bunu istemek lüks olmasa gerek. 

Kendi kendime soruyorum. 

Acıpayam'ın Antalya çıkışında daha kaç kazanın olması gerekiyor?

İlçemin park sorunu ne zaman sorun olmaktan çıktı? 

İllaki maddi/manevi bedel ödemek zorunda mıyız? 

İlçemin Trafik güvenliği sorununu kim çözecek? 

Kurumlar neden var? 

Soruları arttırmak çözüm değil. Çözüm bizleri yönetmek için sorumluluk almış kişilerin sorunları çözmesi. Rızası ile veya temsilen listelere alınmış siyasilerin sorunlarımızı(Trafik, park, şehir düzeni, okullar, temizlik, işsizlik ve tüm diğerleri) görmesini istiyorum,

İlçemin sahipsiz olduğu duygusunu yaşamak istemiyorum,

Çözüm bekleyen sorunlarımız varken oy verdiğim partinin 'mesaj, fotoğraf, facebook' siyaseti yapmasını istemiyorum,

Kızıma ısrarla ve üzüntüyle 'Neden dikkatli olmadın?'diye sorduğumda bana 'Baba yan yana iki tane büyük araç vardı, yaya geçine ulaşmaya çalıştım.' cevabını aldım. 

Lütfen biz babalara - biz annelere çocuklarımızın bu cevapları karşısında bizlere 'çaresizlik' duygusunu yaşatmayın veya (eğer ki) siyaseten bu sorumlulukları almayacaksınız bu tür görevlerden mümkün mertebe uzak durunuz.   

Bugün kazanın olduğu aynı yerde aynı sorun devam ediyor. 

 İlçemin Antalya çıkışına hala tedbir alınmadı. 

Antalya Akalan kavşağı üzerinde daha yakın zaman önce ağır yaralı kaza oldu. Olmadı mı? OLDU. 

Bir Rus kafilesi otobüsü, Antalya'dan dönen bir aile, İlçeme tatile gelmiş bir misafir, komşumun çocuğu yani her kim olursa olsun, inanın benim için mağduriyeti kimin yaşadığı önemli değil, ne yapılırsa MAĞDURİYET YAŞANMAZ  O ÖNEMLİ. 

Suçlu değil sorumlu arıyorum. 
















 






11 Temmuz 2020 Cumartesi


Ayasofya’nın Allah’ın izniyle tekrar ibadete açılması ve oradan okunacak ezanlar içinde bambaşka manaları barındırıyor. Türkiye hilafetinde tüm İslam ülkelerine birliktelik çağrısıdır. Müslümanların yeniden öz güvenlerine dönüşüdür. Hakkın gelip batılın zail oluşudur. Batı dünyasına en nazik dille İslam davetinin yeniden yapılmasıdır. Tam bağımsızlığın sözle değil fiille olduğunun vesikasıdır. İslam’ın koruyucu kubbesinin önceden olduğu gibi şimdi de Türkiye olduğunun ispatıdır. Fethin, şehadetin hak ettiği saygıyı görmesidir. Yerindedir. Gereklidir. Ve tam zamanıdır.
Bu açılışa en fazla –öncelikle- Türkiye’nin fetihle kazanılmış en güzel şehrinde yaşayanların/yaşama fırsatını bulmuşların değer vermesi ve ardından yukarıdaki derin manaları tüm Müslümanların içtenlikle okuması gerekmektedir. Ayasofya sağ ve solun münakaşa, TV’lerin program konusu olmaktan münezzehtir. Olmamalıdır.

Cami Allah’ın farzlarını yerine getiren cemaatlerle ruh kazanır. Farzlar namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, hacca gitmek (ÖĞRENCİYE BURS VERMEK OLMAZ, hac bursa- burs vermek hacca mani değildir, alternatifi hiç değildir / aklı selim insanları içtimai hayatta girmedikleri zeka oyunlarına Allah’ın farzları konusunda girilmemelidir./ -SİZDEN A sektöründe hizmet isteyene B’yi götürdüğünüzde nasıl olmuyorsa farz da değişmiyor. Kalp temizliğine gelince, zaten ancak kalbi temizler layıkıyla Allah’ın emirlerine uyarlar – Herkesin ninesin başörtüsü de farz-ı kifaye değildir. Sözüm kesinlikle örtünmeye değildir ki ZATEN TERBİYEZSİZLİK olur, lafımız örtüyü farzdan çıkaranadır) olduğu gibi dürüst olmak, çalmamak, yalan söylememek, hak yememektir, temiz olmaktır (buna cami tuvaletleri, şadırvanlar, ses sistemleri de ve ruhlar da dahildir herhalde- İnşaallah kapitazmin mekanlarına verdiği temizlik hassasiyetini Diyanet ve Müftülükler de yakalar ve bahane üretmezler.   * çok ciddi sorunlar var.) Bunları isteyen mealinden öğrenebilir. Derdini(!) anlatacak kadar İngilizce, Almanca, Judo, Karate, Yoga öğrenme konusunda gösterdiği merakı ve azmi insan biraz Arapçaya verse mükemmel olmasa da derdini anlayacak kadarını öğrenebilir. Çünkü insanın ebede gitmek, bu dünyada Allah’ı anlayabilmek gibi ulvi bir derdi vardır. Müslümanım diyenlerin de yaptıkları hatalar kesinlikle İslam’a veya toptancı zihniyetle tüm diğer Müslümanlara kesilmemelidir.

Her neyse konuyu daha fazla dağıtmayalım, malum işimiz çok.

Vesile olanlardan Allah razı olsun. Olumsuz düşünenler tekrar düşünsün.

Sayın Cumhurbaşkanımızın dönemine nasip oldu. Ama Allah’a şükür bu gurur HEPİMİZE aittir. Böyle BÜYÜK GURURLARI DESTEKLEYEN HERKES KAZANIR.

Uzun parantezler için bağışlayın.

İbadetle kalalım.

9 Temmuz 2020 Perşembe

Bizimle çalışır mısınız?

Urgurlar arçelik mağazamızda çalışacak bay/bayan personele ihtiyaç vardır.
Başlangıç ücreti:  asgari ücret+sigorta

Sürekli iş arayan arkadaşların başvurması rica olunur. 

Telefonla veya mesajla iletişime geçilmeyecektir.

Detaylı bilgi almak için urgurlar arçelik Acıpayam mağazamızda Turgay URGUR
ile görüşünüz. 


15 Mayıs 2020 Cuma

Görerek Öğrenememe

Uzun zamandır 'görerek öğrenememe' gibi bir sorunumuz var.

Anneden, babadan görüyoruz ama bir türlü öğrenemiyoruz. Cahilce ve bitmez bir ısrarla bizzat her sorunu kendimiz yaşamak istiyoruz. Çok zaman alsa da, bir çok maddi ve manevi kayıp olsa da illaki bedelleri göze alıp kendimizi riske atıyoruz. Lakin sonuç genellikle onların dediği yere veya o yerin yakınına çıkıyor. Çünkü hayat aynı girdilerle  çok nadir farklı çıktılar veriyor.

Doğru, haklısınız. Onlar ve tüm diğer evvelkiler de mükemmel hayatlar yaşamadılar. Hataları oldu. Fakat bizim ilk dersi hatalardan çıkarmamız gerekmiyor muydu? Zaten onlar da hep şunu demedi mi? 'Bak ben şunları yapmadım ve böyle oldu.' 'Keşke şunu yapmasaydım.' demediler mi?

İnsan gitmediği Eyfel kulesine hayran, son model çelik, plastik ve binlerce parçadan oluşan arabalara hayran, yani hem cinsinin yaptığı birçok şeye hayran. İyi güzel de; etten, kemikten ve yoktan yaratılışına neden hayran değil ki? Gözü hayran olduklarından daha mı az değerli? İskeleti, kalbi, beyni, ruhu, konuşması, sevebilmesi, hücresi daha mı az değerli? 









  

12 Mayıs 2020 Salı

Vardır

Varlıkta bilinmeyenler vardır.

Hep gözünün önünde, avucunun içinde olup da 'varlığı' hiç bilinmeyenler vardır.

Hani şu 'tümden gidince' yavaş yavaş, usul usul değerini anlamaya başladıklarımız var ya tam da onlardan bahsediyorum.

Onlar dediğime bakma. İşin gerçeği onlar değil. O.

O ... yani hayat.

Yaşamak ve yaşadığını sanmak arasında çok fark var.

Sorun o'nun içinde olanları ayırmaya başladığında başlıyor.

Mesela; bilgiyle tevazuyu, inançla tevekkülü, edeple sabırı ayırınca bir şeyler yanlış gitmeye başlıyor ve bu yanlış gidenler başka yanlışları beraberinde getiriyor.




BİLİM KURULU

Kanaat, israf, eğitim, şehircilik, çevre, sanat, spor, ahlak, yardımlaşma konularında da bilim kurullarımız olsa ne de güzel olur. 

Her hafta bizleri yönlendirseler ve hepimizi ilmi bir şekilde doğruya sevk etseler.

Yanlış yapanları önce uyarsalar ve çok gerekirse cezalandırsalar.


6 Mayıs 2020 Çarşamba

Ah şu madalyon (5)

Doğa birazcık kendisine gelmişken; keşke TV'lerde aynı konuları konuşmaktan ziyade israftan, temizlikten, doğaya ve hayvanlara saygılı olmaktan da konuşulsa ne de güzel olur.

Çünkü şu geçen günler çok güzel bir fırsat olabilir.

Evlerde ibadetlerden, kitap okumaktan ve bir birimizle hoş Ramazan sohbetleri yaptıktan sonra arta kalan zamanda malum az da olsa TV izliyoruz. Her kanalda benzer konular var ve belirli süre sonra sıkılıyoruz. İşte bunu artıya çevirmek için hepimize hem ilmi, hem dini, hem insani olarak temizlik, saygı, kanaat, iktisat anlatılsa ne de güzel olur.

3 Mayıs 2020 Pazar

kim3

konuşmayı istememek veya ne istediğini bilmemek,

ve beklediğin o sesi duymak: 'Zaman doldu.'

hayat kazanmak veya kazanamamak değil.

2 Mayıs 2020 Cumartesi

KORONA

Şehirlerin trafik ışıkları kendi kendilerine yanar, söner.
Boş yollar orman yalnızlığı yaşar.
Acil ihtiyaç sahipleri kendi sokaklarında gurbet el telaşında gezerler.
Boğazda yunuslar, rıhtımda martılar bu tenhalığa şaşırır.
En acısı da ' hayyalesselah.hayyalel felah' sesleri hüzünle yankılanır. 

Şehitlerimiz

1 Mayıs 2020 Cuma

Nurlar

On defa değil, yüz defa değil, hep okusam sıkılmam.

Ne de güzel söylemiş: 'Bismillah her hayrın başıdır.'

Ve demiş ki bu kelime İslam nişanıdır. Yani ezan gibi, Ramazan gibi, Sela gibi İslamın sembolüdür.

Sadece insanlar değil tüm canlılar Bismillah dermiş. Allah Allah.

Rahman namına der ve işlerini kolayca halledermiş. Daha sonra besmeledeki Rahman ve Rahim'i açıklamış. Bizler için anlaşılır bir hale dönüştürme gayretine girmiş.

*             *         *

(Güzel kardeşim tefsir okumak Peygamber Efendimizin yerine başkasını koymak demek değildir. Tefsir okumak Allah'a olan inançta araya aracı koymak değildir. Tefsir okumak gayet faydalı bir ilimdir. Asıl sorun bu eseri okumadan 'klişe ezberlerle' eser ve sahibine mesafe koymaktır.)

(Güzel kardeşim sürekli aynı gazeteleri okumak, belirli kanallara bağlı kalmak insanı sadece taraftar yapar. İçindeki itiraz hislerini durmadan ateşler. Sonra da kendisi gibi düşünmeyen herkese karşı düşman yapar. Ön yargı ilmin ve gelişmenin önündeki en büyük engeldir ve bu engeli insan kendisi koyar.)

Devamında ise malumunuz imani mevzular öncelik olmuş. Çünkü iman olmazsa diğerlerinin bir anlamı olmuyor. Yani her şey Allah'ı bilmekle başlıyor. O da bunun derin idrakinde olduğu için imani konuları her daim merkeze alıyor. Fakat işi bununla bırakmıyor. İsrailiyatı, İslam ülkelerinin geri kalışını, zihinleri karıştıran hadisleri, haşri -yine kendi tabiriyle iki kere iki dört edercesine açıklıyor.

*            *            *
İş bununla da kalmıyor. 'Her suale cevap verilir ama soru sorulmaz.' diyerek İslam topraklarının taşıması gereken öz güveni bize yeniden hatırlatıyor ve sadece hatırlatmıyor bizzat ilmiyle gösteriyor. Batı felsefesinin eksikliğini ve inanç olmazsa felsefenin ne denli tehlikeli ve toplumlara zarar vereceğini anlatırken batının ilmi terakkideki hakkını da gayet nazik bir şekilde teslim ediyor. Zekatın işletilmesi, faizin terki ile tüm dünyanın adaletsizlikten kurtulabileceğini bu çağda bize sadece o anlatıyor. Hocalar Allah'tan bahsetmiyorsa, onları değil verdikleri dersleri dinleyin diyerek din ve ilmin iç içe olduğunu ve her ikisini ayrıştırmanın doğuracağı sorunları bizlere net, inandırıcı bir şekilde bizlere aktarıyor. Duanın önemini, Ramazanda orucu, Miracın ehemmiyetini ve hepsini adeta içine alır şekilde; 'Nereden geliyoruz?Nereye gidiyoruz? Neciyiz?' gibi insanlığın mühim sorularının cevabını bulduruyor. 

*                *         *
Aslı varken Risalenin şahsi mealinden ve yetersiz teşviğinden utanıyorum. Lakin bugün insanlığın bu eserden mahrum kalmasına da gayet derinden üzülüyorum. Özellikle de gençlerimizin bu muhteşem eserden habersiz olması insanı/şahsımı derinden etkiliyor.

*            *           *

Onları israftan, kötü sözden, kötü yaşantından koruyacak en güzel eser Kuran'ın bu güzel tefsiridir. Peygamber Efendimizi onlara anlatacak en güzel eser de yine bu tefsirdir.

*               *        *

Gençlerimiz insanın ve imanın değerini, bu hayatın anlamını, zihinlerini bulandıran 'şüphe' sorularının cevaplarını ancak bu eserle bulabilirler.

*           *           *

Türk aydını artık zaman kaybetmeden bu eserin okunması, tanıtılması ve de yaşanması için gereken çalışmaları başlatmalıdır. Her koldan evlere girmelidir, meclislerde öncelik olmalıdır. Bilhassa bu esere karşı ön yargılı olan kardeşlerimize yine Üstadın tabiriyle -tatlı dille ve sabırla bu muhteşem eser anlatılmalıdır. 'O bizden değil.' demek yerine ülkemizin dışındaki insanlardan önce vatandaşlarımızın geneline nasıl ulaşabilir diye 'düşünce' yorulmalıdır ve yoğurulmalıdır. Mesela sadece herkesin sadece kendi imamını kurtarma derdi olarak kalmamalıdır. Eğer bilerek/bilemeyerek böyle bir yola girilmiş ise 'bu' zaten risalelerin anlaşılmadığı anlamına gelmektedir.

Onlardan evvel Nur Risalelerini sahiplenen meşrepler bir an önce bu eserin doğru kanallardan tüm insanlığa ulaşması için profesyonel çalışmalar başlatmalıdır. Bu gecikme konusunda ise derhal öz eleştiri yapmalılar ve yöntemlerini gözden geçirmelidirler. En doğru biziz demeyi, kendi yakınlarından gayrısına faydalı olmamayı bırakmalıdırlar. İnsanların 'kendi başlarına eseri bulacakları' düşüncelerini ise kesinlikle ortadan kaldırmalıdırlar.

*          *          *

Bugün ne yazık ki gençlerimiz kendilerine fayda yerine zarar veren neşriyatlarla meşgul etmektedirler. Hızla yaygınlaşan dinsizlik sorularının cevaplarını da bulamamaktadırlar. Bu konuda ulaşabilecekleri en doğru eser Risale-i Nurlar olduğuna göre bu eserden haberdar olmalıdırlar. Bu görev az önce belirttiğim gibi Nur Talebelerine düşmektedir. Kendi kendilerine okumak, kendi kendilerine yazmak, kendi kendilerine sohbet yapmak ve nurları gazetelerinde mevcut iktidarı eleştirmek için referans yeri olarak kullanmak yerine; bu eserleri insanlarla nasıl buluşturabiliriz üzerine kafa yormalılardır. Bu eser kesinlikle herkesin anladığına ve yorumladığına göre gruplaşma nedeni olarak kullanılacak bir eser değildir. Zaten bu grupların da bu eserin geniş kitlelere ulaştırmak için neler yaptıkları ( daha doğrusu yapamadıkları) ortada. Malesef adam akıllı ve tam teferruatlı bir internet adresi bile mevcut değil. Malesef gençlerin ulaşabileceği ve benimseyebileceği Risale mekanları yok. Zaman hızlı hareket etme ve Rahmetli Üstadın vazife şuurunu yakalama zamanıdır. Şu korona günlerinde bile nurcuların hazırlıksız olduğunu gördük. Kitle iletişim araçlarından her türlü bilgi akarken, ne yazık ki Risalerle ilgili elde avuçta çalışmaların olmaması hiç de hoş olmamıştır.

*         *            *

Biz bu konuda kardeşlerden değişim istemiyoruz. Madem usullerine çok güveniyorlar öyleyse üretime geçsinler. Yada bin bir zorluklarla, çilelerle yazılmış bu eserin sermayesinden-semerelerinden kendilerine pay çıkarmayı bıraksınlar.

Turgay Urgur
0506 543 05 77

kim(2)

En tehlikeli yalakalık susmaktır.

Kavimlerin helakına neden olmuştur.

Bu kadar çok konuşanın ve konuşulanın olduğu bir çağdaki 'bu suskunluk' ise tağutuliğin muhtemelen son versiyonu olacaktır.

Şimdilerde su 'sessiz tapış' tüm insanlığı kasıp kavuruyor.

30 Nisan 2020 Perşembe

günah

günah

gün ve ah

bir günah demek

her gün çekilen bin ah demek.

turgay urgur

bazı günahlar vardır ne tövbeler ne sadakalar acısını dindirmez,

her gün azap olur,

bir lokma ekmeği bir bardak suyu sindirmez.

diyet üstüne diyet ödersin,

dert üstüne dert çekersin.

kimsenin bilmesine gerek yoktur,

sen herkese baktığında ne hikmetse günahından başka bir şey görmezsin.

ölsem de kurtulsam bile diyemezsin,

çünkü o günah var ya o günah,

ölürken  bir şehadeti bile sindirmez sana.

ne cesaretin kalır ne şecaatin,

haklı olsan bile susarsın,

bilsen bile konuşamazsın.

anca utanırsın,

anca sıkılırsın,

anca irade sersemi olursun,

arada sırada kendini biraz toplar gibi olursun,

tam sil baştan diyecekken,

o günah var ya o günah,

usuldan kulağına yanaşır,

(iki kelimecik)

'ne yüzle?' deyiverir,

çaresiz pes edersin.

yine küçülürsün.

hayat böyledir Evlat!

bin gönül yapsan bile bir gönül kırdın mı anlamı olmaz,

ruhun kirlendi mi zemzemle yıkansan faydası olmaz.

sen sen ol!

konuşma,

bakma,

yeme,

mümkünse büyüme.

haram konuşma,

harama bakma,

haram yeme,

büyümemek elinde değilse bile,

mümkünse kendi kendine yaşa.

ve kendinden başkasına bulaşma,

hayat böyledir Evlat!

şükrünü edebileceğin kadar hayat dile,

zekatını verebileceğin kadar mal dile,

yoksa;

onur dilenirsin,

yoksa huzur dilenirsin,

kimse de derdine olamaz.

günah

gün ve ah

bir günah demek

her gün çekilen bir ah demek.

hayırlı Ramazanlar.























28 Nisan 2020 Salı

kim

beden uyur, ruh gezer.
ruh uyursa beden ele hizmet eder.
düşmekten düşmeye fark var,
kendi düşen kalkmasını öğrenir,
kendini düşüren asla kalkamaz.
zaman izin verir ama öğretmez,
insanlar ise sadece izler,
seni sen yapan ise kararlarındaki izler.
hayatı soranlara deki:
hayat: iyiyi istemekten, kötüyü yapmaktan ibarettir.
bin yıl yaşasanda gerisinde başka bir şey bulamazsın.
Nuh'un oğlu,
Lut'un karısı,
Hud'un kavmi de bulamadı.
kem gözlerde yemler,
yem sözlerde kemler gizlenir,
görmesini değil beklemesini öğrenmelisin,
çünkü seni terk etmeyen tek dostun sabırdır.
ki! Allah sabrı tavsiye eder.
gördükçe acı çekersin,
ama sabrettikçe kemlere acı çektirirsin.
susmak birinci derstir,
konuşmak çok sevildiğinden,
dersi geçen neredeyse yoktur.
Taif dönüşü acı bir susma vardır,
Hira'da,
Sevr mağarasında,
Mekke'nin fethinde,
hep susma vardır.
herkes bilir,
oruçta susma vardır,
namazda susma vardır,
çünkü insan sustukça Allah konuşur.
ne düne ne yarına bak,
dünü tövbe,
yarını dua ile hayatına kat.
bugün doğdun farz et,
çünkü her farzın bir doğumdur,
kulluğundan gerisi boğumdur.
hayatı değil ölümü anlamaya çalış,
saniyeler ölüyor,
günler ölüyor,
sevdiklerin ölüyor,
sen, ben, herkes ölüyor,
Çünkü O'dur "Yuhyî ve yumît",
ve bilmeni ister nedir? "Yuhyî ve yumît"

Ve o 'bilmek' dediğin ne çok gezmektir,
ne de çok okumaktır.
Ah o 'bilmek'... O'nu görmeden sevmek,
O'nu görmeden inanmaktır. 



turgay urgur

















24 Nisan 2020 Cuma

Kötülüğü kim emrediyor?

Malumunuz hani durmadan kötülüğü emreden 'nefs-i emmare' var ya, herhalde belirli süre sonra kötülüğü emretmesine gerek kalmıyor. Çünkü onun yerini 'stabilite' ve 'geriye dönüş(ler)' ve 'bir öyle bir şöyleler' alıyor. Durum böyle olunca yeni kötülüklere gerek kalmıyor. Muhtemelen şeytan bile boşu boşuna enerji harcamayı sevmiyor. Sistemi bir defa kuruyor gerisini biz insanlara bırakıyor.

Mevzu derin. O kadar derin ki inanın ben de nereden başlayacağımı bilmiyorum.

İşin içinde salgına dönüşmüş bir pısırıklık var. Bile bile ve ısrarla hata yapmak var. Hatadan utanmamak var. Bizden diye yanlışları savunma var. Onlardan diye her yapılanı eleştirme var. Haramdan kazanılmış paranın, 'mülkün zekatını vermeye çalışıyor gibi görünerek' acınacak bir kandırmaca var. Dahası; doğruyu kimse söylemek istemiyor. Ama yine de inanıyoruz. Yani kendimizi çok iyi kandırıyoruz. İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak yerine olup biteni durmadan izlemek var. Bol bol susmak var. Yani özetle 'izlemeye' ve 'susmaya' sabitlendik.

Yine de...İnanan insanlar ya da inanmaya çalışan veya daha güzel bir tabirle inanmayı öğrenmek isteyen insanlar merak ediyor.

Neler kul hakkına giriyor? Neler ayıp? Neler haram? Veya haberimiz olmadı da bunlar değişti mi?

Mesela; tüm dünyada fakirlik ve açlık varken, birileri yıldan yıla et görürken TV'lerin yemek gezgini programlarını nasıl izah edersiniz? Yani 'Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.' diye hadisimiz var iken tüm yenilenin-içilenin hem Medyada hem tüm diğer ortamlarda ifşa edilmesini nasıl açıklarız? Kul hakkı mı? Ayıp mı? Veya normal mi? Veya olabilir mi?

Bir yandan çocuk istismarını kınayacaksın, kadın cinayetlerini eleştireceksin ama sonrasında neredeyse her TV kanalının aile yaşantısını baltalayan dizi, program ve benzerlerini yapmasına izin vereceksin. Bu durumu inancın içindeki hangi yorumlarla açıklayacağız? Harbiden medyanın günahları, ayıpları, mekruhları neden Hocaların hiç gündemi olmuyor? Kelamcılar, fıkıhçılar, içtihatçılar bu konularda neden bir şey demiyor? İşin özü 'Biz' bu düzenin neresindeyiz? 

Mesela vergiden çalmayı marifet biliyoruz ama başkalarının verdiği vergilerden yapılmış okula, hastaneyi gitmeyi hak görüyoruz. Yani bir şöyle, bir böyle inanmak istiyoruz. Harbiden biz kimi kandırıyoruz?

İş vermeye gelince hesap içinde hesap yapıyoruz. Bu zekat konusunda da böyle, vergi konusunda da böyle, sadaka konusunda da böyle, çalışanımıza verdiğimiz maaş konusunda da böyle.

Başta 'stabilite' demiştim ya... Artık belirli süre sonra vicdanlarımızın, inanışlarımızın tasvip etmediği yaşantı şekillerini hayatlarımızın merkezi yapıyoruz. Mazeretimiz ise 'başkalarının da' öyle konuşup, şöyle yaşaması. Diyoruz ki: Herkes bunu yapıyor. Dayanak noktamız 'herkesin yaptıkları' oldu. Allah aşkına bu hesap kimi kurtarır?

Neyse...

Herkese hayırlı Ramazanlar, 










13 Nisan 2020 Pazartesi

Davutoğlu'ndan CHP'ye

Sayın Davutoğlunun iktidar olamaması için çok neden var. 

Mühimleri:

Gülün yanında ve/veya bazen arkasında yer aldı. Çok yanlış bir konumdu. Türk seçmeninin hafızası gayet iyidir. Türk seçmeni oy kullanırken çok hızlı bir şekilde geçmiş defterleri karıştırır. Bizim insanımızın eski defterleri atmama gibi bir huyu vardır. 

Bir diğeri konuşurken arkada kitapları kullanmasıdır. Hiç mi danışman kullanmıyor? Tabi ki de kullanıyordur ama bu husus onların görebileceği bir detay değil. Çünkü danışmaları Türk seçmenini bilmiyor. Kitap mevzusunu merak edenler olursa sonra anlatabilirim. 

Partinin amblemi ciddi sorun. Meyvesiz ağaç. / Meyvesiz ağaç yaprağı. Özensiz, anlamsız seçilmiş. 

Başka bir neden seçtiği konular. Şu an memleketin derdi olan işler değil. Portakal zamanı karpuz fiyatının anlamı yoktur. Partinin gündem sorunu var. Geriden geliyor. 

Türk siyasetini(Türk insanını) Demirel çözmüştür. Geldiği yer çok önemli. Her zaman iktidara adaydır. Özal söylemleriyle 1 , 2 defa kazanmıştır ve icraa etmiştir. Kafasındakilerinin bir kısmını gerçekleştirebilmiştir. Ki programının adı 'İcraatın içinden' di. Geldi. Başardı. Ama kendi ifadesiyle 2 hataya kurban gitti. Mesut Yılmaz hazıra konmuştur. Malum hazıra dağ dayanmaz. Tansu Çiller Rahmetli Demirel'i dinlediği sürece kazanmaya yaklaşmıştır. En dahisi ve en faydalısı Erbakan olacaktı ama müsaade etmezlerdi. Nitekim etmediler. Hem düşünmüş, hem de düşündüğünü formulize edebilmiştir. Fırsat verildiğinde de hızlı bir şekilde uygulayabilmiştir. Eğer 15 sene şans verilseydi şu an Türkiye dünyanın ilk 3 Devleti içinde olurdu.    

Sayın Cumhurbaşkanımız zaten kişilik itibariyle(duruşu, konuşma şekli, sahiplenişi, mücadelesi, pes etmeyişi ve vefası ile, çalışkanlığı ile)  her türlü, her zaman kazanır. Bu özellikler onun şahsında özeldir. Türk haklı ona her zaman açık çek verir. Türk insanı ona güveniyor. O kadar güveniyor ki onun zamanındaki bazı hataları belirli bir süre sonra adeta yok sayıyor. Seçim sonuçlarını aniden bu değiştiriveriyor ya da onu sürekli BİR numara yapıyor. Aday olduğu sürece kazanacak.  Önceden bu konuyu Cumhurbaşkanımız özelinde karizmatik lider, psikolojik lider ve mitolojik lider diye isimlendirdiğim yazı dizimde anlatmıştım. Böyle bir muhalefetin olduğu bir ülkede kazanması da aslında hepimizin hayrınadır. (Bu bağlamda Cumhurbaşkanımızın başarısını anlatanlara 'yalakalık' yaftası atacağınıza 'Neden, nasıl kazanıyor?Diğerleri 3çeyrek asırdır neden kazanamıyor. Ona bakın. Yoksa Ak partinin seçmenini aziz nesin tespitleriyle değerlendirmeye ve küçümsemeye devam ederseniz sittin(60) sene daha kazanamazsınız./Sövmek kazandırmıyor.)  

Peki Sayın Davutoğlu neden olmaz. Çünkü şu yukarıda anlatmaya çalıştığım yakın zamanın siyasetini bile analiz edememiş(tir). İşin aslı siyasetin değişmeyenleri vardır. Kazanmak için bu değişmeyenleri iyi okumak gerekir. Bu değişmeyenleri çok para harcadığınız danışmanlarınız bile göremeyebilir. Çünkü mesele halkın baktığı yerden bakabilmektir. Bu o kadar hassas bir noktadır ki chp'nin bile yıllarca iktidar olamayışının tek nedenidir. 

Merak edenler için bu değişmeyenleri kısaca açayım. 

Bu değişmeyenler basitlik içerir. Karmaşık, havalı, akademik lafları sevmez. Örneğin belki kılışe gelecek ama Türk seçmeni annesinin, bacısının başındaki örtüye laf edeni sevmez. Hatta onu şekillendiren bile nefret eder. İktidara aday parti bu konuda seçmenini anlayamadıysa ne yapsa yaranamaz. Artı işin bu yönü yapmacıklık kaldırmaz.  Örneğin seçmen dağda olsun, şehirde olsun; yolunun, suyunun, elektiriğinin kolaydan olmasını ister. Yoksa günlük siyasetin içinde geçen onlarca mesele onun için elzem değildir. Çünkü 'gereksinimler' dünyasında yoktur. Diğer bir konu sağlık. Sağlık Türk seçmeninin seçilene not verdiği noktaların başında gelir. Hele bir de Ak parti bu konuda konuyu epey bir üst seviyeye taşıdıysa muhalefetin işi bir tık daha zordur. Son bir basitlik de: GSMH'dan en azından hak ettiğini almaktır. Şu anda EVDE KALabileceği bir ev, markası önemli değil ulaşabileceği bir özel araç Türk seçmeni için lütuf değil haktır. Bunu kimin sağalabileceğine bakar. Yoksa Devlete, Millete hakaret etmiş, silahla veya kalemle ihanet etmiş birilerinin kaç yıl yatacağı Türk seçmenini ilgilendirmez. Neden ilgilendirsin ki? Türk seçmeni uzun süreli Adalet, uzun süreli Hürriyetten yanadır, uzun süreli kalkınmadan yanadır. Şimdi sen İstanbul'da Hastanenin yolunu yapmamayı kendine siyasi başarı görürsen, kusura bakma ama bu ülkede iktidar olmaya aday olamazsın. 

Peki Sayın Davutoğlunun veya CHP'nin veya bir başka partinin hiç mi şansı yok? Hiç mi olmayacak? Olabilir. Nasılı bir sonraki yazımda.  

bu arada başka parti derken IYI partinin o şansı da olmayacak.  

    

10 Nisan 2020 Cuma

Elhamdülillah

Hep birlikte çok başarılı oluyoruz. Allah daim etsin.

Önceliklerimizi hatırladık.

Kendimize geldik.

Daha az şikayet ediyoruz.

Maskeler sayesinde kelimelerimizi daha itinalı seçiyoruz.

İsraf etmiyoruz.

Kitap okuyoruz. Düşünüyoruz.

İbadet ediyoruz.

Birbirimize faydalı olabilmek için bahaneler arıyoruz.

Doğayı özledik.

Komşularımızı, gezmelerimizi özledik.

Ailemizin kıymetini anlıyoruz.

Ülkemizin değerini görüyoruz.

Müslüman olmanın değerini bizzat görüyoruz.

Bakış açılarımız değişiyor.

t.urgur




8 Nisan 2020 Çarşamba

Düşünceye dair.



İşin aslı müthiş bir tevekkülün veya teslimiyetin içindeyiz. O kadar güvendeyiz ki hayatlarımızın büyük çoğunluğunda ne kendimiz ne de kendimiz dışındaki hayatla ilgili bir kaygı yaşamıyoruz.

Elektrik, su veya internet gibi ödemelerden bahsetmiyorum. İş veya işsizlikten de bahsetmiyorum. Bizi geren TV haberleri, gazete yazıları da mevzu bahis bile değil.

Hani şu içimizde bizim kontrolümüz dışında mükemmel işleyen bir mekanizma var ya; ondan bahsediyorum. Kalbimizden, böbreğimizden yani bizi yaşatan bize emanet edilmiş her türlü sistemden bahsediyorum. Bir de kâinattan yani güneşten, havadan, doğadan ve hayvanlar âleminden bahsediyorum.

Şu günlerde yine aslında bu tevekkülün verdiği teselli ile umutlanıyoruz. Virüs denilen görevlinin bir şekilde ileriki günlerde hayatlarımızdan çıkıp gideceğini hatta bu yazın başlangıcında yine her şeyin eskisi gibi olacağını umuyoruz. Sonsuza kadar bu iş böyle sürmez diye düşünüyoruz. Çünkü bizler- hepimiz mükemmel işletilen bir sisteme alışığız.

Örneğin bize göre güneş her sabah doğar, belirli ve ihtiyaç oranında ısı-ışık gönderir. Bir de yörüngesini asla terk etmez. Yörüngesinden milim şaşmaz. Veya havada her zaman ihtiyacımız oranında oksijen olur/olacak. Su her daim kendi kendini temizleyecek. İnsanlar doğaya ne kadar kötü davransa da o bir şekilde kendini geri dönüştürecek. Veya kalbimiz her zaman kusursuz çalışacak, böbreğimiz bir gün bile olsa tatile çıkmayacak. Vücudumuzdaki en küçük hücre bile vazifesini asla bırakmayacak.

Peki neden illaki böyle olsun ki? Başta demiştim. Müthiş bir tevekkül veya teslimiyetin içindeyiz ama sadece farkında değiliz. Çünkü henüz güneşsizliğe, susuzluğa, nimetsizliğe maruz kalmadık. Geçeceğini umduğumuz karantina sürecini evde kalarak, güncel tabiriyle kendimizi izole ederek atlatabiliriz. Sanki elimizde süreci kontrol edebilecek bir şeyler var gibi görünüyor. Ya güneş ısınını azıcık kıssaydı, dünya atmosferini birazcık yitirseydi veya dönme hızında bir değişiklik olsaydı; durum ne olurdu? Bu saydıklarımın hepsi de olabilir, muhtemelen kıyamet diye inandığımız sonda budur. Bu noktada sorularım şunlar. Neyin ne kadar farkındayız? Neye ne kadar hazırız? Neyi biliyoruz? İnsan (biz insanlar) garip varlıklarız. Doğduğumuz günden beri taşıdığımız kalbimiz hakkında bilgimiz yoktur, yerini gösteremeyecek olanlar bile vardır. Ama bir arabanın parçalarını daha yakından tanırız. Sinir sisteminden, gözden, akciğerden, hücrenin içindekilerden hiç bahsetmiyorum. Çünkü ben de bilmiyorum. Dedim ya… Sonsuz bir tevekkülün içindeyiz. Ve bu tevekkülden dolayı güne umutla bakıyoruz, insanları seviyoruz, yaşamaya tutunuyoruz. Fakat mühim bir sorun var. Bize bu mükemmel hayatı veren, kusursuz kâinatı hizmetimize sunan ve işin aslı bizleri sonsuz bir hayat için hazırlayan Yüce Yaratıcımızın emirlerine karşı gerekli hassasiyeti göstermiyoruz. En azından kendi adıma durum böyle.   
    
Evet ayetin ifadesiyle; O’nun yarattıklarında kusur bulamayız. Ve yine ayetin ifadesiyle; kalpler ancak O’nu anmakla huzura kavuşur. Ama yine ayetin ifadesiyle güneş bir gün dürülecek. Kuru kemikler bir araya getirilecek. İnsan kendisini en iyi Kuran’da bulur çünkü insanı hiç şüphesiz yaratan tanıyordur. Tevekkülümüzün nedenini orada bulduğumuz gibi yapılması-yapılmaması gerekenleri de orada buluruz.   

Bu tevekkülün, bu teslimiyetin kimse de tembelliğe neden olmaması gerekiyor. Bize Halıkımızı anlatan üç muallim var. Birisi kâinat, diğeri Kuran ve diğeri de Peygamber Efendimiz. İnsanın bu üç muallime hayat süresince kulak vermesi gerekiyor. Hayatın önceliği olması gerekiyor. Yoksa günlük iaşe için çalışmak hayatın merkezi değildir. Üstadın tabiriyle insan bu dünyaya ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Helal dairede rızkını aradıktan önce ve sonra ve hatta rızkını ararken şu suallerin de cevabını aramalıdır. Nereden geldim? Neciyim? Ve nereye gidiyorum?

Bazen ulvi gayelerden uzaklaşır hayatın içinde kayboluruz. Aniden dünyada bir şeyler olur ve kendimizi zorunlu bir inzivanın içinde buluruz. İşte bu zorunlu inziva iyi değerlendirilirse eminim tüm insanlık için hayırları da beraberinde getirecektir. Unutmayalım ki! Bizler bir şeyleri değiştirmedikçe hayatlarımızda hiçbir şey değişmez. Bir yazarın ifadesiyle ‘Zaman sadece armutları olgunlaştırır.’ İleri ki günlerde şimdilerde konuşulduğu gibi ‘değişimler’ olacaktır. Bu değişimlerden elzem olan bizlerin ne kadar geliştiğidir.

Dilerim şimdiye kadar bizleri harikulade bir teslimiyet ve tevekkülün içinde rahat ettiren Rahman ve Rahim olan Allah’ımızın hepimizden istediklerine karşılık verir. Kulluğumuzu doya doya yaşarız.

7 Nisan 2020 Salı

Virüs 2

Beni ben ilgilendirir,
Seni de ben ilgilendirir.

Büyük suçlar büyük mahkemelerde görülür,
Bizler yarın mahşerde Hakim değiliz.
Hal böyleyken,
Gelen bir musibetin 

4 Nisan 2020 Cumartesi

YILDIZLAR(vasiyet)



Yokluğumda yıldızları özlersin,
Kimsenin olmadığı zamanlarda seni götürdüğüm seyir tepesini.
Havalar az soğuyunca gitmek gerekirdi,
Herkes şehirde biz orda,
Her adımda mazi bırakırsın ardında,
Her adım korkutur.
Çünkü gündüzler gibi geceler de biterken beklemez kimseyi,
En güçlü olduğun zaman ağladığındır,
Çünkü hayatın en doğruları hep gözyaşlarınla gelir.
Cesaretin varsa anlatsana bana;
Özlemi,
Umudu,
Hatta aşkı.
Bitecek hayatlar gibi onlar da korkudan başka bir şey vermez.
Düşündükçe korkar insan,
Yine de,
Yokluğumda yıldızları özlersin,
Ötesini, ötesini hep ötesini görmek istersin.
Gözlerin semada,
Gördüğüne şükr eder, yaşamakta olduğuna şükr eder,
Ve geri dönmek istemezsin.
Yokluğumda yıldızları özlersin,
Bilindik lafımızı ederiz: hayat boş.
Sahi yaşamın anlamını kaç kişi çözmüş ki?
İyi ki ölüyorum diyen duydun mu?
Ben sözümü tutamadım senden önce gittim,
Biliyorum geleceksin,
Acele etme!
Yıldızlara bak.
Benim yerime de konuş.
Kimse yokken kimsesiz git.
Kimse yokken kimsesiz git.
Ben sana bırakmışım?
Onları düşün.
Ömrünün sonuna kadar avunacak bir şeyler bırakabildiysem ne mutlu bana.  
Biraz daha eğlen,
İyi ki ben seni tanımışım,
İyi ki seni sevmişim.
Yavaş adımlarla eve dön.
Evimize dön.
Zor bir istek ama lütfen ağlama.
TURGAY URGUR


ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...