31 Mart 2016 Perşembe

Şehit

Ölümü anlatmak çok zor(dur). Zamansız ölümleri anlatmak ise daha da zordur. Bu nedenle, belki de ölümü anlatırken karmaşık ve uzun cümlelerden ziyade basit ve kısa cümleleri tercih etmeliyiz.

Biraz önce Diyarbakır’dan 8 şehit haberi daha geldi. Allah rahmet eylesin.

Keşke onların yakınlarını tüm Türkiye dinleme fırsatı bulsaydı. Dinlemeye bile gerek yok keşke yanlarında bir süre kalsaydık, onlarla 5-10 dakika geçirseydik.

Bir şehit babası, annesi, oğlu, eşi, kızı, ninesi, teyzesi, kardeşi, arkadaşı, amcası olmak nasıl bir duygudur?

Onlar bizim güldüklerimize, eğlendiklerimize, konuştuklarımıza ne diyorlar?

Bilmiyoruz, bilemiyoruz.

‘Hayat devam etsin.’ istiyoruz. ‘Eğlence kesilmesin.’ istiyoruz. ‘Hiç olmamış gibi olsun’ istiyoruz.

Oysa ne kadar yaşadığımız değil, nasıl yaşadığımız önemlidir.

Evet onlar meslekleri gereği, Türklükleri gereği, kalplerindeki vatan ve Millet sevgisinin ne kadar büyük olduğunu gösterdiler. İspatladılar.

Bugün Türk genci; tüm enerjisini ilim, dua ve ibadete vermelidir.

İlime vermelidir. Kendisini en iyi şekilde geliştirmelidir. Mesleğinde uzman olmalıdır.

İbadet ve duaya vermelidir. Hem kendisini korumalı hem de kulluğunun idrakine varmalıdır.

Düşünceye vermelidir. Her türlü bağnazlıktan arınmalıdır. Kendisine has bir düşüncesi olmalıdır.

Okumaya vermelidir. Ömrünü faydasız işlerle değil güzel ürünlerle geçirmelidir.

Sünneti seniyye ile yaşamalıdır. Hayat bir defalıktır.

Ve… bir gün bu ülke için bir şeyler yapmanın haklı gururunu yaşamalıdır.


Allah’ım Peygamber Efendimize Selam olsun. Tüm şehitlerimize Rahmetinle kuşat. Ailelerine sabır var Ya Rab. Bizlere ilim, tefekkür, dua, güzel ahlak, çalışkanlık, vatan sevgisi, aile sevgisi ver. Ülkemizi koru. Tüm dünyaya barış, huzur ve iman nasip eyle. 

30 Mart 2016 Çarşamba

Kahır (4)

Her söz söylenmiş,
Geriye susmak kalmış.
Herşey yazılmış,
Geriye okumak kalmış.
Gecenin bu vaktinde,
Bu yaşta,
Bu mevsimde,
Yaşanacak ne kalmış?

TURGAY URGUR

26 Mart 2016 Cumartesi

MUHKEM BİR İRADE (3)



İnsanın yerden göğe amudi yükselişinde kendisine bir yol bulması gerekir. Çünkü Vahidiyet içindeki Ehadiyet tüm kâinata baktığı gibi bilhassa insana da bakar. Uluhiyet neticesindeki yardımlaşma ve dayanışmadan en çok insan istifade eder. Rahmaniyetteki uygunluk, düzen, benzeme de yine insanla doğrudan ilişkilidir. İnsanın her türlü güzelliği ve özelliği de Rahim isminin bir yansımasıdır. Böyle olunca insanın muhkem bir irade için öncelikle varlığı ve Yaratıcısı arasındaki ilişkiyi anlama gayretinde olması gerekmektedir. Bunu yapmak için de kâinattaki mükemmelliği incelemelidir. Kâinattaki mükemmelliği inceleyen ve okuyan insan, iradesini insani(beşeri münasebetler) olaylar üzerinden değil yaratılış ve kendi varlığı üzerinden oluşturur.

İnsan, ruhundaki çeşitli eğilimlerden dolayı farklı özellikleri içinde bulundurabilir. Bunlardan istediğini geliştirebilir. Geliştirmek ve ilerlemek istediği yoldaki irade kendisine aittir. Bu noktada insana düşen zararlı meyillerden kendisini muhafaza etmesidir. Bunun çaresi; olayları, ortamları, insanları hayatına katarken seçici olmasıdır. Yanlış yerde doğru irade kurulmaz. Yanlış insan size doğru irade kurdurmaz. Gereksiz işler insanı iradeden uzaklaştırır.

Kendisini güçlü sanan insan aslında zayıftır. Avrupa insanı hormonlu bir bitki misali güçlendirmek için yıllardır uğraşıyor. Ona sağlıklı olmasını, verimli olmasını, çalışkan olmasını telkin ediyor. Bunun düşüncesinde zahiri olarak bir yanlış yoktur. Lakin insan batılının düşündüğü gibi sadece maddeden ibaret değildir. İnsanın yaşadığı hayatla maddi olduğu kadar manevi bir bağı vardır. Bu bağ Rahmet sahibine yanaşmak, yaklaşmak ve yakınlaşmak ile kurulabilir. İnsan bu bağ sayesinde iradesini muhkemleştirir.

İnsan kendisine verilenlerin değerini önce görmeli sonra bilmelidir. Daha sonrasında ise bildiğini bildirmelidir. Kendisine hizmet ettirilen bu kâinatın şükrünü araştırmalıdır. Bu şükür arayışı insanın iradesini güçlendirecektir. Her şeye muhtaç olan insan hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın huzurunda arınmış bir kalp, kararlı bir düşünce ve buna hazır bir beden ile duracaksa bunun yolu iradenin sağlamlığının kontrolünden geçecektir. İradenin sağlamlığını vicdan yapar. Vicdan bunu normal zamanlarda değil zorlandığında sergiler. Öyleyse insanın kendisini hayat mücadelesinde zorlaması ve çalıştırması gerekir. Bu çalışmalar mükemmel yaratılışmış bu kâinatı gözlemleyerek insanın kendi içine doğru olmalıdır. Yani insan kendisi ile kâinat arasında bağlar kurmalıdır.

Kâinattaki işleyişinin dakikliği insana mihenk olmalıdır. Güneşin, yağmurun, kışın, horozun, hücrenin, kalbin mili saniye titizliği insanın muhkem bir iradeye ulaşması için örnek olmalıdır. Bu dakiklik bilinir ki aslında Vahidiyet ile sağlanır. İrade zaman ile örtüşüktür. Bu nedenle gecikmiş veya bitirilmemiş işlerin asıl sorunu zaman değil irade yoksunluğudur. Zaman mecburi çark, irade ise ona uyması gereken diğer çarktır.

İnsanın doğrudan muhattap olduğu ve muhattap alındığı bu yaşamda, insanın bu muhataplığının farkına varması gerekiyor. Değerimizin, varlığımızın farkına varışlar aynı zamanda irademizi de perçinleyecektir. Bundan uzak duruşlar bedeni bir insan oluşturacaktır.   

25 Mart 2016 Cuma

In America THEY TRUST


Bosna’ya sessiz kalan Amerika ile,
Tüm Müslüman ülkelere demokrasi getiren(!) Amerika aynıdır.
Yıllardır PKK’ya destek veren Amerika ile,
Suriye’yi Türkiye’nin üstüne yıkan Amerika aynıdır.
Öcalan’ı gönderen,
Razzap’ı alan,
Gülen’i tutan,
İşine geldiğinde karışan,
İşine gelmediğinde susan,
Sözde bölgesel müttefikimiz Amerika aynıdır.
New Eden,
Big brother,
8’in 1,
Kendisine hizmet etmeyenlerin düşmanı,
Hollywood yapımı Amerika aynıdır.
İşte bu yüzden derim ki…..
The cemaatçi’ler lütfen ABD hukukunu şeri hukuk sanmasın,
Varsın ABD’ye, Rusya’ya şirin gözüksünler ama bunu bize anlatmasın.

If they wish, they would be happy IN AMERİKA THEY TRUST.   

22 Mart 2016 Salı

MUHKEM BİR İRADE (2)

Kâinata baktığımızda çok çeşitlilik içinde düzen görürüz. Bolluk içinde israfın olmadığını fark ederiz. Uzaklık içindeki uyumu biliriz. ‘Birden çok, çoktan nasıl bir yapılır.’ onu temaşa ederiz. Bu kadar hızlı gelişim ve oluşumun içindeki sanatı hayretle seyrederiz. İnsanın bu haldeki en önemli ve elzem vaziyeti; yapabildiğince, ulaşabildiğince bilim, sanat, edebiyat ve felsefe ile uğraşmak olmalıdır. Olmalıdır ki! Kainattaki İlahi sanatı görmenin verdiği huzuru yaşasın. Ruhunu Rahmana teslime edebilsin. Malayani işleri terk edebilsin. Varlığının nedenini anlamaya çalışsın. Kâinatın bilinçli keşfi insana muhkem bir iradeye ulaştıracaktır.

Muhkem bir iradenin bir diğer yolu Batının ilmi başarılarındaki prensiplerini gözden geçirmektir. Çünkü onlar son yüz yıllarda zamanı, insan kaynaklarını ve özellikle doğayı en üst düzey verimliliklerde kullanmayı deneyerek gördüler. Batılının bu hayat tarzını incelemek, doğuluya kolaylık kazandıracaktır. Medeniyet sil baştan kurulmamalı, kaldığı yerden ile deva m ettirilmelidir. Bu metodolojinin insana bakan şöyle bir yönü de vardır. İnsanlar bir birilerindeki güzel huyları, hasletleri hızlı bir şekilde kendilerine uyarlamalıdırlar. Arkadaşımızın bir işteki mahareti ve hızlılığı bizim için de bir özelliğe dönüştürülebilir. Faydasız uğraşları terk etmek, zararlılardan bir an önce kurtulmak muhkem bir iradenin olmazda olmazlarındandır. Yoksa bir tembelliği uzun zamanlarda terk etmek isteyen üşengeçlerle veya yanlışlarını önemsemeyen mensuplarla bir yere varılamaz.


Gaflet perdesi yırtıldıktan sonra yerine derhal önem sırasına göre iman ve gereklerini, ilim ve uygulamalarını, irade ve nefsin dizginlenmesini koymalıyız. Sözümüz ve özümüz arasındaki tutarlığı mütemadiyen kontrol etmeliyiz. Kendimize gerekirse günlük vicdani bir karne vermeliyiz. Bu mantığı yakaladıktan sonra; yabancı diller ve bilhassa yabancılaştırıldığımız Türkçemiz, Matematik, Fen Bilimleri, Sosyal bilimler, Edebiyat, Sanat ve sanata bakışımız ile teknoloji bilimleri bizim için daha işlevsel bir anlam kazanacaktır. 

19 Mart 2016 Cumartesi

MUHKEM BİR İRADE (1)


İhtiyacımız olan muhkem bir irade, dize gelmiş bir nefistir. Feylosofene söylenmiş sözlere, ruhtan yoksun düşüncelere, asıldan uzak teşbihlere doyduk. Dünyanın safsatasıyla, insanlığın buzdan şatafatıyla haylice eğlendik. Eğlendik ve yeterince aldandık. Ne hatayı başkalarında bulma kolaycılığımız ne de zoru görünce ümitsizliğe düşme yanılgımız tükendi. İşin başına geçmek hep zor geldi. En kolayı; kendimize 'denenmiş ama ispata ulaşmamış bir ideoloji' bulmak oldu. Bu ideolojiler çoğu zaman başka düşüncelerin yağmurundan kaçmak için sığınak, bazen saldırıya geçmek için kalkan oldular. Dışarıdaki tamtandan korkumuza ne sığınaktan başımızı çıkardık, ne de kalkan yükünü atıp adam akıllı karşımızdakini göğüsledik. Başımızı yastığa koyduğumuzda ise içimizi kemirenlerin istikrarlı ilerleyişlerinin sesiyle her geçen gece biraz daha içimize büzüştük. ‘Boşa geçen zaman, yukarı-aşağı zıplayan karakterler, günah ve pişmanlıklar arasında aşınan yollar; nihayetinde bu yollardan da çıkışlar’ tümden etrafımızı kuşattı. Benliklerimizi sıkıştırdı.  Şimdiye kadarki tüm medeniyetlerde görülmemiş bir hızla bedenlerimizden önce ruhlarımız ölümün eşiğine geldi. Sonsuz bir hayatı daha yaşarken kaybetmek üzereydik. Kimimiz 30’a, kimimiz 50’ye, kimimiz 70’ye ulaştı. Onca okumaya, bilirkişi muhabbetlerine rağmen, bir türlü nereye gittiğimizi anlayamadık. Her geçen saniye dünyanın bitişini çığırırken, biz ise koskoca galaksinin dönüşüne ve gidişine dur deme ahmaklığına büründük. Yani kısacası; aldandık.


İçimiz yanıyor. Halen daha biriktirmenin, kazanmanın, çoğalmanın-çoğaltmanın oyun olduğunu idrak edemedik. Mal ve mülk oyalıyor. Ustaca ve milyon yılların tecrübesiyle  “Gel biraz da sen eğlen.” diyor. “Ne olacak ki? Daha çok zamanın var.” diyor. Ne makamlı(?) selalar, ne her gün verdiğimiz şehitler ne de günlük diğer çaresiz gidişler bize ‘tık’ dedirtmiyor. İnanıyoruz ama bilmek istemiyoruz.  

Müslümanlığımızdan çok sağcılığımızı, solculuğumuzu konuştuk. Gün geldi, mezhepçilik boyutunun bir tık üstünde cemaatçilik tercihlerine zorlandık. Sade ve anlaşılır ama yaşanır inanmanın yerini ‘nasıl inanmamız gerektiğini’ öğrenmeye bırakmamız telkin edildi. Ne sağcılar yapmadıklarını yapıyor gibi anlatmaktan ne de solcular evrensel değerler iddiasındayken dini değerleri küçültmekten utandı. ( Bu iddia herkesi kapsamaz, genelleme değildir!) Oysa secdeden kaçış yaratılıştan kaçıştı. Seni, beni, şucusu, bucusu yoktu. Ve herkes kendi ve kendine yaptıkları kadar yapmadıklarının da hesabını verecekti. Evet bizler hesap gününü de inandık ama dünyalık işler gibi onu da ertelemek ve ötelemek istedik. Edep perdesi tümden yırtılsa tekrar dünyaya gönderilmeyi isteyecektik. Ve zaten istiyormuşuz da…. (İnsan hesap günü Allah’ım bizi tekrar dünyaya gönder dermiş. Gönder de biz iyi insan olalım dermiş.)


İhtiyacımız olan muhkem bir irade, dize gelmiş bir nefistir. Öyle bir Şeriatın ümmetiyiz ki akıl ve nakil el ele verip hem dünyamızı hem de ahiretimizi kurtarır. Öyle bir Kitabın muhataplarıyız ki! Hem işimizi kolaylaştırır hem de huzur verir. İnsanı laf ebesi yapan fuzuli edebiyattan kurtarır, sadece kurtarmakla kalmaz belagatin zirvelerinde gezdirir. Susmanın ve susamanın verdiği hazzı tattırır. Ve Kuran bize Resul-ü Ekrem’in fasih dili vasıtasıyla seslenir. ‘Okuyun’ beni der. ‘Dinleyin’ beni der.       

18 Mart 2016 Cuma

Kendini Üzme

Dertliyim,
Derdimi çekme.
Bilemezsin,
Kendini üzme.

Bu resimle hatırla,
Bir anlık gülümse,
Hafiften iç çek,
Çok düşünme,
Kendini üzme.

Hiçbir şey geri gelmez,
İnsandır;
Nankördür,
Unutkandır,
Vefasızdır,
Gözlerini zorlama,
Kendini üzme.

Buna hayat diyorlar,
Bir var, bir yok,
Masal gibi,
An gibi,
Dün gibi,
Durmuyor geçiyor,
Durma,

Kendini üzme. 

Ben alışığım,
Sen boşuna,
Kendini üzme.  

17 Mart 2016 Perşembe

KAHIR (2)




Sen yazdırdın,
Mezarımı sen kazdırdın,
Bitmez çileleri sen azdırdın.

Baharda kışı,
Gözümde yaşı,
Ömrümün akışını,
Sen azdırdın.

Bir soluk almadan,
Yanında bir an durdurmadan,
Hayatı anlamadan,
Hayatı anlatmadan,
Hayatı yaşatmadan,
Mezarımı sen kazdırdın.

Yüreğime sızını,
Köşe bucak şanını,
Mezar taşıma adını,
Sen yazdırdın.


TURGAY URGUR

15 Mart 2016 Salı

KENDİMİZE İYİ DAVRANALIM


Başkaları için iyilikler yaparız, ince ince düşünürüz. Hediyeler alırız, kırmamaya çalışırız. Kendimizi onların yanında eksikli hissetme ihtiyacı duyarız. Onlardan özür dileriz. Onlar için para harcarız. Lafımızı esirgeriz. Gerektiğinde savunuruz. Peki ya… kendimiz için ne yapıyoruz?

Biz iyi olursak, başkalarına da bizim nazarımızda iyi olma ihtimalini verebiliriz.

Biz iyi olursak…..

Lütfen bir an önce; kendimizden önce başkalarını düşünme yanlışlığından vazgeçelim. Sonra bu duyguyu ‘elimde değil, ne yapayım…. ben böyleyim’e bağlıyoruz. Bağlıyoruz ki bu duygu; bu işin kansere dönüşme başlangıcıdır.  Bu hastalık insanın kendi kendisine bulaştırdığı, büyüttüğü bir hastalıktır.

Ben derim ki…..

Kendimize iyi davranalım.

Bir ortam, bir çevre bizi üzüyorsa, geriyorsa orada bulunmayalım.

Bir kişi iyi niyetli değilse, ‘merhaba’ dışında ilişki kurmayalım.

Güzele güzel, çirkine çirkin denmesi gerektiğini yeniden hatırlamalıyız.

Dinlenmiyorsak konuşmayalım.

Hakkımız yeniyorsa susmayalım.

Düşüncelerimiz israf ediliyorsa paylaşmayalım.

Duygularımız sömürülüyorsa boşuna o duyguları içimizde yaşatmayalım.

Yani kısaca…. Herkesten önce, her şeyden evvel kendi varlığımıza kendimiz saygı duyalım.
Varlığımızın gerçekleştirilmesine, varlığımızın ifadesine, varlığımızın kabulüne karşı yapılan her türlü saldırıyı, baskıyı bertaraf edelim. Dik duralım.

İnsan kendi yaptıklarından sorumluysa kendine yaptıklarından da sorumludur.

Büyük insanların, gerçek liderlerin en önemli özelliklerinden birisi ‘kendi varlıklarının gücünü idraktir.’
Gücümüz özgürlüğümüzden gelir. Özgürlüğümüzü ancak kendimiz ele alabiliriz. İçi özgür olmayan dışından bunu yaşayamaz. Yaşamaya çalışsa bu hemen kendisini belli eder.

Hayatımız, kendimizi yaşadığımız sürece güzel olacak. Bizi üzen mevzular ekser çoğunluk itibariyle bizim dışımızdan kaynaklanmaktadır. İnsan kendi yaptıkları kadar başkasının yaptırdıklarına da üzülür. Lütfen kendimize iyi davranalım ve bizim dışımızdan gelen üzücülere karşı kalın ve sağlam bir duvar örelim. Kimse o duvarı kırmaya, geçmeye çalışmasın-çalışamasın. Duvarın büyüklüğü bazılarını korkutsun.

Ben derim ki,


Kendimize iyi davranalım. 

TURGAY URGUR

9 Mart 2016 Çarşamba

PAYLAŞIM HAVUZU



Hedef kitle: Gönüllü Öğretmenler

Projenin tanımı: Okul dersleri sonunda (saat 16:00) gönüllü öğretmenler 15 günlük periyodlarla bir araya gelirler. Kendi sınıf içi özel uygulamalarını, ulaştıkları yeni bilgileri diğer meslektaşlarıyla paylaşırlar. Eğitim ve öğretimde yenilikçi ve ‘öğrenci merkezli’ eğitimin ilçemiz için gelişimin hızlanması sağlanabilir. Öğretmenler bir birlerinden güzel sınıf örneklerini alabilirler. Öncelikle küçük çerçevede başlayacak toplantılar daha sonra sene sonunda geniş kitlelere yayılabilir. Elde edilen ürünlerden dergi, video vb çalışmalar çıkartılabilir.

Öğretmenlerimiz;
Bu birleşimlerde öncelikle kendilerine özgü denenmiş faydalı uygulamalarını anlatırlar.
Öğrenci merkezli eğitim hakkında tartışmalar yapılabilir.
Örnek çalışmalar geliştirilebilir.
Örnek çalışmaların İlçe genelinde tanıtımı yapılabilir.


Bu proje ile;
-          Öğretmenlerin gönüllülük esaslı olarak bilgi platformuna katılımları sağlanabilir.
-          Etkileşimin faydası ön plana çıkarılabilir.
-          İyi ve doğru örnekler yaygınlaştırılabilir.
-          Başarılı meslektaşlarımız ödüllendirilebilir.
-          Öğrencilerimizin yaşadıkları sorunlar için fikir üretilebilir.
-          Öğretmenler arası diyaloglar geliştirilebilir. 

8 Mart 2016 Salı

Sevgili Gençler;


1.       Gerçek motivasyon okumakla başlar. Yoksa şarj tutmayan telefon gibi iki de bir fişe takılsanız da motivasyon sözcükleri 15-20dk’dan fazlasını kurtarmaz. Sık aralıklarla ve düzenli bir okuma alışkanlığı kazanmaya çalışın. Okumak sizi hayata bağlayacaktır. Okuyunca çalışmakta olduğunuz dersleri zihninizde tam manasıyla bir yerlere koyabileceksiniz. ‘Düzenli Okuma’ dışındaki motivasyon hikayeleri, sözcükleri, konuşmaları sizi bir hedefe T A Ş I M A Z.  

2.       Çalışmalardan sonra dua edin gençler. Bol bol dua edin. Bu bizim inancımızın gereğidir. İşlem çok basit. Çalışın ve dua edin. Çalışın ve dua edin. İsteklerinizi Allah’tan başkası V E R E M E Z. İnsanlardan istemeyin, asıl mülk Sahibinden isteyin.

3.       Gençler kendinizi sevin. Varız. Varsınız. Allah’a şükr edin. Beyinlerimiz ve yüreklerimiz asıl ahiret sınavı için hazırlandı. OSYM’nin sınavı Ahiret Sınavı yanında hiçtir arkadaşlar. Günlük 2-3 saat çalışan bir öğrenci Türkiye’de istediği bölüme gider. Bu sınavlar üst düzey zekalılar için hazırlanmıyor; senin, benim gibi rahat adamlar için hazırlanıyor. Günlük 2-3 saati ayırın. Allah’ın izniyle Y E T E R.

4.       Peygamber Efendimize her gün sabah- akşam salavat getirin. Her salavatı duyuyor. Ve cevap veriyor. Bizim elçimiz, rehberimiz O’dur. O bize yol gösterir. Gerisi H İ K A Y E D İ R, kafanızı boşuna şişirmeyin. Kula kulluk etmeyin. Komik olmayın.

5.       Yorulursanız, gönlünüzdeki vatan, millet ve bayrak sevgisinden cesaret alın. En güzel coğrafyada Müslüman Türk olarak dünyaya getirildiniz. Kendiniz gelmediniz. Bu ülkenin günlük şehit ortalaması maalesef yüksek. Bu ağır sorumluluğu omuzlarınızda hissedin. Sonra hiç birimiz bu rahatlığın hesabını V E R E M E Y İ Z. 

Erken kalk. Az ye. Az uyu. Kitap oku. Namaz kıl. Soru çöz. Düşün. Ahlaklı ol. Sistemli ol.  Haydi Bismillah. Gelecek hepimizin inş. Allah tüm inananları, çocukları, hidayete erecekleri korusun.

Sizleri çok seviyorum.


Turgay URGUR    

SON GÜNAHIM (3)


Yazmak başa beladır. Dinlemek adamı pasif itaatkâr yapabilir, okumak sessiz bir eylemdir, konuşmak kontrolsüz olabilir. Lakin yazmak var ya…..  başa beladır. Yazarken iki ileriye bir geriye gidersiniz. ‘Oldu mu? Olmadı mı?’ saatlerce bakarsınız. Baktınız olmadı, buruşturup çöpe atarsınız. Sil baştan dersiniz.  

Yazmak başa beladır. Hani, malumunuz; ‘Söz uçar, yazı kalır.’ Derler yaaa. Yazı sadece kalmakla kalmaz, oturur. Çöker, siner ve yerleşir.

Yazı korkutur. Uzun bir vicdan muhasebesinden geçer de gelir. İç bir diyalektik mantığın duvarlarından yansır da gelir. Eğer yazılan yalansa, dolansa, iftiraysa bumerang gibi gün gelir sahibini bulur.  

Sağdan, soldan, inanan, inanmayan kimler varsa yıllar sonra yazılarından tanınır. Haksız infazları, harcanan ömürleri yazdıklarıyla sonsuzlaşır.




7 Mart 2016 Pazartesi

Eğitim, öğretim.



Eğitim ve öğretim için olmazsa olmazların başında özgür ortamlar gelir. Bu özgürlüğün içine ‘davranış’ özgürlükleri, ‘düşünce’ özgürlükleri, ‘ifade’ özgürlükleri gibi her türlüsü girer. 

Eğitim kurumlarını özgürleştirememiş toplumlar gelişme ve medeniyet adına asla söz sahibi olamazlar.
Eğitimdeki özgürleşmeyi eğer zamana yayacak olursak iş uzar da uzar. Bu özgürleşmeyi kişilere bırakırsak iş zaten başından olmaz. Bunun genel bir eğitim politikası olması gerekir.(gerekiyor). Bu mantıktan uzak insanların kesinlikle ve ivedilikle eğitim kurumlarından alınıp, insanı doğrudan ilgilendirmeyen basit işlerin olduğu yerlere yönlendirmek gerekiyor.   

 Eğer kurumlarda eğitim ve öğretim faaliyetlerini gerçekleştiren insanlar özgürlük sıkıntısı çekiyorlarsa, öğrencilerin kendilerini ifade etmelerini ve ‘öğrenci merkezli’ eğitimi hiç konuşamayız.
Öğrenci merkezli yapılandırıcı eğitimin ilk önceliği düşüncenin ‘amasız’, ‘ön yargısız’, ‘şartsız’ dinlenmesidir. Uygulamalara fırsat verilmesidir. Öğrencilerin deneme-yanılma süreçlerini yaşamalarına izin verilmelidir. Yoksa yerimizde sayar dururuz. 

Bu bağlamda; öğretmenlerimiz, 

1.       Öğretmelerimiz eşitlik istiyor.
2.       Doğru, dürüst, adil, yenilikçi, samimi yönetici istiyor.
3.       ‘Sorunları konuşmayan’ çözen sivil toplum kuruluşları istiyor.
4.       Fikirlerinin ziyan edilmemesini istiyor.

Öğrencilerimiz,

1.       Kendilerine modern danışmanlık ve rehberlik istiyor.
2.       İfade şansı istiyor.
3.       Varlığının farkındalığını, varlığına saygı ve varlığının dahil edilmesini istiyor.
4.       Zamanlarının üst düzey verimlilikte yönlendirilmesini istiyor.

2 Mart 2016 Çarşamba

Saat

Anne saatimi kursana,
Gençliğimde uyanayım.
Bana bir masal anlatsana,
Mutlu uyuyayım.

Duanda beni de ansana,
Fenalıktan korunayım.
Bitmeyecek hatıralar bıraksana,
Ömür boyu avunayım.

Anne gittiğin yeri söylesene,
Seni tez elden bulayım.
Bulduğumda kollarını açsana,
Doyasıya sarılayım.

Turgay URGUR

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...