30 Ekim 2010 Cumartesi

Düşününce.

Bir kitap, bir eleştiri, bir şiir, bir makale o toplumun malzemesi olabilmesi için içerisinde o topluma ait kültürel, tarihsel ve bence en önemlisi dine ait kodları barındırmalı. Bu zamanda bu üç unsuru bazen tek tek, bazen de iç içe içerisinde barındırmayan edebi ürünler pop kültürün kullan-at mantığında erimeye mahkumdur. İkinci bir şık olarakta bunları içinde taşımayan yapıtların lastik gibi uzatılabilen, uzadıkça gerçeklikten ve tekamülden uzaklaşan bundan dolayı da üzerinde saatlerce tartışılabilinen ama bir türlü sonuçlandırılamayan ürünler olması ihtimali vardır. Dine ait kodları barındırması gerektiği konunun şimşekleri üzerine çeken kısmıdır. Lakin toplumun şu anda pilli oyuncak gibi etrafı çevrilmiş alanda önündekilere çarpıp çarpıp ileri geri gitmesi, kendisine iradeli bir yol çizememesi bunun en güzel öreniğidir. Bilgiye ve tüketim malzemesine ulaşım kolaylığı ülkemin-ülkümün insanlığına düşünce ve hissiyat bulantısı getirmemeli. Artık yazarken, konuşurken secularizimin demir çerçevesinden çıkmanın ve teokratik endişe cinnetlerinden kurtulmanın zamanı geldi.

Turgay Urgur

28 Ekim 2010 Perşembe

Düşünce

Düşünce zahmetli bir iştir. Cemil Meriç insanlar mecbur kalmadıkça düşünmezler diyor. Günlük hayat insanı düşünmekten öyle bir alıkoyuyor ki adeta makineleşiyoruz. Başkaları bizi çalıştırıyor, enerjimizi onlar veriyor, fişimizi de bazen canları isteyince onlar çekiyor. Tabi bu arada “Hiç düşünmez misiniz?” ilahi sorusundan da bihaber yaşayıp gidiyoruz. Gerçekten biz hiç düşünmez miyiz?  Düşünmek nasıl bir eylem, ne tür bir iç faaliyettir ki onu tarif edelim? Bir bilgiyi, soruyu, konuyu önce alt başlıklara ayırmak sonra her alt başlığı kendi içerisinde detaylı bir şekilde irdelemek birbirleri ile bağlantılarını ya da bağlantısızlıklarını ortaya çıkarmak ve sonunda da bunu neticelendirmek, bir sonuca ulaştırmak. Kanaat sahibi olmak, izan kurabilmek. Bir ben vardır benden içerudaki Ben’i meydana getirmek. Onu var kılmak. ‘Tüketiyorum o halde Varım’, ‘Geçmişimi siliyorum böyle Var olacağım’, ‘Farklı olursam Var derler’ gibi düşüncesiz(biz)likleri yerine Descartesin malumunuz üzere biraz öncekilerin orijinali olan “Düşünüyorum, o halde varım” felsefesindeki varlık ve düşünme arasındaki karşılıklı muhtaçlığı hissedebilmek ve her ikisini birbiriyle muhkem kılabilmek. Kısacası  bu böyledir, şu şundan dolayı şöyledir diyebilmek.

Hadi bakalım baştan tekrar ele alalım. Önümüze konu veya soru geldi veyahut sorun geldi. Alt başlıklara ayırmak için altındakileri, geçmişini, anlamlarını bilmek gerekiyor. Nereden nasıl ayıracağımızı bilmemiz gerekiyor, o konu ile ilgili ilişki diğer konuları bilmemiz gerekiyor ki bilinmeyi veya düşünülmesi gerekeni açabilelim. Onu anlaşılır yapalım, onu kendi  içimizde tarif edelim. Eksiklerini çıkarmak için neyin eksi olduğunu, artılarını kullanmak için neyin doğru olduğunu evvelinde bilmek gerekiyor. Kısacası düşünmeden önce ayrıştırıcılar, tarif ediciler, kıyaslayıcılar, eleyiciler elde (beyinde) hazır olmalı. Bunlara ek olarak genişleticiler, toplayıcılar, yeniden yapılandırıcılar, kullanıma hazır hale getiriciler de elde (beyinde) hazır olmalı. Belki de işin zor olan kısmı bu hazır olması gerekenleri hazır hale getirmek. Çünkü bu sistematik olarak işletilmesi gereken kısım için sürekli bir harekete gerek var. O hareket herkesin malumu okumak. Yeni düşünce işlemi için yeniden okumak.  

Düşünce bazen de aksiyonun sonu, aksiyonda düşüncenin sonu olabilir. İnsan sebep ve sonuçlar arasındaki bağı görme kabiliyetine sonra da bunlardan yeni uzantılar kurma becerisine sahiptir. Bu şekilde gelişim sağlar, bunun sonucunda ‘ilim’ meydana gelir. Lakin insanın kafasındaki şüphe, evham ve işin doğrusunu söylemek gerekirse yetersizlik insanı ulaşmış olduğu noktada adeta çaresiz bırakır. İnsanlık bilim tarihinin hala daha bir şeyleri çözememesi, her hastalığa çare olamaması, örnekler çoğaltılabilir, bunun en bariz delilidir. İşte tam bu noktada insan mükemmel bir rehbere, her şeyi bilen ve anlatan, anlatmış olan; Miraç ve sonrası ile, sünnetindeki birer prototip olan uygulamaları ile, ve “ashabına sorun her sorunuza cevap vereceğim” diye tükenmez bir hazinenin şahitliğini yapmış olmasıyla bunu gösteren bir Peygambere ihtiyaç duyar. İnsan artık bu noktada düşünmeye bir son verir, dinlemeye başlar, dinlemek. Burada dinlemek, kendini dinlemek, kendini okumak, kendini kendisinden daha iyi Bilenden dinlemektir. İnsani olan yön bu noktadan sonra öğrenilmeye başlar. Nereden geldim? nereye gidiyorum? gibi asrın soruları tek tek kafasında aydınlanır. Yani insan kendisine ilk defa kafa yorar. Düşünmek her şeyin evvelinde kendisini düşünmek ile başlamalıdır. “Ey nefsim” kelimeleri ile başlayan ve sonra iki yolcu ile kendini iyilik ve kötülük arasında ikiye bölüp insanın her iki yoldan birisini irade ile tercih edebileceğini gösteren zamanı durduran ifadeler bunlara en güzel örnektir.   Nereden geldim ve nereye gidiyorum sorularının cevapları arasındaki mesafe zaman ve mekan bağlamında bir hayli uzun çıkacaktır, bu noktada şaşırmamak gerek.

Akıl düşüncenin meydana getirildiği ve enerjisini nükleer bir tesis gibi gayet verimli, bereketli bir şekilde küçücük bir ortamda hem depolayan, hem çoğaltan, hem de kullanan bir merkez gibidir. Bu çok ehemmiyetli merkezin korunmasının nasıl olacağı bile en ince ayrıntısına kadar tarif edilmiştir. Tabi bir de merkezi işler halde tutmak var. Başkalarının doğru ve yanlışlarına noterlik yapan merkezler, merkez tabirimizden uzaktır. Merkezden ziyade şube olarak isimlendirilebilir. Bu şubeler küçükten büyüğe Rus Matruşka bebekleri gibi iç içe de olabilir. Birbirinin aynı ama büyüklükleri farklı. Bizde birey beynini bazen düşünce halefinin şubesi olarak çalıştırır, kontratsız kiraya verdiği de olur. Kendisi gibi konuşamaz, BİR TÜRLÜ (?) kendisi gibi davranamaz. Kafasında zihinsel bir lideri vardır, onun yapacakları hedefe giden en iyi yoldur. Toplumda bir konuşan, hele bir de iyi konuşlanıp ta konuşan varsa gerisi televizyon programındaki şık giyimli bileni dinleyen oluverir hemen. Tv önündedir bundan dolayı sormaz, soramaz. Konuşmaz içinden konuşur. Hayran olur, belki kızar  ama harekete geçmek için herkesin kızmasını bekler. Vururken yumruğun nereden geldiği bilinmemelidir. Grupların da liderleri vardır. Hem onlar daha özeldir çünkü seçilmişlerdir. Seçilmiş ! oldukları için hatasız, günahsız ve katıksızdırlar. Yoksa uzun yıllar beyinlerde nasıl taht kurarlardı. Seçenler onların hem avukatlığını hem de müritliğini yapacak kadar bağımlıdırlar. Toplum ise biraz daha gelişmiş ve  çağa uygun şekilde alış veriş merkezi benzeri ya da cezbeden kısaltmasıyla yazacak olursak AVM tarzı bir şubedir. AVM’lerde olduğu gibi onun kafasında gündüz-gece belli değildir. İçerisi sürekli aydınlık, (tabi ki suni aydınlatma ile) dışarısı ise çoktan karanlıktır. Fanusun içindeki balıklar gibi azar azar yemlenir, içeride gezmesine müsaade edilir. Durmadan para ve zaman harcattırılır. Düşünmemesi için müzik dinletilir. Toplumun düşüncesi eşittir AVM’dir artık.

Devam edecek.

Turgay Urgur.

Dipnot: “Tüketiyorum o halde varım” ifadesi Metin Boşnak Hocam’dan esinlenilmiştir  

14 Ekim 2010 Perşembe

Felç

Felç

Merakımdan sorulan bir soruydu o,
Sonunu bilmek istedim.
Unutmak istedim tümünü,
Başını silmek istedim.

Geçmiş, mişli zamanda.
Onu tanıdım yarında.
Hayalle büyüttüm,
Şiirle, mektupla sevdim.

Terkettim görmeden,
Görmeden sevdiğim gibi.
Beklettim bilmeden,
Herşeyi gizlediğim gibi.

Bir hal,
Onda, bende.
Bir halsizlik,
Ruhta, bedende.

Etraf duyar,
Duyar duymaz.
Ne arar,
Ne sormaz.

Bir bilmece,
Adsız hikaye.
Her bakışta bir hece,
Kinaye, kinaye.

Cehennem,
Sev yeter.
Gülen çehrem,
Güldürmem.

Sen yoktan var,
Ben yoktan var.
Sensizlik benden,
Bensizlik koşturdu.

Kalp, göz.
Masada et.
Elinden ölmek,
Dilinden kısmet.

Anlaşılmayan bilinen,
Yaramadım.
Nasıl sevdim,
Nasıl? Anlatamadım.

Görmedim,
Kul ettim, anlatamadım.
Sevmekle başlar,
Duyuramadım.

Mahallenin önü,
Falın yerde falcı.
Yerdesin sende,
Olduğun yerde.

Bir felç,
Zamandan ruha.
Ruhtan her yere,
Sorma kaç kere? kaç kere?

Felç. Feryat. Feryat.

13 Ekim 2010 Çarşamba

Duam.

Dua.
Yokluktan varlığa davet,
Rabbin kapısında gülden bir demet.
Aşk ile  beklenen hidayet,
Ve gelen merhamet.

Dua bir kulluk vesikası,
An ve an yenilenen vakit arası.

Duasız olmayan ehemmiyet,
Günahla eriyen insaniyet.
Dua ile kuşatan emniyet,
Şimdi eriyen ise enaniyet.

Duasız dil yüz karası,
An ve an çürüyen kalp yarası. 

Avuç açar eller,
Ne de olsa 'kul' Peygamber.
Bizim için de diler,
Rabbim günahları siler.

Turgay Urgur

11 Ekim 2010 Pazartesi

HAŞR

Zaman bir ipmiş. Rahman ve Rahim olan Allah'ın tahtından her zaman bir baharı alıp getirir. Binlerce hazır nimeti insanlığın önüne koyar. İnsana hizmet ettirir. Zaman hep getirir, hep getirir. Hayata olumlu bakabilmek, zamanın yiyici ve tüketici olduğunun ötesinde onu bir hizmetkar görmek ve getirdiklerine hayranlıkla bakabilmek işte bu erdemdir. Fazilettir. Takva ve olgunlaşmadır. Zaman bir gün haşiri de getirir.

Bu kadar yaratılan değerli varlıklar gerçek yaşam yerini orada bulur. Çünkü böyle kıymetli, organize, değerli, eşsiz varlıkların yokluk çukurunda yok olmasını düşünmek imkansızdır. Evet. Yokluğun varlığını düşünmek imkansızdır. Cenab-ı Allah'ın yaratmasında israf ve gereksizlik yoktur.

Yüce Yaratcı cemalini görmek ve gördükmek istemiştir. Hem de bunu sonsuz bir mekanda daima istemiştir. Kendi cemal ve kemalini izleyeceklerin de hayatlarının sonsuz olmasını isteyecektir.

İnsan aklı ve kalbi ve bilhassa vicdanı suçluların cezalandırılmasını ister. Adaletin her daim yerine getirilmesini kat'iyen arzu eder. Hem yerine getirilmezse bundan rahatsızlık duyar, yerine getirmeyen güce karşı öfke ve nefret hisseder. Bu bazen kişi, bazen hükümet, bazen bir grup olur. Velhasılı insan her daim suçlunun cezalanmasını  ve vicdanının böylece rahat olmasını ister. Haşir de bu dünyanın adaletinin tecelli edeceği en Adil, en Hakim, en Cebbar mekandır.

10 Ekim 2010 Pazar

İnce

İnce sazlar,
En ince nağmeler.
İncelen benliğim.

Boğan şehir,
Boğulan insan.
Gaflet denizinde.

Bu yürek,
Ürkek.

9 Ekim 2010 Cumartesi

Öteki

"Öteki" "Beriki" unutmadan bir de "ta öteki", hepsinin etrafında erken çöken "Betonizim Duvarları". Malum herkesin Ötekisi ayrı. Zaman ise az az da olsa Kelamullah, hadis öğrenme ve YAŞAMA zamanı, (bence çok geçmeden) gayri bundan ÖTESİ çok ötekileşmeden.

7 Ekim 2010 Perşembe

Hayat

Hayat bir resim,
Makinenin arkasında sen.
Siyah beyaz.
Bazen sadece siyah, sadece beyaz.

Baktıkça o resme,
Yaşlandığını görürsün.
Çerçeveletmek istersin,
Bazen çoğaltmak vesika vesika.

Saklarsın sandıkta,
Çok hayatların arasında.
Paylaşmak istesin,
Bazen hiç kimseyle bazen kimseyle.

Hayat bir resim,
Yıkanmadı henüz,
Yıkanır mahşerde,
Bazen ateşle bazen şarapla.
Ve hayat yanar, resim gibi.
Bazen aşk ile bazen şirk ile.

Hayat bir resim, baştan sona albüm;
Doğuştan ölüme.
Yaratıcıdan sevgilisine.
Saklanır  mütanahi yerde.
İadesi olur zamanı gelince.

Hayat bir resim,
Tek çizgi, tek kalem.
Vahdet ve Ehadiyet imzalı,
İnsanlık galerisinde.

Hayat elindeki resim,
Ayak altına düşürülen.
Senle, senin elinle.
Kirlenmiş, yırtılmış, anlaşılmaz.

Hayat ehemmiyetli gaye,
Büyük netice.
Nur ve maye.
Cüz ve küll'lün münasebeti.

Hayat başlangıcı Hayy ile,
Sonu iradeyle.
Hem de Rahman, Rahim, Rezzak, Kerim,
Hakim cilveleriyle.

Hayat bir resim çekmesini bilene.

Turgay Urgur

Hayat bir başka ifadeyle günü nasıl geçirdiğindir. Sabah senin için nasıl başlar? Öğleyin sen ne yaparsın? Akşam ve gece senin için ne ifade eder? Eğer bu zaman dilimlerinde sen varsan o zaman hayat senin için gerçekten anlamlıdır. Tabi bunlara ek olarak birde insanlarla olan bağın. Onlara olan mesafen, duygusal alış verişin, düşünce paylaşımın. Saatler saat az geliyorsa sen yaşıyorsundur. Zaman geçmiyorsa sen sadece bir izleyicisindir.

3 Ekim 2010 Pazar

Anne

Anne duy sesimi,
Ağladığım gibi.
Koş gel,
Sustur beni.

Sussun tüm ben,
Çarem gibi.
Elimden bir şey,
Gelmese bile.

2 Ekim 2010 Cumartesi

10 sınıflar


Görür görmez,
Göz kamaştıran, yoğun bir ışık demeti.
Her renk ayrı, her renk canlı.
Beynimin idrak edemediği bir güzellik,
Kalbimin yenildiği bir sevgi.

Umutlarım canlanır, umutları ile.
Hayal gerçek olur onlar ile.
Yaşamak yazılır. Anlamının başına.
Tarif edilir her bilinmeyen onlar ile.

Azim ve hırsı ayırmıştır onlar,
Kavga, gürültü uğramaz yakınlarına.
Sevgi konuşur, sevgi solurlar,
Paylaşmak herşeyleridir.

Turkish Literature

Turkish literature is divided into two parts as written and folk. Turkish people used a variety of Turkish language and letters until they chose Islam as their religion. However later, they started using Persian and Arabic literature. During the period of Ottoman, they have written literal texts which were written by a mixture of both Persian and Arabic letters and forms. Especially the empire’s circle used a literature generally affected from Persian literature. On the other hand, the people of Anatolia were far away from understanding and using such a literature so they  preferred folk culture.

Turkish literature depends on a past of 1500 years. ‘Dede Korkut’ epic is one of the earliest folk materials of this history. Turkish republic used national literature rather than the previous kinds. The new writers tried to mention nationalism, independence and country’s problems, they criticized the literature men wrote individualism in their writings. Anatolia culture and popular subjects were the main streams of that term. Due to the influence of  II world war, social problems and village life were put forward. ‘Aşık’ and ‘Tekke’ literature lost the value owing to the modernization. Moreover ‘Divan Literature’ was given off because Turkish language was accepted the prior one in terms of Language Revolution. Modern Turkish Culture gave the examples of fiction, novel, poetry, theatre, essays and variety of them. Furthermore the effects of postmodernism were seen in them.

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...