30 Aralık 2011 Cuma

Ses 2

 

Bir sessin sen,

Hep kulaklarımda.

İnce ince nağmelersin,

Hep dilimde.



Biten kelimeler,

Bir hayatın son nefesisin.

İçimdeki çığlıklarsın,

Beni mağlup eden sözlersin.



Kimsenin duymadıkları,

Kendimle konuşmalarımsın.

Hem bağıran,

Hem dinleyensin.



İçimdesin içimde,

Hıçkırık ve ağlamalarımsın.

Gel buraya, gel buraya,

Deyişimsin.



Turgay Urgur

29 Aralık 2011 Perşembe

Düşünce

şünce



Düşünce denilince akla kitap, kalem ve kâğıt gelir. Her yeni düşünce insanın varlığını yeniden hatırlamasıdır. Bir aradan sonra tekrar kaldığımız yerden hayata devam etmektir.  İnsan başlangıcı farklı zamanlarda farklı şekillerde yapar. Bazen önce kalemi alır eline, bazen kitabı ve bazen kâğıdı. Kalemle başlangıçta bir acelecilik ve telaş vardır. Kelimeler kabına sığmamaktadır. Bir an önce şekle bürünmek isterler. Kâğıt ile başlangıçta sabırlı bir ruh hali vardır. Gecenin uzunluğu ve yalnızlık eşlik eder kâğıda. Kalemle başlangıçtan farklı olarak ne yazılacağı belli değildir. Kâğıt düşünceyi kendisi üretmek ister, kalem hali hazırdaki düşünceyi aktarmakla sorumludur. Kalem ile başlangıç bir düzen halinde giderken, kâğıt ile başlangıcın sizi nereye götüreceği belli değildir. Kitap ile başlangıçta açlık vardır. Değişime kendine hazırlamak vardır. Çünkü her bir yeni kelime grubu, her bir farklı anlatım önceki düşüncelerinizde bazen kısmi bazen genel değişimler yapar. Bu bağlamda okuduğunuz bir yazının fikirlerine katılmamak, eleştirmek veya beğenmemek te bir değişimdir. Neleri beğenmediğimizin farkına böylece varırız. Düşünce ise adeta her üçünün ruhu gibidir. Düşünce ile canlılık ve hareketlilik meydana gelir.



Turgay Urgur  

20 Aralık 2011 Salı

DOST

Geçmişi hemen unutan dost!
Sana sesleniyorum.
Hani benim emeğim? Hani benim emeğim?
Silmek bu kadar mı kolay?


‘Emek’ derken sanma ki yaptıklarım,
Emek demek sevgi.
Emek demek saygı.
Çok söze ne hacet,
Yeter ki dost bilmesin kıymetimi,
 O da KARŞILIKSIZ. O da karşılıksız.

Sevgi gibi, saygı gibi.  

Turgay






Hasbihal 8



Okunan değil, yazılan değil size yaşanılan bir eserden bahsedeceğim. Eğer bir kelime hal ile varlık bulmuyorsa, beyinde seni gelgitlere mağlup edip en sonunda yepyeni bir sahile yorgun bitkin ama merak arzusu ile çıkarmıyorsa, henüz 4-5 aylık bir çocuğun gözündeki heyecana eş değer açlıklar hissettirmiyorsa orada ciddi manada bir zaman israfı, kısır döngü, gayesiz bir gayretler yığını vardır.

Evet bu öyle bir eser ki çok okunmasının, çok yazılmasının ötesinde yaşanması gereken bir eser. Çünkü kolay meydana gelmemiş. Her kelimesi gayet değerli ve kendine has bir yapıya sahip. Bazen en küçük bir ifadesi bile hayata geçirilse insanı hayatta başarılı yapacak bir güce sahip. Keşke böyle bir eserin tamamının değerlendirmesini yapabilecek kadar onu yakından tanısaydım, sayfalarca yazıp içimi dışa çevirebilseydim. Sizlerle sadece beni en çok etkileyen ve en önemlisi de hayatıma düstur olarak geçirmeye çalıştığım, bizzat yaşanılır yapmaya çalıştığım yönlerini paylaşacağım.

Gönlüm arzu ederdi ki bu muhteşem eser müdavimleri tarafından çok okunan ve çok yazılan bir eser olmaktan öte çok yaşanılan bir kaynak olsaydı.



İnsanlara kavl-i leyn; yani tatlı dille yaklaşmak. Yanlış hatırlamıyorsam bir haşiyede geçen ama insanı tek kelimeyle çarpan bir ifade. Diyaloğun başlangıcı, beşeri münasebetin giriş kapısı. Eğitim, öğretimin en büyük motivasyonu ve eksilmeyen enerjisi. Tatlı dille yaklaşıp ta netice alamadığınız bir diyalog girişimi oldu mu? Bu sorunun muhtemel cevabı hayırdır. Tatlı dil şart çünkü yine Müellifin ifadesiyle “Hayat-ı içtimaiyeyi idare eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet sarsılmış.” İnsanın kendisini ‘insani’ bir hayat sürdürmesi için ise bunların iç alemlerimizde tesis edilmesi ve yaşanması şart. Üç büyük yol gösterici: kavl-i leyn, hürmet ve merhamet.    

Hem Risalet-in Nur, sair ulemanın eserleri gibi, yalnız aklın ayağı ve nazarı ile ders vermez ve evliya misillu, yalnız kalbin keşf ve zevkiyle hareket etmiyor. Belki akıl ve kalbin ittihad ve imtizacı ve ruh vesair letaifin teavünü ayağiyle hareket ederek evc-i alaya uçar; taaruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişmediği yerlere çıkar; hakaik-i imaniyeyi kör gözüne de gösterir. (Kastamonu Lahikası)

Akıl ve kalp iki pek kıymetli nimet. İyi veya kötü maksada hemen eğilim göstermeye uygun birer yapıya sahipler. Müellifin ifadesiyle bu letaiflerin teavünü ne kadar sağlanıyor ve hayata geçiyor başlı başına bir tartışma konusu. Ama hiç şüphesiz bir Müslüman için akıl ve ruhu ve diğer hasseleri değerinde kullanmak için sair ulemanın eserlerinde olmayan bir yaklaşıma haiz. Bu zamanda insan aklını, kalbini ne kadar kullanıyor veyahut nerelerde kullanıyor sizce de ciddi bir mesele değil mi? Örneğin insan durmadan dizi izlerken aklını ne kadar kullanır? Bir işe giriştiğinde, herhangi bir çalışmanın başına geçtiğinde kullanılan aklın verimliliği ne orandadır? Kısacası sürdürdüğümüz yaşantı ne kadar akli ve ne kadar kalbidir?

Bu zaman cemaat zamanıdır. (Kastamonu Lah.) Sanırım Üstad cemaatler zamanı demek istedi ama çoğul eki ‘ler’ takısını unuttu. Çünkü bu zaman cemaatlerin birbirini eleştirdiği, bir araya gelemedikleri bir zaman. Son tahlilde ‘Yol çok, hepsi aynı yere çıkar.’ noktasıyla halledilen aslında geçiştirilen; sığ akılların derin bir mevzusu yani. İşin aslında kimsenin kimseye tahammülü yoktur ama bunu söylemek bazılarına göre hizmet ehline yakışmaz. Meselenin özünde idrak edilemeyen laakal 15 günde okunan bir uhuvvet, hoşgörü, kardeşlik manifestosu vardır. Bir üst paragrafın akli ve kalbi bakış açısı ne yazık ki yoktur. Kısacası Yunus’un yalın ve anlaşılır ‘Yaradılanı hoş gör Yaradandan ötürü.’ düşüncesinden insan ve insani olan davranışlar çıkarılmıştır. İnsanlar insan dışındaki varlıkları hoş görmeye başlamışlardır.

İman-ı tahkiki, ilmelyakinden hakkalyakine yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşf ve tahkik hükmetmişler…(K.L). Benim anladığım bilmek değil samimi manada yaşamak insanı gerçek bir inanan yapıyor. İlmelyakin şekilden de öte bir durum, yani bir şeyi bilmek. Lakin eserin orijinalinde ilgili kısımdan anlaşıldığı kadarıyla; bilenden ziyade Hakkalyakine yaklaşan yol alıyor. Nedense son yıllarda mesele kılık, kıyafete ve mütedeyyin tavırlara, sözlere yani şeklenyakine endekslendi. Dindar görünmek ile dindar olmak arasında bazen zıt, bazen taklidi, bazen pragmatist bir hal oluştu.

   Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i salih, emir dairesinde harekat ve hayrat kazanmaktır. (K.L) Zaten boş işler ve neticesinde günahlar iç sorunlar yaşayan bireylerin en önemli çıkmazları. Eksi yönlerinin yanı sıra insanın olumlu yaptığı işleri de etkileyen bir yapısı var. Bu ikisiyle insan kendisinin dışındaki insanlarla uğraşır hale geliyor. Başlangıç itibariyle bunları hayatımızdan çıkarma gayemiz olmalıdır ve işin diğer tarafında emir dairesindeki harekat ve hayrat geliyor. Emir dairesi; Allah’ın emirlerinin yerine getirilmesi. Hayrat içimizden gelen Allah rızası için yapılan tüm hayır işleri. Herhalde(hiç şüphesiz) takva için sözlüklerde aranan mananın ötesinde ufuk açan bir tanım.



Turgay Urgur


ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...