31 Aralık 2017 Pazar

Democracy vs İslam


‘İslam’a karşı demokrasi.’ Başlığım yarı İngilizce yarı Türkçe çünkü İngiliz’in, Amerika’nın, gavurun hakim olduğu bir dünyada Müslüman olmak ve İslami hayatı yaşamaya çalışmak zor bir imtihan. Yediğimiz içtiğimiz adamların tekelinde, onların onayı olmadan bir bankadan diğerine havale yapamıyoruz, onların ürettiklerini ve tükettiklerini alıyoruz. Ellerine bakıyoruz, onları izliyoruz. Onların bizim için çizdikleri sınırların içinde yaşıyoruz.  

Malumunuz nereye demokrasi getirmek isteseler; beraberinde ölümler geldi. Açlık geldi. Zulüm geldi.
Şu sıralarda tüm İslam ülkeleri uzun yıllardır dertli oldukları gaflet uykusundan uyanmak ile uyanmamak arasında gelgitler yaşıyor. Bu gelgitler esnasında demokrasi baronlarının İslam ülkelerini yoklamaları da tabi ki eksik olmuyor.

Bu yoklamaların en şiddetlilerini yaşadık ve yaşıyoruz……

Örneğin 15 Temmuz, Gezi olaylarından sonraki en sinsi yoklamalardan birisiydi. O gecenin sabahına kadar Abd ve Batı ülkemizin düşmesini bekledi. Adeta insanımızdaki inancı, vatan sevgisini, birlikteliği kontrol etti ve ummadığı bir sonuçla karşılaştı. Neden? Çünkü kendilerine kalenin içinin çoktan feth(ö) edildiği ispiyonlandı. Pe ki bu süreçte  Sayın Cumhurbaşkanımızın Türk Milletine çağrısı olmasaydı ne olurdu? 15 Temmuz gecesinde Sayın Cumhurbaşkanımız  eğer dost İslam ülkelerinde de diplomatik destek talep etseydi, büyük olasılıkla cevapsız kalmazdı lakin Osmanlı gibi bir geçmişi olan Türk’e bu ar gelirdi(gelebilirdi). Bizim bu direnişle tüm İslam ülkelerine örnek olmamız kaderin bize ayrı bir hediyesiydi. Evet Türkiye’de yaşanan 15 Temmuzdan sonra sadece Türkiye tarihindeki darbeler süreci kapanmamış aynı zamanda demokrasi pazarlayan batılı silah tüccarlarının İslam ülkelerini bu tür darbelerle yıldırma girişimlerinin de önüne geçilmiştir.

Uluslararası platformada veya alemde ya da aslında arenada; bunun ( Müslümanlara, Türklere, İslama karşı yapılanların) karşılığında Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde çok güçlü bir diplomatik atak yapılıyor. İslam ülkelerine olan ziyaretler, Kudüs olayındaki birliktelik ve Türkiye Cumhurbaşkanının bu ülkelerde sevgi ve umut ile karşılanması bu minvalde çok önemli. Yoksa ülkemizdeki gidişat yılmaz özdil’in yaşadığı haset travması veya Ahmet hakanın yazılarının basitliği pencerelerinden görüldüğü gibi değil, Allaha şükür. 20 yıl öncesine göre daha çok zenginiz, daha çok mutluyuz ve gelecekten umutluyuz.     

   

23 Aralık 2017 Cumartesi

KAHIR (5)



En güçlü hissettiğim anda,
Beklemediğim zamanda,
Vurdun beni.

Bir bayram sabahında,
Düğün arifesinde,
Dostlarla muhabbete,
Vurdun.

Hayata gülerken,
Ve hayat ilk defa yüzüme gülmüşken,
Umutluyken,
Mutluyken,
Vurdun.

Gençken,
Yorulmamış iken,
Gururlu iken, onurlu iken,
Dimdik ayakta iken,
Vurdun.  

Dertlere boyun eğmediğim,
Laflara kulak asmadığım,
Senden başkasına bakmadığım zamanda,
Vurdun.

Yanarım,
Sana olan inancıma yanarım,
En çok güvendiğim zamanda vurdun

turgay urgur

17 Aralık 2017 Pazar

MEZAT

Değerimi en iyi sen bilirsin,
Beni sen sat.

Ruhumda emeğin var,
Bu antikayı ucuza bırakma,
Yabana atma,
Zengin birisine sen sat.

Bir ömür kullandın,
Elinden iyi çıkar,
Alla, pulla, kınala,
Bu yıkığı sen sat.

‘Her türlü kullanılır.’ de,
‘Alıcısını üzmez.’ de,
‘Beni hep mutlu etti.’ de,
Bu köleyi sen sat.   

Hatıram var deme,
Dayanamam, kıyamam deme,
Bu maziyi sen sat.

Madem ki! Bir ömür kullanıp da,
Bağlanmamayı başardın,
Oyunun en güzelini oynadın,
Çaktırmadın, belli etmedin,
Kimseye bildirmedin,
Sıfır zararla çıktın,
Neşesini sürüp, kahrını bana bıraktın,
En iyi sen satarsın,
En iyi sen satarsın,
Hiç şüphesiz sen satarsın,

Bu aşkı sen sat. 

18 Kasım 2017 Cumartesi

RESİMLER AĞLAMAZ


Boşuna sancılanma,
Resimler ağlamaz.
Duvarda, masada, çekmecede beklerler,
Yorulmazlar,
Şikâyet etmezler,
Hiç umutlanma,
Resimler ağlamaz.

Geçmişten ibarettirler,
Mutlu mutsuz fark etmez,
Resimler ağlamaz.
Siyah beyaz, renkli, yırtılmış, solmuş,
Bir köşede unutulmuş,
Ya da kaybolmuş,
Resimler ağlamaz.

Baktıkça sen ağlarsın,
Düşündükçe sen ağlarsın,
Sağda solda buldukça sen ağlarsın,
Ama unutma resimler ağlamaz.

Kimseleri kalmasa da,
Tozlansa da,
Ateşe atılsa da,
Eline alıp, bakan olmasa da,
Kaygılanma resimler ağlamaz.  

İster bağrına bas,
İster buruştur,
İstersen makasla parçala,
Elinden geleni ardına koma,
Resimler ağlamaz.

Arayıp da bulamayınca,
Ansızın kaybedince,
Sen ağlarsın,
Ama resimler ağlamaz.


Turgay URGUR

5 Kasım 2017 Pazar

İnsan ve Değer(i) -1


Yok… yok.. Bu bir akıl tutulması değil. Olayın düşünmekle, düşünebilmekle bir ilgisi yok. Yapılan her davranış gayet bilinçli, istemli ve farkındalıklı. Çünkü insan ne kadar belli etmemeye çalışsa da tüm davranışlarında nefsinin isteklerini yerine getirir. Sadece – aklın sıra – zekâ makyajlarıyla eylemlerine ve söylemlerine sosyolojik tamponlar ekler. Ekler ki her hangi bir çarpışma anında kendisini koruyabilsin. Masum bir zemine çekebilsin. Amiyane tabirle k…. ‘nı kurtarabilsin. Biz buna kısaca günaha-suça-hataya bahane bulma mantığı da diyebiliriz. Bu yüzden insan ‘aklını’ tekâmül için değil başkasını yenmek için kullanmaya başlamıştır. Örneği biraz somutlaştıracak olursak: bugün X partisinin her hangi bir taraftarı acaba savunduğu düşüncenin saflığına, doğruluğuna %100 inanıyor mudur? Yoksa inanmak istediği şekil de X partisini zihninde balmumuyla yeniden mi şekillendiriyordur? Burada hammaddenin balmumu olması önemlidir. Çünkü ısıtılıp ısıtılıp –eritilip eritilip konjektüre uygun olarak her daim şekillendirilmesi mümkündür.  


Birilerinin birilerini bağnazlıkla, o birilerinin diğerlerini dinsizlikle, ötekilerin berikileri satılmışlıkla, buradakilerin oradakileri hainlikle suçlamalarının basit ve temelsiz olduğu kesindir. Çünkü aslında kimse konuştuğu değildir, yazdığı da değildir, görünmeye çalıştığı hiç değildir. Çünkü herkes sadece ve sadece kendisidir yani olduğudur. Yani davranış eşittir insandır. İşin aslı ve özü; insan dünyaya başkalarının zabıtalığını yapmaya gelmemiştir. Ama ne yazık ki! Şirkette patron, okulda idareci, evde baba, çarşıdaki boş gezen kendisine böyle bir görev biçer.  

Düşünsenize.. koskoca kainatta; siyasal ideolojin, komşunun komşusunu çekememesin veya  geçmişe ve geleceğe tesiri olmayan her hangi bir olayın, olgunun insan için önemi kaçıncı sıradadır ki? 

Düşünsenize…. bedenimiz-kainat ve ‘o an yaşanılan bir olay’. (Olay= davranış, konuşma, tartışma vd). 

Bu; ‘biz-kainat-olay’ üçlüsünün üçü bir arada birbiriyle olan bağı ne kadar önemlidir. Bir karıncanın yuvasına götürdüğü bir yaprak parçasının bile İlahi sevk olarak yapılması ve dünyanın dengesine olan katkısı; insanın her türlü nefsi eyleminden kıyaslanmayacak kadar daha değerlidir. Çünkü karıncanın, arının, sineğin faaliyeti ‘yapmak’ üzerine inşa edilmişken, insanın nefsani faaliyetleri ‘yıkmak’ üzerine inşa edilmiştir. Bir zamanların deyimiyle ‘laf ü güzaf’ hem hayatlarımızı hem de hayatlarımızın ulvi manasını ele geçirmiştir. Yani … yani … yani… insan; felsefenin, dinin, güzel ahlakın, sünnetin ona verdiği değerden çok uzak bir değersizlik girdabında meçhule gark olmaktadır. Maalesef insan, ‘Bana verilen güzelliklerin ardındaki sırrı görebiliyorum.’ diyemiyor. ‘Hayattaki yerimi ve önemimi anlıyorum veya en azından anlamaya çalışıyorum.’ diyemiyor. Yıllar önce tartışılan ‘varlık felsefesinden’ uzak olduğu gibi ‘şerefli mahlûkat’ nişanında da uzak duruyor.   

Keşke insan başkalarıyla uğraştığı kadar kendisiyle uğraşsaydı. Herkesten önce kendisini eleştirseydi. Ve insan kendisini düzeltmeye yoğunlaşsaydı. Gerçek değerimizi ancak kendimize yoğunlaşmaya başladığımızda bulacağız. Tolstoy bir zamanlar; herkes dünyayı değiştirmeye çalışıyor ama kimse kendisini değiştirmeye çalışmıyor demişti.


Devam edecek…..

TURGAY URGUR

1 Ekim 2017 Pazar

My daughters

My dear daughters,

Don't turn a deaf ear to the balanced life given to you. Life isn't a cartoon edition that makes all people celebrities. Because of this reason, we don't have the right to damage it. We have to live it effectively and efficiently. Failure means career and success. Trust the faith in yourself which will ease your daily problems. Sometimes we feel the absence of our friends and family members. We think that they abandoned us. Never mind!  Imagine the background Power which is centrally located in our bodies. It's your candid heart. Love and fairness are abundant there. If you asolutely depend on it, no one can ban your hopes. There is no need for the cancellation of them, never and never let them be faint.

After decades; if you feel a debt of gratitude to me, just be more cautious and eager in order to overcome casual debates. You, my daughters; you are capable of enhancing your mentality.

I'm far away from you now. No matter, just hear echoes  of my love words as in your childhood.

father, Turgay.

25 Eylül 2017 Pazartesi

ŞUUR (1)



Şuur; düşünceden beslenir, görgü ile kalıba girer ve davranış olarak kendisini gösterir. Düşünce eksikse, görgü yoksa davranışta samimiyetsizlik olarak kendisini ele verir.

Sözlük şuur için kısaca BİLİNÇ der. Allah (C.C); ayette e fe lâ tezekkerûne ‘Hiç düşünmüyor musunuz?’ diye açık bir şekilde kullarını bilince yani şuura davet eder.

Batıyı ortaçağdan çıkaran şuurdur. Veya şuur arayışıdır. Doğru; belki de sadece maddi yaralara merhem olmuştur ve kendisi gibi düşünenlere hizmet etmiştir lakin bugün tüm dünya kanıksamış bir şekilde aydınlanma, sanayileşme ve teknolojik atılımların sağladığı imkânları kullanmaktadır. Kanıksamış şekilde çünkü aslında içten içe  -dışa vuramadığı bir memnuniyetsizliği yaşamaktadır. Örneğin; petrolü Akdeniz kıyılarından alıp götüren gemiler, Ortadoğulu için hiçbir zaman cruse gemisi olamamıştır. Cruse’u bir kenara bırakalım, petrolü taşıyan yük gemisinin mülteci için 1 adet filikası bile yok. Bu bağlamda aslında batılının şuuru materyalizm ile esnek bir kafesle kafeslenmiştir. Gelişimini kendisi için kendince yapmaktadır. Hümanizm batılının şuuru için slogandan ibaret kalmıştır. Bugün Greenpeace bile -eğer samimi ise- batılının hümanizm sloganından çok daha ötesini başarmıştır. Evet… gizli pazarlıklara inat sokakta küresel savaşlar için soyunan kadının yaptığı aksiyonun ‘cesaret boyutu’; ister yazar olsun, ister sıradan bir vatandaş olsun herkes için gözlemlenmeye değerdir. Evet …. Bugün dünyadaki zulme karşı, ben Müslümanım diyen adamın en hafif itiraz şekli olan buğzunu bile nadir görmekteyiz.    

Will Durant; “Medeniyet bir miras değildir; her nesil onu yeniden inşa etmek zorundadır.” der. Bu, şuurun güncellenmesi mevzuudur. Yani Osmanlı’nın yapamadığı olaydır. Her nesil ifadesine burada her bireyi de ekleyebiliriz. Şuur düşünce ile güncellenmezse ‘tekamüle’ yenik düşer. Çünkü insanın gelişmesi sınırlı değildir. Sonsuzluk arayışı, merak, hayal bu sınırsızlığın nüvelerdir.  “İnşirah suresi;  ‘Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.’ Fe iza feragta fensab.” İlahi fermanıyla insan şuurun aktivitesini kullarına farz eder. Bacon; ‘Deneyiniz, deneyiniz. Denemeden hiçbir şeye inanmayınız.’ der. İnsan, şuur güncellemesinde farklı yazarları, farklı tarihçileri yani kısaca farklı düşünceleri kendisine uyarlamalıdır. Faydalı gördüklerini denemelidir. Basit ifadesiyle bu; ‘faydalı işlerle meşguliyettir’. Ekin bir deneydir, şiir bir deneydir, fen bilimleri bir deneydir. İnsan bu deney-denemeler sonucunda kalemi, kâğıdı ve silgiyi bulmuştur. IŞIĞI BULMUŞTUR. Keşke bugün çöpü yerden alan bir çocuğun masum şuurunu, Çanakkale’de ölüme giden 15 yaşındaki kahramanın çelik şuurunu insanımıza anlatabilseydik.    


Devam edecek

23 Eylül 2017 Cumartesi

bir insanım

Bir insanım. Tertemiz sokaklarda yürüyorum. Şehrimin park ve bahçelerinde meyve ağaçları var. Su temiz. Hava temiz. Yol temiz.

Esnaflara selam veriyor, çocuklara gülümsüyorum. Arabamın kaportasına değen elbisem batmıyor. Yoldaki çukurlardan üstüme su sıçramıyor.

Bir insanım. Sorumluluklarımı üstlerime, yapılmayanları altlarıma atmıyorum. Uykusuz gecelerim var. Çünkü bana güvenen insanların ‘güvenini’ taşıyorum. Derdim burası, işim burası, sevdam burası.

Bir insanım. Vizyonum sloganlardan ibaret değil. Gerekirse tüm ticari ve insani kariyerimi doğruları söylemek için feda ediyorum. 

Bir insanım. Görmezden gelemem, kulağımı çeviremem ve fikrimi satamam. Satmam.


Turgay URGUR

12 Haziran 2017 Pazartesi

Gol


Elle dokunuşlar,
Haksız penaltılar,
Ofsayttan yenenler,
Iskalamalar,
Kaleden kaleye gidenler,
Bol miktarda frikikler,
Ayağımızın sekmeleri,
Kafamıza çarpmalar,
Bacak arasından kaçanlar,
Uzatmada atılanlar,
1 dakikada 2 olanlar,
Doksandan,
Ters köşeden,
Üst direkten,
Kornerden,
Hatta taçtan filelerle buluşanlar,
Hiç birisi üzmedi….
Kendi kaleme attıklarım kadar.
Yaş 40.
Henüz ligden düşmedim,
Ama kendim çekiliyorum.  
Çünkü futbolun adaleti yok.
Dostluk gibi,
Vefa gibi,
İnsanlık gibi,
Futbolun da adaleti yok.


Turgay URGUR

HEDİYE

Güneş cebimde,
Özgürlüğüm hiç bitmez.
Ay yüreğimde,
Hayallerim hiç gitmez.

Ve,
Yıldızlar ellerimde,
Sana benden hediye.

Korkma!
Gündüzün ve gecen bitmez,
Yeter ki tut ellerimden,
Umutlarımız hiç gitmez.

Turgay URGUR

(COTON SERİSİ)

6 Mayıs 2017 Cumartesi

HÜZÜN (1)

Bir hüzün, bir hüzün düştü,
Ne gariptir….
Ağrısız,
Sancısız,
Ansızın düştü.

Ağlamaya bile zaman vermedi,
Ne gariptir….
Çarpıntısız,
Burkuntusuz,
Deprem misali,
Gece gibi,
Sele benzer,
Ölümden farksız,
Birden düştü.

Susturdu,
Ne gariptir….
Çaresizlikten korkuya,
Pişmanlıktan nefrete,
Ne varsa,
Önüme koydu.
Bir koydu, bin aldı.

Bir hüzün, bir hüzün düştü,
Ne gariptir….
Sessizdi.


Turgay URGUR

4 Mayıs 2017 Perşembe

Pek kıymetli Veliler,



Önümüzdeki yıllar teknolojik aletleri ve robotik cihazları iyi kullanan nesillerin yılı olacak. Tıp ve elektronik alanları, savaş ve bilişim teknolojileri hep buna yöneliyor. Lütfen çocuklarınızın telefon ve bilgisayar gibi aletleri doğru bir şekilde kullanmalarına engel olmayın. Bu cihazların verimli kullanılması konusunda onların destek almasına imkan sağlayın.

Pek kıymetli Meslektaşlarım,

Öğrenci merkezli eğitim üzerinde mutlaka iyi örnekleri ortaya çıkarıp, öğrencilerimizin kaliteli ürünleri sunmasına olanak sağlamalıyız.

Pek kıymetli Öğrencilerimiz,


İnternet ortamında eğitim adına birçok alanda faydalı videolar mevcut. Lütfen bu geniş ve ulaşımı kolay bilgileri kaçırmayın. 

HABERLER

Bugün 4 Mayıs 2017. Evde sabah TRT1’de haberleri izliyorken, arka arkaya çıkan 5 haber dikkatimi çekti.

Müsaadenizle paylaşayım…

Almanya’da hidrojenle çalışan hızlı tren deneme sürüşünü gerçekleştirmiş ve trenin üretimin aşamasına geçilecekmiş.

Çin’de hızlı trenlerin hızı yaklaşık saatte 400km civarındaymış ve ulaşımın ağının daha da geliştirilmesi hedeflenmiş.

Japonya’da lüks trenle seyahatin bedeli 10 bin dolardan 35 bin dolara kadar değişiyormuş ve 2018’e kadar tüm rezervasyonlar dolmuş.

Ve günün en güzel haberi: 10 yaşındaki renk körü çocuk yeni özel gözlükle renkleri görmeye başlıyor ve sevinç gözyaşlarına boğuluyor. 10 yaşına kadar hep siyah beyaz görmüş ve renklerle ilk defa tanışmış.

Kanalı değiştirdim.

Son haberler ülkemizden….  Chp’de sular kaynamış. Muhalefet olağan üstü kongre isterken, Sayın Kılıçdaroğlu partinin dedikoducularını partinin kapısının önüne koyacağını söylüyor. Muharrem Bey’de ‘muhalif sesleri kapının önüne koymaktan ziyade, kapı önünde seçim sonrası kutlama yapılması gerektiği’ yönündeki tweetini paylaşmış.

Cumhurbaşkanımız Rusya devlet başkanıyla bir dizi anlaşmaya imza atmış. Domates ihracatı dışında sıkıntı olmadığını belirtmiş.

Ahval ve şerait böyle……

TURGAY URGUR

23 Nisan 2017 Pazar

Sevmek


Tartışmaları çıkar hayatından,
Laf yetiştirmeleri,
Eleştirmeleri,
Kınamaları, yargılamaları, karalamaları, yalanlamaları çıkar hayatından.

Bağırtıları, çağırtıları, çığlıkları,
Gürültü ve patırtıları çıkar hayatından.
Takırtıları, lakırtıları.

Kini, nefreti, düşmanlığı, garazi çıkar,
İçten pazarlıkları, arkadan konuşmaları çıkar,
Yorumları, cevap yetiştirmeleri ve hatta soru sormaları çıkar.

Hiçbir şey vermeyen okumaları, gereksiz konuşmaları çıkar,
Zaman israfı dinlemeleri, beyin düşmanı izlemeleri de çıkar.

Ve hayatı sev.

Çünkü hayat sevmeye yetmeyecek kadar kısa.


Ve eğer yukarıda saydıklarımızı çıkarmazsan, sevmeye zaman kalmaz. 

TURGAY URGUR


7 Nisan 2017 Cuma

Saray

Sarayda doğdum,
Masmavi bir tavanı,
Sapsarı bir lambası vardı.
Geceleri bembeyaz fenerinde hayaller kurdum.

Sarayda doğdum,
Binlerce hizmetkâr emrimdeydi,
Meyveden sebzeye binlerce tat dilimdeydi,
Yedim, içtim ve gezdim.

Sarayda doğdum,
Kardan yağmura,
Gökkuşağından fırtınaya ne sanatlar gördüm,
Şaşkın ve hayran ne hallere girdim.

Sarayda doğdum,
Şımarıklığım ondan,
Her şeyi hazır buluşumdan,
Her şeyin benim için oluşundan.

Rızık kapımdaydı,
Yokluk nedir bilmedim.
Bir türlü doymadım,
Tokluk nedir bilmedim.

Ta ki sancılandım,
Elimden bir şey gelmedi,
Saray başıma yıkıldı,
Dilimden bir şey gelmedi.

Ta ki yaşlandım,
Uzanamadım,
Koşamadım,
İstediğim gibi konuşamadım,
Koskoca saray dar geldi.

Yemeden içmeden kesildim,
Konuşmaktan çekindim,
Yaşamaktan bile vazgeçtim,
Koskoca sarayımı terk etmek istedim.

Sarayımda bir bahçede,
Binlerce saray sahibi dizilmiş ve suskun,
2 metre karede çaresiz gördüm.
Ne bir soru ne de cevap halleri vardı,
Bol bol pişmanlık gördüm.


(devam edecek....)

TURGAY URGUR

binlerce kuldan bir kul,
üç beş öğrendiğini kendine ezber bilen,
varlıkta çeşit, yoklukta çeşit bir kul.

annesi, dedesi, Peygamberi bu dünyadan ayrılmış,
bir kaç hayalin ipine tutunmuş,
kendi kendine,
usul usul,
 


23 Mart 2017 Perşembe

İNSAN ve TAŞ


Çok soğuk parçaladı,
Çok sıcak hırpaladı.
Depremler ufaladı.
Rüzgârlar zımparaladı.
Yağmurlar cilaladı ve yumruladı.
Gelen geçen bastı, kırdı, dağıttı.
Bir o yana, bir bu yana attı.
Sular, seller yerimden etti.
Gah toynak, gah ayak eşeledi.
Karıldım, karıştırıldım.
Un ufak elendim.
Savruldum.


Taştım.
Ne de olsa taştım. 
Hepsine dayandım.

Ateşte piştim. Ateş sandılar.
Üst üste dikilişime kandılar.
Bağırlarına basıp yandılar.
Karınlarına basıp açlık bastırdılar.

Çocukların oyununa katıldım,
Mina’da şeytana atıldım,
‘Övünsen mi?’ bilemedim. Parayla bile satıldım.

Çokluğuma değil, azlığıma 'değer' verdiler,
Çoğu şey gibi renklilerime rağbet ettiler. 

Dağ oldum yolları kapattım,
Bismillah diyen tohumlara sinemi açtım. 
Kurda, kuşa yuva oldum.
Nice günahların üstüne yıkıldım.  


Gün geldi dinamitle patlatıldım,
Geçilen yol,
Dayanılan duvar oldum,
Hem nadir hem de nadide olunca,
Parmakta yüzük,
Elde tesbih oldum.


Taştım.
Ne de olsa taştım. 
Hepsine dayandım.

ilahi adalet!
Kalbin katılığını benden bildiler,
Safra ve böbrekte acı çektiler.

Dilekten başlayıp,
Şaşırıp da tapan oldu.
Neyse ki! Kader benden yanaydı,
Sonrasında taptığına dönüştürülen de oldum.

Cudi'de Nuh Aleyhisselam,
Tur-i Seyna'da Musa Aleyhisselam,
Hira'da ise Alemlere rahmet Hz. Muhammet ile şereflendim.

Tarlada fazlalık,
Kimisinin işine engel,
Kimisinin tekerine destek oldum.

Lakin,,,
Harman döveninde saman,
Değirmende buğday da benden geçti.
Hikmetimdendir....
Çakmakta ateş,
Olukta su da benden geçti. 


Taştım.
Ne de olsa taştım. 
Hepsine dayandım.

İlahi adalet,
Hem sapanda kuşa atılan mermi,
Hem de Ebabilin attığı oldum. 

Semud kavminin devesi ve yavrusu da benden,
İbrahim'in bıçağını kıran da benden. 

Anıtta benden oldu,
Kanıtta benden.

Evimden ettiler ev oldum.
Şeklimden ettiler,
Şah eser oldum. 

Oyuldum, 
Sıra sıra koyuldum. 
Cephede siper oldum.
Hep aynı olsam da,
Mezarda işaret oldum.  


Heyhat! Şükürler olsun,
Kâbe’de en değerli de oldum.

Taştım.
Ne de olsa taştım. 
Hepsine dayandım.

Göz de aldım, 
Can da aldım. 
Ama insanın aldığı sorumluluğu almadım.

Korktum.



Rahman ismiyle,
Üstüme çok yağmurlar oldu, 
Kahhar ismiyle,
Lut'a ve Pompei'ye benden doldu. 

Habil uyurken Kabil onu buldu,
Bir tanemle başına vurdu,
İlahi Adalet!
Şimdiye kadar her katil,
Bin tanemle kendi başına vurdu.   

Taştım.
Ne de olsa taştım.
Hepsine dayandım. 

Bereketimi akiğimdem,
Dua olsam geri çevrilmeyeceğimi piruzemden bilirler.
Necef(Dor) 'um hikayesini ise bilseler bile,
Kıymetini bilemezler. 
Bilselerdi zaten;
İncim'den sabrı,
Sedefim'den Kuddüs ismini öğrenirlerdi. 

Varsın bilinmesin,
Varsın öğrenilmesin,
Taşım.
Ne de olsa taşım.
Dayanırım.

Lakin
Gün olur üstüm üstümde kalmaz,
Kum olur denizlere akarım. 
Ve vazifem biter. 

Çünkü ben insanın aldığı sorumluluğu almadım. 
Korktum.

TURGAY URGUR


 

16 Mart 2017 Perşembe

ÇUVALDIZ (5)


Retorikten, cerbezeden, laga lugadan, sataşmadan ve istatistik çıkmazından uzak; rakam, arşiv ve tarihlerin kutsanmadığı, geçmişin ısıtılmadığı, şimdinin abartılmadığı, geleceğin ütopyalaştırılmadığı bir yazı olur inşallah.

Bu zamanda en zor işlerden birisi de yazmak. Çünkü konuşunca insanlar unutuyor lakin yazınca kimisi kinini, kimisi hırsını arttırıveriyor. Beğendiyse gülüp geçiyor, beğenmediyse dosta düşmana jurnalliyor.

Yandaş veya muhalif medya fark etmez. Sonuçta herkes patronuna hizmet ediyor. Aleyhte yazamaz. Çünkü işi o değil. Kapitalist sistemin en güzel yaptığı işlerden birisi ‘iş tanımıdır’. İş belli, karşılığında alınacak bellidir. Gazeteciliğin bu tanıma uymamasını beklemek ahmaklık olur. Satre; ‘Tümden aynı şeyleri düşünmenin ne anlamı var?’ diyordu. Şimdilerde yaşadıklarımızı anlatmak için ‘kutuplaşmak’ tabiri az kalır herhalde. Mesele şimdilerde Habil, Kabil cinsinden; lanet okunanla-kutsallaştırılan kabilinden, cennet ve cehennem zıtlığında arz-ı endam ediyor. Bu münasebetle de; TV’yi kurcalayan, bir iki farklı gazete köşesini okuyan birey önce bir idrak toslaması sonrasında ise hayretler vertigosu yaşıyor. Çünkü mevzular; dinden çıkmadan tutunda vatan hainliği veya yalakalıktan tutunda cahillik mesabesinde sunuluyor. Bitaraf olma şansı diye bir şey yok. Herkes bir kimliğe giydiriliyor. Ve bu ‘tarafgirlik’ salgını tavandan tabana ısrarla bulaştırılıyor. Yetmezmiş gibi  Arap Baharından ta şimdiki süreçlere kadar yaygınlaştırılmaya çalışılan bu ‘körebecilik’ son zamanlarda sınır dışlarına da taşınmaya başlıyor. Diplomasi ve hamaset beraber lans edilerek iç siyasete ayar dışarıya ise gayar veriliyor.  Pakistan’dan, Azebaycan’dan, Türkmenistan’dan, Avrupalı Türkler’den, Arap Şeyhlerinden bir ses bekleniyor.


Oysa, Türk insanı özellikle son 10 yıldır gerek içeride gerekse dışarıda gelişen olaylar için öncelikle ve ilkelikle Kurani ve Sünnete uygun bir çerçeve geliştirmeliydi. Yani olaylara ve kişilere bu perspektiften bakıp, ideoloji ve tarafgirlik yönlerini terk etmeliydi. Çünkü yeni yetişen gençlerimizin öncelikle bunu toplum dinamiklerinde görmesi gerekiyor. Yani Türk vatandaşları ülkemizin olaylara karşı gösterdiği tepkilerin ‘nedenlerini’ bilmelidir. En basit bir örnekle; Neden mültecileri alıyoruz? Neden Avrupa’ya karşı farklı bir duruş sergiliyoruz? Neden aynı gündemlere maruz kalıyoruz? Neden bize izlettirilenler bizden uzak toplumların artıklarıdır? Neden Üniversitesini bitirmiş bir genç iş bulamıyor? Madem bulamayacak neden başka alanlara yönlendirilmiyor?

Özetle, İslami yaşantı hayatlarımıza ‘şeklen’ değil, aynel yakin-ilmen yakin ve hakkal yakin boyutunda sunulmalıdır. Madem İslam’ın son kalesi Türkiye’dir, bu konuda ülkemizin örnek olmak gibi bir sorumluluğu vardır. Sağ merkezli mevcut iktidar bu konuyu ivedilikle gündemine almalıdır.   

Yoksa, özellikle Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildikten sonra sosyal, iş, ekonomi ve aile hayatları kapsamında beklentileri zirve yapan genç nüfusumuzu verimli ve korunaklı bir şekilde geleceğe taşıyamayabiliriz. Bunun gerçekleştirilememesi aynı zamanda Türkiye’nin hareketlerine göre pozisyon alan diğer İslam ülkeleri için de hayal kırıklığı olacaktır.     

turgay urgur

14 Mart 2017 Salı

gel

halimi sormaya,
halimden almaya,
halimden olmaya,
en iyisi halimden anlamaya.

gel ki! gitmesin hayaller,
gel ki! bitmeyelim.

zaman ve mekan terk ederken,
toprağım olmaya gel.
çorak, fark etmez,
benimle çürümeye razıysan gel.

11 Mart 2017 Cumartesi

BEYHUDE





Kadere fetva verdirmek derdindeyiz. Küstah isyanımız bundandır. İtaat dediğimiz şey kabullenmek ile başlar. Yani….Oldurulduğumuzu olduğumuz gibi kabul etmekle. Çünkü biz ‘Ol!’ denilendik. Yani yoktuk. İşin aslında, sözü daha da edebiyle söylersek; insanın kabul seçeneği bile yoktur.  Ancak şükür ve hamd gibi bir cevap hakkı vardır. Bu cevap hakkını kullanmak; var edilmeye olan saygının göstergesidir. Bu saygıyı göstermemek Maliki tanımamaktan başka bir şey değildir. (Mülk elinde bulunan Allah ne yücedir- Tebareke) Ki! şeytan işte tam da bunu yapmıştır. Bile bile tanımamak ise cehennemi bir azabı gerektirmektedir. Hiç tanımamanın karşılığı sonsuz bir cezayı hak etmektir.

Değişmenin, gelişmenin, ilerlemenin insana bakan yönü sadece irade ile olan kısmıdır. Lakin o da insana tercihleriyle birlikte sorumluluklarını da verir. Mesuliyeti, riski insana yükler. Yine de insanın şartlardan ve sonuçlardan şikâyet hakkı yoktur. Bu yüzden kişi elde edememeyi, kazanamamayı bir yenilgi olarak görmemelidir. Çünkü oldurmak insanın elinde değildir. Çünkü biz ‘Ol’ denilendik. İstediklerini elde ettiğinde de gururlanma hakkı yoktur. İnsan nimeti veren değil alandır. Bu bağlamda, her verilen güzel şey nimettir. 10 senelik bir çalışma sonucu parayla satın aldığımızı sandığımız bir ev bile kişinin değildir. Kum onun değil, demir onun değil, ağaç onun değildir. Onun olmadığı gibi hiçbir beşerin de değildir. Çünkü O’nun dışındaki her şey ‘Ol!’ denilendir. Bu nedenle insanın elinden gidenlere de üzülme hakkı yoktur. Zaten insan bu dünyaya hak almaya veya hak aramaya değil vazife için gelmiştir. Vazifenin büyüklüğü kolaylığındandır. Yüce Yaratıcının azameti karşısında Allahu ekber, yarattıklarının şaşkınlığı ile Sübhanallah ve şükür manasında Elhamdülilllah demek bu vazifenin özetidir.  

Kadere fetva verdirmek derdindeyiz. Değiştirebildiklerimiz ve etki edebildiklerimiz, zerre kadar müdahale edemediklerimiz ile kıyaslandığında hiç hükmündedir. Hurdebini bir hücreden ta kehkeşana kadar izleyici olmaktan başka bir gücümüz yoktur. Bu yüzden kainat insan için harika sanatlarla süslü bir temaşagahtan gayri değildir.  Kainatı izlemeyi öğrenmek ulvi bir maksattır. (De ki: O sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve kalpler verendir.- Tebareke) Misaller ve meseleler mudakkik bir idrak ile anlaşılabilir. İnsan başını kaldırıp göğe, güneşe, bulutlara ve gece ile gündüze bakmalıdır. Görmek inanmaya kapı açacaktır. Bu kapıdan giren yolcu önce hayretler içinde kalacak ve sonrasında kendi varlığının vazifelerini bulmaya çalışacaktır. Bu vazifenin en birincisi ibadettir. Hak yolunda yapılan her çalışma ibadet olacağından, insan çalışmalarında niyetini güzel tutmakla mesuldür. Bu öyle güzel ve bereketli mesuliyettir ki! insana az bir dünyalık çalışma ile sonsuz bir cenneti kazandırır. Ve insan tüm bu izlemeler, şükürler ve çalışmalar neticesinde kadere rıza ile güzel bir iradenin bir birine olan Rahimine, Alimene bağını görür. Ya Kadir isminin burçlarına çıkar, çıktığı yerden tekrar ve tekrar hem kainata hem de kendine bakar. Beyhudelikten kurtulup, kulluğun beyzadeliğine yükseltilir.

Selam ve dua ve şükür ile,


Turgay URGUR

Sen sen

Ellerin kınalansın,
Gün doğar senin için, gün batar senin için.

Dillerin şerbetlensin,
Gülüş sendedir, sohbet sendedir.

Değmesin gözüne keder yaşı,
Umut sendendir, hayal sendendir.

Tütsün ocağın,
Aşk seninle,  meşk seninle.

Eğilmesin başın,
Duam senin için, gayretim senin için.

Hayırlı olsun ömrün,
Yaşamak senin yanında, ölmek senin yanında.


(coton serisi)

turgay urgur 


9 Mart 2017 Perşembe

Ah İnsanlık!


(Yazının dizgisindeki konu tutarsızlığı için lütfen bağışlayın. İbadetin, ticaretin, iletişimin, barınmanın ruhlarımızı bulamaç ettiği bir zamanda; insan sadece bir konuya odaklanamıyor. Çünkü her şeyi- hep birlikte ve ne yazık ki herkesle yaşama isteğimiz bizleri bu hale getirdi.)

En yüksek tepelere Tv, radyo, gsm vericilerini koyduk.  Ezan okumak için minareye çıkmaya gerek kalmayınca, minareler gsm vericilerine kiralanır oldu. Farkında olmadan hepsini ruh dünyalarımızın da baş taçları yapmışız. 

Düşünsenize…… akşam eve gidiyoruz, hal ve hatırdan önce kumandanın yerini soruyoruz. Ve Tv çekmiyor, internet yok, telefon operatörleri çalışmıyor. Adeta aç ve susuz kalmış gibi feryat ediyoruz.  Ölüyoruz. Çünkü günlük belirli dozaj iletişim sunusu almaya alıştırıldık.

Ve kimse. Ve hiçbir kurum bu hali konuşmuyor. Bu gidişatın aksine olumlu yönde adım atmıyor.
Eskiden evler, binalar minarelerin boyunu geçmezdi.  Şehrin girişinden Müslüman memleketi olduğumuz belli olurdu. Şimdi hepsi de minarelerle denk oldu. Bankalar en güzel köşeleri aldı. Ezan ve sela sesleri ara sokaklarda kendilerine mekan ve soluk  arar oldu. Binalar yükselirken, kültürümüz çökmüş. Toprağın bu kadar bol olduğu bir ülkede kendimizi apartmanlara sıkıştırdık. Bahçeli evimiz yok, ya merdiven çıkıyoruz ya da 6 basamaktan sonra (madem asansör var, düz ayaktan başlaması gerekmez mi?) asansör kullanıp bilmem kaç metre kare dairemize çıkıyoruz. Kapı zillerinde ev değil daire numaramız yazıyor. Koskoca binada 1 ya da 2 kişiyle gidip geliyoruz. Allah aşkına hangi toplu konut kültürümüzden bir şeyleri yaşatıyor? Otopark sorunumuz yine var. Çocuk parklarımız yok. Kafamızı dinleyebileceğimiz 2 bankın olduğu yerler bile kalmadı. Bu kadar sıkışıklıktan sonra yine hep beraber toplum olarak akşamı veya hafta sonunu başka bir sıkışıklık olan AVM’de geçiyoruz. Paramız varsa harcıyoruz, yoksa harcayanlara bakıp teori geliştiriyoruz. Özgürce(!) raflardaki ürünlere dokunuyor, vitrinleri taciz ediyoruz. Yeni sezonun, indirimlerin ve diğer AVM etiklerinin beyin jimnastiğini yapıyoruz.  Aklımızın bir köşesinde de baktıklarımızı internetten alabileceğimizin senaryolarını tekrar ve tekrar canlandırıyoruz.  Bu kadar kalabalığın arasına bodrumdaki mescit tabelalı odada öğle ve ikindi namazlarını da sıkıştırıveriyoruz.  Bodrum kattaki bu ımzık ımzık rutubet kokan oda inancımızı devşirdiğimiz noktayı da gayet iyi gösteriyor.

 Ve kimse. Ve hiçbir kurum bu hali konuşmuyor. Bu gidişatın aksine olumlu yönde adım atmıyor.

Böyle bir hayatta yaşadığımızı sanıyoruz oysa her gün eriyoruz.

Geçmişimizle övünüyoruz.

İhtiyaç hasıl olduğunda kelamdan, sünnetten düstur çıkarıyoruz.

Neredeyse yaptığımız her şey: ‘öylesine’

Öylesine ibadet. Öylesine ilim tahsili. Öylesine eğlenme. Öylesine çalışma. Öylesine konuşma. 24 saat biterken gelecekten de gün çaldığımızın farkına varmıyoruz.

Boşluktayız.

Her türlü değerin bin bir türlü bahaneyle içi boşaltıldı. Herkes bu iç boşaltmada büyük bir istikrarla katkıda bulundu.

Tüketirken boşalttık. Tüketmek için çalıştık, çalışmak için tükettik. Tarih olarak en güzel ‘hesap kesim tarihlerimizi’ belledik. Ödenen her fatura insanlıktan ve medeniyetten aldıklarımızın karşılığıydı. Kdv’sine, Ötv’sine, Ek kesintilerine varıncaya kadar ödedik. Ödedikçe hayatta kalmak için umut depoladık. Yaşamanın bedeli ‘30 günün muhasebesini yapabilmekten’ geçer oldu. Doğum ve ölüm sadece Yüce Yaratıcının elindeyken, sigortalandıkça sigortalandık.
Uyuşukluk salgın oldu. Ekranda uyukladık. Derste. Camide. Ev gezmesinde uyukladık. Çünkü ruhun pervasızlığına ve doymazlığına bedenin ancak belirli bir noktaya kadar tahammülü vardı.
Ne okuldaki dersin ne de camideki vaazın insanlar üzerinde etkisi kaldı. İyi bir kitabın, çok değerli bir yazarın, sağlam bir mefkurenin de etkisi yok. Hayatı sloganlarla yaşar olduk. Bizden istenen taraf olmamızdı. Bizden istenen sisteme boyun eğmemizdi. Konuşma hakkı sahip olunan parayla doğru orantılı olarak çalıştırılıyordu. İnsanın Avm’de bozuk parayla çalışan oyuncaktan farkı kalmamıştı. Troller ekran kuklalarına parayı basıyordu ve konuşturuyorlardı. Gazeteler parayı alıyorlar ve yazıyorlardı. Ve insan parayı basıp, istediği kanalı izliyor, istediği gazeteyi alıyordu. Özgürlük feysbuktaki beğenide kaldı. Beğenmek ve beğenmemekte özgürdük. Ve insan başkalarının profillerine baktıkça kendisine yeni kimlikler yakıştırdı, yeni kimlikleri üstünde denedi, çıkardı çıkardı giydi. Başkası yiyorsa o da yemeli, geziyorsa o da gezmeliydi. 

Pe ki bu duruma okuldaki öğretmen, evdeki baba, camideki imam, Ankara’daki bakan ne yaptı? İzledi. İzledi. İzledi. Dizi gibi, youtube paylaşımı gibi izledi. Bazen kısa kısa yorum yaptı, tweet attı, beğendi ya da simge koydu.




4 Mart 2017 Cumartesi

İtiraf

Düşmezdim fikir bataklığına,
Sancıların makul olsaydı,
Ya da acıların anlaşılır,
Veya varlığın tarif edilebilir.

Kanmazdım kendi yalanlarıma,
Sözlerin teselli olsaydı,
Ya da gözlerin inandırıcı,
Veya gülüşün gelecek vaat eden.

Yanmazdım yokluğuna,
İçseydim aşk şarabındani
Ya da dinlensem dizlerinde,
Veya ölsem kucağında.

(coton serisi)
turgay urgur

2 Mart 2017 Perşembe

AR


Hem var hem dar,
İkisinde de ‘ar’ var.
‘Yar’da,
‘Kar’da,
‘Sar’da,
‘Har’da,
‘Nar’da
Hep ar var.

Yani varlık ve darlıkta,
Saran yarda,
Dost ile harda,
Aşk ile yanan narda,
Şu dünyanın türlü türlü karında hep ar var.
Çıkarmayalım hayatımızdan,
Zarda bile ar var. 

(Kar: kazanç manasında)
har:tartışıp çekişme

TURGAY URGUR

S. Bahçeli'ye

Sayın Devlet Bahçeli,

Ülkemizin geleceği adına almış olduğunuz karar için teşekkür ederim.

İyi ki sizin gibi ülke sevdalısı liderlerimiz var. Allah razı olsun.

TURGAY URGUR

1 Mart 2017 Çarşamba

Felç 9

Zamandan kutsal metin,
Sözcüden bilimsel doktrin,
Hürriyetten ise ‘istibdad’ ile.
Mübhem bir demokrasi çıkarrtılar.

Hem Hocalıya lanet okuduk,
Hem de savaştan kaçan Suriyeli’ye.
Bize sıra gelmeyecek derken,
Mülhem bir inanç ile avunduk.

Geçim derdi, seçim derdi oldu.
Seçmek için nelerden geçmedik?
En ucuz et, insan beyni oldu.
O da çokluğundan ziyan oldu.

‘Def’ oldan, defoluya kadar çeşit çeşit düşünce,
Ekran ekran kusuldu.
Ne din kaldı pazarlanmadık!
Ne bal, ne viagra ne de kadın.
Hepsi bir arada olunca,
Sandık ki aldanmadık.
Sanarken dilimiz ‘ahlak’ andı,
Kanarken kişiliksizliğe ruh yandı.  

Almasak da izledik,
Satmasak da bizledik.
İlişkiler  hafta hafta biterken feysbukta,
Ne bilir - kişiliğimiz bitti,
Ne de itiş kakışımız,
İradenin de idaresi bitti,
İrade kavşaklarında başladı yavşaklığa akışımız.
Hırs ile dostluktan,
Tırıs tırıs edepten geçtik.
Vardık bir çöplüğe,
Sağ bizden, sol bizden.
Çürüyünce fark göremedik,
Ar bizden,  arsızlık bizden.
Kargalara bayram,
Tilkilere ziyafet oldu.
Et bizden, ot bizden, bok bizden.
Hep kullanıldık, çok kullanıldık,
Yine de; son kullanım tarihimiz geçti,
İnsanlığımız murdar oldu.
Çok şükür ardımızdan gelenler var,
Üstümüze toprak vacip oldu.


26 Şubat 2017 Pazar

‘Şekil’ olarak Müslümanlık (3)


Öylesine yapılan tüm işler, sloganda kalan dini söylemler, yaşantıya dahil edilemeyen kitabi argümanlar ‘şeklen’ Müslümanlığı anlatıyor.

Şimdilerde Müslüman toplumlar yeni bir sorunla da karşı karşıya durumdalar. Yeni yetişen nesillerimizin ahlaki normları öğrenecekleri kurumsal yapılar var ile yok arasında saklambaç oynuyorlar. Bir kişinin 24saatinin içinde eğer maneviyatına dolaylı veya doğrudan temas eden yaşam mantalitesi yoksa durum gerçekten vahim demektir. Din ile, yani Müslümanlıkla yeni tanışan bir genç teorik söylemlerin pratiklerini yaşamın ona sunduklarında görmüyor. Basit bir anlatımla: zekat dinin farzlarından birisi olurken ve genç bunu kendisine sorulan sınav sorusunda İslamın şartı doğru olarak yazmışken; gerçek hayatta yana-yakıla Ramazanda zekatını hesaplayan bir toplum örneği görmüyor. Ya da yaşam(a) zorluğu denilen didaktik zorlama çocukta fakirin fakirliğini tembelliğine bağlatıyor. Tesettürü dini vecibe olarak yaşayanları gören erkek ve bayan, TV’de böyle bir yaşantıyı yansıtan örnek oyuncuyu görmüyor. Kısacası dinin teorisi sekülarizmin  pratiğinde yok sayılıyor.  İslamiyet,  AVM’lerin WC yanlarındaki mescit isimli bakımsız odalara indirgeniyor ya da otellerin yeni müşteri profillerini hedefleyerekten  ‘İslami Otel’ diye sunuluyor.  Tesbih, takke, yüzük, pusulalı seccade gibi ürünleri pazarlayan TV kanalları, Kravatlı ve mendilli hocaların sabah programları, kimi meşreplerin üyelerinin stand-up(down desek daha doğru olur) tarzı dini monolog içerikli youtube paylaşımları neredeyse İslami kaynaklarmış gibi topluma zekr ediliyor.


Cep telefonunun, bilgisayarın, sosyal medyanın, medyanın adeta insanların benliklerini ele geçirdiği bir çağda; Cumasına giden birey ‘yemekli sosyal medya’ paylaşımının İslami yaşantıya uygunluğunu sorgulamıyor.  Sınırları zorlamalar özgürlük ve kişisel yaşamlar-tercihler olarak  kabullendirilmek isteniyor.  Durum böyle iken, Diyanetin, caminin veya okuldaki Kuran –Sünnet dersinin gündemini 21yy’daki sosyal yaşantının ne kadar İslami olduğu oluşturmuyor. Dinin gereksinimleri steril bir alana çekilirken, Müslümanın hayatta alması gereken pozisyon toplumun genel gidişatına bırakılıyor. Ne yazık ki! Müslümanın yaşantısını da konjonktür belirliyor.  Vaziyet böyle olunca, birey kendisinin dinden anladığı kadarını hayatına monte ediyor.  Bu sırada da; faiz, helal yiyecek, tesettür, israf gibi hususlarda dikkatli davranan bireyler ise anormal gibi görünüyor.  

24 Şubat 2017 Cuma

EVET (3)

İyi ki cahiliz, iyi ki oyumuz ‘şeherli’ manken ile bir tutulmuyor. Ve ülkeyi yönetiyoruz. Yoksa chp’nin tepeden baktığı bu seçmen bir de okumuş olsaydı çoktan dünyayı yönetiyor olmuştu. Bir gün o da olacak inşallah.

Türkiye’de 3 çeyrek asırdır iktidara gelemeyen bir zihniyetin karşı tarafı alt kültür görmesi acayip bir kafadır. Dünyada eşine emsaline rastlanılmaz.

Mesele aslında tamamen duygusaldır. Anadolu insanının gayri safi milli hasılaya iştiraki birilerini ciddi manada rahatsız etmektedir.

Bunların eğitime bakışları da bir acayiptir. Çünkü onlara göre kimin ne okuyacağı da bellidir. Örneğin İmam hatipli hakim, doktor olamaz. Meslek liseli de dalında uzmanlaşamaz. Başörtülü ise hiç okumayamaz, hatta okula bile gidemez. Ama hepsinin nineleri, teyzeleri baş örtülüdür. Namaz kılan, oruç tutan merhumları vardır.

Bunların insana bakışları ise başka bir boyuttadır. Sözde özgürlük derler lakin kişileri bıyıklarından gömlek düğümleme şekillerine, kullandıkları kelimelerden okudukları gazetelere kadar sınıflandırmasını gayet iyi bilirler.  

Şimdilerde ise MHP liderinin AK partiye desteği ile tüm ezberleri kökten bozuldu. Hdp ile ortada kalakaldılar.


Oysa tercih gayet basitti. Milletin yanında olmalıydılar. 

23 Şubat 2017 Perşembe

Hasbihal 25

Dertler çökünce üstüne,
Ya Sabır çek dilinle.
Kimsesiz kalınca,
YA HU çek kalbinle.

Kimler geçmedi ki bu handan,
Sanma ki çok zamanın var.
Kimler varmadı ki toprağa,
Sanma ki çok gücün var.

Eller, kemikler, dişler çürür,
Sözler, nazlar, düşünceler biter.
Dinlenmez olursun,
Görülmez olursun,
Bilinmez olursun,
Hatırlanmaz,
Unutulur,
Kaybolursun.
Kayıp.

Acizliktir tek elinde kalan,
Fakirliktir tek varlığın.
Çaresizliktir,
Tükenmişliktir,
Bitmektir.

Bitmek. 

Ne zenginliktir götüreceğin,
Ne de şöhret,
Şan, 
Hürmet,
Onur,
Haysiyet,
Geçmez bu diyarda. 


19 Şubat 2017 Pazar

Sorular ve cevaplar


-Bir şey ister misiniz?
-Biraz daha yalnızlık.
-Başka?
-Şekersiz bir çay.

-Bugün ne yaptınız?
-İyilik?
-Nasıl yani?
-Uyudum.

-Yanınızdaki kim?
-Vefalı bir dost.
-Adı nedir acaba?
-Ölüm.

-Ne satıyorsunuz?
-Hürmet.
-Biraz alabilir miyim?
-Maalesef hiç kalmadı.

-Güzellik nedir?
-Çirkin olmamak.
-Daha başka?
-Çirkin ölmemek.


-Umut nedir?
-Beklememek.
-Peki ya menfaat nedir?

-Beklemek. 

TURGAY URGUR

18 Şubat 2017 Cumartesi

EVET (2)


Saadet partisinin klasikleşen, chp’nin kronikleşen, hdp’nin cinsinden gelen Milli İrade karşıtı duruşları EVETleri engelleyemeyecek.

Bölgemizin güney sınırı PKK/PYD koridoruna dönüştürülmek istenirken Türkiye’nin siyasi lüksler yaşayacak hali yoktur.

Bu coğrafyada, bu şartlarda AK parti hükümeti dışındaki olası iktidarlar mevcut durumu koruyamazlar. Tecrübeleri yok, bilgileri yok ve iradeleri yok. En önemli konulardan birisi de; halkımız kendi tercihlerine saygı duymayan, kendi değerleriyle bağdaşmayan kompleksli yapıları sevmiyor-benimsemiyor. Yani Türkiye’de bir parti iktidara gelmek istiyorsa öncelikle inanca, cinsiyete, kimliğe, yaşa, üniter Devlet yapısına, Türk toplumunun değerlerine gerçekten saygılı olacak. Yoksa sonuç malum. Hep kaybediyorlar.

Bölgesel olarak sorunumuz: ülkelerin iç meseleleri değildir. Dışarıdan bölünmeye zorlanmalıdır. Irak, Libya, Suriye örnekleri bunu bariz şekilde gözümüze soktu. Suriye’nin kaos durumunu Türkiye’den sormak ve Türk Hükümetine mal etmek yerine gerçek nedenleri insanların önüne koymalıyız.  


Mhp lideri Sayın Bahçeli’den Allah razı olsun. EVET’e vermiş olduğu katkıyla ülkemizin Devlet otoritesine müthiş bir destek vermiştir. Bu bağlamda EVET’leri arttıracak asıl itici güç Bahçeli’nin ulusal güvenliği doğru merkeze yerleştirmesidir. Güney sınırımızda PKK VE PYD’nin ağır silahlarla konuşladırılmaya çalışıldığı bir ortamda askeriyemizin ve yönetim şeklimizin olabildiğinde MİLLİYETÇİLİK ekseninde olması gerekmektedir.  

15 Şubat 2017 Çarşamba

Gül YETER


Yalan olduğum şu dünyada,
Erisin beden,
Sussun dilim,
Sen gül yeter.
Anlamsız olan şu hayatta,
Geçsin zaman,
Bitsin günler,
Sen gül yeter.
Yapayalnız kaldığım bu yerde,
Gitsin herkes,
Kapansın kapılar,
Sen gül yeter.
Mazimdir acıtan,
Ne bir çığlık duy, ne de şikâyet,
Sen gül yeter.
Değmesin gözüne yaş,
Ne keder çek, ne de dert,
Sen gül yeter.
Kimsem olmasın,
Kimse gelmesin,
Kimse bilmesin,
Sen gül yeter.
Güller kıskansın,
Eller kıskansın,
Ölüm kıskansın,
Sen gül yeter.
Ben ağlasam bile,
İçim yansa bile,
Yüreğim dursa bile,

Sen gül yeter. 

turgay urgur

13 Şubat 2017 Pazartesi

ŞEHİT EMİN GÜNGÖR


Bugün 13 Şubat 2017 Pazartesi. Acıpayam’ın bir şehidi var. Evladı okulumuzda öğrencimiz.

Tekbirler her türlü konuşmayı gereksizleştiriyor. İnsan kendi bildiklerini, gördüklerini ve yaşadıklarını unutmak istiyor. Soğuk bir utanç vicdanı kuşatıyor. İnsan susmanın değerini anımsıyor. 'Keşke hep sussaydım, keşke hiç görmeseydim' diyor.

Bayraklar her şeyi anlatıyor. Müslümanın özgürlüğünün bedelinin ağır olduğunu ve hep de ağır olacağını asil duruşuyla bize gösteriyor.

Dualar tüm acılara ses veriyor. Elden bir şeyin gelmeyişi ve acizlik yine beyinlerde zonkluyor. Ne kadar çok, ne kadar güçlü olursak olalım; bizdeki gücün ancak Allah’ın gücünü görmekten başka bir işe yaramadığını tüm herkes idrak ediyor.  

Sela adeta hesap gününü müjdeliyor. Ayakta duran kalabalıkların bellerine geçmiş yük bindiriyor. İnsan tekrar hatalarını, günahlarını ve ihmallerini hissediyor. Kalabalığın içinde kaybolmak istiyor ama o kadar insanın içinde kendisinden başkasını göremiyor.  

 Ezan nedenleri bitiriyor.Şehadetin nerede, ne zaman, nasıl geldiği değil; ne için şehadete koşulduğunu tüm kulaklara çalınıyor. Tekrardan usanan insan; her zaman olduğu gibi ezanın ve Kuran tilavetinin tekraratından hep lezzet hem de huzur alıyor.

Namaz mahşere hazırlık gibi duruyor. İmam ısrarla insanların hizaya girmesini telkin ediyor. Mekan ne kadar geniş olsa da insan sıklaşıyor, birbirine yanaşıyor ve adeta kaçışın olmadığının provası yapılıyor.  

Gözyaşları en masum hediyeler oluyor. Kimse para, eşya gibi maddi bir şey istemiyor. Rütbeler yere düşüyor ve şehit yakınlarına verilecek tesellinin yanında en güzel hediyeler göz yaşlarından başka bir şey olmuyor.

Toprak bugün seviniyor, bir şehide cennet oluyor. Diğer meyyitler şehidi kıskanıyor.

Mezarlıktan çıkarken insan kuldan öte olmadığını, hayatın boşluğunu anlıyor.  


Fazla söze ne hacet.  Şehidimiz var. Allah Peygamber Efendimize komşu etsin inşallah. Allah yakınlarına sabır versin.  

Turgay

10 Şubat 2017 Cuma

EVET


Sayın Bahçeli’nin geçen Salı yaptığı parti meclisi konuşması çoktan Türk siyasi tarihindeki yerini almıştır diye düşünüyorum.  ‘Hayır da hayır’ diyeceklere sözümüz yoktur. Lakin sağa yakın, yıllarca MHP’nin içinde dava mücadelesi yürütmüş kişilerin veya AK parti içinde (ummuyorum ama) kafası karışık olanlar varsa mutlaka o konuşmayı bulup izlemelidir. Ki! bence hem AK parti hem de MHP seçin çalışmasını sırf o muhteşem konuşma temelli yapsa bile olur diye düşünüyorum.  

Keşke sandıktan çıkacak EVET sonucu bölgesel olarak yaşadığımız güvenlik tehdidin ortadan kaldırılmasında yeterli olsaydı. Asıl EVET’ten sonra yapılacak çok işimiz var.


Allah birliğimizi, dirliğimizi bozmasın inşallah. 

Gazeteler afyondur.


Hangi görüşten olursa olsun; öğrenmek, okumak, düşünmek gibi birçok nedenlerle okuduğumuz gazeteler afyondur.  Paranın yönlendirdiği ve diğer değerlerin gerektiğinde hiç sayıldığı kâğıttan uyuşturuculardır. Manşetinden tutunda köşe yazısına, reklamına, resimlerine, ekonomi haberlerine kadar baştan sona uyutma, uyuşturma, yatıştırma, bastırılma gibi kalıcı yan etkileri vardır.  İnternetten parasız ulaştığımızı sandığımız; bakkalda ekmeği arasına sardığımız ve ücretini verirken bağımlılığın zevkini yüzümüzdeki vakuriyetle yaşadığımız ve içimizdeki ‘iyi bir şey yapıyoruz’ kandırmacısıyla bağımlılığın seviyesine göre her gün, her hafta sonu veya 2 saatte bir kokladığımız ve doğrudan beynimize çektiğimiz tatlandırılmış suni-sentetik maddelerdir. İnsanı kitap, dergi ve ansiklopediden sinsice koparan; düşüncesiz, idraksiz, duygusuz bırakan muzır neşriyatlardır. Hangi gazete vardır ki patronuna hizmet etmesin? Arkasına dünya ölçeğinde büyük baronları, trolleri, simsarları almasın.  Matbaaların kullandığı tiner, gazyağı, benzin gibi maddelerinin aynı zamanda dünyanın savaş nedenleri olduğunu bilmeyen yoktur sanırım. Yaydığı pis kokular ile öncelikle çalışanlarını zehirleyen bu maddeler iyiyi kötü, kötüyü çelişkili, güzeli kusurlu, en önemliyi gereksiz göstermekte mahirdirler. Ustalaştırılmış kalemlerden ve mizanpajlardan çıkan bu boyalı şekerler öncelikle insanı büyük resimleriyle kendisine çeker. Ardından manşetler insanı enfuslamaya başlar, tahrikler cezb eder ve hasta yavaş yavaş günlük dozajını içine çekmeye başlar. Zihnindeki tortulaşmış hece ve kelime kalıplarının üstüne aynı ama farklılaştırılmışlarından ilave eder.  Konu aslında hep aynıdır ama sunum her gün değiştiriliyordur. Böylece bağımlılıkta devam sağlanır. Yoksa insanlar tek bir gazeteyle yetinirlerdi. İlginçtir ki, gazetenin neredeyse ulaşamayacağı insan tipi yoktur. Çünkü hazırlanırken adeta kişiye özel hazırlanır ve bu özelliği ile tüm diğer bağımlılık veren maddelerden ayrılırlar.  Ailede başlayan bağımlılık çok büyük bir değişme olmazsa aynı gazete ismiyle devam eder ve eğer kişinin o gün bakkalda sürekli aldığı gazete yoksa yerine muadili nadiren alınır.  Bağımlılıklarını abonelikler ile garanti altına alanlar bile olmuştur. Bu bağımlı abonelerin durumu da an itibariyle malumdur.

Gazete bağımlıları diğer gazetelerin bağımlılarını yanlış madde kullanmakla suçlarlar, kınarlar ve onlardan uzaklaşırlar.  Onları aptal, enayi ve geri zekâlı gibi yapıştırmalarla o günkü krizin şiddetine göre sıfatlandırırlar. Ayda 60-70 bin TL maaş alan yazarların sosyal adalet, duyarlılık, vatan sevgisi, gündem gibi birçok konulardaki ‘yazmalarını’ o günün dozajı olarak alırlar. Ki! Bu yazarlar ne hikmetse her konuya hâkim, her konudan haberdar, her konunun bilirkişisi edalarıyla müptelalarını ellerinde tutmayı becerirler. 10 senenin, 20 senenin ve hatta 30-40 senenin bu bağımlılıkta önemi yoktur.


Gazete bağımlılığının aynı zamanda kimlik özelliği vardır. Otobüste, metroda, durakta, apatmanın giriş katında o kimlik itina ile etrafa hissettirilir. Komşu komşusunu ilk olarak gazete kimliğinden tanır. Ve o kimliğe göre pozisyon alır. Karşı tarafın dürüstlüğü, çalışkanlığı ve niteliği bu çok sayfalı kimlikten sorgulanır.  Şimdilerde olduğu gibi gazete örgütsel doküman olarak bile kabul edilebilir. Bu kimliklerin üstü üste, yan yana, aynı yerde buluştuğu tek yer kahvehane masalarıdır, hastane bekleme salonlarıdır. Bazı gazete kimliklerinin yasaklandığı yerler bile vardır. Örneğin askeri gazinoya girebilecek gazeteler bellidir. Bazı meslek gruplarının kesinlikle almaması gereken gazetelerde vardır. Gazeteler bazen kendilerine kurban seçerler. Doğruluğundan emin olmasalar da bir kurum hakkında karalama niyetiyle bir haber çıkarıverirler. Kurban öncelikle neye uğradığına şaşırır. Çünkü onun kendisini aynı güçte savunabileceği bir mekanizması yoktur. Artık olanlar olmuştur. Onun hakkındaki olumsuz haberi duyanlar duymuştur. Mahkeme sürecinden sonra yine aynı gazetenin gözden uzak bir köşede yayımlacağı tekzibin veya ödeyeceği  alışılmış tazminatın gazete için önemi yoktur. 

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...