30 Aralık 2011 Cuma

Ses 2

 

Bir sessin sen,

Hep kulaklarımda.

İnce ince nağmelersin,

Hep dilimde.



Biten kelimeler,

Bir hayatın son nefesisin.

İçimdeki çığlıklarsın,

Beni mağlup eden sözlersin.



Kimsenin duymadıkları,

Kendimle konuşmalarımsın.

Hem bağıran,

Hem dinleyensin.



İçimdesin içimde,

Hıçkırık ve ağlamalarımsın.

Gel buraya, gel buraya,

Deyişimsin.



Turgay Urgur

29 Aralık 2011 Perşembe

Düşünce

şünce



Düşünce denilince akla kitap, kalem ve kâğıt gelir. Her yeni düşünce insanın varlığını yeniden hatırlamasıdır. Bir aradan sonra tekrar kaldığımız yerden hayata devam etmektir.  İnsan başlangıcı farklı zamanlarda farklı şekillerde yapar. Bazen önce kalemi alır eline, bazen kitabı ve bazen kâğıdı. Kalemle başlangıçta bir acelecilik ve telaş vardır. Kelimeler kabına sığmamaktadır. Bir an önce şekle bürünmek isterler. Kâğıt ile başlangıçta sabırlı bir ruh hali vardır. Gecenin uzunluğu ve yalnızlık eşlik eder kâğıda. Kalemle başlangıçtan farklı olarak ne yazılacağı belli değildir. Kâğıt düşünceyi kendisi üretmek ister, kalem hali hazırdaki düşünceyi aktarmakla sorumludur. Kalem ile başlangıç bir düzen halinde giderken, kâğıt ile başlangıcın sizi nereye götüreceği belli değildir. Kitap ile başlangıçta açlık vardır. Değişime kendine hazırlamak vardır. Çünkü her bir yeni kelime grubu, her bir farklı anlatım önceki düşüncelerinizde bazen kısmi bazen genel değişimler yapar. Bu bağlamda okuduğunuz bir yazının fikirlerine katılmamak, eleştirmek veya beğenmemek te bir değişimdir. Neleri beğenmediğimizin farkına böylece varırız. Düşünce ise adeta her üçünün ruhu gibidir. Düşünce ile canlılık ve hareketlilik meydana gelir.



Turgay Urgur  

20 Aralık 2011 Salı

DOST

Geçmişi hemen unutan dost!
Sana sesleniyorum.
Hani benim emeğim? Hani benim emeğim?
Silmek bu kadar mı kolay?


‘Emek’ derken sanma ki yaptıklarım,
Emek demek sevgi.
Emek demek saygı.
Çok söze ne hacet,
Yeter ki dost bilmesin kıymetimi,
 O da KARŞILIKSIZ. O da karşılıksız.

Sevgi gibi, saygı gibi.  

Turgay






Hasbihal 8



Okunan değil, yazılan değil size yaşanılan bir eserden bahsedeceğim. Eğer bir kelime hal ile varlık bulmuyorsa, beyinde seni gelgitlere mağlup edip en sonunda yepyeni bir sahile yorgun bitkin ama merak arzusu ile çıkarmıyorsa, henüz 4-5 aylık bir çocuğun gözündeki heyecana eş değer açlıklar hissettirmiyorsa orada ciddi manada bir zaman israfı, kısır döngü, gayesiz bir gayretler yığını vardır.

Evet bu öyle bir eser ki çok okunmasının, çok yazılmasının ötesinde yaşanması gereken bir eser. Çünkü kolay meydana gelmemiş. Her kelimesi gayet değerli ve kendine has bir yapıya sahip. Bazen en küçük bir ifadesi bile hayata geçirilse insanı hayatta başarılı yapacak bir güce sahip. Keşke böyle bir eserin tamamının değerlendirmesini yapabilecek kadar onu yakından tanısaydım, sayfalarca yazıp içimi dışa çevirebilseydim. Sizlerle sadece beni en çok etkileyen ve en önemlisi de hayatıma düstur olarak geçirmeye çalıştığım, bizzat yaşanılır yapmaya çalıştığım yönlerini paylaşacağım.

Gönlüm arzu ederdi ki bu muhteşem eser müdavimleri tarafından çok okunan ve çok yazılan bir eser olmaktan öte çok yaşanılan bir kaynak olsaydı.



İnsanlara kavl-i leyn; yani tatlı dille yaklaşmak. Yanlış hatırlamıyorsam bir haşiyede geçen ama insanı tek kelimeyle çarpan bir ifade. Diyaloğun başlangıcı, beşeri münasebetin giriş kapısı. Eğitim, öğretimin en büyük motivasyonu ve eksilmeyen enerjisi. Tatlı dille yaklaşıp ta netice alamadığınız bir diyalog girişimi oldu mu? Bu sorunun muhtemel cevabı hayırdır. Tatlı dil şart çünkü yine Müellifin ifadesiyle “Hayat-ı içtimaiyeyi idare eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet sarsılmış.” İnsanın kendisini ‘insani’ bir hayat sürdürmesi için ise bunların iç alemlerimizde tesis edilmesi ve yaşanması şart. Üç büyük yol gösterici: kavl-i leyn, hürmet ve merhamet.    

Hem Risalet-in Nur, sair ulemanın eserleri gibi, yalnız aklın ayağı ve nazarı ile ders vermez ve evliya misillu, yalnız kalbin keşf ve zevkiyle hareket etmiyor. Belki akıl ve kalbin ittihad ve imtizacı ve ruh vesair letaifin teavünü ayağiyle hareket ederek evc-i alaya uçar; taaruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişmediği yerlere çıkar; hakaik-i imaniyeyi kör gözüne de gösterir. (Kastamonu Lahikası)

Akıl ve kalp iki pek kıymetli nimet. İyi veya kötü maksada hemen eğilim göstermeye uygun birer yapıya sahipler. Müellifin ifadesiyle bu letaiflerin teavünü ne kadar sağlanıyor ve hayata geçiyor başlı başına bir tartışma konusu. Ama hiç şüphesiz bir Müslüman için akıl ve ruhu ve diğer hasseleri değerinde kullanmak için sair ulemanın eserlerinde olmayan bir yaklaşıma haiz. Bu zamanda insan aklını, kalbini ne kadar kullanıyor veyahut nerelerde kullanıyor sizce de ciddi bir mesele değil mi? Örneğin insan durmadan dizi izlerken aklını ne kadar kullanır? Bir işe giriştiğinde, herhangi bir çalışmanın başına geçtiğinde kullanılan aklın verimliliği ne orandadır? Kısacası sürdürdüğümüz yaşantı ne kadar akli ve ne kadar kalbidir?

Bu zaman cemaat zamanıdır. (Kastamonu Lah.) Sanırım Üstad cemaatler zamanı demek istedi ama çoğul eki ‘ler’ takısını unuttu. Çünkü bu zaman cemaatlerin birbirini eleştirdiği, bir araya gelemedikleri bir zaman. Son tahlilde ‘Yol çok, hepsi aynı yere çıkar.’ noktasıyla halledilen aslında geçiştirilen; sığ akılların derin bir mevzusu yani. İşin aslında kimsenin kimseye tahammülü yoktur ama bunu söylemek bazılarına göre hizmet ehline yakışmaz. Meselenin özünde idrak edilemeyen laakal 15 günde okunan bir uhuvvet, hoşgörü, kardeşlik manifestosu vardır. Bir üst paragrafın akli ve kalbi bakış açısı ne yazık ki yoktur. Kısacası Yunus’un yalın ve anlaşılır ‘Yaradılanı hoş gör Yaradandan ötürü.’ düşüncesinden insan ve insani olan davranışlar çıkarılmıştır. İnsanlar insan dışındaki varlıkları hoş görmeye başlamışlardır.

İman-ı tahkiki, ilmelyakinden hakkalyakine yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşf ve tahkik hükmetmişler…(K.L). Benim anladığım bilmek değil samimi manada yaşamak insanı gerçek bir inanan yapıyor. İlmelyakin şekilden de öte bir durum, yani bir şeyi bilmek. Lakin eserin orijinalinde ilgili kısımdan anlaşıldığı kadarıyla; bilenden ziyade Hakkalyakine yaklaşan yol alıyor. Nedense son yıllarda mesele kılık, kıyafete ve mütedeyyin tavırlara, sözlere yani şeklenyakine endekslendi. Dindar görünmek ile dindar olmak arasında bazen zıt, bazen taklidi, bazen pragmatist bir hal oluştu.

   Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i salih, emir dairesinde harekat ve hayrat kazanmaktır. (K.L) Zaten boş işler ve neticesinde günahlar iç sorunlar yaşayan bireylerin en önemli çıkmazları. Eksi yönlerinin yanı sıra insanın olumlu yaptığı işleri de etkileyen bir yapısı var. Bu ikisiyle insan kendisinin dışındaki insanlarla uğraşır hale geliyor. Başlangıç itibariyle bunları hayatımızdan çıkarma gayemiz olmalıdır ve işin diğer tarafında emir dairesindeki harekat ve hayrat geliyor. Emir dairesi; Allah’ın emirlerinin yerine getirilmesi. Hayrat içimizden gelen Allah rızası için yapılan tüm hayır işleri. Herhalde(hiç şüphesiz) takva için sözlüklerde aranan mananın ötesinde ufuk açan bir tanım.



Turgay Urgur


22 Kasım 2011 Salı

Güncel 3


İnsanın beyin ve ruh güncelini sık sık yenilemesi gerekir. Çünkü yaşanılan olaylar insanın düşüncelerinden ve duygularından her daim bir şeyleri alıp götürürler. İnsan kendisini bilgi ve erdem ile güncellemeli ki ayakta bir abide olarak kalsın. Varlığını düşünce ve duygu dünyasında da yaşatabilsin. Nesnelerin bu kadar hayatlarımıza egemen oldukları bir zamanda öznelliğini yeniden hatırlasın. Mağaranın içinde mi? yoksa dışında mı? Bunu yeniden keşfetsin. Güncel 1-2-3 yazılarımı bu çerçevede yazdım ve geçmiş-ben, bugün-ben, ben-toplum arasındaki ilişkileri sorgulama fırsatını buldum.

Lut kavmini yerle bir eden taşların bugünkü taşlardan farkı olmasa gerek. Pişmiş ve işaretli tuğla parçaları. İnsanlık o günden bu güne neleri terk etti, neleri hayatlarına monte etti. Eşi Vahile bile O’nu anlamaktan uzaktı. Geride koskocaman halen pis kokan bir çukur.  İnsanlık bu çukuru doldurabildi mi?

Sabır abidelerinden ve sakin tavırlarıyla gönüllerimize nakşetmiş İsmail Peygamber. Zorluklarla mücadelede insana örnek olabilecek birçok olayı yaşamış ve hepsinden başarıyla çıkmış.

Dış güzelliğin ve iç güzelliğin abidesi Hz. Yusuf. Öyle bir güzellik ki sadece bayanlar değil kardeşleri de O’na imrenmiş. Onu ortadan kaldırmayı kendileri için büyük bir hedef koymuşlar ve bunu soğukkanlı bir şekilde uygulamışlar. Lakin kuyu ve zindan O’nun hayatında ayrı bir boyuttur. Belki de Rabbinin O’nu özel muhafaza edişidir ve zirveye zamanında çıkması için  ilahi bir medresedir. Züleyha O’na aşıktı. Öyle bir aşk ki rakip tanımıyordu. Yusuf ise Rabbine aşıktı. Zindanda da olsa gönlü huzurluydu. Çıkmak için acele etmedi. 

Hz. Eyyup ayrı bir sabır kahramanıdır. Hastalıklar O’nun belini bükünce her daim iyiyi konuşmaktan, Rabbine yönelmekten vazgeçmedi. Kendisine ayrı bir kapı aramadı. Çok şeyini kaybetmişti lakin O verenin kim olduğunu, alanın kim olduğunu gayet iyi biliyordu. Yaşantısının sonunda yine çare Allah’tan geliyor ve sağlığına kavuşuyordu.

Hz. Şuayb zamanında Meyden halkı ticarette adaletsiz işler yapmayı alışkanlık haline getirmişlerdi. Araf suresi ile Hz. Şuayb kavmine seslenir ve onları doğruluğa davet eder. Sözüne ve davetine uymayanlar yerlerinden hiç kıpırdayamayacak şekilde taş kesilirler.

Hz.Musa ile bir Peygamberin  Firavunun sarayında nasıl İlahi bir güçle korunduğunu, Allah’ın dilediğini yapmaya Kadir olduğunu yeniden görürüz. Yüce Allah Hz. Musa’nın annesini sabırlı olmasını tavsiye ederken İlahi bir program dahilinde olaylar sebep-sonuç halkasında gerçekleşmektedir. Nil’in durgunluğu, Asiye’nin gönlünün Musa’dan yana olması, ortaya çıkan kavga ve neticesinde şehri terk etmesi ve en sonunda yine dönmesi ama Peygamber olarak halkının yanına gelmesi. Her türlü musibete karşı halkını defalarca uyarması ve yine kendisine inananlarla oradan ayrılması.   

Turgay Urgur 


11 Kasım 2011 Cuma

Sevgili Kızıma mektup 22.

Evladım, yavrucuğum Hanzade;

Gönderdiğin mektubunda sormuşsun bana: İnsan şu dünya mekânında nelere dikkat ederse huzurlu bir yaşantı sürdürür ve diğer hayatına bir hazırlık yapar.

Sevgili Kızım öncelikle sana verilen varlık yani hayat bir bütündür. Burası ve ötesi birbiri ile iç içedir. Kalplerimizdeki sevgi, hürmet ve diğer tüm güzellikler bizlere inanan bir insan gibi yaşamaya yönlendirir. Sormuş olduğun soruya gelince…

Malik oğlu Enes  (r.a) Peygamber Efendimizden şu hadisi nakil ediyor:

-          Siz gönül rızası ile bana altı şeyi yapacağınıza söz verin, ben de size cennete gireceğinize dair söz vereyim: konuşurken yalan söylemeyin, vaadinizden caymayın, size bir şey emanet edilince ona hıyanet etmeyin. Ebu Hureyre benzer bir rivayette; namaz kılın, zekat verin, emanete riayet edin, zinadan sakının, helal yiyin ve kötü sözlerden uzak durun, diyor.

Biricik kızım hiç şüphesiz bu sözlerde yalan yoktur ve bu sözleri yerine getirenler de mağdur olmayacaktır. Allah hiçbir emeği zayi etmez. Ta ki bu işler sadece O’nun rızası için yapılsın. Gösterişten uzak, beklentiden uzak, yorulmaktan uzak olarak sadece ve sadece O’nun rızası için yapılsın. Eminim ki mevcut yaşantılarına bunları geçirenler hallerinden gayet memnundurlar ve kalpleri huzur içindedir. Onları dünyanın telaşlı işleri, tazyikatlı durumları, zor halleri etkilemez çünkü onlar bu esrarengiz hadiselerin arkasındaki hikmeti anlamaya çalışırlar. Evladım yavrucuğum sen de bu hadisleri oldukları gibi hayatına geçirmeye çalış. Başkalarının sözlerinin, yönlendirmelerinin ve muhtemel baskılarının altında kalma. Kendi hayatını kendin olarak yaşa. Doğrularının kaynağı Kur’an ve Sünneti Seniyye olsun. Konuşurken yalan söyleme, verdiğin sözleri yerine getir, emanetleri koru, zekâtını ver, namazını kıl, kötü sözlerden uzak dur.

Hayat sana verilen en güzel emanet onu layıkıyla yaşa,

Doğmadan önce hepimiz söz verdik ve inandık, o sözünü unutma,

Zekat senin üzerine bir farz. Hesabını iyi yap, verirken elin titremesin, unutma o senin hakkın değil onu hak sahiplerine dağıt.

Kötü söz kalbi karartır, dili bozar. Sana yakışmaz. Sen her daim tatlı dilli ol. Güzeli konuş, güzeli dinle.

Namaz senin en birinci vazifen. Kesinlikle aksatma.

Evladım dilerim Yüce Yaratıcı Seni, ülkemin tüm evlatlarını, tüm dünyanın Müslüman çocuklarını, kalpleri inançla atan tüm başka diyarların çocuklarını korusun. Muhafaza etsin. Doğru yollardan ayırmasın. Kendisine kul kabul etsin.

Gözlerinden öpüyorum,
Baban Turgay Urgur   

31 Ekim 2011 Pazartesi

Sevgili kızıma

Sevgili kızım Hanzade’ye

Güzel gözlerinden inancın pırıltısı, dilinden tatlı sözler hiç eksilmesin. İnsan içindekileri dışındakiler ile birlikte yaşamayı öğrenince gerçek kimliğini bulur. Düşüncelerin ve sözlerin her daim aynı olmalıdır. Başkaları seni göründüğün gibi bilmelidir. Sanıldığının tersine dünya ve ahret birbirinin aynısıdır, bütünüdür. İkisini birbirinden ayırma. Yüce Yaratıcı bu dünyayı iyi yaşamak şartı ile devamını iyi yapacağını vaat ediyor. Bundan dolayı her daim kötülükten sakındırıyor, iyiliği emr ediyor. İnsan bu dünyada ibadet eder, hayır ve hasenatta bulunur çünkü inanır. İnsan bu dünyada dua eder çünkü karşılığının bir gün verileceğine inanır. Bu bağlamda ‘inanmak’ düşünmenin en son noktasıdır. İnanmak için çok bilmeye gerek yoktur. İnanmak için herhangi bir özelliğe sahip olmaya da gerek yoktur. İnanan insanda özgüvenin yerini Allah’a teslimiyet almıştır. İşte bu yüzden inanan insan birçok sıkıntının karşısında yıkılmadan hayat mücadelesine devam eder.

İnanan insanın bir diğer özelliği de hayatını gelişim, öğrenme, olgunlaşma ve ilerleme üzerine inşa etmesidir. Kişi kendisine verilen hayatı en iyi şekilde yaşayarak adeta bir hediye veya emanet gibi Rabbisine en iyi şekilde teslim etmelidir. Kul olmak sorumluluk almayı beraberinde getirir. Okumak ve okuduğunu sorgulamak iyi bir hayat için en iyi başlangıçtır. Lakin okuduklarını hayattan ayrı tutma çünkü okumak ile konuşmak, okumak ile düşünmek, okumak ile yaşamak arasında canlı bir bağ vardır. İnsan bu ikilemler arasında gider-gelirken olgunlaşır, öğrenir ve gelişir. Ehil olur, kendisine has bir bakış açısı kazanır. Marifetullah anlatılınca değil, okununca değil yaşanınca bir ‘marifet’ bulur.   

turgay urgur
Acıpayam

21 Ekim 2011 Cuma

Sıcak Gündem


Çok çabuk unutan bir topluluk olduk. Dün televizyon feryat figan şehit haberlerini verirken; dizilerin, sabah programlarının reytinginde hiçbir azalma olmadı. ‘Hayat devam ediyor’ düşüncesi ‘hayat düşüncesizce devam ediyor.’a çoktan dönüştü. Çünkü bizim içimize işleyen, yüreğimizi dağlayan, düşüncemize ışık tutan hiçbir olay kalmadı. Her şey gibi insanlığımızı da son sürat tüketiyoruz. Ait olduğumuzu sandığımız mefkûreler ya bizleri terk etmiş ya da biz onları. ‘Ateş düştüğü yeri yakar.’ sözünün gerçekliliği tüm hüzün verici olayların içine girmiş durumda. Ne sokaklar bayraklarla donatıldı, ne de adam akıllı yürüyüşler düzenlendi, ne de insanlar zevkinden-sefasından geri kaldı, ne de bu tür olaylarda ihmalleri olanlar eleştirildi. Mevcut yönetim o kadar benimsenmiş ki her söylediğinin arkasında keramet aranmaktadır, her yaptığı en doğrusu olarak kabul edilmiş durumdadır. Maliye bakanının vatandaşla vergi konusunda dalga geçmesi ilk değildir, hamasi söylemlere karşı olduğunu söyleyip ardından ‘Bıçak kemiğe dayandı.’ ‘intikamımız acı olacak’ ‘Bedeli ödetilecektir.’ gibi ucuz söylemlerle günü eğleyen yine en baştakilerdir.

Turgay Urgur

27 Eylül 2011 Salı

Kızım Hanzade'ye mektup.

Sevgili kızım Hanzade, hayat seninle bir başka güzel.

 Gönderdiğin mektubunda sormuşsun bana insan nasıl yaşamalı?  İnsan Kuran ve Sünnet üzerine yaşamalı. Bak sana anlatayım, Allah rızası ne kadar ulvi bir maksattır. 

Hz. Ömer’in oğlu Abdullah (r.a) rivayet ediyor ya, hani bir gün üç Müslüman bir yolculukta mağaraya sıkışıp kalıyorlar ve her birisi Allah rızası için yaptığı bir iyiliği anlatıyor ve mağaranın kapısı azar azar açılıyor. Bir tanesi annesi ve babasının karnını doyurmadan yatmadığını, bir tanesi işçilerin ücretini tam verdiğini hatta veremediği bir ücretten elde ettiği gelirin tamamını verdiğini, bir diğeri akrabasının kızını çok sevdiğini ancak sırf Allah rızası için helal dairesinin dışına çıkmadığını ve ona karşı yapmış olduğu yardımları bir araç olarak kullanmadığını belirtmişti.  Sen sevgili kızım Allah rızası için öyle güzel işler yap ki tüm kapılar sana açılsın.

Unutma ki iman namazını kılmak ve orucunu tutmaktır. İslam samimi olmaktır. Yakin ise Allah’ın varlığına kesin olarak inanmak ve hakkı doğrulamaktır. Unutma ki Allah bu dine fakir ve zayıfların duaları, amelleri için yardım eder. Sen de hayatını onlara karşı merhametli olmakla geçir. Onların halinden anla, onlar aç iken kendin keyif içinde yaşama. Her türlü israftan kaçın.

Muaz bin Cebel de rivayet etmiş; dininde samimi ol sana az amel yeter. Gösteriş ve gereksiz işlerden kendini mutlaka uzak tut. Hicretin Allah rızası için olsun, çalışmaların O’nun rızası için olsun. Yarın sana ahirette sermaye olacak onlar sadece Allah rızası için yaptıklarındır ve sen de göreceksin gerisi boştur. Göreceksin yaptığın her hayırlı iş senin geleceğini bereketlendirecek, her güzel söz seni yükseltecek.

Sadaka ve yardımlaşma da Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği hadis ne de güzeldir, hayatına geçirsen göreceksin ki sen çok hem de çok şey kazanmışsın. İsrailoğullarından bir kişi sadaka vermek ister ve  iyi bir sadaka için Allah’a yalvarır, sadakasını da verir. O sabah tüm şehir der ki : Bu gün bir hırsıza sadaka verildi. Adam şaşırır tekrar dua eder, sabahleyin halk der ki bu gün zina yapan bir kadına sadaka verildi. Adam yine şaşkın, yine dua eder. Sabahleyin halk der ki: bu gün bir zengine sadaka verildi. Geceleyin adam rüyasında görür ki senin hırsız ve kadına verdiğin sadaka belki de onları kötü huylarından vazgeçirecek ve zengine verdiğin sadaka da onu utandırıp sadaka vermeye sevk edecek. Korkma kızım ihtiyaç sahiplerine ver. Büyük insanlar yanında götürdükleri ile değil arkada bıraktıkları ile yaşar. Sen benim kızım büyük insansın, verirken Allah rızası için ver. Gerisi mühim değil. Halk bilmezse Halik bilir.

Gözlerinden öpüyorum,
Baban Turgay Urgur.
Acıpayam

Vuracaksın kardeşim 2

 

Çünkü bu asalaklar bir yazıya yorum yazarken isimlerini gizleyecek kadar korkak, öğretmenleri dağa kaçıracak kadar kalleştirler. Kendi gölgelerinden bile şüphe ederler, kendilerini ucuz kahramanlıklara adamışlardır. İnanç, mefkure, insanlık yoktur kendilerinde. Ne de olsa satılmışlardır, ne de olsa birilerinin maşalarıdır.

Turgay Urgur
Acıpayam Denizli

24 Eylül 2011 Cumartesi

Vuracaksın kardeşim.

Vuracaksın kardeşim. Önce yeşil kartlarını ellerinden alacaksın, sonra adam akıllı vergilerini. Aziz Yıldırım’ın üstüne gittiğin gibi üzerlerine gideceksin. Madem bıçak kemiğe dayandı, ne kadar destek veren varsa köşeye sıkıştıracaksın, Meclis’ten kovmasını da bileceksin. İşler biraz durulunca dün yaptıklarını hemen unutmayacaksın, vurmak için önce onun vurmasını beklemeyeceksin. Kanımız yerde kalmayacak diyorsan, yerde bırakmayacaksın.

Bu ülkede bir zamanlar haksızlığa uğrayan sadece onlar değil ve haksızlığa uğrayan birçok insan bunlar gibi şerefsiz değil. Uğradığı haksızlığı masum insanlardan kalleşçe soracak kadar adi değil.  

Bu ülkede etnik kimliği farklı olan tek bunlar değil. Gözler görüyor ki ırkı, cinsi, cinsiyeti, dini ne olursa olsun birçok insan (insanoğlu insan) bu ülkede huzur içinde, helalinden kazanıp yaşamasını biliyor. İstediği mevkiye gelebiliyor, zengin olabiliyor, istediği okula gidebiliyor. Akşam evine karnını doyuracak ekmeğini götürebiliyor.

Vuracaksın kardeşim, eğer birileri hala bu ülkenin her türlü nimetinden faydalandıktan sonra birilerinin köpekliği için askere, polise, vatandaşa kurşun sıkıyorsa sen de vuracaksın. Hem de gelmesini beklemeden vuracaksın.

Turgay Urgur

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Düşünce 11


Sms fitreyi anladım da, israf neden durmaz?



 İsrail malını kullanırken, aynı zamanda Gazze’ye hayıflanmak nasıl bir şeydir?



Somalideki açlığın yeni mi farkına vardık?  15 gün öncesi ve 15 gün sonrası sizce ne oldu? Ya da ne olur? …tv sizce kaç gün daha reytinginde hayır duygularımızı şevke getirir? Doyumluk değil tadımlık mı? Ha bu arada, Adam meşhur akbabalı çocuk fotoğrafını çekeli ne kadar zaman oldu? Görüntü geleli çok oldu da hissiyat bu Ramazana mı kaldı? Ehven-i şer taifesi buna ne der?



Olup bitenleri pek çabuk unutmam, unutturulmam göndermiş olduğumuz smslerin sevabına halel getirir mi?  Kesik kesik Müslümanlığımı hatırlamam alt yapı eksikliği ile mi yoksa yapısızlık ile mi açıklanır?



Vergiden zekat oluyorsa, şimdiye kadar kaçıranlar kaç sms ile telafi eder? Vergimi kredi kartı ile ödersem, hesap kesim tarihini beklemem gerekir mi? (yanmak istemiyorum da)



Kim kimi kandırır?



Yoksa tüm bunlar geçici birer heves mi?



Her şeyi tüketen insanoğlu; hayırı, duyarlılığı, insaniyeti de ‘moda’ olarak mı yaşayacak? Tıka basa bir mideyle mi açın halini seyr edecek?



Allah yapmış olduğumuz(nuz) hayırları kabul etsin, iç ve dış aynı olmayı nasip etsin, ülkemizde ve tüm dünyada açlık sıkıntı çekenlerin dertlerini gidersin, 365 gün ve gece  duyarlılık nasip etsin. İslam alemini korusun ve yüceltsin. Çatışmalarda ölenlere şehitlik nasip etsin. Beni de, benim gibileri de ıslah etsin. 



T.urgur   




19 Ağustos 2011 Cuma

Başkaldırı 5



Başkaldırı seninle ilgili öncelikli konuyu önce konuşmandır. 15 şehidin verildiği bir haftada Cuma vaazının gündeminde bile şehitler yok ise ve halen daha hayatın normal aktığı izlenimini vererek gerçeklerin üzeri örtülmeye çalışılıyorsa; yarın benzeri kendimize yapıldığında ağlamanın, sızlamanın hiçbir anlamı yoktur. Olayları görmeme, gördürmeme zihniyeti bilinçsiz bir nesil yaratır. İnsanlar artık tarihlerini, yakın geçmişlerini bilemez hale gelirler. Duyarsız, duyduğunu kavrayamayan insan güruhları oluşur. Daha sonra siz insanlara ne kadar bayrağı, Milleti anlatsanız da gönüllere yerleşen, beyinlere sirayet eden bir şey olmaz.  “Terörist Müslüman, Müslüman Terörist olmaz” dersiniz ama iş yapılanı kınamaya, lanetlemeye geldiğinde birden ‘hoşgörü’ tarafınız depreşir. Her şehit haberi normalmiş gibi algılanmaya başlar, şehit haberinden sonra verilen “çok sert” açıklamalarda kendi sertliğinde açıklama olarak kalır. Araya Ramazan girer, bayram girer, açılım girer, anayasa girer ve biz sanırız ki Feneri ligden düşürünce, gelir vergisini düzenli ödeyince, arabanın modelini yenileyince, 5 TL’ye 3320’ye mesaj gönderince, 10 bin tl tüketim kredisini onaylatınca hepsini birden kurtarırız. Felaha ereriz. Böyle bir baş yerlerde sürünmeye, elindeki cep telefonu ile kafesteki maymun gibi oynaşmaya, tarife tarife gezmeye müstahaktır.

Turgay Urgur

15 Temmuz 2011 Cuma

Kendi tarzımda, kendim için.

Ne zaman…

Ne zaman cep telefonunu beşeri münasebet boyutunda bir ilişki yaşamanın ötesinde bir iletişim aleti olarak kullanmaya başlar, mesaj makinesine dönüşmekte olduğumuzun farkına varır ve düşünen bir insan olarak alet-insan, insan-insan arasındaki ilişkileri olması gerektiği gibi yaşarız.

Ne zaman   …Gelen bir şehit haberine üzülmenin ayrı, şehit yakını olmanın çok ayrı; Şehit olanın kanının yerde kalmaması için illaki kendi kardeşimiz olmaması gerektiğinin vicdan ve iz’an sahibi ‘insanım’ diyen herkes tarafından idrak edilmesi gerektiğini algılamaya çalışırız. Okuduğumuz gazete, izlediğimiz televizyon, oy verdiğimiz parti bizi ne kadar temsil ediyor? yoksa biz mi onu temsil ediyoruz? artık anlarız. Körü körüne bağlılıkların körleştirdiğini, sorgulamadan, eleştirmeden ancak üye veya abone olabileceğimizi henüz körleşmediysek görürüz.

Ne zaman ………Söylemle değil eylemle yaşamayı öğreniriz.

Ne zaman ……Şu an Kürt meselesinin çözümsüzlüğü üzerinden oy devşirmeye çalışan milliyetçi grubun 3,5 yıllık iktidar ortaklığı zamanında gıkının çıkmadığını, Ecevitin arkasında kuzu kuzu durduğunu hatırlarız ve pek yakında iktidar olanların Kürt oylarının kaybından endişe duyduklarını için P.K.K sorununu görmezden gelmeye çalıştıklarını (yakın olduğu için) hatırlarız. Bir ideolojiyi, partiyi, grubu savunurken işi fanatizm boyutuna getirmeden adam gibi ‘haklılık ve hakkaniyet’ varsa savunuruz. Eleştirilmesi gereken yerde bunun da arkasında bir ‘hikmet’ vardır gibi sığınmacılıkla bir köşeye büzüşmeden, bedel ödemeye razı olarak ortada dimdik durmasını biliriz.

Ne zaman …….Hoşgörü ve merhameti hak etmeyenler için ayeti kerimenin ifadesi ile Yaratıcıdan fazla merhamet gösterip zalimlerin mağdur ettiklerinin kemiklerini sızlatıp, iyilik meleği rolünü bir kenara bırakıp; cezalandırılması gerekenin(lerin) avukatlığını bırakırız.

Ne zaman …….Okurken kendimize taraf veya düşman yaratmayı bırakırız.

Ne zaman …..Dinlerken kendimizi değil karşımızdakini dinleriz.

Ne zaman ……Yazarken ders vermeyi değil bildiklerimizi ve düşündüklerimizi paylaşmayı tercih ederiz.

Ne zaman …….‘Müslümanlığı’ konuşmayı değil yaşamayı seçeriz,

Ne zaman …….Gündüz nizamcı gece alemci olmayı terk ederiz,

Ne zaman …..Kendimiz için, yakınımız için yapılmasını istemediğimizi başkasına, başkasının yakınına yapmayız. 

El alemi eleştirmeden önce önümüzdeki işe bakarız, Ayinesi iştir kişinin babından laf ebeliğine soyunmayız; Soyunmayı modernlik ve çağdaşlık olarak başkalarına giydirmeyi bırakırız,

Teşhircilikte ‘bir de al sondan iki evvel burası kaldı babından’ cömertlikten vazgeçeriz,   

11 Temmuz 2011 Pazartesi

İlginçtir


Dıştan gelen bir insana yardım etme heyecanımız içimizdekiler için geçerli değildir.

Özgürlüğü savunmak ile özgürlüğü yaşamak birbiriyle pek anlaşamaz.

İnsanları kandırmaya kendimizden başlarız.

Yapmadıklarımızı söylemeği severiz.

Gerçek hayattaki rol kabiliyetimiz sahnede kayboluverir.

Bölünmeyi değil bölmeyi, toplamayı değil çıkarmayı, tüme varmayı değil tümden gelmeyi, klasik soru ve cevapları değil şıklılarını, coğrafyayı değil tarihi severiz.

Farklılık bazen zenginlik, çoğu zaman fakirliktir.

Para varlığında beş para etmez.

Düşündüklerimizi söylemez, söylediklerimizi düşünmeyiz.

Başkasının şeyhi, kendimizin müridi oluruz, olmak isteriz.

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Osmanlı güncel



Lale devri Osmanlı’yı bir mefkure altında toplayamadığı gibi garb tarafından gelen ama kültüre uymayan bir dizi yeniliklerin başlangıcını oluşturdu. Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin padişaha sunduğu Avrupa raporu padişah ve çevresinin Fransa hakkında olumlu düşünmelerine kapı açtı.
Ziynet eşyası, süslü bahçeler, lüks ve israfla tanışan insanlarımızın bir kısmı tüketme adına büyük bir adımla o kapıdan içeriye girdiler.

Patrona Halil isyanının haklılık kazanmasına neden olabilecek olan bazı yenilikler veya tavizler bu isyanın ‘bir halk isyanı’ olarak çağrışım yapmasına yol açacaktı. Tabi buradaki isyan kelimesi Devlet penceresinden bakan bir düşüncenin kelimesi olmakla beraber karşı taraf için haklılık arayışı olarak ta düşünülebilir.

Islahat hareketleri ile Osmanlı içersindeki Katolik ve Ortodoks cemaatlerin bundan istifade amaçları görülür. Avrupa Hıristiyan topluluğu için ıslahat bu cemaatleri güçlendirmekte kullanılmaya başlayacaktır. Rusya’da benzer hakları Ortodoksları himaye için kullanacaktır. Kaynarca Antlaşması ile Ortodoks hakları tanınır. 2011’e gelindiğinde dış devletlerin 1774’ten başlayan ayrıcalık isteme arzularının değişmediğini, meselelerin günlük hadiselerden öte uzun süreli devlet menfaatleri üzerine kurulu olduğunu görürüz.

III. Selim ile Nizam-ı Cedid olarak adlandırılan ve geniş kapsamlı ıslahatlar Osmanlı-Rus savaşları ve Fransız İhtilalinin mutlakıyet ile yönetilen devletler üzerindeki etkilerinden dolayı istenilen neticeyi verememiştir. Islahatların olması için uzun ve sakin süreye ihtiyaç vardır. Kabakçı Mustafa isyanı, III. Selim’in ölümü ve II. Mahmud’un tahta çıkmasıyla neticelenmiştir.

İştirak edilemeyen Viyana kongresinden sonra Türklerin Avrupa’dan çıkarılması ve şark meselesi konusunda daha aktif bir süreç başlar. Bu sürecin içinde Osmanlı Eyaletlerin kontrolünü devam ettirmeye, ıslahatı uygulamaya, Yunanistan’ı elinden kaçırmamaya, Mora’da İngiltere ve Fransa ile mücadele etmeye devam eder.

1839 Tanzimat’ın ilanı ile Osmanlı Devleti’nin gerekli yeniklileri yaparak; verimli coğrafyasında, halkının kabiliyetleri ile yine eski gücüne kavuşacağı ümit edildi. Halka din ve ırk ayrımı yapılmadan yaklaşılması, askere alımlarda yeni düzenlemeler, iltizam yerine vergi usulündeki yenilikler, kimsenin yargılanmadan cezalandırılmaması vd. gibi esaslara dayalı olan bu fermandaki hususlar kısacası temel hak ve hürriyetlerin özeti gibidir. Bu gün tartışılan ve gündemi sanki hiç bitmeyecekmiş gibi meşgul eden sorunlara bakıldığında da çok farklı bir tablo karşımıza çıkmıyor. Din ve düşünce özgürlüğünün tam manasıyla yaşanmaması, adil olmayan vergi sistemleri ve sosyal güvenceler, ırk üzerinden siyaset gibi insanlık sorunları ülkelerin istikrarlı yaşantıları için mutlaka çözülmelidirler. Kalıcı, uzun vadeli, herkesi kuşatan çözümler düşünülmeli ve en önemlisi uygulanabilir olmalıdır.

Din ve mezhep ihtilafları Babıali’nin iç ve dış siyasetini olumsuz etkilerken bunlara ilave olarak Amerikan misyonerlerin Protestanlığın yayılması yönündeki çalışmaları etkin olmaya başlamıştır. Ermeniler arasındaki Protestanlığa yöneliş tanınma taleplerini doğuracaktır. Bu bağlamda bugünkü Amerikan Senotalarının  Ermeniler hakkındaki düşüncelerini yadırgamamak gerek. 1850 yılında Protestan Ermeniler ayrı bir cemaat olarak tanınır.

Tanzimat sürecinde Mustafa Reşid Paşa ve yetiştirdiği Ali ve Fuad Paşalar Avrupa ile iletişimi geliştirdiler; mali, idari, hukuki yönden bir çok uygulama hayata geçirildi. 1844 tarihinin bir verisi bence dikkate şayandır 21 milyon Müslüman ve 14 milyon gayri-Müslim olmasıdır. Duraklama ve dağılma dönemleri değerlendirilirken bu oranın göz önünde tutulması faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Bu dönemin ikinci ve birazda bence ironik yeniliği memurların çalışma saatlerinin, vatandaşı bekletmemeleri, rüşvet ve yolsuzluğa karışmamaları hususundaki olanıdır. 

Yenilikler ticari olarak yenilgileri de yanında getirdi. Terk edilen gedik ve inhisar usulü küçük esnafların yabancı mallar karşısında rekabet edememesine yol açtı. Üretim ve tüketim dengesizliği, şimdilerde cari açık. 2011’in %11’lik büyümesinin tüketim ve yatırımlar üzerinde olduğuna da dikkat çekelim.

Tanzimatı takip eden Islahat Fermanı Babıali’ye Viyana kararları doğrultusunda yeni bağlılıklar getirdi. Batılı Devletler Tanzimat ile gayri-Müslim ve Müslümanlar arasında tam olarak eşitliğin sağlanamadığından, mevcut kanunların buna imkân vermediklerinden yakınıyordu. Her yeni ıslahat yanında bazı tavizleri de getiriyordu. Patriklerin can güvenliği temin edilecek, ruhban sınıfının mal güvenliği sağlanacak, şehir ve kasabalardaki kilise-manastır vb. tamiratı sağlanacak, mezhep, ırk, din ayrımı gözetilmeyecek, layık olan herkes memur olabilecek, ticaret ve ceza kanunları Osmanlı içinde bulunan diğer Cemaatlerinde dillerine çevrilecek, hapishaneler ıslah edilecek, işkence kaldırılacak, teşebbüs edenler cezalandırılacak. Yanlış anlaşılmasın 1856-76 yıllarından bahsediyorum, bu günlerden (2011) değil. Gücünü kaybetmekte olan bir devletin karşı karşıya olduğu dayatmalar ve Fatih dönemine olan özlemin tablosu. Gücü yitirmek böyle bir şey olsa gerek. Maddi emperyalizm yanında manevisini de getirir. Takibindeki Paris antlaşması suları görünürde sakinleştirirken, fermanın okunması ile Halep, Suriye, Lübnan, Cidde ve Bosna-Hersek’te ayaklanmalar çıktı. Osmanlının başka dinleri ve toplumları içinde barındıran potası çatlamaya, sızdırmaya ve nihayetinde kırılmaya doğru yol almaktaydı ki bu durum vicdan sahibi gayri-Müslimler arasında bile hüzünle karşılanıyordu. Napoleon III. Osmanlı’nın artık parçalanması gerektiği düşüncelerini İngiltere kraliçesi Viktoria ile paylaşır ve bölgesel taksimatlar bile yapılır. Islahat ile kilise sayılarında artış görülür, Osmanlı’nın Hırıstiyan topraklardaki binaları yıkılmıştır. Anadolu toprakları Hıristiyanlaştırma süreci ile karşı karşıyadır.  

Dünden bugüne tarih sürecinde;

Bir vatanın bölünmez bütünlüğü için tüketmekte değil üretmekte ilerlemesi,
Başkalarına taviz vermektense kendi insanına kucak açmayı öğrenmesi ve onları olduğu gibi kabullenmesi,
Cemaat, mezhep, ırk, cinsiyet, meşrep ve çoğaltabileceğimiz birçok farklılığın vatandaş sorumluluk ve haklarının önüne geçmemesi,
Bugün için dünü, yarın için bugünü bilmek gerektiğini, insanın zihninin aslında koca bir Milletin zihni olduğunu ve bu yüzden bilinçli vatandaş şuurun gelişmesi önceliklerimiz olmalıdır.

Gelenek, görenek ve sonrasında tiryakiliğe dönüşen tüketen insan kedisine gelmeli ve yitirmekte olduğu şeylerin sadece maddiyat olmayıp mefkûre, inanç ve ahlak olduğunu da bilmelidir.

Her milletin kendi tarihi onun aynı zamanda hafızasıdır. Unutmak sadece bizleri zavallı ve çaresiz konumuna düşürür. Bu milletin sorunu karşısındakinin farklılığı tartışmak olamamalıdır, kim bu memleket için bir şey üretiyorsa ve barış içinde yaşamayı kendisine yakıştırıyorsa o bizdendir.

Turgay Urgur


6 Temmuz 2011 Çarşamba

kollektif şuur 2

Kollektif Şuur 2

Kollektif şuur 1 isimli yazımın devamıdır.


Bir kurumun veya şirketin kendisini başka bir benzeriyle kıyaslanması diyebileceğimiz ‘benchmarking’ dilimize ve kültürümüze uzak ama çok faydalı bir kavram ve uygulamadır. Benchmarking (kıyaslama). Tam karşılığı olmamakla birlikte kıyaslama olarak isimlendirebiliriz.


Benchmarking öncelikle bir kurumun kendi durumunu belirlemesinde faydalı olur. Kurum kendisini eş değerleriyle kıyaslayarak kendi durumunu, başarısını, eksiklerini , yanlışlarını ve yapılması gerekenleri tespit edilebilir. Pratikteki bazı kolay uygulamalar da “Benchmarking” yöntemiyle kendi kurumlarına transfer edilebilir. Uygulanmış ve neticeleri görülmüş bir uygulamayı almak zaman ve diğer kaynaklardan kazanç sağlayacaktır. Günümüzde sadece “Benchmarking” işi ile uğraşan şirketler olduğu gibi kurumlar kendi imkanları ile de bunları uygulayabilir. Tabi ki dışarıdan bazı kişilerin bu uygulamayı yapması daha objektif neticelere ulaşmayı sağlayacaktır.


Genelde üst düzey kuruluşların uyguladığı bu yöntem küçük işletmeler, eğitim kurumları, sağlık kurumları, esnaf ve zanaatkârlar için de neden uygulanmasın ki?

“Benchmarking” (Kıyaslama) sistemini uygulayıp ta netice alamayan kurum neredeyse yok gibidir. Alışık olmadığımız ama çok faydalı bir uygulama, araştırılmasında mutlaka fayda var.


Turgay Urgur

5 Temmuz 2011 Salı

Bidon



Yazarınız Bejan Matur Öcalan hapisten çıkar demiş. Desin varsın. Dağın ardına bakmak lazım. Timaş okurları artık mutlu olmuşlardır. Hey gidi günler. Siz ne kadar büyüdünüz, biz ne kadar küçüldük. 

Tarih bu günleri yazmazsa utansın. Bu gün 5 temmuz 2011, Hakkari’de iki uzman şehit. Yarın manşetten verecek haliniz yok ya Dumanlınız TRT’de memlekete çıkar yol bulur ne de olsa.  

Unutulur seslerini duyuyorum,
Ateş düştüğü yakarları…

Aboneyim, abone seslerini de. Sadece abone olmayın ara sıra okuyun. Okuyun, düşünün. Kim ne yazmış? Düşünmez misiniz? Siz hiç düşünmez misiniz? 

Sövene elsiz, dövene dilsiz dediniz. Ama Stv deki haberci çocuğu bidonla oynuyor diye hemen şutladınız. Ama bak yazarınız, Dağın arkasına bakmak lazım diyor. Bakın bakalım. Siz dağın ardına bakmaya devam edin.

Turgay Urgur

30 Haziran 2011 Perşembe

Cotonuma


Bir şarkı duyarım,
Tüylerim diken diken olur.
Sana bir şey olursa,
Ben nasıl yaşarım?

Bilirsin,
Çok diyemem sevdiğimi.
Huyum değildir,
Aramam sık sık.
Ama sen çok iyi bilirsin,
Ben sensiz yaşayamam.

Özlemin şimdilerde bir başka,
Sensiz geçen günler eksik.
Ben çok gülmem, gülemem.
Senin gülüşlerin varken,
İçimden içimden gülerim.
Sen güldükçe ben yaşarım.

 
Senin varlığın şimdilerde çok farklı,
Senin varlığın o demek.
Bilirsin,
Diyemesem de,
Ben seni-
Ben Sizi çok severim.
Siz yaşadıkça ben ölsemde olur.
 T.Urgur

28 Haziran 2011 Salı

Mirac.


Biliyorum ben kulluk vazifelerini tam olarak yapmayan, Senin verdiklerinin kıymetini bilmeyen, zamanını ve sağlığını kolayca harcayan bir insanım. Bunları hem bilen hem de yine defalarca aynı hataları yapan birisiyim belki de hayatımın sonuna kadar bu şekilde yaşayacağım. Kendimi hiçbir zaman tam manasıyla düzeltemeyeceğim. Günahlarım ve hatalarım yapmış olduğum iyiliklerden fazla olacak. Gerçekçi olmak gerekiyorsa durumum böyle, bundan ibaret.

İşte bu noktada durumumu sadece Sana arz ediyorum Ya Rabbi. Sığındığım ve güvendiğim Rahmetindir. Senin bize karşı olan Merhametindir. Allah’ım benim gibi olan tüm insanları bağışla. Beni, eşimi, doğacak olan yavrumu, ailemi, yakınlarımı, arkadaşlarımı, milletimi, öğrencilerimizi, 9d sınıfımı , tüm inananları koru. İnanmayanları inanan olarak yoluna çeviriver. Zor durumdaki Müslümaların sıkıntılarını gideriver. Bizleri faiz, zina, yalan, riya, tembellik gibi günahlardan muhafaza ediver. Yaptıklarımla değil acizliğimle Senden yardım diliyorum. Bizleri kulun olarak kabul edip yarattığın gibi Rahmetinden de esirgeme. Şüphesiz Sen Rahmeti bol olansın. Bu gecelerin bereketi ile Sevgili Peygamberimizin dualarının vesilesi ile hepimizi koru ve doğru yollara ilet. Ömrümüzün bundan sonraki kısmını Senin Rızan için yaşamayı, Sana karşı doğru dürüst bir kul olmayı nasip et. Gayretlerimizi bu yöne sevk et Ya Rabbi. Yüce Allah’ım Rahmetinden bizleri esirgeme, Peygamberine layık bir ümmet olmayı nasip ediver Ya Rabb.

Allah’ım kalplerimizi temizleyiver, bizleri çalışkan kullarından eyleyiver, bizleri düşünen, okuyan, araştıran, etrafına aydınlık saçan kullarından yapıver. Beni Kuranını okuyan Sünnete uygun yaşan bir kul yapıver. Senin her şeye gücün yeter. Bu duamı samimi kabul ediver.

ACIPAYAM . DENİZLİ
Turgay Urgur    

23 Haziran 2011 Perşembe

anne 2

Anne 2

Anne ! Anneeee
Dur anne. Dur.
Yetişemiyorum,
Erişemiyorum Sana.

Gücüm bitti,
Sen hiç yorulmazdın.
Beni kucağına al.
Götür beni anne.

Sen benim tek sığınağım,
Tek tesellim.
Avut beni Anne, avut.
Dayanamıyorum.

Evimize gidelim,
Sesini duyayım.
Yanımdan hiç gitme anne.
Uyut beni anne.

Turgay

EVDE


Nerden kimden geldiği bilinmeyen bir çiçeği koklamak,
Şöyle derinden bir ‘ah’ çekip uzaklara dalmak,
Eğilmek, dizlerimi yere koymak,
Ardından çocuklar gibi ağlamak.

Sesini aramak boş odalarda,
Pencereden sokağa bakmak,
Gelip geçeni saatlerce izlemek,
Düşünmek, koskoca bir maziyi düşünmek.

Önüme üç beş kitabı almak,
Okumak,  kenarına bir iki kelime yazmak,
Beylik laflar çıkarmak satırlardan,
Yine ve yeniden kendi kendime konuşmak.

Elimde bir kalemle çocuk gibi oynamak,
Yazmak ve karalamak arasında bin gel git.
Bir başlık için beklemek,
Ardından bir kâğıda köle olmak.

Hep içimden çığırmak,
Kimseye sesimi duyuramamak,
Hıçkırıklara boğulmak,
Küçücük bir odada tek başıma tek başıma kalmak.

Bir günü, bir geceyi daha bitirmek,
Yarına kendimi teslim etmek,
Eyvahlar, gözyaşları ile yatağa girmek,
Bilmeden uykuya dalmak.

Turgay Urgur

21 Haziran 2011 Salı

Okul


Lise defterimde,
El yazısı bir aşk.
Bir ders boyunca,
Karaladağım kağıtlar.

Teneffüs zilini beklerken,
Tüm sabrım.
Masamda birçok kitap,
Seni anlatmayan.

Yazılıdan sıfır almak,
Seninle sorumluluğa kalmak.
Kopya çekemediğim,
Nazını çektiğim koskoca bir dönem.

Turgay

Okumak yazmak

Zor bir iştir okumadan yazmak. Çünkü okumak düşünmek ile iç içedir. Zaman harcamalı her satır ve her kelime için. Cümleler birbirleriyle sarmaş dolaş olmalı. Cümleler hem anlatmalı hem de anlatılmak istenmeli. Her okuyan yeni bir dünya görmeli yazılanda. Her okuyan yeniden sormalı kendisine yeni sorularını. Yazan da kendi yazdıklarını okumalı ara ara. Zaman neleri götürmüş, neleri getirmiş satır aralarına diye. Yazdıklarını bazen yeniden yazmalı eğer yazılanlar aydınlatmak yerine karartıyorsa bu günü.

İnsan okurken seçici olmalıdır aynı zamanda. Herşeyi en ince ayrıntısına kadar değerlendirmek zor bir iştir. Bazı yazılar, kitaplar 'zamanın ne kadar değerli, fikir israfının da bir israf olduğundan' başka bir şey öğretmezler insana. Boşturlar çünkü boşluktan çıkmışlardır. Bu bazen kafa boşluğu, bazen hissiyat boşluğu bazen maneviyat boşluğudur. Dıkızlıktan başka bir tat vermezler. Okuyan cahillerin varlığı, bundan  değil midir? Konuştukça nezaket yerine kin kusan, kendi kültürüne düşman ve uzak, insanını bölen ve kıranların varlığı bunun en güzel örneğidir.

oyuncak

Koridorun kenarında unutulmuş,
Bir liralık oyuncak.
Zamanı eğleyen,
Oynanan ve oynatan.
Şimdi kendi halince sessiz. Yine cansız.

tURGAY

BEN

Kan ile yazacağım, kendimi anlatan cümleleri.
Kabartılmış taşlar üzerine.

Zaman durdu, hareket etmiyor hiç bir şey.
Duvarda asılı resimler gibi her şey.

Sesler yok, rüzgar yok. Sıcak değil, soğuk değil.
Düşünce yok.

Zaman durdu, geçmiş yok anılarda.
Gelecek yok ki. Yok ki.


Konuşuyor, yürüyor, bakıyor ama ben değil.
Günler, aylar geçiyor. Bu böyle değil.

Çürümüş ağaç kabukları, çalışıyor birileri;
Gelen gidenler. Soruyorlar, gülüyorlar.

aCIPAYAM DENİZLİ
Turgay Urgur

KAHIR (1)

Kahır: kelimelerinin benden ziyadesini memnun etmeyecek bir karmaşıklıkta. Bu zamanda tüketilen her şey gibi o da tüketilmiş bir duygunun son halleri. Dağınık. Bir o yana, bir bu yana atılmış. Basit kelimelerin bir biriyle olan yer kavgası, anlam çatışması.

Ne oldu?
Bakışlarının mahcup,
Sözlerinin diline dolanmış.
Gözlerinin köşe bucak kaçıyor.

Pişmanlık mı?
Duruşundaki anlamsızlık.

Geri dönmek mi?
Hadi be ordan. Hadi be.

Gülerim sana, gülerim ancak.

Sen bahar nedir bilir misin?
Sen gençlik nedir bilir misin?
Sen vefa nedir bilir misin?
Sen ‘seni sevmek’ nedir bilir misin?

Bu saatten sonra varlığın acı verir bana,
Çekemem kahrını,
Sen başka dünyaların,
Kadınısın.

Gelme yanıma artık,
Çık rüyalarımdan.
Okuma yazdıklarımı,
Geçmişten başka bir şey bulamazsın.

Geri dönmek mi?
Hadi be ordan. Hadi be.

Yine mi sen? Yine mi sen?
Başka resim yok mu?
Bu kadar mı sözler?
Bundan başka aşk yok mu?

Ömrüm ömrüm dediğim,
Seninle güldüğüm.
Bir hayat,
Seninle bildiğim.
Ne oldu?
Bakışlarının mahcup,
Sözlerinin diline dolanmış.
Gözlerinin köşe bucak kaçıyor.

Hiç mi anlam veremedin?
Değerini mi bilemedin?
Sevgim çok mu geldi?
Ne oldu?

Şarkılarla baktığım resimlerin,
Şimdi bana uzaktan bakıyor.
Allah’ım bu ne bir ağır nağmedir?
Kulaklarımda hüzün.
Bu ne kahırdır?
Bitmek bilmiyor.
Yine mi sen? Yine mi sen?
Başka resim yok mu?
Bu kadar mı sözler?
Bundan başka aşk yok mu?

Gönül yorgunuyum ben,
Sen bu derdi bilemezsin.
Önünde ağladığım resimlerin,
Şimdi ardımdan ağlıyor.

Allah aşkına !
Sen bu aşkın neresindesin?
Cevap ver de bileyim,
Neresindesin?

Bir şarkı dinleyip,
Bir mektup yazmayı.
İnce bir nağmede erimeyi,
Nerden bilirsin?

Aynı satırları defalarca okumayı,
Aynı şarkıyı her gece dinlemeyi,
Off…off diye diye  kendinden geçmeyi,
Yazıp yazıp karalamayı,
Nerden bilirsin?

Duvarların önünde çökmeyi,
Başın iki avucunda,
Dertli dertli söylenmeyi,
Çocuklar gibi ağlamayı,
Nerden bilirsin?

Pişmanlık mı?
Duruşundaki anlamsızlık.

Ardında her şeyini bırakmak,
Elindekini avucundakini sana vermek,
Bir kalbi sana emanet etmek,
Bunları yapan sen değilsin ki!
Şaşırmadım. Nerden bilirsin?

Şimdi duyur tüm bunları.
Kapı kapı anlat,
Koca bir aşk hikayesini.
İçinde kendine de yer bul emi?
Bir yer bul.
Emeğinin geçtiği,
Üç beş sözün olan,
Ne bileyim işte;
Bir içten gülüşünün geçtiği,
Bir yer bul.

Giden
Ümit dolu yıllarım.
Sana değil,
Ben sadece kendime –KENDİME- yanarım.
Sende kendine bu aşkta,
Bir yer bul da,
Sana teselli olsun.
Hiçbir şey bulamazsan,
Yine de üzülme,
Giden gençliğim,
Sana benden ‘hediye’ olsun.

Tüm bu satırlar ağır ve dağınık gelirse,
Sil gitsin,
Yırt gitsin,
Evvelkiler gibi yok say gitsin. 

 Pişmanlık mı?
Duruşundaki anlamsızlık.

Turgay Urgur







16 Haziran 2011 Perşembe

Başkaldırı 4


Başkaldırı kendin olmaktır. İnsanın içinde doğru ve yanlışı ayırt edebilen yaratılıştan gelen doğal bir mekanizma vardır. İnsan ilk seçimini yaptıktan sonra menfaatleri üzerinden ikinci bir değerlendirme daha yapar. Her yeni menfaat unsuru yeni bir seçeneği yanında getirir. Böyle bir iç çatışma bir kişinin içinde birden fazla kişileri oluşturur. Kimlik artık değişken bir özelliğe bürünür. Kişilere, olaylara, kaygılara, gruplara göre değişen klon kimlikler meydana gelir. Klon kimlikler ile biz aynı kişinin iş yerinde, evde, kalabalık bir çevre içinde farklı davrandığını görürüz.

Toplumun kendisi olan kişileri sevmesinin en geçerli sebebi: karşılarında bir tek kişiyi görmeleridir. O bir tek kişinin bireysel ilişkilerde değişmeyen bir tek yöntemi vardır. Bu yöntem kendilerini tanımakla ve karşıdakileri oldukları gibi algılamakla ilişkilidir.

Kendisi kalmakla başkaldıran insanlar zorlu engellerle her zaman karşılaşırlar. Çünkü uyum onlar için abone zihniyetiyle bağdaşmaz. İtiraz ve eleştiri önünde engel tanımaz. Benlik çıkarılıp atılabilecek veya değiştirilebilecek bir özellik değildir. Her hangi bir yeniliği kabullenmeleri için somut faydalar ve uzun vadeli çözümler beklerler. Her şeyden önemlisi idrak dediğimiz mefhumu bizzat kaynak destekli yaşarlar. Duyum, çekim alanı, kitle psikolojisi gibi sosyal yanılgılara mağlup olmazlar.

Turgay Urgur



Güncel

Akşam televizyonda ‘Şefkat tepe’ ile Türklerin, şehitlerin gönlünü almaya çalışacaksın; sabah gazetede Bejan’la ‘gerillaların’. ‘Gerilla’ ifadesi bana ait değildir. 15/06/2011 tarihli Zaman gazetesinin içinde bulabilirsiniz. Buna birileri hoşgörü diyorlar. Buna sınırsız hoşgörü de diyebiliriz. Asıl problem karşımızdaki sorgulamayan, doğrusunu araştırmayan abone kitlesinin bazı özel ortamlarda ayet ve hadis vb. içerikli derslerdeki ruh hallerinin gerçek hayatla baştan sona çelişmesidir. Sünneti seniyenin neresinde iki yüzlülük, insanları (Kürt olsun, Türk olsun) kullanmak, şehide sırt çevirmek vardır. Böyle bir irşat yöntemi olamaz.  Varsa tartışalım, konuşalım. 

10 Haziran 2011 Cuma

Sen, ben.

Lafı mı olur? sen ben mi var? Allah aşkına. İkimizde aynıyız. Bir yalanın iki yalancısı.   

Ah sen, ah sen!
Sana ‘sen’ diyebilmek için çok bekledim.
Sen’de benden çok şey vardı,
Diyemedim.

Yılların sevgili özlemi,
Aşk denilen bilinmeyen,
Hep sendeydi,
Sende.

İstersen bırakalım da,
Bir kenara,
Kara sevda ile büyük aşkı.
İşin aslına bakalım. Ne dersin?

İşin aslı,
Günahlar sendeydi.
Sahtekârlık sendeydi mesela,
Dedim ya Sende benden çok şey vardı.

İşte bu yüzden,
Anlaşamazdık biz.
Her ikimizde bilirdik,
Yalanı. Hem de çok iyi.

Aldatmayı,
Sen mi bana öğrettin?
Ben mi sana,
Karıştırdım.

Oyun oynamayı,
Şov yapmayı,
Yarı yolda bırakmayı,
Sen mi? Ben mi?

Yalandan hayal kurmayı,
Sen öğrettin bana.
Hayalden yalan kurmayı,
Ben sana.

Dedim ya Sende benden çok şey vardı,
İşte bu yüzden anlaşamazdık biz.
Bu yüzden paylaşmazdık,
Gururu.

Nefreti bu yüzden,
Öfkeyi bu yüzden,
Hırsı bu yüzden,
Paylaşamazdık.

Al götür,
Veremediklerini.
Ver geri,
Alamadıklarını.

Yüzüme vur,
Ne varsa(?) yaşattığın.
Sırtını dön,
Ne varsa (?) bıraktığın.

Sen, ben.
Lafı mı olur?
Bir yalanın,
İki yalancısı.



Turgay Urgur
 

8 Haziran 2011 Çarşamba

Çalışma Grubu 2

Çalışma Grupları

Amaç: Bir koordinatör öğretmen rehberliğinde 5-10 arası öğrenciden oluşan grup üyelerimizi Milli ve manevi değerlerine bağlı, vatanlarına, ailelerine ve kendilerine faydalı, hedeflerine odaklanmış bireyler olarak yetişmelerinde rehberlik yapmak. Kişisel gelişimin ‘kişilik’ ve ‘gelişim’ kısımlarını aktif olarak uygulamak. Çalışmalarda dayanışma ruhunu yakalamak.

Çalışmanın Özeti: Grup üyeleri ile iki haftalık periyodik süreler içerinde belirlenen tarihte buluşulur. Önceden kendileri tarafından belirlenmiş olan derslerinin bölümlerini çalışırlar. Rehber öğretmenleri İngilizce Öğretmeni Turgay Urgur tarafından önceden kendilerine anlatıldığı şekilde şablonları ( ders ek mateyellerini, notları) hazır hale getirirler. Bunlara ek olarak belirli sayıdaki test sorusunu çözerler. İki adet kitabı okurlar. Belirlenen tarihte yuvarlak bir masa etrafında buluşulur. Bu buluşmada öğrencilerimizin çalışmalarını okumalarından ziyade anlatmaları, arkadaşlarıyla paylaşmaları, bir birlerinin konuşmalarını değerlendirmeleri sağlanır. Çözülen testler kontrol edilir. Okunan kitaplar hakkındaki düşünceler alınır. Gözetmen eşliğinde toplu halde test çözülür.  Bir diğer haftanın görevlendirmesi verilir.

Grup Nasıl Oluşturulur?

  1. Çalışmamızda gönüllülük ve aile desteği ön plandadır.
  2. Çalışmalarımıza istikrarlı bir şekilde çalışma yapabilecek öğrenciler katılır.
  3. Çalışmaları zamanında yapmayan, grup üyelerinin motivasyonunu bozan, çalışmaları eksik yapan üyeler çalışmanın bir sonraki halkalarına katılamazlar.

Çalışma Kuralları
                   
  1. Koordinatör öğretmen Turgay Urgur dahil tüm üyeler (Edebiyat, Tarih, Coğrafya dersleri)  belirlenen konularına çalışırlar. Bu çalışmanın olmazsa olmazlarındandır.
  2. Çalışmaya zamanında gelinir.
  3. Tüm üyeler çalışma esnasında sözel olarak katılım sağlarlar.
  4. Çalışmada uzun süreli istikrar ön plandadır.

Yürütmekte olduğumuz Çalışmamız.

Koordinatör: İngilizce Öğretmeni Turgay Urgur
Katılımcı Öğrencilerim: Eda Çankaya, Melike Uğrun, Fatma Genç, Gözde Kabayuka, Emine Karan, Büşra Yılmaz.

Yaklaşık 1,5 sene önce pek kıymetli öğrencilerimizle başlatmış olduğumuz çalışmamız hala devam etmektedir. 2 haftalık periyodik buluşmalarımızda benim yönetimimde yukarıda özetlemeye çalıştığımız faaliyeti şu ana kadar yaptık. Konular hakkında detaylı yorumlar, fikirler ve eleştiriler yapıldı. Böylece elde ettiğimiz yeni bilgilere kendimizden bir şeyler kattık. Ortalama 2 haftalık 1000’er soru çözdük ve bunu kayıt altına aldık. Grup üyelerimizle İzmir’e üniversite tanıtım gezisi düzenledik. 6 kişilik grubumuz geçen senenin konularından (Sayısal dersler için) 40 saatlik takviye aldılar.  

Sonuç: Pek kıymetli öğrencilerimin yürekten katılımıyla sözde değil özde bir çalışmayı 1,5 sene önce başlattık ve hala yürütmekteyiz. Geçen zamanı verimli kullandığımız düşüncesindeyiz. Bizce zaman ancak böyle yaşanılan ve yürütülen bir proje ile en iyi şekilde kullanılır. Ders konularını kapsamlı olarak çalışmayı, onlarda uzmanlaşmayı denedik ve başardık. Hedeflerimize doğru emin adımlarla ilerlemekteyiz. Çalışmamızın son güncel versiyonunda günlük geri dönüşümler, makale yazımları, yeni seminerler, toplu halde test çözümleri gibi yöntemler olacaktır.

Turgay Urgur
0506 543 05 77


Acıpayam Anadolu Lisesi
İngilizce Öğretmeni.


3 Haziran 2011 Cuma

Bugün 2


Tevbe suresi 9/128 “Size kendi aranızdan, bir Resul geldi: Bir sıkıntıya uğramanız O’nun yüreğine oturur; size çok düşkün olup üzerinize titrer; müminlere karşı son derece şefkatli ve son derece merhametlidir.” Böyle bir Peygamberin ümmeti olmak çok ayrı bir şereftir.

Bu zamanda maddi ve manevi sıkıntı çeken milyonlarca insan vardır. Kavli ve fiili dua bu sıkıntıların azalması için en güzel araçlardır ki dua ve salâvata bir cevap verileceğinden tüm Müslümanlar emindir. Emin olduğumuz böyle bir insani faaliyetten geri kalmamalıyız. Çalışmak fiili bir duadır, güzel bir şeyi arzu etmek duanın başka bir boyutudur. İçimizden geçirdiğimiz bir şeyin aniden veya belirli bir süre sonra gerçekleştiğine kendimiz çoğu zaman şahit olmuşuzdur. Yüce Yaratıcı kullarının isteklerine karşı duyarsız kalmaz. Sonsuz bir mutluluk için ebedi bir cenneti yaratması bunun en büyük delilidir. Sabah kalktığımız zaman besmele ile güne başlamak, arkadaşımıza başarılar dilemek, elde edilen sonucunda elhamdülillah demek, şükür senalarını dillerimizde ve yüreğimizde her daim yaşamaya çalışmak en güzel dualardandır. Anne, baba için sağlık ve afiyet dilemek başka bir duadır.  Gelecek adına mutluluğu ve huzuru aramak, ahlaki bir yaşantıyı arzu etmek ayrı bir duadır. Kendimizi zamanın kötü alışkanlıklarından korumak başka bir duadır.

“Ben cinleri ve insanları sırf beni tanıyıp bana ibadet etsinler diye yarattım.” Bu büyük ayetin hikmeti insanın kâinatı ve kendisini tanıyıp ibadet etmesidir. Bir başka ifadeyle kulluk vazifesini yerine getirmesidir. Bizler ibadetin nasıl olması gerektiği hakkındaki detayları en güzel şekliyle Kuran-ı kerimden ve peygamber efendimizin yaşantısından öğreniriz. İz’an ve yakin ile Allah’ı tanıyan insan ilmi yönden de her zaman terakki peşindedir. Kendi branşıyla ilgili olarak uzmanlaşma adına çalışmalar yapar. Mesleki yönden kendisini geliştirdikten sonra başka insanlara da iyi bir örnek olur. Böyle bir şahıs zaten ibadetler konusunda da gayet hassastır. Yaptığı iş ibadetlerine, ibadetleri de yaptığı işe hiçbir zaman mani olmaz. Çalışmanın da bir nevi ibadet olması veya beş vakit namaz arası yapılanların da ibadete dahil olup insana kemalat kazandırması bundandır. İnanan insanın bir başka özelliği de yaptığı işteki dürüstlüğü ve başarısıdır. Ayetin ifadesiyle ‘doğru yol’ kişi tarafından mutlaka hazmedilmeli ve hayatın tüm detaylarına sirayet etmelidir.

Turgay Urgur

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...