31 Temmuz 2013 Çarşamba

UTANIYORUM

Utanıyorum,
Kendimi sana anlatamamaktan.
Boğazıma düğümlenen kelimelerden,
İçimin geçişinden,
Zamana mağlup oluşumdan,
Benden kaçışlarından,
Utanıyorum.
Gözlerine bakamıyorum,
Yüz çevirirsin diye,
Yanımdan kalkıp gidersin,
Kızıverirsin diye,
Hem çekiniyorum hem de utanıyorum.

Sakındığım gibi,
Bir şey oluverirse diye,
Korktuğumdan,
Bunlar yetmezmiş gibi,
Senin yanında,
Çocukluğumu atamadığımdan,
Utanıyorum.

Nede olsa büyüdüm artık,
Yanında ağlarım diye,
Zavallı olurum,
Ezilirim diye,
Utanıyorum.

Sana yakışmadığımdan,
Erişemediğimden,
Konuşacak bir iki laf bulamadığımdan,
Bilmediğimden,
Utanıyorum.


Turgay Urgur

başarı

Çünkü;



Başarısızlığının nedenleri başkalarında değil kendimde arıyorum.

Kendime güveniyorum.

Hayatı, kendimi, ailemi ve dostlarımı seviyorum.

Günlük, haftalık ve aylık planlarım var.

Her gün kedimi geliştirmeye çalışıyorum.

İletişime önem veriyorum.

Dostlarıma her şeyden önce güven veriyorum.

Kendim olmaya çalışıyorum.

Gezmeye, eğlenmeye ve dinlenmeye vakit ayırıyorum.

Kendim ve başkaları için çok rahat bir şekilde para harcayabilirim.

İnsanlara yardımcı olmak benim için büyük bir zevk.

Hayata sorun penceresinden bakmıyorum.

Kendime ait bir tarzım ve felsefem var.

Dinlemeyi biliyorum. Susmayı biliyorum.

Okumayı, okuduklarımı konuşmayı seviyorum.

Yazmaya zaman ayırıyorum.

Yakınlarımı ziyaret ediyorum.

Hatalarımı azaltmaya çalışıyorum.

Şükür ediyorum.

Dua ediyorum. Herkes için istiyorum.

Kınamıyorum. Kızmıyorum.

İnsanları ayırmıyorum.

Bana zarar verecek çevrelerden uzak duruyorum.

Yaşadıklarımdan ve çevremde olup bitenlerden ders çıkarıyorum. (Arkadaşım Senem'in yazımda eklenmesini istediği düşüncesi, teşekkürler Senem) 



Kızımı ve karımı ve ailemi ve iş arkadaşlarımı ve öğrencilerimi çok seviyorum.

· * *

Hepinize hayırlı ramazanlar dilerim.



· * * *

Yazdım.

Her şeyi kendisi için yapan insan, yine kendisi için yazar.

Okunmak beklentisi ise sevilmek beklentisi gibi bir şeydir.

Sevmek gibi yazmak da karşılıksız olmalıdır.

ki! kaliteli, iddialı ve uzun soluklu olsun.

Yazdıkça yaşar insan.

Konuşmak işin kolayıdır.

Yazmak için hem okumalı hem dinlemeli hem de konuşmalısınız.

Kendi kendine konuşmak ile kendi kendine yazmak arasındaki tek fark ise geride bıraktıklarıdır. Konuştuklarını insan yok sayabilir ama yazdıkları hep kalır.


*******





Ölüm



Ölüm hayatın turnusolüdür.

Ölüm olmasaydı hayatı bu kadar kim severdi ki?

Onun içindir ki insanlar bir birine sımsıkısarılır.

Özlemi, aşkı, sevgiyi ölümle bilirler.

Yaşayan her şeyin değerini belirler ölüm.



Turgay Urgur

28 Temmuz 2013 Pazar

Dönme



Vakit hayli geç oldu,
Artık dönme.

Yalnız yaşamaya alıştım,
Son noktaya ulaşırım,
Çekemem seni,
Sakın dönme.

Özlemi, aşkı, vefayı sildim.
Hüznü ve kederi terk ettim.
Kimseyi hatırlamıyorum,
Boşuna dönme.

Yeniden başlayamam,
Hem yorgunum hem de bezgin,
Unuttum geçmişimi,
Beni hesaba katıp,
Hiç dönme.

Benim aradığım yok,
Beklentim kalmadı.
Gittiğin gibi kendin yaşa,
Geri dönme.


Turgay Urgur

Renkler

/

Bilmem hatırlar mısın?

Beyaz alevler sarardı seni.
Üşüdüğümden habersiz,
Sen aşk sıcağında kavrulurdun.

Sen yürürken,
Gökyüzü dinginliğinde ve okyanus serinliğinde,
Mavi yapraklar dökülürdü eteklerinden.

Her sabah simsiyah bir güneş doğardı,
Bıraktığın bu şehre.
Ve umutları karartırdı.

Tüm doğa grinin tonlarına bürünürdü,
Baharda belirsizlik yeşerirdi,
Yazda hüzün biçerdim.

Gece saman sarısı olur,
Ortaya sererdi neyim varsa.
Kimseden gizleyemezdim kendimi.

Duvarların rengi kan kırmızıydı.
Baktıkça yakar,
Dayandıkça içime işlerdi yalnızlığım.


Turgay Urgur 

Zaman vicdana geldi.


Zaman vicdana geldi. / Turgay Urgur

(Gerçekleri yazmak size sadece düşman kazandırır. Aylar öncesinden bazı dostlarımızla aynı mevzuları konuştuğumuzda ve endişelerimizi dile getirdiğimizde onlar ‘her şeyin yolunda’ olduğunu hem düşünüyor hem de ısrarla iddia ediyordu. Ulusal çıkarların sağı, solu olmamalıdır. Bu yazı vesilesiyle öz-eleştiri yapması gereken birçok kişinin olduğunu düşünüyorum.)

Siz de tüylerinizin diken diken olmasını ve Pazar mahmurluğunu bir an önce üstünüzden atmak istiyorsanız Dumanlı’nın “Gel de kaygılanma” isimli yazısını okuyun veya dinleyin. Aboneler gazeteyi okumadıkları için gazete size ‘dinleme’ fırsatı da veriyor. İşimiz şaka, teknolojiye karşı falan olduğumuz yok. İsteyen dinlesin, isteyen okusun. Yalnız dinlerken veya okurken aklından gazetenin ve camianın (Dumanlı’nın tabiridir) ‘açılım’ ile alakalı şu ana kadar ki tavrını ve tutumunu yazıya paralel olarak zihninden ilerletsin.

Özetle;
Yazı; işlerin nasıl bir çıkmaza doğru ilerlediğini,  KCK yapılanmasının ülkemiz için ne kadar büyük bir tehdit olduğunu, Suriye’nin hiç de basite alınmaması gerektiğinden, uluslar arası tehdidin ne boyuta geldiğinden gayet güzel bir şekilde bahsediyor.

Bahsediyor bahsetmesine de insan ister istemez soruyor. Şimdiye kadar aklınız neredeydi? Başından itibaren açılımı bizzat siz ve sizin gibi düşünenler ülke insanına tozpembe bir şekilde anlatmaya çalışmadı mı? Yazının sonlarına doğruda ‘baskın hırsız’ misali başka yazarların olayları tozpembe göstermeye çalıştığından bahsediyor ya işte tam orası insana “pes” dedirtiyor. Yazıya ek olarak bu yazının neden yazıldığını anlatan 30 saniyelik Dumanlı’nın konuşması da mevcut. Dumanlı bir de sözel olarak derdimi anlatayım demiş.  Şeytan bu ya dürtüyor…. Bir  insan yazdığı yazıyı neden yazdığını söylemek gereksinimi hisseder?

Dumanlı işin teknik kısmına ne kadar hâkim olduğunu da yazısının neredeyse her cümlesinde göstermeye çalışmış. ‘Tebrikler’ diyorum. ‘Günaydın’ diyorum. PKK’nın neden 15 Ekim’e kadar süre verdiği ve işin psikolojik boyutu da harikulade anlatılmış.  Mit’in işe ne kadar hâkim olduğu falan örneklendirilmiş.

Yazıda tek eksik tüm bunların faili ile muhatabı. Bozacı ile şiracı.

Yazıyı okuduktan sonra insanın içinden şöyle diyesi geliyor. Açılım yok ki!, Yapan yok ki!, Sorun yok ki! İkiyüzlülük yok ki! Bu yazı yok ki!

El insaf! El insaf!

Madem bu işlere bu kadar hâkimdiniz ve hitap ettiğiniz,  gerektiğinde yönlendirdiğiniz çok geniş bir kitleniz var. Başından itibaren bu mevzuları neden realist bir biçimde insanlara anlatmadınız?

*       *       *

Kısacası doğruları söylemek her insana yakışmıyor.

*      *       *

Yazımı okuduktan sonra gazetede yayınlanan yazıyı okumanızı özellikle tavsiye ederim. Eğer zamanınız olursa bir de yazarın ve köşedaşlarının önceki yazılarını okuyun. Manşetlere bakmanıza gerek yok çünkü oralarda ne ‘açılım gerçeği’ nede başkası var.  İnsanların nasıl manipüle edildiğini, ikiyüzlülüğün nasıl bir şey olduğunu, kelime oyunlarını ve gizliden gizliye devam eden gazete siyasetini fark edeceksiniz.

*     *     * 

Bazı insanlar işler çıkmaza vurunca kendi kişiliklerini bulurlar. Gerçekleri konuşmak için illa ki son noktaya gelmeye gerek yoktur.  

*     *     *

Gönlüm arzu ederdi ki hepimiz öz eleştiri yapabilelim ve utanmadan, sıkılmadan zaman geçmeden ülke menfaatlerimiz için bir araya gelebilelim.


Turgay Urgur

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Pazar sohbeti




Son gelişmelerden sonra muhalefet ve basın sağ seçmenin oyunu nereye vereceğine bakıyor. Son gelişmeler dediğim; Suriye’deki olaylar, Gezi parkı olayları, Kürtlerin statüsünü ve Kürt sorununu ilgilendiren olaylar ve son olarak pek de göz önünde olmasa da vatandaşın ekonomik geleceği. 

*    *     * 

Muhalefet sağ seçmenin oyuna bakıyor kendisinin yapabileceği bir şey yok. İktidar ise “biz vatandaşın önüne ne koyarsak onu yer” düşüncesini diğer seçimlerle birlikte uzatmayı niyetini taşıyor. Dış politikamız ise; “bir şeyler dönüyor, sonumuz hayır olsun” boyutunda sürüyor. Öcalan’ın son olarak söylediği ‘15 Ekim’e kadar hükümet bir şey yapmaz ise ateşkesi kesin’ çağrısı henüz cevap bulmadı. Eğitim alanında üç dönem boyunca deneme-yanılma tarzı işleri yenilenme olarak algılatmaya çalışan bir Bakanlığımız var.

*    *    *

Bekleyeceğiz ve göreceğiz.

*    *   *

Cehalet iyiliğin önüne geçti,
Dahası;
Para bilginin,
Konuşmak dinlemenin,
Hırs vicdanın,
Paçozluk görgünün,
Önüne geçti.


*     *     *

Unut gitsin

Çocukluğunda oynadığın bir oyun gibi,
Ucuz bir yalan misali,
Unut gitsin.

Hatırlamak istemediğim,
Bir kâbustu de,
Unut gitsin.



Turgay Urgur

24 Temmuz 2013 Çarşamba

SEN


Kimsemsin sen,
Yokluğumsun.
Hiçimsin sen,
Yoksun.
Bensizliğimsin sen,
Yok oluşumsun.


t.URGUR

23 Temmuz 2013 Salı

Çul (1)


Bir Pazar günü dağda sabahın ilk saatlerinden gecenin kuytusuna kadar bekledim,
Toprak, hava, güneş ve ağaçlarla baş başa idim.
Kimse olmasın istedim.
Yürüdüm.
Acıkırım ve susarım diye az bir erzak almıştım.
Sesler, rüzgar ve dağda bulabileceğiniz her şey vardı.
Derdim başkaydı.
Yazmaya çıkmıştım. Yazdıklarım gerçek olsun istemiştim.
Çok çok yürüdüm. Vakit ilerledikçe korktum.
Kimse yoktu biliyordum.  
Saatim yoktu. Telefonum yoktu.
Zor bir yokuşu tırmandıktan sonra önümde bir vadi belirdi.
Geriye baktığımda epey bir mesafe aldığımı fark etmiştim.
Olduğum yer yüksek bir yerdi. Hava şimdi daha serindi.
Ağaçlar değişmiş. Gökyüzü bir başka maviydi.
Zaman geçiyordu.
Yorulmuştum. Oturdum.
Bağırdım.
“İnsan, insan, insan!!!”
İnsan bile bile korkuya düşer mi?
Yalnızlığı seçer mi?
Derdi sever mi?
Sancım belirdi.
Cebimden not defterimi ve kalemimi çıkardım.
Ve yazdım…
(devam edecek)

Turgay Urgur

Zaman


Adına mektuplar yazılan iki sultan . Sevgisi ve sevgilisi kıskanılan iki aşk. Ve onlarla zamanı durduran muhabbet. / Turgay Urgur

21 Temmuz 2013 Pazar

Aramızda kalsın

Aramızda kalsın./ Turgay Urgur

Sen: Bu işler nasıl düzelir?

Ben: Herkes kendi işini yapacak. İşini yaparken yaptığı işi çerçeveletme hevesinden arınacak.

Sen: Nasıl yani biraz açar mısın?

Ben: Şimdilerde neredeyse her yerde popüler siyaset sevdası aldı başını gidiyor. Bunun bir de alt dalları var. Fotoğraf siyaseti, konuşma siyaseti, önde gitme siyaseti gibi kollara ayrılıyor. Hani eskiden tarih kitaplarından, fotoğraflardan kalma -zihnimizde oluşan padişah ve sultan kareleri vardır yaa. İhtişamlı kıyafetleri, yanında muhafızları ve kuşanmış atıyla vd. İşte aynen bunun gibi bu gün bir değil binlerce padişah var. Rus Matruşka bebekleri gibi. Ankara’dan açılıyor ve siyasetin en son noktasına kadar ulaşıyor. Başkentten diğer illere, illerden ilçelere, ilçelerden köy ve kasabalara kadar. “Siyaset konuşanlar” liderlerinin sanal kopyaları gibi davranıyor. Bir çeşit ruhsal klonlanma  veya bayağı bir taklit süreci yaşıyoruz.  Protokollerdeki koltuk ve sandalye ayrımları bile bize has, bizim ürettiğimiz yapmacık işlerdendir. Gerçek Demokrasilerde halk ve lider farklı yerlere oturmaz, oturmamalıdır. Sıkıştığımız zaman sarıldığımız veya sözlerimize destek olarak kullandığımız kültürel ve İslami referanslarımızda da aslında bu tür hiyerarşik şovlar yoktur. Olması da zaten çöküşün başlangıcı olarak algılanır. Her binanın, yolun, köprünün açılışı olacak diye bir kural yoktur. Bu tür eylemler duygu israfıdır, mefkure yoksunluğudur. Ben bunu şu lider bu lider yapmıştır demiyorum. Yapılan yanlışsa onu birilerinin konuşması veya yazması gerekir. Vatandaşımıza tepeden bakan, öğüt veren veya ondan farklı görünen(görünmeye çalışan) siyasetçi tipi hiçbir zaman artılarla gelemez. Gerçek siyasetçi şekille değil sorunlarla uğraşır. Örneğin bir ilçeye çok sık aralıklarla Milletin Vekilleri geliyorsa ama o ilçedeki okul eksikliğini göremiyorsa veya bu eksikliği onlara birileri anlat(a)mıyorsa işte bu noktada bir sorun var demektir. Yanınızdaki başka bir ilçede yatırımlar daha hızlı ilerliyorsa ve burada merkeze(Ankara) yakınlık bir avantaj olarak kullanılıyorsa; siz her ne kadar “Bu işler bildiğiniz gibi değildir.” avuntusunda olsanız bile gören gözlerden bir şeyleri gizleyemezsiniz.

Sen: Bu sözleriniz şimdiki yönetimlere eleştiri mahiyetinde mi?

Ben: Ben eleştiri yapmam. Kişilerle işim olmaz. Tespitte bulunurum. Bakarsın dinlersin, vicdan ve düşünce mihengine vurursun. İsteğini kabul eder, istemediğini etmezsin. Eğer insanlar yukarıda saydıklarım için derse ki bunlar siyasetin birer parçası. Ben çok rahatlıkla onlara derim ki: ‘siz yaptığınız işlerde samimi değilsiniz ve insanları kullanıyorsunuz’.

Sen: İlginç. Peki devam edelim… Söylediklerinizi nasıl temellendiriyorsunuz?  Yani bu sözlerinizin düşünce referansını ne oluşturuyor?

Ben: Anlatması hem kolay ve basit hem de uzun.  İnsan davranışlarında kendisini serbest bırakırsa düşünce ve duygu fıtri olarak iyiliğe meyleder. İyiliği bilir ve zihninde onu beller. Belli eder, belirgin eder. İyiliği ve doğruyu seçer veya seçmez, o onun son tercihidir. Ama insan kendisi olup, kendisi gibi davranırsa her zaman beyninde iyi ve kötünün birer resmi olacaktır. Doğru ve yanlışı görecektir.  Ya da bir olay için onun kendisinin yaptığı bir doğru-yanlış skalası olacaktır.  


Sen: Nasıl yani?

Ben: Öncelikle insan beynini ve ruhunu kiraya vermekten vazgeçecek. Kendisini, ailesini, çevresini ve ülkesini ilgilendiren durumlarla ilgili kendine has fikri olacak. “Başkaları ne der?” kaygısı yaşamayacak. Kendi düşüncesini sansürlemeyecek. Kendi düşüncesini başkalarının beğenisine uyarlama derdinde de olmayacak. Sonrası aslında basit. Çünkü biz toplum olarak işin teorisini gayet iyi biliyoruz ve hatta çok güzel de konuşuyoruz ama pratiğini epey bir deformasyona tabi tuttuk. “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.” Geçenlerde Orhan Gencebay abim bu sözü başka bir boyuta taşıdı. Dedi ki! “Göründüğümüz gibi olamayabiliriz ama olduğumuz gibi görünebiliriz.” dedi. Bu ifade çok hoşuma gitmişti. Veya Peygamber Efendimizin(SAV)  ifadeleriyle “Arabın Arap olmayana, beyazın siyaha, takva (Allah’tan korkma) dışında hiç bir üstünlüğü yoktur. İnsanlar, tarağın dişleri gibi eşittirler.” Peki sizce biz bu düşüncenin neresindeyiz?  Benim, senin, onun birbirinden farkı yoksa düşüncemizi paylaşırken eşit haklara sahip olmalıyız. “Kral Çıplak” diyen sadece bir çocuk olmamalıdır. Gerekirse herkes düşüncesini paylaşırken “kral çıplak” diyen çocuk olabilmelidir. Bedenimiz büyüse de yüreğimiz ve heyecanımız bir çocuğun cesaretini taşımalıdır. Özetle ben şu noktadayım; düşündüklerimizi konuşmalı, konuştuklarımızı yaşamalıyız. Hani cümlemin başında demiştim ya.. basit ama uzun diye. O da şu demek: “İnsan” ama kendi insanlığımızla kalabilmek en güzel referanstır.        

Sen: Orhan Gencebay’dan bahsettiniz. Serbest müzik çalışmalarını sever misiniz?

Ben: Benimkisi sevmenin ötesinde bir tutku ve aşktır. O müziklerin ruhu vardır.

Sen: Merak ettim biraz anlatır mısınız?

Ben: Bir şarkının ve şiirin veya herhangi yazılı bir literatürün oluşması için üstünden yıllar geçmelidir. Yıllar onu eksiltemiyorsa, yıllar onu daha da değerli hala getiriyorsa o gerçek manada iyidir. Sanat dediğimiz şey de işte odur.  Plato Devlet'inde sanatçıları merkeze koymuştur. Yani en değerlisi onlardır. Sokrates düşüncenin ve sözün ustasıdır. O insanlar felsefe yapıyordu. Şimdi siz bir de o felsefe ile sesin birleştiğini düşünün. Bu son noktadır. Diyecesiniz ki! Bu neyin felsefesi. Bu hayat felsefesinin ta kendisidir ve insanlar kendilerini bu felsefede bulurlar. Harran' da pamuk tarlasında çalışan bir kız İbrahim Talıses'i bundan dolayı dinler. Sanayide tornacı çocuk kendisini Müslüm Baba ile anlatır. İstanbul'da dolmuşcu Orhan Gencebay'ı dinleyerek iş yapar. Zahide'yi Müslüm Baba'dan dinleyen birisi başka bir Türkücüyü dinleyemez. 

Sen: Peki ya Türkiye’de muhalefet?


Ben: Solun ve Milliyetçi partinin ne yazık ki sadece tabelası kaldı. Ama korkmasınlar tabela inmez. Çünkü öyle kalması isteniyor. Her ikisi de sınıfın tembel öğrencisi gibidir. Sene boyunca çalışmıyorlar ama sene sonunda kanaat notu ve velisinin isteğiyle sınıf geçiyorlar. Yani, ABD ve AB bu tarz bir siyaseti bizim için hep isterler. Bilmem dikkat ettiniz mi? Sol ve Milliyetçi parti hiçbir zaman onlardan bir uyarı veya değişmelerini sağlayacak fikir-eleştiri almazlar. Onlar için bulunmaz kaftandırlar. Türkiye’de her ikisinin de fikri yetersizliği tavuk-yumurta paradoksundan bile ötedir. İktidarın bu kadar tavırları muhalefet boşluğundandır. Düşünsenize yıllardır muhalefette kalacaksın ve ne iktidar hayalin olacak(olabilecek) ne de kendini geliştirebileceksin. Başlangıç şöyleydi: sağ kesimi tabuculukla itham ettiler, küçümsediler ama kendileri en başından beri tabuperesttiler. Tabi bu tabuperestlik onların elini kolunu bağlıyor. Daha hala ideolojik reflekslerle hareket ediyorlar. Yenilgiler onlara hiçbir şey öğretmedi. Garip bir durum. Aynı zamanda komik ve basit. Başka bir konu da ‘tanım’ meselesi.

Sen: Nasıl yani?

Ben: Anlatacağım, biraz sabır. Her ikisi de kendisini henüz tanımlayamadı. Örneğin halkçı olacaksın ama halka rağmen iş yapacaksın. Hizmet veremeyeceksin, hizmet verme düşüncesinde olamayacaksın. Halkının hassasiyetlerini bil(E)meyeceksin. “Bir çivi bile çakmadılar.” İfadesi sol için ağır ama gerçektir. Şimdi bilgiye ulaşmak basit, bilgiden bol bir şey yok. “Demir ağların %de kaçını kim ördü?” herkes biliyor. Yolu, hastaneyi, köprüyü kim yaptı ortada duruyor. Muhalefet her yapılana karşı durmak demek değildir. Milliyetçi parti için çok bir şey söylemeye gerek yok. Bence büyük bir kayıp çünkü yeni Türkiye’nin partisi olmaya namzetti fakat Milletin beklentileriyle ters düşmek insana sadece kaybettirir. Eğer başarılı olmak istiyorlarsa; sağın doğru yaptıklarına destek vermeliydiler. Yanlışları konusunda da Milletin karşısına orijinal fikirlerle çıkmalıydılar. Bunu yapmak için bol bol zamanları da vardı. Her ikisi de ülkenin sorunlarından uzak yaşıyorlar. Ama onlara da hak veriyorum. İşleri zor(!). Durmadan fikir üretecek, fikrini bilimselleştirecek ve kendini geliştireceksin. Kendi seçmeni bir partiye inanmıyorsa bunun daha ötesi olabilir mi? Bu gün eğitim alanında, ekonomi, dış politika alanında işler çok da iyi sayılmaz. İktidarın hataları olabilecektir. Vatandaş ister ki taraftar olduğu parti bu sorunları görsün ve çözümlerini net(basit-anlaşılır) şekilde anlatsın. Rakibinizi yenmek için ona karşı söz söylemeniz-laf yetiştirmeniz yetmez, halkın eksik gördüklerine tercüman olmalısınız ve sizin kendi planlarınız olmalıdır. Size can alıcı bir noktadan bahsedeyim; ustalık döneminde sağ seçmenden bir kesimin şeffaf bir ülke yönetimi beklentisi vardı. Bu gerçekleşmedi. Lakin bunu yükümlülüğü olmayan muhalefet bile göremedi. Demek istediğim şu: önce parti içi demokrasi ve samimiyettir sonrasında başarı kendiliğinden gelecektir. Burada demokrasinin altını çiziyorum. Herkesi kucaklayan, her düşünceye saygılı bir yönetimden bahsediyorum. Sağ seçmende zaman zaman arayışlara girer. Ama hiçbir zaman kendi yaşam şekliyle çatışan bir partiyi tercih etmeyecektir. 

Sen: Kendi doğrularınızı böyle söylemek etrafınızda nasıl bir etki yapıyor?

Ben: Düşman kazanıyorsun. Benim kendi tanımımdır. Seni olduğunun gibi kabullenen arkadaşına 'dost' denir. Bu zamanda bir dost insana yeterde artar. Bir insan iki tane dostum var diyorsa o kişi Cennete yaşıyordur. İk dost lükstür. Eğer insan üç tane dostum var diyorsa o kişi hakkında şüphe duyarım.



          
(devam edecek)
Turgay Urgur 

Pazar Günü

Bir Pazar günü daha sona ermeden önce derim ki!

·        Sevdiklerinize zaman ayırın.
·        Engelli, yaşlı ve yardıma muhtaç kimselere karşı duyarlı olun.
·        Her gün yeni bir şeyler öğrenin.
·        Kendinizi sevin.
·        Dostlarınızı arayın.
·        Bir gün değil, bir hafta değil, bir ay değil her zaman iyi ve başarılı olmaya çalışın.
·        İnsanları gereksiz ve basit olaylar yüzünden kırmayın.
·        Gezmenin tadını çıkarın.
·        Arada bir sinemaya gidin.
·        Okuduklarınızı düşünün.
·        Söylediklerinizi yaşayın.
·        Başkalarını dinleyin.
·        Sağlıklı yemekler yiyin.
·        Gülün.
·        Arkadaşlarınıza ikramda bulunun.
·        Geçmişi düşünmeyin, geleceği dert etmeyin.
·        Şimdinin kıymetini bilin.
·        Eşinizle bu akşam kahve için.
·        Çocuğunuzla mısır yiyin.
·        Yaşamı tadın. Tadına bakın. Ona doyun. Başkalarına da tattırın.  


Turgay Urgur  

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Çık gel

Çık gel!

Kimseyi takma,
Kimseden korkma,
Hadi çık gel.

Geçmişin küllerini savuralım,
Zamana bir anlam verelim,
Biz olalım,
İkimiz olalım,
Hadi çık gel.

Bir çay bahçesinde,
Sahilde,
Veya köşede buluşalım,
Hadi çık gel.

Şarkımızı hatırlayalım,
Bakışalım,
Saatlerce konuşalım,
Unutalım yaşanmayanları,
Hadi çık gel.


Turgay urgur

19 Temmuz 2013 Cuma

Hasbihal 11



Cesedim ruha dayanır,
Sözler manaya bakar.
Şu kısa hayat sonsuz hayattan can alır,
Varlığım Varlığa delildir.

Fani bir hayata baki bir cennet mükafat iken,
Tüm cennet O’nu bir saat görmeye değmez iken,
Aşk büyük insan küçülür.
Düşündükçe değil, teslim oldukça var olur insan.


 Turgay Urgur

İnanç



Annemin okuduğu ninniler,
Baharda dönen kuşlar,
Yalan bilmeyen çocuklar gibi inandım sana.

Bu şehre olan sevdam,
Bulutların ardındaki güneş,
Özlediğim su gibi inandım sana.

Gördüğüm rüyalar,
Kurduğum hülyalar,
Bir fakirin duası gibi inandım sana.

Sözlerin,
Gülüşlerin,
Varlığın gibi inandım sana.


Turgay Urgur

Yazmak

Yazmak için sadece yaşamak değil yaşarken çekmek de gerekiyor. Bir anısının ve hatırasının olması yeterli değil hayatından büyük bir bölümü koparması da işin olmazsa olmazlarındandır. İz bırakmayacak, parça koparacak ki unutamayacaksın. Her geçen gün seni eritecek ve sen her geçen gün o acıyı artarak yaşayacaksın. Eksikliği her gece daha çok hissedilecek. Onu içinde kabullendiğin bir acıya dönüştüreceksin.     



Turgay Urgur

İki Nehir



Bir dağın ayrı yamaçlarından,
Derinlikleri farklı iki nehir akar.
Birisi yavaş diğeri hızlıdır.
Birisi dingin diğeri coşkundur.
İçinde barındırdıkları gibi,
Topraktan kopardıkları da farklıdır.

İkisi de bir şehrin ortasından geçer.
Yavaş nehrin kenarında insanlar vardır,
Hızlı nehrin kenarında kimse durmaz.

Ve insanlar isterler ki;
“Bu iki nehir birleşsin.”

Yıllar değil yüzyıllar var değil mi?:
O iki nehri ayıran.
Birbirleriyle ne buluşmuşlar ne de haberdar olmuşlar.
 


Turgay Urgur

14 Temmuz 2013 Pazar

Pazar Notları.



Bir arkadaşım aradı. Hatırlanmak çok güzel, sevdiklerinize zaman ayırın. Üç-beş dakikayı onlara çok görmeyin.

·             *     *
Ramazan’ın gelişi her haliyle güzeldir. İnsan boş gündemlerden, boş muhabbetlerden kurtuluyor. Akşam ezanına doğru sokaklarda insan kalmıyor. Herkes sabırla iftarı bekliyor. Birliktelik anlam buluyor. Allah dünyanın her yanında sıkıntı çeken insanlara sabır versin diyorum. Bol bol dua, yardım ve ibadet yapmak gerekiyor. Bir de şunu akıldan çıkarmamalı; bu ay işlerimizi birazcık azaltıp ruhumuza zaman ayırma vaktidir.

·           *      * 
Keşke benden bir tane daha olsaydı. Onu kendime dost edinseydim. Kimseye anlatmadıklarımı onunla paylaşsaydım. Beni durmadan dinleseydi. Sadece dinleseydi. Ona bir şeyleri açıklamak zorunda kalmasam ve sadece ona anlatsaydım. Çok şey mi istedim?

·           *       *

Yakınlarda görüştüğünüz kimler var? Kimleri ziyaret ettiniz?

·              *       *  


Turgay Urgur

Hayat III




 

Hayat: Dünyaya gelmek, ağlamak, anneye bağlı olmak, büyümek, yürümek, konuşmak, düşmek, öğrenmek, gülmek, anlamak, çalışmak, okumak, dinlemek, aşık olmak, evlenmek, çoğalmak, biriktirmek, satın almak, harcamak, batmak, çıkmak, gezmek, uyumak, hayal kurmak, umut etmek, vermek, almak gibi bir çok anlamı içinde barındırır.

 

Hayat en güzel ölümle tanımlanır. Ölüm ile hayatın ne olduğu tam olarak anlaşılır. Ölüme doğru atılan her adım sizi hayata bağlar. Her geçen gün hayata daha sıkı sarılırsınız. Ölüm olmasaydı hayatı kim bu kadar severdi ki?

 

 *       * 

       

Dostlarınız azalmıyor. Sadece gerçek dostlarınız kendini belli ediyor.

 

·            * 

Çocuk kalamayız ama çocukça mutlu olabiliriz.

 

·                *

 

Turgay Urgur

Şarkı

Şarkı

Düşünmeyi ve konuşmayı bıraktım,
Ruhumu yokluğuna köle yaptım,
Güneş doğmaya yakın,
Sensizliği dinliyorum.

Hastalıkta çaresiz bekler gibi,
Karanlıktan korkar bir halde,
Ne yapacağımı bilmediğim için,
Sensizliği dinliyorum.

Biraz dinlenmek için,
Belki de kimseye güvenim kalmadığından,
Yalnızlığa alıştırdığından,
Sensizliği dinliyorum.

Sokağı değil,
Kendimi değil,
Düşkünü olduğumdan,
Sensizliği dinliyorum.

Kolayıma geliyor,
Yormuyor,
Hiç bitmediğinden,
Sensizliği dinliyorum.

Bir zamanlar dizimde konuştuğun,
Her gün sesini duyduğum,
Gözlerine baktığım gibi,
Sensizliği dinliyorum.

Artık konuşmuyorum,
Hayalin ve resimlerinle,
Aklımda koca bir geçmiş ile,
Sensizliği dinliyorum. 


Turgay Urgur

12 Temmuz 2013 Cuma

İşte bu!



Varlığında yokluk yaşattın bana,
Elini uzatamadın.
Ben yanında kokunu duyarken,
Sen hep uzaklardaydın.

Sen..
Gülerken zaman duruyor sanıyorsun,
Bilmiyor musun?
Seni kimse böyle sevmedi.

Yıllar geçiyor,
Hala daha yanılıyorsun,
Aldanıyorsun,
Bilmiyorum kendini nasıl avutuyorsun?


Turgay Urgur

11 Temmuz 2013 Perşembe

Kapı




 

Bir gün kendini bir odanın içinde bulursun,

Aniden kapısı kapanır.

Hemen ardına dönersin,

Çıkmak istersin.

Önce kapıyı sonra duvarları yumruklarsın.

Yorulursun,

Ağlarsın,

Bağırırsın.

 

Odanın tek penceresinden dışarıya seslenirsin,

Herkesi görürsün,

Kimse seni duymaz.

Olduğun yerde kalakalırsın.

 

Beklemeyi, izlemeyi, susmayı öğrenirsin.

 

Çok zaman sonra cebinde bir anahtar fark edersin,

Anlarsın ki! Kapının anahtarıdır.

Kapıyı açmayı aklının ucundan bile geçirmezsin,

Anahtara bakar ve onu yere bırakırsın.

 

İşte tam o anda,

Bir şey dikkatini çeker.

Odanın çatısı yoktur.

Başını gökyüzüne kaldırırsın.

Odanın dışında iken var olan gökyüzü ile aynıdır.

 

Dışarıda olduğun zamanlar aklına gelir.

Kendine dersin ki!

Bu kadar güzel bir gökyüzünü odanın dışında neden göremedim.

Sonra odayı, kapıyı ve anahtarı yeniden düşünürsün.

Geçen her ‘anın’ senden neler aldığını değil neler verdiğini anlarsın.

 

Turgay Urgur

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...