23 Mart 2017 Perşembe

İNSAN ve TAŞ


Çok soğuk parçaladı,
Çok sıcak hırpaladı.
Depremler ufaladı.
Rüzgârlar zımparaladı.
Yağmurlar cilaladı ve yumruladı.
Gelen geçen bastı, kırdı, dağıttı.
Bir o yana, bir bu yana attı.
Sular, seller yerimden etti.
Gah toynak, gah ayak eşeledi.
Karıldım, karıştırıldım.
Un ufak elendim.
Savruldum.


Taştım.
Ne de olsa taştım. 
Hepsine dayandım.

Ateşte piştim. Ateş sandılar.
Üst üste dikilişime kandılar.
Bağırlarına basıp yandılar.
Karınlarına basıp açlık bastırdılar.

Çocukların oyununa katıldım,
Mina’da şeytana atıldım,
‘Övünsen mi?’ bilemedim. Parayla bile satıldım.

Çokluğuma değil, azlığıma 'değer' verdiler,
Çoğu şey gibi renklilerime rağbet ettiler. 

Dağ oldum yolları kapattım,
Bismillah diyen tohumlara sinemi açtım. 
Kurda, kuşa yuva oldum.
Nice günahların üstüne yıkıldım.  


Gün geldi dinamitle patlatıldım,
Geçilen yol,
Dayanılan duvar oldum,
Hem nadir hem de nadide olunca,
Parmakta yüzük,
Elde tesbih oldum.


Taştım.
Ne de olsa taştım. 
Hepsine dayandım.

ilahi adalet!
Kalbin katılığını benden bildiler,
Safra ve böbrekte acı çektiler.

Dilekten başlayıp,
Şaşırıp da tapan oldu.
Neyse ki! Kader benden yanaydı,
Sonrasında taptığına dönüştürülen de oldum.

Cudi'de Nuh Aleyhisselam,
Tur-i Seyna'da Musa Aleyhisselam,
Hira'da ise Alemlere rahmet Hz. Muhammet ile şereflendim.

Tarlada fazlalık,
Kimisinin işine engel,
Kimisinin tekerine destek oldum.

Lakin,,,
Harman döveninde saman,
Değirmende buğday da benden geçti.
Hikmetimdendir....
Çakmakta ateş,
Olukta su da benden geçti. 


Taştım.
Ne de olsa taştım. 
Hepsine dayandım.

İlahi adalet,
Hem sapanda kuşa atılan mermi,
Hem de Ebabilin attığı oldum. 

Semud kavminin devesi ve yavrusu da benden,
İbrahim'in bıçağını kıran da benden. 

Anıtta benden oldu,
Kanıtta benden.

Evimden ettiler ev oldum.
Şeklimden ettiler,
Şah eser oldum. 

Oyuldum, 
Sıra sıra koyuldum. 
Cephede siper oldum.
Hep aynı olsam da,
Mezarda işaret oldum.  


Heyhat! Şükürler olsun,
Kâbe’de en değerli de oldum.

Taştım.
Ne de olsa taştım. 
Hepsine dayandım.

Göz de aldım, 
Can da aldım. 
Ama insanın aldığı sorumluluğu almadım.

Korktum.



Rahman ismiyle,
Üstüme çok yağmurlar oldu, 
Kahhar ismiyle,
Lut'a ve Pompei'ye benden doldu. 

Habil uyurken Kabil onu buldu,
Bir tanemle başına vurdu,
İlahi Adalet!
Şimdiye kadar her katil,
Bin tanemle kendi başına vurdu.   

Taştım.
Ne de olsa taştım.
Hepsine dayandım. 

Bereketimi akiğimdem,
Dua olsam geri çevrilmeyeceğimi piruzemden bilirler.
Necef(Dor) 'um hikayesini ise bilseler bile,
Kıymetini bilemezler. 
Bilselerdi zaten;
İncim'den sabrı,
Sedefim'den Kuddüs ismini öğrenirlerdi. 

Varsın bilinmesin,
Varsın öğrenilmesin,
Taşım.
Ne de olsa taşım.
Dayanırım.

Lakin
Gün olur üstüm üstümde kalmaz,
Kum olur denizlere akarım. 
Ve vazifem biter. 

Çünkü ben insanın aldığı sorumluluğu almadım. 
Korktum.

TURGAY URGUR


 

16 Mart 2017 Perşembe

ÇUVALDIZ (5)


Retorikten, cerbezeden, laga lugadan, sataşmadan ve istatistik çıkmazından uzak; rakam, arşiv ve tarihlerin kutsanmadığı, geçmişin ısıtılmadığı, şimdinin abartılmadığı, geleceğin ütopyalaştırılmadığı bir yazı olur inşallah.

Bu zamanda en zor işlerden birisi de yazmak. Çünkü konuşunca insanlar unutuyor lakin yazınca kimisi kinini, kimisi hırsını arttırıveriyor. Beğendiyse gülüp geçiyor, beğenmediyse dosta düşmana jurnalliyor.

Yandaş veya muhalif medya fark etmez. Sonuçta herkes patronuna hizmet ediyor. Aleyhte yazamaz. Çünkü işi o değil. Kapitalist sistemin en güzel yaptığı işlerden birisi ‘iş tanımıdır’. İş belli, karşılığında alınacak bellidir. Gazeteciliğin bu tanıma uymamasını beklemek ahmaklık olur. Satre; ‘Tümden aynı şeyleri düşünmenin ne anlamı var?’ diyordu. Şimdilerde yaşadıklarımızı anlatmak için ‘kutuplaşmak’ tabiri az kalır herhalde. Mesele şimdilerde Habil, Kabil cinsinden; lanet okunanla-kutsallaştırılan kabilinden, cennet ve cehennem zıtlığında arz-ı endam ediyor. Bu münasebetle de; TV’yi kurcalayan, bir iki farklı gazete köşesini okuyan birey önce bir idrak toslaması sonrasında ise hayretler vertigosu yaşıyor. Çünkü mevzular; dinden çıkmadan tutunda vatan hainliği veya yalakalıktan tutunda cahillik mesabesinde sunuluyor. Bitaraf olma şansı diye bir şey yok. Herkes bir kimliğe giydiriliyor. Ve bu ‘tarafgirlik’ salgını tavandan tabana ısrarla bulaştırılıyor. Yetmezmiş gibi  Arap Baharından ta şimdiki süreçlere kadar yaygınlaştırılmaya çalışılan bu ‘körebecilik’ son zamanlarda sınır dışlarına da taşınmaya başlıyor. Diplomasi ve hamaset beraber lans edilerek iç siyasete ayar dışarıya ise gayar veriliyor.  Pakistan’dan, Azebaycan’dan, Türkmenistan’dan, Avrupalı Türkler’den, Arap Şeyhlerinden bir ses bekleniyor.


Oysa, Türk insanı özellikle son 10 yıldır gerek içeride gerekse dışarıda gelişen olaylar için öncelikle ve ilkelikle Kurani ve Sünnete uygun bir çerçeve geliştirmeliydi. Yani olaylara ve kişilere bu perspektiften bakıp, ideoloji ve tarafgirlik yönlerini terk etmeliydi. Çünkü yeni yetişen gençlerimizin öncelikle bunu toplum dinamiklerinde görmesi gerekiyor. Yani Türk vatandaşları ülkemizin olaylara karşı gösterdiği tepkilerin ‘nedenlerini’ bilmelidir. En basit bir örnekle; Neden mültecileri alıyoruz? Neden Avrupa’ya karşı farklı bir duruş sergiliyoruz? Neden aynı gündemlere maruz kalıyoruz? Neden bize izlettirilenler bizden uzak toplumların artıklarıdır? Neden Üniversitesini bitirmiş bir genç iş bulamıyor? Madem bulamayacak neden başka alanlara yönlendirilmiyor?

Özetle, İslami yaşantı hayatlarımıza ‘şeklen’ değil, aynel yakin-ilmen yakin ve hakkal yakin boyutunda sunulmalıdır. Madem İslam’ın son kalesi Türkiye’dir, bu konuda ülkemizin örnek olmak gibi bir sorumluluğu vardır. Sağ merkezli mevcut iktidar bu konuyu ivedilikle gündemine almalıdır.   

Yoksa, özellikle Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildikten sonra sosyal, iş, ekonomi ve aile hayatları kapsamında beklentileri zirve yapan genç nüfusumuzu verimli ve korunaklı bir şekilde geleceğe taşıyamayabiliriz. Bunun gerçekleştirilememesi aynı zamanda Türkiye’nin hareketlerine göre pozisyon alan diğer İslam ülkeleri için de hayal kırıklığı olacaktır.     

turgay urgur

14 Mart 2017 Salı

gel

halimi sormaya,
halimden almaya,
halimden olmaya,
en iyisi halimden anlamaya.

gel ki! gitmesin hayaller,
gel ki! bitmeyelim.

zaman ve mekan terk ederken,
toprağım olmaya gel.
çorak, fark etmez,
benimle çürümeye razıysan gel.

11 Mart 2017 Cumartesi

BEYHUDE





Kadere fetva verdirmek derdindeyiz. Küstah isyanımız bundandır. İtaat dediğimiz şey kabullenmek ile başlar. Yani….Oldurulduğumuzu olduğumuz gibi kabul etmekle. Çünkü biz ‘Ol!’ denilendik. Yani yoktuk. İşin aslında, sözü daha da edebiyle söylersek; insanın kabul seçeneği bile yoktur.  Ancak şükür ve hamd gibi bir cevap hakkı vardır. Bu cevap hakkını kullanmak; var edilmeye olan saygının göstergesidir. Bu saygıyı göstermemek Maliki tanımamaktan başka bir şey değildir. (Mülk elinde bulunan Allah ne yücedir- Tebareke) Ki! şeytan işte tam da bunu yapmıştır. Bile bile tanımamak ise cehennemi bir azabı gerektirmektedir. Hiç tanımamanın karşılığı sonsuz bir cezayı hak etmektir.

Değişmenin, gelişmenin, ilerlemenin insana bakan yönü sadece irade ile olan kısmıdır. Lakin o da insana tercihleriyle birlikte sorumluluklarını da verir. Mesuliyeti, riski insana yükler. Yine de insanın şartlardan ve sonuçlardan şikâyet hakkı yoktur. Bu yüzden kişi elde edememeyi, kazanamamayı bir yenilgi olarak görmemelidir. Çünkü oldurmak insanın elinde değildir. Çünkü biz ‘Ol’ denilendik. İstediklerini elde ettiğinde de gururlanma hakkı yoktur. İnsan nimeti veren değil alandır. Bu bağlamda, her verilen güzel şey nimettir. 10 senelik bir çalışma sonucu parayla satın aldığımızı sandığımız bir ev bile kişinin değildir. Kum onun değil, demir onun değil, ağaç onun değildir. Onun olmadığı gibi hiçbir beşerin de değildir. Çünkü O’nun dışındaki her şey ‘Ol!’ denilendir. Bu nedenle insanın elinden gidenlere de üzülme hakkı yoktur. Zaten insan bu dünyaya hak almaya veya hak aramaya değil vazife için gelmiştir. Vazifenin büyüklüğü kolaylığındandır. Yüce Yaratıcının azameti karşısında Allahu ekber, yarattıklarının şaşkınlığı ile Sübhanallah ve şükür manasında Elhamdülilllah demek bu vazifenin özetidir.  

Kadere fetva verdirmek derdindeyiz. Değiştirebildiklerimiz ve etki edebildiklerimiz, zerre kadar müdahale edemediklerimiz ile kıyaslandığında hiç hükmündedir. Hurdebini bir hücreden ta kehkeşana kadar izleyici olmaktan başka bir gücümüz yoktur. Bu yüzden kainat insan için harika sanatlarla süslü bir temaşagahtan gayri değildir.  Kainatı izlemeyi öğrenmek ulvi bir maksattır. (De ki: O sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve kalpler verendir.- Tebareke) Misaller ve meseleler mudakkik bir idrak ile anlaşılabilir. İnsan başını kaldırıp göğe, güneşe, bulutlara ve gece ile gündüze bakmalıdır. Görmek inanmaya kapı açacaktır. Bu kapıdan giren yolcu önce hayretler içinde kalacak ve sonrasında kendi varlığının vazifelerini bulmaya çalışacaktır. Bu vazifenin en birincisi ibadettir. Hak yolunda yapılan her çalışma ibadet olacağından, insan çalışmalarında niyetini güzel tutmakla mesuldür. Bu öyle güzel ve bereketli mesuliyettir ki! insana az bir dünyalık çalışma ile sonsuz bir cenneti kazandırır. Ve insan tüm bu izlemeler, şükürler ve çalışmalar neticesinde kadere rıza ile güzel bir iradenin bir birine olan Rahimine, Alimene bağını görür. Ya Kadir isminin burçlarına çıkar, çıktığı yerden tekrar ve tekrar hem kainata hem de kendine bakar. Beyhudelikten kurtulup, kulluğun beyzadeliğine yükseltilir.

Selam ve dua ve şükür ile,


Turgay URGUR

Sen sen

Ellerin kınalansın,
Gün doğar senin için, gün batar senin için.

Dillerin şerbetlensin,
Gülüş sendedir, sohbet sendedir.

Değmesin gözüne keder yaşı,
Umut sendendir, hayal sendendir.

Tütsün ocağın,
Aşk seninle,  meşk seninle.

Eğilmesin başın,
Duam senin için, gayretim senin için.

Hayırlı olsun ömrün,
Yaşamak senin yanında, ölmek senin yanında.


(coton serisi)

turgay urgur 


9 Mart 2017 Perşembe

Ah İnsanlık!


(Yazının dizgisindeki konu tutarsızlığı için lütfen bağışlayın. İbadetin, ticaretin, iletişimin, barınmanın ruhlarımızı bulamaç ettiği bir zamanda; insan sadece bir konuya odaklanamıyor. Çünkü her şeyi- hep birlikte ve ne yazık ki herkesle yaşama isteğimiz bizleri bu hale getirdi.)

En yüksek tepelere Tv, radyo, gsm vericilerini koyduk.  Ezan okumak için minareye çıkmaya gerek kalmayınca, minareler gsm vericilerine kiralanır oldu. Farkında olmadan hepsini ruh dünyalarımızın da baş taçları yapmışız. 

Düşünsenize…… akşam eve gidiyoruz, hal ve hatırdan önce kumandanın yerini soruyoruz. Ve Tv çekmiyor, internet yok, telefon operatörleri çalışmıyor. Adeta aç ve susuz kalmış gibi feryat ediyoruz.  Ölüyoruz. Çünkü günlük belirli dozaj iletişim sunusu almaya alıştırıldık.

Ve kimse. Ve hiçbir kurum bu hali konuşmuyor. Bu gidişatın aksine olumlu yönde adım atmıyor.
Eskiden evler, binalar minarelerin boyunu geçmezdi.  Şehrin girişinden Müslüman memleketi olduğumuz belli olurdu. Şimdi hepsi de minarelerle denk oldu. Bankalar en güzel köşeleri aldı. Ezan ve sela sesleri ara sokaklarda kendilerine mekan ve soluk  arar oldu. Binalar yükselirken, kültürümüz çökmüş. Toprağın bu kadar bol olduğu bir ülkede kendimizi apartmanlara sıkıştırdık. Bahçeli evimiz yok, ya merdiven çıkıyoruz ya da 6 basamaktan sonra (madem asansör var, düz ayaktan başlaması gerekmez mi?) asansör kullanıp bilmem kaç metre kare dairemize çıkıyoruz. Kapı zillerinde ev değil daire numaramız yazıyor. Koskoca binada 1 ya da 2 kişiyle gidip geliyoruz. Allah aşkına hangi toplu konut kültürümüzden bir şeyleri yaşatıyor? Otopark sorunumuz yine var. Çocuk parklarımız yok. Kafamızı dinleyebileceğimiz 2 bankın olduğu yerler bile kalmadı. Bu kadar sıkışıklıktan sonra yine hep beraber toplum olarak akşamı veya hafta sonunu başka bir sıkışıklık olan AVM’de geçiyoruz. Paramız varsa harcıyoruz, yoksa harcayanlara bakıp teori geliştiriyoruz. Özgürce(!) raflardaki ürünlere dokunuyor, vitrinleri taciz ediyoruz. Yeni sezonun, indirimlerin ve diğer AVM etiklerinin beyin jimnastiğini yapıyoruz.  Aklımızın bir köşesinde de baktıklarımızı internetten alabileceğimizin senaryolarını tekrar ve tekrar canlandırıyoruz.  Bu kadar kalabalığın arasına bodrumdaki mescit tabelalı odada öğle ve ikindi namazlarını da sıkıştırıveriyoruz.  Bodrum kattaki bu ımzık ımzık rutubet kokan oda inancımızı devşirdiğimiz noktayı da gayet iyi gösteriyor.

 Ve kimse. Ve hiçbir kurum bu hali konuşmuyor. Bu gidişatın aksine olumlu yönde adım atmıyor.

Böyle bir hayatta yaşadığımızı sanıyoruz oysa her gün eriyoruz.

Geçmişimizle övünüyoruz.

İhtiyaç hasıl olduğunda kelamdan, sünnetten düstur çıkarıyoruz.

Neredeyse yaptığımız her şey: ‘öylesine’

Öylesine ibadet. Öylesine ilim tahsili. Öylesine eğlenme. Öylesine çalışma. Öylesine konuşma. 24 saat biterken gelecekten de gün çaldığımızın farkına varmıyoruz.

Boşluktayız.

Her türlü değerin bin bir türlü bahaneyle içi boşaltıldı. Herkes bu iç boşaltmada büyük bir istikrarla katkıda bulundu.

Tüketirken boşalttık. Tüketmek için çalıştık, çalışmak için tükettik. Tarih olarak en güzel ‘hesap kesim tarihlerimizi’ belledik. Ödenen her fatura insanlıktan ve medeniyetten aldıklarımızın karşılığıydı. Kdv’sine, Ötv’sine, Ek kesintilerine varıncaya kadar ödedik. Ödedikçe hayatta kalmak için umut depoladık. Yaşamanın bedeli ‘30 günün muhasebesini yapabilmekten’ geçer oldu. Doğum ve ölüm sadece Yüce Yaratıcının elindeyken, sigortalandıkça sigortalandık.
Uyuşukluk salgın oldu. Ekranda uyukladık. Derste. Camide. Ev gezmesinde uyukladık. Çünkü ruhun pervasızlığına ve doymazlığına bedenin ancak belirli bir noktaya kadar tahammülü vardı.
Ne okuldaki dersin ne de camideki vaazın insanlar üzerinde etkisi kaldı. İyi bir kitabın, çok değerli bir yazarın, sağlam bir mefkurenin de etkisi yok. Hayatı sloganlarla yaşar olduk. Bizden istenen taraf olmamızdı. Bizden istenen sisteme boyun eğmemizdi. Konuşma hakkı sahip olunan parayla doğru orantılı olarak çalıştırılıyordu. İnsanın Avm’de bozuk parayla çalışan oyuncaktan farkı kalmamıştı. Troller ekran kuklalarına parayı basıyordu ve konuşturuyorlardı. Gazeteler parayı alıyorlar ve yazıyorlardı. Ve insan parayı basıp, istediği kanalı izliyor, istediği gazeteyi alıyordu. Özgürlük feysbuktaki beğenide kaldı. Beğenmek ve beğenmemekte özgürdük. Ve insan başkalarının profillerine baktıkça kendisine yeni kimlikler yakıştırdı, yeni kimlikleri üstünde denedi, çıkardı çıkardı giydi. Başkası yiyorsa o da yemeli, geziyorsa o da gezmeliydi. 

Pe ki bu duruma okuldaki öğretmen, evdeki baba, camideki imam, Ankara’daki bakan ne yaptı? İzledi. İzledi. İzledi. Dizi gibi, youtube paylaşımı gibi izledi. Bazen kısa kısa yorum yaptı, tweet attı, beğendi ya da simge koydu.




4 Mart 2017 Cumartesi

İtiraf

Düşmezdim fikir bataklığına,
Sancıların makul olsaydı,
Ya da acıların anlaşılır,
Veya varlığın tarif edilebilir.

Kanmazdım kendi yalanlarıma,
Sözlerin teselli olsaydı,
Ya da gözlerin inandırıcı,
Veya gülüşün gelecek vaat eden.

Yanmazdım yokluğuna,
İçseydim aşk şarabındani
Ya da dinlensem dizlerinde,
Veya ölsem kucağında.

(coton serisi)
turgay urgur

2 Mart 2017 Perşembe

AR


Hem var hem dar,
İkisinde de ‘ar’ var.
‘Yar’da,
‘Kar’da,
‘Sar’da,
‘Har’da,
‘Nar’da
Hep ar var.

Yani varlık ve darlıkta,
Saran yarda,
Dost ile harda,
Aşk ile yanan narda,
Şu dünyanın türlü türlü karında hep ar var.
Çıkarmayalım hayatımızdan,
Zarda bile ar var. 

(Kar: kazanç manasında)
har:tartışıp çekişme

TURGAY URGUR

S. Bahçeli'ye

Sayın Devlet Bahçeli,

Ülkemizin geleceği adına almış olduğunuz karar için teşekkür ederim.

İyi ki sizin gibi ülke sevdalısı liderlerimiz var. Allah razı olsun.

TURGAY URGUR

1 Mart 2017 Çarşamba

Felç 9

Zamandan kutsal metin,
Sözcüden bilimsel doktrin,
Hürriyetten ise ‘istibdad’ ile.
Mübhem bir demokrasi çıkarrtılar.

Hem Hocalıya lanet okuduk,
Hem de savaştan kaçan Suriyeli’ye.
Bize sıra gelmeyecek derken,
Mülhem bir inanç ile avunduk.

Geçim derdi, seçim derdi oldu.
Seçmek için nelerden geçmedik?
En ucuz et, insan beyni oldu.
O da çokluğundan ziyan oldu.

‘Def’ oldan, defoluya kadar çeşit çeşit düşünce,
Ekran ekran kusuldu.
Ne din kaldı pazarlanmadık!
Ne bal, ne viagra ne de kadın.
Hepsi bir arada olunca,
Sandık ki aldanmadık.
Sanarken dilimiz ‘ahlak’ andı,
Kanarken kişiliksizliğe ruh yandı.  

Almasak da izledik,
Satmasak da bizledik.
İlişkiler  hafta hafta biterken feysbukta,
Ne bilir - kişiliğimiz bitti,
Ne de itiş kakışımız,
İradenin de idaresi bitti,
İrade kavşaklarında başladı yavşaklığa akışımız.
Hırs ile dostluktan,
Tırıs tırıs edepten geçtik.
Vardık bir çöplüğe,
Sağ bizden, sol bizden.
Çürüyünce fark göremedik,
Ar bizden,  arsızlık bizden.
Kargalara bayram,
Tilkilere ziyafet oldu.
Et bizden, ot bizden, bok bizden.
Hep kullanıldık, çok kullanıldık,
Yine de; son kullanım tarihimiz geçti,
İnsanlığımız murdar oldu.
Çok şükür ardımızdan gelenler var,
Üstümüze toprak vacip oldu.


ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...