30 Aralık 2015 Çarşamba

Toplumdan topluluğa


“Toplum, insanı etkileyen gerçek ilişkiler bütünüdür.” diyor Wikipedia. 

İnsanlar toplum olmak için zaman tünelinde müthiş bir mücadele verirler. Karakterlerini, inançlarını, bilgilerini, hayallerini yani kendilerinden olan ne varsa ortaya koyarlar. Neticesinde Devlet, Millet, Vatan ve Bayrak oluşur.
Bu bağlamda toplum; ağır bir mefkurenin, çoklu bir katılımın hülasasıdır.

Toplum olmakla kazanılan davranışlar insanın bedenini, yaşamını, yemesini, sokağını, evini bir şekle sokar.

Ütopik eserlerin ana konusunu toplum oluşturur. More, Campanella, Bacon, Plato, Farabi ütopyalarında ‘özlenen ideal’ toplumu anlatırlar.

Farabi’ye göre yönetici erdemli olmalıdır. Ince düşünceli, nazik ve kendini geliştirmeye meyilli olmalıdır. Kendisini eğlenceye ve boş işlere vermemelidir.

Bacon’ın ütopyasında bilimin ve teknik gelişmelerin insanların hayatlarını nasıl şekillendireceği üzerinde durulur. Sağlıklı ve kültürlü bir toplum hedeflenir. Toplumu bir bilim kurulu yönetir. Bu bilim kurulu olayların sebeplerini ve gizli nedenlerini öğrenmeye çalışır. Planlı bilimi ve eyleme geçen insanı anlatır. Skolastik düşüncenin soyut kavram türbülansından çıkar ve bunun yerine doğayı tanımak için yapılması gereken deneyci mantığı yerleştirir. Yararlılık mantığının gelişmesi bilimlerin gerçek yerini bulmakta fayda sağlamıştır.

Dünyanın her yerinde yoktur ama sağlam medeniyetlerin kurulduğu yerleşim alanları mutlaka vardır. Mimarisinden, sokak ahlakından, havasından ve size verdiklerinden tatmin olduğunuz yerler mutlaka vardır. Ben onlara 'düşünülmüş' şehirler diyorum. O şehirlerde doğa ve hayaller inatlaşmamıştır. Bilakis birbirlerine yuva olmuşlardır. 

Ütopyaların derin mağaralarının yerini bugün geniş merkezi şehir kütüphaneleri almalıydı. İnsan, Bediüzzamanın çıktığı gibi 'medeniyetinin hayalini kurmak' için yüksek tepelere çıkmalıydı. Ve bugün insanlığın kaç yaşında olduğunu değil, yapacaklarımızı konuşmalıydık. Bu bağlamda şehrin de, sokağın da, evin de merkezinde hep insan olmalıydı.Pencere insana göre tasarlanmalıydı çünkü insan güneşsiz yaşayamaz. Her ne kadar doğal gaz ile ısınsak da bir köşede sobaya ve hatta ocağa yer olmalıydı. Otopark kadar bahçe de zorunlu, misafir odası kadar da bir evde kütüphane gönüllü olmalıydı.

 İşin teorisi yazıldı. Konuşuldu. Bu zamanın insanlarına sadece uygulamak kaldı. Kalmıştı. 

İnsanların ihtiyacı olan doğru ortamlardır. Okulun ulaşılabilir, eğlenceli ve rahat bir kütüphaneye ihtiyacı var. İhtiyarların arkadaşlarıyla sohbet edebilecekleri sakin ve nezih  park ve bahçelere ihtiyacı var. Ticaretle uğraşanların temiz, maliyeti ucuz, modern çarşılara ihtiyacı var. Ailelerin geçim kaygısından kurtulmuş huzurlu olduğu evlere ihtiyacı var. 

Geldiğimiz nokta toplumdan topluluğa düşüştür.

Gündelik rutinlerin dişlilerinde medeniyet karakterlerimiz ufalandı. Tüketmek için çalışır ve yaşar hale geldik. 

Bu mantıkla şehirlerimizi, sanatlarımızı, zanaatlarımızı, değerlerimizi yitirdik. Sokağın kirliliği kimseyi rahatsız etmeyebiliyor. Konuşulanın, yazılanın toplumsal düşüncede bir mihengi yok. Bu yüzden düşünceyi konuşamıyoruz. Sosyal çevremizi, yaşadığımız ortamı işlevsel bir alana dönüştüremiyoruz. Böyle bir ortamda çocuk parklarını görememeniz, engelli vatandaşları camiden dışlamanız(camilerin mimarisi engelli vatandaşlarımızı dışlamıştır.) ve herkesin varlığına saygı duyulmaması gayet olasıdır. İsrafın normal olması, yolsuzluğun sıradanlaşması gayet olasıdır.


Sonuç olarak siyasilerin ülkeyi değil de insanları yönettiği bir sistemle karşılaşırız. Toplum mühendisliği her çağın insanına göre çok hızlı bir şekilde geliştiriliyor. Son 2-3 yılda ülkemizde ve bölgemizde yaşananları gözümüzün önüne getirdiğimizde konu daha da iyi anlaşılacaktır.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...