İnsanlar toplum olmak için zaman
tünelinde müthiş bir mücadele verirler. Karakterlerini, inançlarını,
bilgilerini, hayallerini yani kendilerinden olan ne varsa ortaya koyarlar.
Neticesinde Devlet, Millet, Vatan ve Bayrak oluşur.
Bu bağlamda
toplum; ağır bir mefkurenin, çoklu bir katılımın hülasasıdır.
Toplum olmakla
kazanılan davranışlar insanın bedenini, yaşamını, yemesini, sokağını, evini bir
şekle sokar.
Ütopik
eserlerin ana konusunu toplum oluşturur. More, Campanella, Bacon, Plato, Farabi
ütopyalarında ‘özlenen ideal’ toplumu anlatırlar.
Farabi’ye göre
yönetici erdemli olmalıdır. Ince düşünceli, nazik ve kendini geliştirmeye
meyilli olmalıdır. Kendisini eğlenceye ve boş işlere vermemelidir.
Bacon’ın
ütopyasında bilimin ve teknik gelişmelerin insanların hayatlarını nasıl
şekillendireceği üzerinde durulur. Sağlıklı ve kültürlü bir toplum hedeflenir.
Toplumu bir bilim kurulu yönetir. Bu bilim kurulu olayların sebeplerini ve
gizli nedenlerini öğrenmeye çalışır. Planlı bilimi ve eyleme geçen insanı
anlatır. Skolastik düşüncenin soyut kavram türbülansından çıkar ve bunun yerine
doğayı tanımak için yapılması gereken deneyci mantığı yerleştirir. Yararlılık
mantığının gelişmesi bilimlerin gerçek yerini bulmakta fayda sağlamıştır.
Dünyanın her
yerinde yoktur ama sağlam medeniyetlerin kurulduğu yerleşim alanları mutlaka
vardır. Mimarisinden, sokak ahlakından, havasından ve size verdiklerinden
tatmin olduğunuz yerler mutlaka vardır. Ben onlara 'düşünülmüş' şehirler diyorum. O şehirlerde doğa ve hayaller inatlaşmamıştır. Bilakis birbirlerine yuva olmuşlardır.
Ütopyaların
derin mağaralarının yerini bugün geniş merkezi şehir kütüphaneleri almalıydı.
İnsan, Bediüzzamanın çıktığı gibi 'medeniyetinin hayalini kurmak' için yüksek tepelere
çıkmalıydı. Ve bugün insanlığın kaç yaşında olduğunu değil, yapacaklarımızı
konuşmalıydık. Bu bağlamda şehrin de, sokağın da, evin de merkezinde hep insan olmalıydı.Pencere insana göre tasarlanmalıydı çünkü insan güneşsiz yaşayamaz. Her ne kadar doğal gaz ile ısınsak da bir köşede sobaya ve hatta ocağa yer olmalıydı. Otopark kadar bahçe de zorunlu, misafir odası kadar da bir evde kütüphane gönüllü olmalıydı.
İşin teorisi yazıldı. Konuşuldu. Bu zamanın
insanlarına sadece uygulamak kaldı. Kalmıştı.
İnsanların ihtiyacı olan
doğru ortamlardır. Okulun ulaşılabilir, eğlenceli ve rahat bir kütüphaneye
ihtiyacı var. İhtiyarların arkadaşlarıyla sohbet edebilecekleri sakin ve
nezih park ve bahçelere ihtiyacı var.
Ticaretle uğraşanların temiz, maliyeti ucuz, modern çarşılara ihtiyacı var.
Ailelerin geçim kaygısından kurtulmuş huzurlu olduğu evlere ihtiyacı var.
Geldiğimiz nokta
toplumdan topluluğa düşüştür.
Gündelik rutinlerin
dişlilerinde medeniyet karakterlerimiz ufalandı. Tüketmek için çalışır ve yaşar
hale geldik.
Bu mantıkla şehirlerimizi, sanatlarımızı, zanaatlarımızı, değerlerimizi
yitirdik. Sokağın kirliliği kimseyi rahatsız etmeyebiliyor. Konuşulanın,
yazılanın toplumsal düşüncede bir mihengi yok. Bu yüzden düşünceyi
konuşamıyoruz. Sosyal çevremizi, yaşadığımız ortamı işlevsel bir alana
dönüştüremiyoruz. Böyle bir ortamda çocuk parklarını görememeniz, engelli
vatandaşları camiden dışlamanız(camilerin mimarisi engelli vatandaşlarımızı
dışlamıştır.) ve herkesin varlığına saygı duyulmaması gayet olasıdır. İsrafın normal
olması, yolsuzluğun sıradanlaşması gayet olasıdır.
Sonuç olarak siyasilerin
ülkeyi değil de insanları yönettiği bir sistemle karşılaşırız. Toplum mühendisliği
her çağın insanına göre çok hızlı bir şekilde geliştiriliyor. Son 2-3 yılda
ülkemizde ve bölgemizde yaşananları gözümüzün önüne getirdiğimizde konu daha da
iyi anlaşılacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder