20 Aralık 2015 Pazar

'Şekil' olarak Müslümanlık (1)


Dini konularda ehil olduğunu iddia eden birisinin edebiyat, felsefe, psikoloji, halka ilişkiler bilmemesini Müslümanlığına bağlayamayız ki! zaten Cuma günü camiyi dolduran kendi işlerinde mahir insanların ekser çoğunluğu da yazılı olarak ne Kuran ne de Hadis konularında çocukluk yıllarında ezberlediklerinin dışında bir şey bilmiyorlardır. Çünkü mesele aslında medeniyet ve kültür meselesidir. İkisinin canlılığının devam ettirilmesidir.

(lafım kendime- Benim gibi hiç birisini bilmeyip de eleştirenler de ıslah olur inş.)

Sonrasında ise Yusuf İslam’ın “Eğer islam’ı Kuran’dan değilde Müslümanlardan öğrenseydim, eğer Kuran’dan önce Müslümanları tanısaydım asla Müslüman olmazdım.” Tespitiyle karşı karşıya kalıyoruz. İddia çok büyük kapsamlı ve doğrudan tüm ‘Müslümanım’ diyenleri ilgilendiriyor. Yani Yusuf İslam diyor ki! Kuranda anlatılanları ve Hz. Peygamberin anlattıklarını yaşayan yok diyor. Lafı; boşuna inanıyorsunuz, inanıyor gibi yapıyorsunuz çünkü kendinizi kandırıyorsunuz demeye getiriyor. Henüz birileri çıkıp da Yusuf İslam’a cevap vermedi. Cevabın uzaması ayrı bir acizlik ve üstüne almazlık. Camilerin tuvalet ve şadırvanlarının temizliğinin vebalini üzerine almayan diyanet işlerinin de bir cevap için kaygılandığını düşünmüyorum.

Neuzibillah, Hristiyan veya Yahudi olsaydık da büyük bir olasılıkla sokaklarımız yine medeniyetten uzak, adalet mekanizmamız işlemez, teknoloji seviyemiz de aynı yerlerde olacaktı. Çünkü hayatta önceliğimiz Kitabın kullardan bekledikleri ve son İlahi mesajın doğru uygulanması yönünde değil. Önceliği acımasızlaştırılmış hayat kurgusunda bir üst seviyeye, rahat tura geçmek üzerine bağlanmış durumdayız. Bu yüzden istekler son bulmuyor. Bir evden diğerine, bir arabadan diğerine, bir telefondan diğerine geçişler hayatın edinilmiş ve öğretilmiş alışkanlığa dönüştürülüyor. Şu anda çoğu insanın en iyi yaptığı şey: sahip olduğunun bir üstünün özelliklerini tanımak, tanımaya çalışmak. Bu tür bir topluluğun kalıcı ve iddialı bir medeniyet hayali kurması çocukçadır.

Tevatür, Müslüman kimliğinin oluşmasında ısrarla en etkin ve kısa yol olarak kullanılıyor. Kişi kaç yaşına gelirse gelsin din hakkında öğrendiklerini yazılı kaynaklardan öğrenmiyor. Aile içindeki dini eğitim de, okulda devam ettirilen de, cami de anlatılanda tevatür merkezli. Öğretiyi ve öğrenme yöntemini yazılı bir sistem üzerine kurmuyoruz. Ders adına(pozitif bilimler), akademik kariyer adına yapılanlar baştan sona yazıya dayalı bir sistemle değerlendiriliyor. Lakin bugün, bu çağda bile hala insanların İslamiyet’i kitaptan öğrenmelerine yönelik bir mantık yok. Ki! Peygamber Efendimizden sonra bile sahabeler Kuran ve Hadis’i yorumlamak için İsrailiyyat’a (İsrailliye kelimesinin çoğuludur) müracaat gereksinimi duymuşlardı. Bediüzzamanın ‘Muhakemat’ isimli eseri mevzu ile ilgili detaylı bilgi vermektedir.

Tevatürün oluşturduğu mümbit sahayı en iyi cemaatler kullandı. Sohbet şekilleri, insanlara ulaşma ve toplumla bağda bu vicdani IQ ön planda oldu. Sonuna kadar kullanıldı ve kullanılıyor. Öncelikle ‘şekil Müslümanının’ ihtiyaçları belirlendi. İnsanların içinde gerçeği ile çapraz çalışan ikinci bir mono vicdan oluşturuldu. Böylece içeride ve dışarıda farklı davranabilen bireyler oluştu. Kişinin hayatına sonradan giren konuşma ve dinlemeler sorgulanmak için asıl vicdana, kişinin eylemleri ise ikinci yapay vicdana gönderildi. Bu yüzden haklı olarak kişi anlatılanlarda vicdani olarak bir yanlış göremedi. Eylemler ise diğer yapay vicdana gönderildiği için orada da sıkıntı oluşmaz oldu. Bunların neticesinde bankacılık, tesettür, faiz, kılık-kıyafet, devletin yapısı, bireylerle ilişkiler gibi konularda ikili bir yapı oluşturuldu. Bu konular bireyin en mahreminden toplumun en genel geçer konularına kadar uzanıyordu. Doğrudan hayatı ilgilendiren bu konularda ikinci oluşturulan vicdanın IQ’su (suni olarak şişirildiği için) baskın geldi. Çünkü bu vicdan sadece bir kişinin değil tümden bir grubun tek-tip vicdanıydı. Hayatı boyunca tüm öğrendiklerini sözel gelenekten edinmiş kişi(ler) cemaat toplantılarındaki yeni duydukları her şeyi direkt olarak kabul etti. Çünkü başkaları da öyle yapıyordu.

Bireyin grup içinde eritilmesi mantığı sadece cemaatlerde değil tüm diğer sivil toplum örgütlerinde de işletildi. Zamanla bürokrasi, devlet daireleri ve insanın olduğu her yer aynı salgına maruz kaldı. Lider konuştuğuna göre sorumluluk da ondaydı. Ortada bir hata varsa suç sisteme atılabilirdi.

Gerek sosyal hayatının tüm evrelerinde, gerekse dini yaşantısında bu şekilciliğe maruz kalan insan; düşünce ufkunu daralttıkça daralttı. Çok rahat etmek için en az sorumluluğu almak gerekiyordu. Bilmenin getireceği sorumluluktan kurtulmanın yolu ise şekillere bürünmekten geçiyordu. Netice olarak bir insanda her ortama göre değişen yansıma karakterler gelişti.

(devam edecek)     

      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...