27 Ekim 2020 Salı

Hayat kısa

 40'ından sonra çok söyleyeceğiniz 2 veya 3 tane kısa cümle varsa sanırım en çok söyleneni 'hayat kısa' olurdu. 

Hatta bu arada, bu kısalıkta diğer ikisini de epey bir merak ederdik.

En koyu muhabbetlerin, en ateşli tartışmaların ve en derin mütaalaların değişmez çıkarımı: hayat kısa'dır.  

O kadar bilindik bir kısalığı var ki insanlık; ırk, cins, dil, din ayırt etmeksizin bu kısalığı kabul ediyor. Belki de herkesin üzerinde ittifak ettiği tek konu bu kısalıktır.  

Güzelliğin, zenginliğin, gücün kontrolü de yine bu kısalığın elinde. 

En acısı ise bu kısalığın 'hayatı' anlamak ve anlamlandırmak için de olabildiğince kısa oluşu. Biraz iyimser olursak yetmeyişi. Evet hayat kimseye yetmiyor. Ölüm çoğumuz için çok erken. Hayata doydum, sürur ile bitiriyorum diyen kaç kişiyi tanıyorsunuz? 

Küstüklerinle barışmak, hatalardan tamamen arınmak, büyük heyecanlarla işe yeniden koyulmak için hayat fazlasıyla kısa. Bir meslek bir hayata fazla geliyor, çok para kazanmayı hedefleseniz  planlar için bir ömür yetmiyor. Çocuğunu görsen torununu 'eh işte'. 

O kadar kısa ki! Her kitabı okuyamazsın, her yere gidemezsin, her şeyi tadamazsın. Çok sevsende her filmi izleyemezsin. 

Ve anlat deseler: 42 yılı iyi ihtimalle 3-4 saate sığdırırsın. Çünkü hayat kısadır. 

Her düşü kuramazsın. 

Bu aslında garip bir kısalıktır. Kin, nefret ve hırs yüzünden bu kısalık fark edilmez. Fark edilmediği gibi kısalık adeta hiç bitmeyecek bir uzunluğa dönüşür. Kötü huylar (yalan olan) uzunluğu kışkırtır, uzunluk kışkırdıkça kötü huylar depreşir. Depreşir. Bir de bakarsın bu hengamede zaten kısa olan hayat bitmiş. 

Ve gün gelir kimsesizliğe yol alırsın.    

Ardıma bakıyorum. İnanın bitmiş hayatlardan başka bir şey görmüyorum. Her canlı ölümü tattığı gibi her canlı unutuluyor. 

Ve yıllar sonra şunu fark ediyorum aslında 'ümit' dediğimiz gelecekle ilgili olan bir şey değil sadece şimdiyi elimizde tutmaya yarayan  tercihli bir aldanma. Çünkü insan gelecekten korkuyor, çünkü gelecek garanti değil. Hal böyle iken insan faniliğe sarılmayı, onunla yemeği-içmeyi, onunla gününü gün etmeyi seviyor. Ya da onunla kısa bir süreliğine oynaşıyor. Kimi zaman nefsini, çoğu zaman ise iradesini ona bırakıyor. Böylece rahatlıyor.     

Harbiden 40'ından sonra 'hayat kısa'dan gayri dillendirdiğimiz diğer cümleler neydi? 

Müslüm Baba bakın vefatından az bir süre önce ne demiş? 'Hayat kısaydı ama güzeldi.' 

(devam edecek...)

Turgay URGUR

Büyük evler ve büyük salonlar. İhtiyacımız olmayan şeyler. Pahalı yemekler, kısa süre sonra atılan ne varsa hepsi. Yani seni düşündürmeyen her şey. Ya da seni ağlatmayan her şey. Kısalıktaki etkisinden dolayı değil, kıymetsizliğinden dolayı dikkate alınmamalıydı. Düşünmek ne kadar insani ise, ağlayabilmek de o kadar kul olabilmekle ilgili. Hayatın kısalığına en çok ağlamak yakışırdı. Sevgili Peygamberin hüznü, Kerbala'nın çilesi, her şehidin ölme gayesi herkesi fazlasıyla ağlatabilecek güçte. Bu bağlamda ağlamak zayıflık hiç değil. Belki de en güzel dua: ağlayabilmek. Anneler bilgeliğinden ağlıyor. O'nun gördüklerini görsek az güler çok ağlardık değil mi? Aşkın dili olsaydı ağlamayı seçerdi.     

'Saygı duymak(?).' Ne güzel cümleler kurulmuş. Bunlardan bir tanesi de 'saygı duymak'. Başkalarının fikrine ve haklarına saygı duyman beklenir. Trafikteki sen dışındakilere, ekmek sırasındakilere, komşuna  saygın duymalısındır. Daha da gelişmişi: 'Fikirlerime katılmasan da saygı duymalısın.' İddaialı bir cümledir bu: Fikirlerime katılmasan da saygı duymalısın. Evet kesinlikle saygı duyulmalıdır. Keşke buna kendi hayatına saygı duymak da eklenseydi. Mesela bu kısalıkta 'sonsuz bir hayat' ne kadar ve ne çeşit bir saygıyı HAK ediyor? Geri kalan ömürler bu saygının hakkını vermek için kafi mi? Ruhuma saygı duymak istiyorum, bana verilen hayata saygı duymak istiyorum. Ama bu nasıl olacak bilmiyorum. Tek bildiğim bir an önce öğrensem iyi olacak.      

'Geçmişine aldırmamak'. Sanırım bu nokta en iyi başlangıçlardan birisidir. Geçmişine aldırmama noktası. Geçmişin insanı yönetme gücü vardır. (Kişinin ruh geçmişinden bahsediyorum.-Tarih değil)Ve geçmiş bu gücünü özellikle seni kendisine çekmek için kullanır. Ve ila rabbike ferğab-Ve ancak Rabbinden ümit et, hep O'na doğrul!(İnşirah) İnşirah'ların verdiği ferahlıkta her daim ruhuma geçmişime aldırmamayı telkin ettim. Ve (utanarak söylüyorum) bugün anlamını mütemadiyen unutsamda İnşirah'ı her duyuşumda gönlüm o ferahlığı buldu. Çünkü cehaletimize de acınıyor. Yabancı diziyi anlama gayreti İlahi mesajı anlamaya yöneltilemedi. 

Ne de güzel tirtler masalara konuldu. O tirtlere söz verildi. Güneşi bilen ama güneşin Sahibini tanımayan tirtler. 'İnsan haklarını' okuyan insanın asli vazifesini bilmeyen tirtler. Tirtler de hayatı uzatmıyor. Lakin bir tirt uğruna bir ömür veriliyor. Hakk'ı biliyorsa verilsin.      

Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. (Lokman Suresi) 

Ayetlerden önce 'İnsan ne ile yaşar?(Tolstoy) 'da hayatı aramak hayatı daha da kısaltıyor. Hele hele aynı gazetenin benzer sütunlarında ideoloji perçinlemek bu kısalığı bir de sabit fikirle çekilmeze dönüştürüyor. Sonrasında insan slogan vari minik ezberler geliştiriyor. Bu ezberlerle tesbih çekmeye başlıyor. Gün geliyor ezberler için kan dökülüyor. Başka bir gün geliyor bir zamanlar kan dökenler aynı TV programında yine matbu ezberlerle güle oynaya mesai dolduruyor. Zihniyet aynı format farklı. Lakin hayat yine her zamanki kısalığında. Ve nihayetinde 'bu' kısalığa 'izlemek' illüzyonu ekleniyor. Bize sunulan en büyük(!) özgürlüklerin birisi hiç şüphesiz izleme özgürlüğü.    

Bu kısalıkta rahmetli annene, geçen sene kaybettiğin kardeşine, tanıyıp da göçen kimlerin varsa hiç birisine mütekabiliyet içeren bir selam gönderemezsin. Çünkü kısalık gibi bu kısalık müddetince verilenlerin hepsi de birer emanettir. Saygı bir emanettir, sevmek bir emanettir. Uzatıp da yazımı kısaltmayayım. Maddi ve manevi ne varsa emanettir. Sanırım bundan mütevellit Allah ayette anaya, babaya iyi davranmayı emreder. Sanırım bundan dolayı emanetimi Bana satın der. Karşılığında size sonsuz bir hayat vereyim der. Yani kısalık Rahmet ve Rahimiyet ile ebediye dönüşür. Sakın dünya hayatı bizi aldatmasın.(bkz Lokman) 

Bu kısalıkta neler dillenmedi ki? Ralph Waldo Emerson hayatın 'karşı konulmaz yazgısının' doğru olduğu kabul etti. Kader için gerçektir dedi ama yine de bireyin öneminden ve kişiliğin gücünden bahsetti. Oysa biz Müslümanlar kadere inanalı ve zerre miktar iyilik ve zerre miktar kötülükten sorumlu olduğumuzu bileli 14 asır olmuştu. Medeniyet bize bu kısalıkta ne öğretebilirdi ki? Biz öğrenmedik, iman ettik.    

Bu asrın çocuklarına ise Allah'ın izni ile kader risalesindeki şu girişi okumak nasip oldu: 

Kader ve cüz-ü ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüzlerindendir. Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir. Yani, mü’min, herşeyi, hattâ fiilini, nefsini Cenâb-ı Hakka vere vere, tâ nihayette teklif ve mes’uliyetten kurtulmamak için, cüz-ü ihtiyarî önüne çıkıyor; ona “Mes’ul ve mükellefsin” der. Sonra, ondan sudur eden iyilikler ve kemâlâtla mağrur olmamak için, kader karşısına geliyor; der: “Haddini bil, yapan sen değilsin.”

O gün Emerson sadece bu girişi okusa düşünmekten vazgeçerdi. Çünkü hayat kısaydı. Lafı uzatmaya gerek yoktu. Bakınız devamında Emerson ne dedi: kaderin bizzat kendisinin sınırları olduğunu söyledi ve ekledi: Dünyayı hareket ettiren başka bir kuvvet var. Buna da 'güç' dedi. Düşüncenin vardığı son nokta: işin işinden çıkamadığında İSİM takmak. Neymiş efendim? Dünyayı hareket ettiren başka bir kuvvet varmış ve buna da GÜÇ demiş. Bu Yonan felsefesinin küllisi böyle. Mesela aramak bulmak değil mesele entellektüel seviyede laf karıştırmak. 

Siz de eğer zaten kısa olan hayatınızı benim gibi biraz daha kısaltmak isterseniz Emerson'a bir bakınız. Self-Reliance yazarı, Amerikan bireycilik etiğinin simgesi, transadantalizmin en muhim temsilcisi ölümden sonrası için acaba ne demiş? Yoksa o da kendisini sorgulamaktan ötesine geçememiş mi? 

Evet bir de bu 'sorgulama' meselesi vardır. 

Sorgulamak gerekiyor(muş). Düşünmenin olmazsa olmazıymış. Birileri bunu fena tekelleştirdi. Tek şekilleştirdi. Sadece bu kısalıktaki 'fasit sorgulamayı' kabullenmiyorum. Fasit: kötü, bozuk, arabozucu. 'Sorgulamadan' çok önce -çok çok önce gelenler var. Mesela kendini bilmek. Mesela teslim olmak. Hiç bir şey aklıma gelmiyorsa, mesela 'ibadet' etmek. Ebubekir gibi 'O dediyse doğrudur.' demek. Yani bu kadar basit. Ama insan kısalıkta zorluğu seviyor ve sorgulamak(?) istiyor. Malum bu arada dünyanın en çok sorgulayan Batı'sı/Batılısı dünyaya hep kan kusturdu. Ölüm getirdi. Bazen oluyor ki! hiç okumamayı sorgulamaya tercih ediyorum. Çünkü ben başkalarının düşündüklerini sorgulamak istemiyorum bilakis herkes kendince düşünmeli diyorum. Ya da şöyle sorayım? Sizce Platon düşündü mü? Yoksa sorguladı mı? Acaba Farabi hangisini tercih etti? 

İlla ki sorgulanacaksa 'hayatın kısalığı' sorgulansaydı.                    

Kısalık hep korkular getirdi, garip korkular biriktirdi. Bu korkuların bir kısmını MÖ 271'de Epikür ile bıraktım. Ona göre kendi seçimlerimiz doğrultusunda düşünmeliydik. Kaygısızlık ve mantığa verilen önem onun felsefesinin temellerini oluşturuyordu. Allah'a şükür bizde ise Nursi'nin veciz ifadesiyle; Tevekkül, esbâbı bütün bütün reddetmek değildir. Belki, esbâbı dest-i kudretin perdesi bilip riâyet ederek; esbâba teşebbüs ise, bir nevi duâ-i fiilî telâkkî ederek; müsebbebâtı yalnız Cenâb-ı Haktan istemek ve neticeleri Ondan bilmek ve Ona minnettar olmaktan ibârettir.” Üstad bu ifadesiyle adeta kaygıdan arınmış ve tevekküle bürünmüş mantıklı cümlesini tüm Epikürcülere hediye etmişti.

 Epikir'ün meşhur sözü ise:Ölümden korkmak bilge kişi için anlamsızdır, çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur, ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz. Aslında bir kelime dışında çok da farklı düşünmüyoruz. Bizde 'bilge' yerine 'imanlı' var. Sizce de öyle değil mi? Her şeyi bilemeyiz ama iman edebiliriz. Bak! bilgelik virüs için epey süredir uğraşıyor. Kahrolsun kör metaryalizm! Ne hayatları anlamsızlaştırdın. Oysa madde manasıyla maddeydi ve yaratılan her şey hikmetle doluydu. İnsana düşen sabırla, iradeyle ve küstah olmayan bir bilinçle hikmeti bulmaya veya en azından görmeye çalışmaktı. Hiç bir şey yapamasa hikmetin varlığına inanmaktı. Çünkü hayat kısaydı. 

 (devam edecek)   




 

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...