25 Eylül 2010 Cumartesi

mektup 18

Evladım, Yavrucuğum,

Gönderdiğin mektubunda sormuşsun bana 'insan' kimdir?

İnsan şu dünyanın hem halifesi hem de memuru. Halifeliğini ve memurluğunu anlayabildiği kadarıyla. Tüm börtü, böcek, kuş, çiçek, toprak, güneş, hava, su ona hizmetkar. Onun hizmetinde, istese de istemese de ona hizmet eder. İnsan yaratılış itibariyle en masum ve temiz olanların en kıymetlisidir. Şerefli yaratılmış, varlığı için düzen ve kurallar konulmuş.

İnsan aynı anda zaaf ve acizliği ile şu alemin en sefil dilencisidir çünkü arzu ve istekleri sonsuzdur lakin bunlara ulaşmak elinde değildir. Ulaşabildikleri, fiili ve kavli çalışmaları,duaları sonucunda ona rahimiyet ve rezzakiyet tahtından verilenlerdir ki bazen onlar bile verilmez. Çünkü Yüce Yaratıcı istediğine verir. Çok çalışıpta hiç bir noktaya gelemeyenler ile, denizlerin dibinde en mükemmel olarak rızıkları verilenler ve dünyaya gelir gelmez rızıkları en mugaddi, en sağlıklı, en besleyici şekilde gelen bebeler şahittir. Bundan her halükarda tembellik döşeğinde gaflet uykusunda uyayalım manası da çıkmaz, o zaten mevzudan beridir, malumun.

İnsan, insanın maskarısıdır bazen çünkü maskarası olmak ister. Kendisi kendi açtığı karakterindeki delikleri sanır ki başkalarından kopan karakter parçalarıyla kapatabilecek. Bilmez ki yamalar eskisinden daha kötü görüntü oluşturur. Düz yolun, dik yolcusu olmak en iyisidir. Kuralları olmalı insanın yoksa başkalarının kuralsızlıkları ile yaşar.

İnsan konuşur, konuşmak ister. Konuştuğunu dinlemez insan. Dinletmek ister. 'Din'letmek te ister bazen. İnleyen, iğneleyen ama 'din'lenmeyen nağmelerle dinletmek. Konuşmak gümüş, kuyumculuk yapanlar en çok susanlardır. Çünkü herkesin konuşmasını istemeyiniz biz, bir elin nesi iki elin-çok ellerin itaatkar köleliği vardır toplumu gazlama ve toplu halde tutma düsturu olarak. Lakin bir konuşan yeter de artar bize toplu halde dinleme ve yarı uyanık-yarı yanık dinlenme (istirahat manasında) ayinlerimizi huşu ile idrak edemezken. Konuşurken ait olduğu jargonla konuşmak en iyi becerebildiğimiz aidiyetlerimizdendir. Bizde sahiplenme böyle olur.

İnsan okur yazar. Okurlar ve yazarlar olarak ayrılır. Lakin, (üç nokta) herkes kendi kitabını okur, kendi kitabını okutur, üfletir. Hatmettirir, diğerlerini hadım ettirir.Bir yerde bulunmanın en önemli şartlı sebebi diğer yerin efseli safiline yakınlığı ile ters orantılıdır. Bu yüzden karşıdaki tanımayız biz. 'Biz'ler ve 'siz'ler vardır içimizde. Aynı safta ayrı durmayı gayet iyi yaparız. Tartışamanın her zaman galibi ve malubu vardır. Yenilen ve yenen birbirinden birşey öğrenmez, karşı taraf bertaraf edilmesi gerekendir, onda öğrenilecek hiç bir şey hiç bir zaman var olmamıştır.  

Turgay Urgur

24 Eylül 2010 Cuma

Hasbihal 1

Ellerimde kalanlar ile yüreğimde kalanlar aynı değil.
Kendimi anlatmak seni tanımak hiç değil.
 Bir kaçış, her zamanki ortamdan bu zamanki mağaraya.
Duvarları çizilmiş.
Ayaklarımın altında ise yükselen kemikler.
Dön dolaş, yine gel.
Ne olursan ol yine geleceksin.

İnsanlığımı kaybettim,
Hükümsüz müdür?
Gelmek demek, başlamak demek.
Başlamak demek, kaybolmak.
Başlamak demek: başkalaşmamak.

Üç yolcu.
Zaman, beden ve ruh.
Kim kimin dostu, kim kime düşman.
Karmakarışık.
Yine de yol aynı, yolculuk aynı.
Ardında bir toz bulutu,
Siler izleri.

Başlamak demek, kaybolmak.

Turgay Urgur

Fate of Gılgamesh.

Due to it's being one of the earliest literal texts of written art, epic of Gılgamesh takes our attention as it's written recently. At least, we see a city that is trying to be more civilized and the king who is trying to become social and all in all understanding the stable position of  living things as being mortal. The main gist, perhaps is looking for the meaning of life. Even though Endiku searches for such a meaning by sacrificing his natural creation. I put forward that he is not regretful whilst he is dying of an illness because he would have never lived such a life if he hadn't become a companion to Gılgamesh. The awareness of existence is seen by the means of a sacrifed life. Ultimately, it is understood that there is no escape from 'fate'; this is known by the people of Uruk, for they didn't set off that journey with Gılgamesh. He is alone while he is going to the journey. People wants him to see, understand and come back. To conclude, this is a journey which was done before by lots of people who had brought nothing than empty hands.

23 Eylül 2010 Perşembe

Zaman 4

Zaman sen ne vefasız ve hırslıymışın.
Sana nelerimi vermedim ki?
Olmaz mıydı? Geçmişten bir anı vermeyi bırak,
Birazcık soluk aldırsaydın.

Zaman sen kadar büyükmüşsün,
Hem herkese yetiyor, erişiyor.
Hem tükenmezsin.
Senin gücün nerdendir?

Zaman bu ne hal?
Varlığınla ilaç, yokluğunla zehir;
Doğmanın ve ölmenin tek şahidi,
Nasıl olursun?

Turgay Urgur

22 Eylül 2010 Çarşamba

The Epic OF Gılgamesh 2

Although it was written about 4000 years ago, it still takes our attention since the story is about humankind. Walls built around the city Uruk, walls which makes a border between the nature and the city life. Forests in which a secret lives, and a brave king who dares to go there without any fear. Gılgamesh is our hero who is looking for the meaning of life, and misses a longlasting life. Then, a new era begins with Endiku. We see the changes following one by one. The Uruk's people change because they are tired of this tyranny. They sent their pleas to the gods and godesses. Endıku changes from a man living in the wilderness to a man ready or willing to live in city. Moreover, Gıl. changes and becomes mature.


'Language lives as it is used.' Turgay Urgur.

Our main character, Gılgamesh who looks for eternity, sets off a dreadful journey, comes back as a changed man. 'What' he finds or learns is the mortality of men. But humankind will survive. He even loses the plant which will give youth, the serpant takes it away and learns to change its skin every year.

The people who worship him are also the ones have to be scrutinized in terms of their characters. Gılgamesh grips them professionally, perhaps this is due to his outlook, his beauty; maybe just on account of his power and wisdom. Power and wisdom the trigger as every time. They cherish him a king. Although they suffer the most from him, they do not fight against him since Enduki is sent from the above by the goddesses who thinks that control is being lost. As the two-third god 'Gılgamesh' loses his own control, a new version of him is sent who is brought up in the wilderness under the breast of animals. Moreover endiku is also the one who must be civilized by a prostitue. In my opinion, the most paradoxical part. I really wonder how can it be explained? She tought him to live in  a civil society. In history, maybe for the first and at the same time unfortunately the last time; modernity, civilization, agriculture, architecture, herding and ritual is given by a female god.

'And the deluge scene' maybe a classic one again. Life will restart again. Human shoud have taken the related lesson.
.... will go on later.


Endiku couldn't return back to his animal friends after he had slept with the prostitue as if animals don't want to have a friend who is under the control of a female. He tried to persuade the animals, but couldn't dissuade them. Now Endiku will be sent to Uruk, the kingship of Gılgamesh where people are invited to live in a more civilized place. Endiku will be able taste earthly pleasures such as food, music, fun, architecture.

21 Eylül 2010 Salı

The epic of Gılgamesh.

This week we start looking at one the earliest literal materials 'the gılgamesh epic'. I read some of the critics on the net, first of all, I should admit that I went to my university years. Actually the first year. When I was very nervous of being in a different envoriment, new friends, and the curiosity of  the biggest city of Turkey, İstanbul.

'Gılgamesh' not so much different from what we live today. The main character..... everyone is the main character of its existence. Be the main, be a character. He was trying to seduce everyone, and he tried. It is not so much different today. The ones who earn lots of money, tries sometimes. Someones do not even wait for gaining so much money, if they find a chance they do as immediately as they could. He thinks himself as the greatest, controls other people's lives, gives orders. So today is the same. He looks for an eternal life just as the same of today's idea, living as if we won't die one day. Organizing everything for this world.

On the other hand his fellow companion comes, and changes his life as he can. The critics assume him the second part of his soul that understands the meaning of life. But was he really successful? Did he achieve to change Gılgamesh's life?

Gılgamesh! People worshipped you and they thought that you had  wisdom and judicousness. Why did it take long time to acknowledge that you are mortal? You were lucky, Endiku came. The life of Gılgamesh, before Endiku and after Endiku. His life was something like not broken in. Later he broke off his relations with the past.

Literature

Literature is decribed as the art of written material. The word comes from the latin meaning 'littera'. Generally thinking, written materilas are accepted as literature however there are also spoken literature materials. I mean the verbal part is more than the spoken part of language. Spoken part is not accepted as a prototype for it. Some thinkers separete the literature as fiction and non fiction. The epic of Gılgamesh is one the earliest literal works. Main ideas discussed in them are heroism, eternal life, afterlife, friendship. Not so much different when we compare with today's literature. We can accept drama, novels, plays, poetry as literal items. Bible and Old Greek writings are the classic ones which are also used as referance books. Imaginative writing such as comic books, computer game sereis are excluded from literature.

One important property of literature is its relation with history. It should have a backround formed by a rich past of knowledge. Language used in it has metaphors, alleterations, deep meaning, elegant syntax. It is written intentionally by the author and it is so open to interpret and criticize. Here, the author's message is interpreted socially, mythologically and pyschologically. Literary crticism is a way for evaluating the text. There are some ways for it such a looking it from the readers' or writers' points of views. Text were separated into groups as readerly and writerly text. The person who is reading the text will easily pruduce a new cticism of the text if he/she has a literal backround.

To sum up, literature is a product of verbal and spoken knowledge that keeps some properties which make it valuable. It is again the human being who look into it and make a 'comment' of it.


Turgay Urgur

15 Eylül 2010 Çarşamba

17. mektup

Evladım, yavrucuğum.
Mutluluk ve hüzünleri aynı olgunluk ile karşılayabildiğin günler olacak inşaallah hayatında; yarınların dünden farklı olduğu zamanlar ve gece gündüz her daim gizli güzellikleri keşf edip ruhunda lezzetini hissedebildiğin Rabbin lütufları olacak. Rahmet kapıları ardına kadar açılacak, içine alacak seni. Son yolculuğundan önce adeta ebedi yaşacağın Rabbin huzurundaki saadetten, sana örnekleri sunulacak Allah'ın izniyle. Beden değil ruhun yönetecek seni, arzularınla değil sana verilenlerle yaşamayı öğreneceksin. Verilmeden istemeyecek, bekleyecek; beklerken usanmayacaksın. Bekleyeceksin kapının eşiğinde. Seni yaratan seni muhattap kabul etti, rızık verdi; hakkın yok ki şikayet edesin. Üzüldüğün günler olacak, seni zorlayan zamanlar sıkıntılar olacak. Kesinlikle insanlardan gelen sıkıntılara üzülmek yok. Sen ! benim evladım. Bil ki kulların sana yaptıklarına ne üzülmeye ne de ağlamaya geldin. Geçici, fani sorunlar senin içinde dert olamaz. Ağlayacaksan, üzüleceksen ebedi saadeti özleyişine üzül.

Bak! ne kazandı ? dünya malı isteyenler, bak ne kazandı herşeye gücünün yetebileceğini düşünenler. Ne kazandı, zamanın hızına erişemeyip, aldananlar. Yazık, çok yazık. Evladım, mirasım yok verebileceğim, emanetler var sadece bende. kıymetini çok bilemedim ama seni haberdar etmekboynumun borcu: Kur'an ve Sünnet-i Seniyye.

Turgay Urgur evladına yazdığı "yaşama dair isimli" 17. mektubunm 2. bölümü.

Turgay Urgur

14 Eylül 2010 Salı

mezarlık ağaçları

Mezarlık ağaçları, gölgeleri yaman.
Otları tırpanlanmamış, kenarından geç aman.
Ve her zamanki toprak,
Ölüler kimi zaman altnda, çoğu zaman üstünde.

Mezarlık ağaçları, etrafı çevrili.
Teşne ruhum gibi hapsedilmiş.
Sonsuzluğa hasret.
O'na susamış.

Turgay Urgur

11 Eylül 2010 Cumartesi

Ali fişlenir.

Ali okulda fiş okur.

ALİ SANDIĞA GİT. TC YADA KC KİMLİK NUMARANI GÖSTER. ALİ OY AT. AT ALİ AT.

Ali oy at. At Ali At.
Ali Propoganda yapma. Ali sadece dinle. Ali bayrak salla. Ali beni alkışla. Ali sıcakta bekle. Çok çok bekle. Ali tatilde kitap okuma. Ali soru sorma. Ali çok konuşma. Yorulursun. Ali ben senin yerine konuşurum. Ben güzel konuşurum. Sen kötü konuşursun. Ali vergi borcunu öde. Veli faizsiz kredi al. Ali sen alma. Ali küçük esnaf ol. Ali köyde ineklere bak. Veli entegre süt tesisi kur. Ali seçilmiş dersi bir daha seç. Ali meslek okuluna git. Üniversiteye gitme. Ali askere git. Veli sen ordu evinde kal.

S. Urgur

7 Eylül 2010 Salı

İnşirahım

Benim için İnşirah bir dirilişin, kendine gelmenin, kendini bulmanın adı. Ömrünü kendini aramaya adamak gibi bir şey yani. Aynı zamanda bir tazelenme ve yenilenme.Bedenden uzaklaştıkça ruha yaklaşan, ruhunu özleyen bir insanın hikayesi. Bugün Osmanlı medeniyeti ilgili bir kitabın satır aralarında sözde yenilenme ile batı düşüncesinin adeta kuruttuğu aydınımızın  çaresizliğini ve kendisini 'kendisinden uzaklaşmakta bulduğunu' gördüm. Voltaire ve Rossue vb'lerini kendisine rehber edinip, onların vereceklerini 'ışık' ve 'kurtuluş' olarak algıladıklarını hissettim. "Defter-i Amal" isimli çevirinin bile adı insana özden uzaklaşmanın boyutu hakkında bir ipucu veriyır. Bu da bende insanın kendi özündeki kültür zenginliğinin farkında olmamasının ne kadar da vahim bir durum olduğu fikrini yine oluşturdu. Kısacası müslüman mahallesinde salyangoz meşrulaştırılmak istenmiş. Yöntem değilde yapılan alınmış. Ha çikita muz merakı, ha küfür edebiyatından medet umma yanılgısı. Avrupaya gidipte Türklüğünü barda, zarda, yarda bırakma hezeyanı. Okumak bu olmamalı, Çindeki ilim bu olmamalı, ilerleme ve yenilik bu olmamalı.  

İnşirah

Sonsuz bir hayatı hak eden,
Hastalıklar ve ayrılıklarla dünyadan alaka kesen,
İçimden bir şeyler cesaret verirken.


Böyle bir hayalin gerçekleşmesi,
Doğasında zaten var olan,
Ancak ve ancak,
Onu her haliyle, kaliyle bilen
Ve muhatap kabul eden,
Zatın inayetiyle olur.

Daldım hayale, bir izah istedim,
Kapısına gittim.
Cevap: “O” bize yeter
Biz’e dikkat ettim.
Binlerce çeşidin içinde beraberlik,
Ve benzeyişlik.
Her bahar kolay, her bahar yeniden.
Her bahar hazır.



Biz’den Ben’e baktım.
Sudan. Mucizane . Her şey yerli yerinde.
Hediyeleri anlayacak, tadacak cihazlar.
Sonsuz defineleri açacak.
Ve kokular, renkler, tatlar anlaşılır.



Etkisiz ve yetkisiz iken verilen bir hayat,
Kaydeden tüm güzellikleri.
İzin verilmiş belirli bir süre için; yazar ve çizer.
Görünenler kadar açılır, yayılır, gelişir.



İşte insaniyet, kendine has fayda eder.
Gezer maddi, gezer manevi.

Turgay Urgur

HÜDA, deha

Deha ve Hüda.



Deha yerden göğe çıkmaya çalışırken, Hüda hiç durmadan ve tükenmeden gökten inmekteydi. Deha, hem dimağı karıştırdı hem de kalbi kötüleştirdi. Hüda hep teselli, hep aydınlık, hem de yardımcı oldu. Roma asıllı medeniyet insanı önce kendisiyle, sonra yakınları ile ve nihayetinde artarak herkes ile ya çarpıştırdı ya da yarıştırdı. Mükemmele ulaşmak için başkalarının sırtına basmayı kendisine düstur edindi. Hüda ise yan yana, kol kola dedi. Birlikten güç doğar, sıkıntılar azalır dedi. Deha kendi içinde kendisini yerken, Hüda fazilet için hoş ve faydalı terakkiyi kendisine araç edindi.


Avrupa dehası. Dışı süslü kabuk, içi boş. Her vicdanın başına dikilmiş bir polis. Fırsatını bekleyen yaralı sırtlan gibi, her an saldırabilir. Ahlak, kanunla korunmaya alınmış. Kanun camdan kafes olmuş. İçinde hem kendini hem de birbirini yer insan. Sürüyle saldırır acıkınca; haçlı olur, demokrasi (!) olur, barış (?) getirir.


Alak (4_5) İnsana kalemi kullanmayı öğretendir Hüda, insana bilmediğini belleten.
Ve insan gayrısında gezer, ihtiyar (irade) ile gah çölün sultanı olur gah kendisinin kölesi.

Hüda ile insanın gözü geldiği yerdedir hep. İlk yaratılıştaki safilikte. Kandırmaz, aldatmaz, kendini bilir. Kul olur yanar kül olur. Küll de olur. Selamet arar, menfaat yerine fazilet sorar. Saadet getirir kendine ve herkese.

Kutlu çağların mutlu insanları örnektir. Beklemeden veren. Eklemeden konuşan. İç dışın aynıdır. Dinden bir şey koparmazlar ve bir şey eklemezler.



Turgay Urgur

6 Eylül 2010 Pazartesi

Hukuk

Hukuka bağlılık, onun kölesi olmak değildir. Sosyal hayatta bir yenilik yada çığır açtığını söyleyen onu kainatın fıtri yapısıyla uzlaştırmalı. Yoksa açtığı yenilik değil tahribat, yıkım ve bozulma getirir. İnsan birbiriyle fazilet yarışı içinde olmalı. Bağlılık ve bağımlı olmak ayrı ayrıdır. Beşer bu zamanda umum ile paylaşım ve aynı paydalarda buluşmaya her zamankinden daha da muhtaçtır. Cemiyet içinde fert, fert olarak kalmalı. Cemiyet için ise birşeyler yapmalı.

İnsanın yapısında fıtraten gelişme ve büyüme vardır. İnsan sümbül misal açılıp, yayılmak ister. İnsanının bu duygularına diğer canlılardan farklı olarak sınır getirilmemiştir. İnsan bu özelliği ile kainata halife ve sultan olur.

Cumhuriyet taşıdığı anlamı yaşattığı sürece cumhuriyettir.

Özlemek

Dışarıda kar yağıyor,
Üşüyor.
İçeride özlem duyulmuş neden?
Çıkıp gezmeli, el ele;
Üşümeli.

Turgay.

Kızım Hanzade'ye 18. MEKTUP

Su gibi aziz ol evladım ve gideceğin yeri bil,
Bil ki bu gidiş senin elinde değil. (T.urgur)

Gönderdiğin mektubunda sormuşsun bana "hayat nedir?".

Yavrum; hayat bir hastanenin morgunun üst katında doğan bebeklerin çığlıkları kadar taze; izlerken deprem enkazları arasında gezen bir çocuğun yüzündeki tebessümü. Her türlü nimeti tattıktan sonra düşünülen bir günah kadar nankör.

Yavrucuğum gerçek merhameti hak edenler huzur bulsun senin bakışlarında ve korkutsun aynı bakış acınmadan yoksun olanları. Lakin hayran olsun (dost-düşman) herkes vereceğin sadakat ve güvene.
Yavrucuğum hayat birazdan sönecek bir ışık kadar kısa, arkasındaki güneşi göremeyenler için. Onun için ardında Rabbimizin güneşi olsun hep, aydınlatsın önünü. Gözlerin ufuklarda gezsin, takılmasın anlık düşlere. Ellerin semaya açılsın; istemesin fani olanları. .Hayat bir durak olsun, varacağın yer mahşer. Düşüncelerinde ise kelimetullah.

Evladım sabahları huzur içinde uyan. Her daim "besmele" ile başla güne. Hayır, merhamet dile Rabbimizden. Hayat beş vakit namazdan ibaret doğuş ve ölüm arasında. Ve ölüm senin için bir müjde, Rabbi hatırlatan. Arzu ile bekle onu, korkutmasın herkes gibi seni.

Evladım, yavrucuğum herkes zamanı kovalıyor bu zamanda. Rabbimizin rızası için öyle bir yaşa ki zaman yetişemesin sana. Ardından gelmeye cesaret edemesin. Her anı huzur için, HER anı.

(bu yazı Turgay Urgur'un evladına yazmış olduğu 18. mektuptan kısa bir bölümdür.)

5 Eylül 2010 Pazar

Özgürlük

Orwell'a göre özgürlük, yazıyla ilintilidir ve özgürlüğü yok etmek isteyen bürokratlar kötü konuşur, kötü yazarlar; anlamın bütün anlamın kaybolduğu cümlerlere sığınırlar. Günün siyasi durumuyla gayet iyi uyuştuğu görülmektedir.

Turgay Urgur'a göre özgürlük O'nu tanımaya başlamakla başlar. İnsan O'nu tanımadığı zamanlar kendisinin, duyguların, beklentilerin, sosyal çevrenin, düşüncelerinin kölesi olur. Sadece kölesi olmakla kalmaz bir de maskarası olur. Beklenti ve arzularının cevabını hiç bir zaman tam olarak alamayacağını anladığı zaman ise herşeyi inkar ve red etmeye başlar. Ulaşamayacağı güzellikleri inkar ile yok etmeye çalışır.

Ne yazık ki mimsiz medeniyet bize Tv reklamlarındaki özgür kızın dünyası gibi çizgi film bir avuntuyu bizlere özgürlük olarak yedirtmeye çalışıyor. Özgürlük nisyan ve isyan demek olmamalı. Nasıl ki ! Özgürlük başkalarının hakkına girdiğinde  bitiyor diye tanımalanıyorsa İlahi emir ve yasaklarının dışına çıktığında da artık onun özgürlük değilde başka bir şey olduğu anlaşılmalı. Kavramlar bizde nasıl tanımlanır, tanımlarken kullanılacak background, besleneceği havuz çok önemlidir.

Turgay Urgur

Rahimiyet, Rezzakiyet.

Rahimiyet ve Rezzakiyet hakikatları çerçevesinde görüyoruz ki rızka en muhtaç varlıkların rızıkları insanların, hayvanların ve diğer canlıların rızıkları ayaklarına kadar hiç umulmadık yerlerden getiriliyor. Yeni doğmuş bir çocuğun annesinin memesinden, kan ve fışkı arasından mugaddi sütünün gelmesi lakin sonra biraz irade ve kuvvet kazanınca bu gelen nimetin kendiliğinden kesilmesi buna örnektir. Yerlerinden hiç hareket etmeyen ağaçların, bitkilerin, otların ve çiçeklerin de aynı şekilde rızıkları kendilerine ulaştırılmaktadır.

Fakat rızık iki şekildedir. Birincisi tamamen taahhüd-ü rabbani altındadır. Fıtri rızık diyebileceğimiz bu rızık öyle mükemmeldir ki insan vücudundaki yağlar onu 20-25 gün canlı tutmaktadır. Bu süre sonundaki ölümler de yeme alışkanlığının terk edilmesi gibi sebeplerdendir.

İkinci kısım rızık ise adet, alışkanlık haline getirilen işler sonucunda verilen rızıktır. Bu kısım rızık ihsana tabi olduğu için bazen verilir bazen verilmez. İnsan helal çalışması sonucunda elde ettiği bu rızkı bazen iktisat ve kanaat ile muhafaza eder ve arttırır. Veyahut israf ve hırs ile ziyan eder sonrada her kapıda her türlü dilenciliğe başlar.


Tabi insanın yaşamını sürdürmesi için gerekli olan mide rızkı olduğu gibi bir de ruh, kalp, göz, kulak gibi duyguları dahi rızık beklerler. Bunların her birisinin rızıkları da insana ihsan-ı İlahi tarafından verilir, insan bazen bu duyularla (göz-kulak gibi) yeni manevi rızıkların kapısını çalar ve açar.

Turgay Urgur

4 Eylül 2010 Cumartesi

Düşünce 3

Düşünce ışıktan bir ok, hayal elinde bir yay. Düşünce gittiği yeri aydınlatır. Oralardan haber getirir sana. Düşünce bilinmeye kapı açar, anahtar ararsın. Bir kapı, önünde artan kapı sayıları. Çıkış ararsın, bazen bir an önce çıkmak, elindeki kitabı bitirmek. Hepsini kafana alıvermek, hatim etmek. Bilmek. Yeni bilmelere gebe olur. Erkeğide, dişiside sen olursun bu aşkın.

Tefekkürde beyin ruha teslim olur. Ruh elinden tutar onu, gezidirir. Taki çocuk yoruluncaya kadar. Artık dinleneyim deyinceye kadar. Dinlenme yine geri gelmedir. Uyanmadır. Uyanan çocuk bir başka açar gözlerini, enerji doludur. Bitince yine tefekküre sığınır. Kaldığı yerden gezmek ister.

Kitaplar genelde düşünceden yazar, tefekkür ise kişiye hastır. Onun kelimesi yoktur. Fotografı çekilmez. Yaşanır ve orada kalır.

Jungelda bir ileri gider düşünce adamı, bitiyor derken farklı bir yoldan geri döner. Sanırki başka bir yol buldu. Daha yolu var. Bitiremeyeceği bu yerde döner, gezer, öğrenir. Tefekkür eden yerçekiminden uzaklaşır, yükselir, 'jungel'ı da görür. İçindeki adamı da. 

"Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette aklıselim sahipleri için ibret verici deliller vardır” (Âl-i İmrân, 3/190). Peygamber efendimiz tüm geçmiş ve gelecek günahları silinmiş olmasına rağmen Hz. Aişe validemizin nakliyle seccadesini çok saatler gözyaşları ile yıkamış ve uzun uzun kendisi Rabbimiz ile başbaşa kalmıştır.

Karar verilmeyen durumlarda insanın tefekkür ile karar vermesi ayrı bir usul yöntemi olarakta kullanılmıştır.

Turgay Urgur

2 Eylül 2010 Perşembe

İzm'ler

İzm'ler tüm düşünce dünyamızı kuşattı. Ötesini göremez olduk. Bize yabancı tatlardı başından beri, sindiremedik ne fiziksel ne de kimyasal. Bu gençlik, bu geçmiş hep yabancı film izler gibi izledi bu ekranı. Hareketlerden anlamaya, neden ve sonuç çıkarmaya çalıştık. Ve sonunda nasıl olduysa kavgasını da ettik. 'İzm' uğruna canlar verdik.   Konuşulanı bilmedik, alt yazıyı ise herkes kendisi uydurdu. Dublajla da ana fikirden kaydığımızı yıllar sonra birileri asıllardan bahsedince gördük. Asılın hiç olmadığını, bu izmin kendine bile izi olmadığını gördük.

"Şimdiyi" kendinden(KENDİMİZDEN) kelimelerle, kendinden cümle ve düşüncelerle ne zaman tartışacağız? Bizim örneklerimiz, bizim yaşanmış hadiselerimiz ne zaman bize mihenk olur? Kaynakça ve dipnot bizden ne zaman olur? Biz: Türk, İslam tarihi.

Turgay Urgur 

DUA VE CEVAP

Aydınlık güneşte yansıyan bir akis,
Semada titreyen bir ses.
Beklenen misafirin ansızın gelişi,
İşte o anda içimde kopan tüm sevinçler.

Turgay Urgur

Nurdan Dua

Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var? ayetinin ifade ettiği manadan uzak günler yaşıyoruz toplum olarak. Hastalıklarımızı bilmiyoruz ki, çarelerini bir an önce bulalım. Bir çok defa dua eden insan, dualarına hemen cevap verilmemesi kaşısında acaba dualarımız kabul görmiyor mu hissine kapılıyor. Her duaya cevap var. Ama farklı, farklı. Ve zamanı belli değil. Bazen gereklidir anında cevap veriliyor, bazen erteleniyor, bazen daha iyi bir şekilde cevap veriliyor. Bazen isteyen için zararlı oluyor ve bu yüzden farklı şekilde cevaplandırılıyor. Çünkü insan sonsuz bir hayat çizgisinde neyin doğru yada neyin en hayırlısı olduğunu çoğu zaman bilemiyor.

Duanın bir ubudiyet, kulluk olduğunu da unutmamak gerek tabi. İnsan bir vazifesi. Karşılık beklememek en güzeli. Rab ister verir, ister vermez. Mülk onun, irade onun. İstediği şekilde tasarruf eder. Duanın bir kulluk şuuru ile yapıması, o şuurun da insanın özüne yerleşmiş olması en güzeli. Biz O'nun kapısına varalımda, ister açar, ister açmaz, ister hiç bakmaz. Kula düşen sabır ile, hürmet ile, sebat ile beklemek. Emeklemek. Her duanın bir zamanı var ve Rabbin bonus fırsatlar olarak verdiği zamanlar da var hiç şüphesiz. Kullar yol alsın. Zamanın ötesine geçsin diye.

Dua geniş daire, umum için yapılırsa daha berekelidir derler. İsterken insan kendisi için değil, tüm inananlar, darda olanlar, ihtiyacı olanlar için istemeli. Duası umumi olmalı. Kübbe gibi kuşatmalı. Eller sonsuz semaya açılırken, sonsuzluk için istemeli. Herkes için istemeli.

Duanın başı  estagfurullahlar ile başlamalı, başında ve sonunda peygamber efendimiz şefaatçi yapılmalı. Ona selam gönderilmeli.

Duada lisan dili, hal dili iç içe olmalı. Ağlayan gözlerin çağlayanı yürekten gelmeli. Beden söze iştirak etmeli. Birbirini desteklemeli. Filli dua, kavli dua ile bütünleşmeli. Çalışmadan istemek herhalde kimsenin haddi değildir. İnsan sebepler dairesindeki herşeyi yapmalı sonra duaya yüz sürmeli.

Turgay Urgur

1 Eylül 2010 Çarşamba

Nurdan 2

Bu zamanın sarsılmayan eserinde Avrupa feylosoflarının en kindar ve doğrudan imana hedef alan düşüncelerine karşı en güzel ve yerinde cevaplar verilerek, gençliğimiz kötü alışkanlıklarda ve davranışlarda bile cehennemi bir azap bulunduğunu anlıyorlar. Aynı zamanda yaşantılarını iyi yöne sevk ederlerse bu dünyada da cennet-misal bir hayatı yaşayabileceklerini kavrıyorlar.

Sonlarında elem ve acılar olmasını bile bile bazen insanlar değersiz ve zararlı yollara eğilim gösterirler. Bu elemler ve kederler bazen sonsuz mutsuzluklara kapı açabilecek türden de olabilirler. İşte ancak öyle bir eser insana önce Yaratıcısını, sonra karşılabileceği cehennemi azabı ve en sonunda da Cennete ulaşılacak yolun dünyadaki haritasını eline verir ve ona ispatlarıyla gösterir ki bu asrın bu eseride insanların hizmetindedir.

Hayali bir seyehatta dünyadaki aç ve aciz mahlukatın bakım ve iaşelerinin sağlanması Rahman ve Rahim isimlerinde tecelli ettiği gibi; sonsuz istekleri olan ancak bu istekleri kabir kapısına kadar ulaşabilen, daha ötesini bilmeyen, hissedemeyen insanoğlunun çaresine Adil, Hakim, Rahman, Kerim, Gafur isimleri yetişir. Onu kuşatır ve dünyadaki bu cehennemi azaptan onu alır kurtarır. Cennet penceleri kendisine daha bu dünyada iken açılır.

Turgay Urgur

Çalışma zamanları

Zamanında yapılmayan işler insanın başına bela oluyor çoğu zaman. İnsan her nedense kendi vucuduna yaratılıştan yerleştirilmiş olan fıtri zamanlama sistemine de aykırı işler yapıyor ve bu sistemin çalışmasını kendisi bizzat bozuyor. Oysa günü görevlere taksim etme hem dinin önde gelen emirlerinden hem de insanların modern yaşamda en çok ihtiyacı olan planlamalardan. Öğrenci sınavlarında ve derslerinde başarısız oluyor. Çünkü herkes ve herşey uyanmış iken o hala uyuyor oluyor. Dünyanın düzenine aykırı. Yürümemesi normal. Tabi bunun sonuncunda herkes uyurken bu seferde uyanık oluyor, doğal akışa yine aykırı. Verimli saatler uyku ve yorgunlukla, verimsiz saatler ise çalışma gayreti ile geçiyor. Sonuç ortada. Çalış, çalış. Elde var stres ve yorgunluk.  

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...