31 Aralık 2013 Salı

İkibinondört


Bu yıl her şeyi kendiniz için isteyin. Herkesi ihmal etseniz kendinizi asla ihmal etmeyin. Gücünüzün farkına varın. Kendi başınıza, kimseden yardım almadan yaptıklarınızı düşünün.
Dostlarınız kıymetinizi bilmiyorlarsa boşuna onlarla bir yıl daha ziyan etmeyin. Zaman, insanlara ikinci ve üçüncü şansları verebileceğiz kadar cömert değil. Az ama öz arkadaşlarınız olsun. Kafanız rahat olsun.
Bırakın insanlar size imrensin, sizi işlerinizle ve yaptıklarınızla bilsin. Çalışırken ve düşünürken kimseyi görmeyin. Asla taviz vermeyin. Yanlışlarınızın hesabını nasılsa siz veriyorsunuz öyleyse tüm riskleri siz alın ve başarıyı da siz sahiplenin.  
Klasiklerinizi raflardan indirin. Günlük gündemlere takılmayın. Aldırmayın, tarzınızı siz belirleyin.  Ansiklopedik bilgiler edinin. Edebiyat, tarih, felsefe okuyun. Elinizden geldiği kadar sosyal medya zırvalığından uzak kalın.
Kendiniz, aileniz, ülkemiz ve tüm İslam âlemi için dua edin. Hiçbir yere üye, alet, kul, köle olmayın. Kimseden kimseye fayda yok. Siz varlıklı olursanız herkes sizinle olur.
Allah birliğimizi, dirliğimizi korusun. Bizlere inancımızın gereği yaşamayı nasip etsin.
Selam ve dua ile,

Turgay Urgur   

30 Aralık 2013 Pazartesi

.gezi

Bu gün 30 Aralık 2013 Pazartesi. 11 Y sınıfı öğrencilerimizle Pamukkale Üniversitesinin Eğitim fakültesi ve Fen Edebiyat Fakültesini gezdik. Günümüz, Üniversite kafeteryasında bölüm öğrencileri ile sohbetle başladı. Öğrencilerimiz Üniversiteli abileri ve ablaları ile bölümleri, dersleri konuştular. Daha sonra İngiliz Dili Edebiyatı bölümünün 4. Sınıf öğrencilerinin derslerine katıldık. Yaklaşık 40 dakika süren ve tamamen İngilizce konuşulan ders, öğrencilerimiz için harika bir tecrübe oldu.  Önümüzdeki yıl 12. Sınıf olacak okulumuzun pek kıymetli öğrencileri bu gezi sayesinde tercihlerinde daha isabetli karar verebilme imkanı bulabilecekler. 

29 Aralık 2013 Pazar

Taraf


Kimilerine göre ortada durmak en güzelidir. Bu ülke için verdikleri bir şey olmadığı için kaybedecekleri de bir şey yoktur. Mefkûreleri, hülyaları, dertleri, kaygıları yoktur. Dünya batmış, ülke zor durumlara düşmüş umurlarında değildir.
Gözden kaçmayacak miktarlarda kayıt dışı bir para ortalığa saçıldı. Organize bir hizmetin bir mahsulü olduğu gün gibi aşikar. Yeteri kadar beklenilmiş, kimlerin ne yapacağı belirlenmiş ve geriye sadece ‘enter’ tuşuna basmak kalmış. Bu gün yeni iç işleri bakanı Sayın Ala’nın söyledikleri gayet açıklayıcı:106 milyar doları bu ülkede kimden saklayabilirsiniz ki? Birilerine göre çoğu örtbas edilse de herhalde mahkemede birilerini zor durumda bırakacak kadar delil toplanmıştır. Yani güvendiğimiz mahkemeler nihayetinde bir karara varacak. Bundan sonrası sabretmek değil mi? Herkes vicdan sahibidir. Hırsızı, fırsatçıyı, kayıt dışılığı alışkanlık haline getirmiş olanları kimse sevmez ve kimse, kimden olursa olsun cezasız kalmasını istemez.  
Lakin; verilmiş sadakamız varmış. Türkiye; Mısır’ın, Libya’nın ve Suriye’nin düşmüş olduğu pozisyona düşürülmek istenildi. Allah aşkına Avrupa ülkelerinin mi? ABD’nin mi? Rusya’nın mı? Çin’nin mi? umurunda oluruz. Ya da İslam ülkeleri zaten bizim gözümüzün içine bakarken onlar mı bize destek olabilir?
İşin can alan, canı incilten noktasına gelirsek: Camianın tavrı. Yazdıkları, konuştukları ve yaptıklarıdır. Böyle bir tavırı yıllarca hem AKP’ye gönül vermişler, hem bu ülkedeki tüm cemaatler, hem Kürtler; tüm vesayetçilerden gördü. Bunun sıkıntısı en ağır şekilde yaşadılar. Cumhuriyet gazetesi ile Zaman gazetesinin aynı frekansta buluşması, Türköne’nin AKP’ye bitiş tarihi vermesi, Gülerce’nin gel-gitleri; vefa mıdır? Kime ve neye hizmettir? Bir zamanlar etliye-sütlüye hiç bulaşmaz iken, herkese mavi boncuk dağıtırken, gerekirse tüm okulları devrederiz teslimiyetini gösterirken; siyasi tercihleriniz hiç gündeme gelmemişti. Yoktunuz, susmuştunuz, temkinliydiniz. Bu ülkenin geleceğine gönül vermiş bu kadar insanın (size burs vermiş, gerektiğinde savunmuş, yanınızda olmuş) hiç mi hatırı yoktu? Yoktu. Çünkü, kullan-at, sil gitsin, unut gitsin camianın içinde olan bir özelliktir.

Camia siyaset hayatındaki ilk tercihinde acemiliğinin kurbanı oldu. Bakalım zamanla bu konuda da ilerleme sağlayabilecekler mi? belli olmaz. Lakin inandırıcılığı, güvenilirliği ve vefası konusunda zihinlerde çok şey belirginleşti.        

28 Aralık 2013 Cumartesi

GÜNDEM


İnsanların bazıları ideolojik gayelerle aşırı-özdeşirler ve yaptıkları işlerin insani sonuçlarını göremezler.
Üniversitelerin bu sene komplo teorisyenleri bölümü açması isabet olur. Bu kadar psikolojik harp uzmanı biraz fazla değil mi?
Rahat olalım. Kimseyi (hırsızı veya sırtımızdan vuranları) savunmak zorunda değiliz. Lakin kendimizden emin olsak hiç de fena olmaz hani….
Bir zamanlar öteki(ler) vardı. Şimdi herkes bu oyunda yer almak istiyor. 28 şubat rovanşıcıları, minik cemaatler, akreditasyon mağdurları, unutulmuşlar, terk edilmişler, af edilmişler, kovulmuşlar vd. Seviniyorlar hepsine gün doğdu. Fırsat geçti.    
İmanın şartlarını, duayı, hak, hakikatı, haram ve helali yeniden hatırladık. Unutmadan pratiğe geçsek ne de güzel olur.
‘Din kardeşliğini, cemaati, adaleti, faizi, bireyi, vicdanı, vefayı’ bilen birileri yeniden tanımlayıverse ne de güzel olur.
“Hak ettiğimiz gibi mi yönetiliyoruz?” kimleri rahatlatır.
Birçok vekil ve bakanımız diyor ki: Vekil maaşıma yıllardır dokunmuyorum. Burs olarak dağıtıyorum. Allah kabul etsin. Türkülerde ‘askerimiz fakirden olur.’ Bir gün fakirden de vekilimiz olunca, işte o gün demokraside gelmiştir. Adalet de gelmiştir.      


T.urgur

24 Aralık 2013 Salı

Kim ne kadar gerçek?

Kim ne kadar gerçek?
Yıllarca siyasal iktidarlara veya vesayet rejimlerine karşı sessiz ve pusmuş bir duruş sergilediler. En can alıcı konularda bile yana yakıla yorum yaptıklarını, manşet attıklarını gören olmadı. Suya, sabuna dokunmadan, şimşekleri üzerlerine çekmeden usul usul, ağır abi modunda tavır takındılar. Şehit haberleri gelirken kimse bu kadar suçlanmamıştı. Ekonomik başarılar böyle ballandıra ballandıra anlatılmamıştı.  Doğu illerinde kaçakçılık bile onlar tarafından bölgesel bir zorunluluk ve geçim vasıtasıydı. Haklılık nedeni olabilecek kadar masumdu. Tüyü bitmemiş yetimin hakkı doğuda farklı batıda farklıydı. Siyasete suflör olmak en cazibiydi. Çünkü hata suflörün değil hep sahnedekilerin oluyordu. Kimse ABD veya İsrail’i suçlayıcı bir tavır görmemişti. 
Dershanelerin vitrin sınıflarının başarıları öyle büyüktü ki! Sanki başarılı öğrenci yoktu, okul yoktu, okullardaki öğretmenler yoktu ama sadece dershane vardı. Özel okullardan herkes üniversiteye yerleşemiyordu. Ama bu önemli değildi. Yurtlardaki öğrenciler disiplinsiz, kendi başlarına bırakılmış ve okul derslerinde uyku modundaydılar. Ama bu da önemli değildi. Paralel yapıların hizmet erleri devlet kurumlarından maaş alıyorlardı ama hizmet noktalarında farklılıklar görülüyordu.  Okul üniversiteye öğrenci göndermekte yetersiz ve gereksizdi. Okul dersleri için plan yapmaya, zaman ayırmaya, proje geliştirmeye de gerek yoktu. Çünkü bu işler okullarda olmazdı. Lakin bütün bunlar haftalık bir sohbetle affettirilebilecek kadar küçük işlerdi. Vicdanlar rahat, düşünceler herkesi kuşatacak kadar hoşgörü örülüydü. Eğitimdeki bunca, onca, yüzlerce eksik önceden yokmuş ama dershaneler konusu birden gündeme gelince haber bültenlerinin vazgeçilmezi olmuştu.
Zaman ilerledikçe yöntemlerde de değişmeler gördük. Büyümek, gelişmek yanında birçok farklılığı da beraberinde getirdi. Örneğin önceleri, “sövene dilsiz, dövene elsiz, kırana gönülsüz” davranılırdı.  Her doğru her yerde söylenilmezdi.
Kendi içinde öz-eleştiri mantığı olmayan bir sistem belki (belkisi fazla) ilk defa bu kadar eleştirel oluyordu. Muhtemelen bu hem tabanın hem de yönetici güçlerin dengesini bozmuştu. Karizma zedelenmiş. Sosyal medyanın basitliğinden herkes bir şekilde etkilenmişti, lekelenmişti. Durmadan saldırmanın, iktidar için bitiş planları yapmanın, itibarsızlaştırma gayretlerinin nedenlerinden birisi de alışık olunmayan taaruz ve savunma gereksinimindendi.
·             *        * 

Eğer kişi ve kurumlar siyasete girmeye veya doğrudan müdahale etmeye meraklıysalar, bunun bedeli olarak eleştirilmeye, yıpranmaya kendilerini hazırlamalıdır. Yaşamakta olduğumuz da bunun kaçınılmaz yansımalarıdır.  

23 Aralık 2013 Pazartesi

Felç 15


Zaman,
Aman!,
Yaman.
Susmak,
Pusmak.  
Kusmak.
Emniyet,
Niyet,
Hıyanet.
Dershane,
Oy hane,
Darphane.

Sessiz sessiz işleme,
Yavaş yavaş fişleme,
Zamanı gelince dişleme. 

Turgay Urgur

22 Aralık 2013 Pazar

Düşünen insanlar

Anadolu Lisesi Öğrencilerimiz yazıyor……………
Konu: Siz bir yazar veya senarist olun. Hikayenizde “düşünen insan” var. Düşünen kişinizin özelliklerini bize en az 400 kelime ile anlatın. İstediğiniz 10 cümleyi İngilizceye çeviriniz.
Düşünen kişinizin fiziksel ve ruhsal özellikleri nelerdir?
Nerede yaşar?
Toplumla olan ilişkileri nasıldır?
Diğer insanlardan ayrılan özellikleri nelerdir?
Ve daha nicesi….. Yazarlarımızın hayal dünyasından ve akademik kariyerlerinden kağıda aktarılacak.
Bu çalışmamıza 11 A-B ve 9 B sınıflarımız katılıyor. Yaklaşık 60 farklı yazardan takip edeceğiniz bu yazı dizimizi kaçırmamanızı itinayla tavsiye ederim.
Turgay Urgur

17 Aralık 2013 Salı

Keşke


Şehit haberleri gelirken ABD’nin dünyayı kurtardığı 3. Sınıf Hollywood filmlerini gösterirken, açılım adına vicdanlarını saçmasalardı,
Güneydoğuda, Doğuda kullanılan elektriğin, suyun, maaşın faturasını Batı insanı öderken de dinden, imandan, ahlaktan bahsetselerdi. Hani ezberledikleri “Tüyü bitmemiş yetimin hakkı”nı arasalardı. “Böyle Müslümanlık olmaz.” diyebilselerdi.
Bizim önceden çocuk katili olarak bildiklerimiz için de “bir firavunluk” benzetmesi bulundaydı,
Sanki memlekette herkes her gün et, tavuk, ciğer, kebap yiyormuş gibi haftanın iki günü her bölgenin kebapçıları marifetmiş gibi salya sümük anlatılmasaydı. Yediğimiz, içtiğimiz biz de kalsaydı. Sonra bir de gazetede ‘facebook’ta yediklerinizi paylaşmayın gibi ahlak ikilemine düşmeselerdi,
Yazarları bir başka gazetede terörist için gerilla derken sırf yalakalık olsun diye ‘dağın arkasına bakmak gerek’ isimli kitabın reklamını yapmasalar ve bunlarca şehit anasının ahını almasalardı,
28 Şubatta pustuk, sesimizi çıkarmadık. Şimdi herkesten çok demokrat olmak bize biraz fazla diyebilselerdi,
 Her yaptıklarını ilahi mesaj algılayıp kutsamasalardı,
Şimdi olduğu düşüncelerini gizlemeden net bir şekilde söyleyebilselerdi,
30 gün boyunca utanmadan sıkılmadan kendi yazarları arasında “İslamcılık bitti mi- bitmedi mi” münazarası yapacaklarına ve sonradan da yine kendi yazarları (Ali Ünal) tarafından;  iş cılkından çıkıp da Bediüzzamana uzandığında, seviyesizliğin ortaya çıkışıyla birlikte Dumanlı tarafından: Pek de güzel oldu, farklı görüşler gazetemizde konuşabiliyor kılıfına bürünmeselerdi,
İyi günde, kötü günde, doğuda, batıda, öncesinde, sonrasında TEK, NET, İLKELİ olabilselerdi,
·          *    *
Lütfen birileri öz eleştiriyi yeniden tanımlasın.

Turgay Urgur    

16 Aralık 2013 Pazartesi

ŞÜKÜR


Hakan Şükür, Ak partinin ‘popüler siyaset’ arayışındaki en bariz örneklerdendi. Siyasi bir kimliği, siyasal bilgi birikimi yoktu. Özellikleri: tanınmış olmak ve bir diğeri de cemaate olan yakınlığıydı.
Hiçbir parti uygulamasına itiraz etmedi. Partisini ve liderini eleştirmedi. Her yapılanı izledi. Eğitim, sağlık, ekonomi alanında her hangi parlak bir fikri olmadı. Alanı olan spor konusunda da dikkate değer bir çalışmasına rastlayan olmadı.
Vekillik yaparken aynı zamanda TRT’den hatırı sayılı miktarda almış olduğu ‘spor yorumları’ maaşı ile gündeme geldi. Kimse ondan (kendisi de dahil) siyaset konuşmasını istemiyordu.
Peki böyle olacaksa… vekil neden maaş alır? Ne iş yapar?  
Bugün eline tutuşturulan bir metin ile istifa etmiş.
Peki ne oldu? Popüler siyaset bir değerini mi kaybetti? – Arkasından dalga dalga kopuşlar mı olacak? – Yoksa vekilliği boyunca tek yaptığı iş bu mu olacak? Hayır sadece kendisinde istenileni yerine getirdi.
Ak parti popüler vekil tercihine inşallah bir son verir. Vekil sadece vekillik yapmalıdır. Liyakat ön planda olmalıdır.

Bu tarz siyasetin ülkemize kazandıracağı bir şey yoktur. Vitrin ve fotoğraf siyaseti için aday devşirmek samimi bir yapılanma değildir. Herkes kendi ilgi alanında iş yapmalı ve eğer kişinin zamanı yoksa vekillik alanını boşuna meşgul etmemelidir. 
·            *      *  
Cemaat iğneyi ne zaman kendisine batıracak? Öz eleştiri yapılacak hiç mi bir nokta yok?
·              *        * 

Turgay urgur

ZAMAN 6

İlk kandıran zaman,
Önüme bin yalan koyan.
Bir yerinde sen varsan,
Kanmak da, inanmak da güzel.

Korkmak,
Beklemek,
Türlü türlü emek,
Sonunda sen varsan,

Ölmek de güzel.

turgay urgur

9 Aralık 2013 Pazartesi

Kim?lik

Kim?lik / Kimse yok mu?CULUK / TURGAY URGUR

Başlangıç süperdi. Sadece insan vardı. İyi ve kötü arasında bir tercih yapmıştı…. Ve kimin iyi, kimin kötü olduğu belliydi. Sözleri, davranışları, yaptıkları ‘kim’ olduğu için yeterliydi. Herkes kim’ini ona göre seçmişti. İnsan kimsesiz kalsa bile kimliği ve benliği vardı.
Tek bir ‘kim’lik ona yetiyor ve onu anlatıyordu.
İnsan bir gün durduk yere yanıldı. Kim?liğini ve ben?liğini terketti. Kendisine bir değil birden fazla kimlikler ve benlikler buldu.
Putperest oldu. Para düşkünü, şöhret zevzeği, ideoloji manyağı, iş bilir, üye, kula kul, köle, aracı, taşeron oldu. Kendi kendisine düşünemez oldu. Artık göremiyor ve duyamıyordu. Konuşamıyordu. Konuştuğunu sandığı şeyler onun kulağına üflenenler ve suflenenenlerdi.
Çok kimlikli ve benliklilerin ÖZELLİKLERİ
Kendisine benzeyenler haksız bile onları düşünmeden savunurlar.
Eleştiriye, durum tespitine karşı hazımsız ve sabırsızlardır.
Hep aynı eksende döner dururlar.
Kendi başlarına karar veremezler.
Başkasının, başkalarının varlığını anlamlandıramazlar.
Doğruyu, hakikatı konuştuklarını sanırlar. Çok kimlikleri ama tek doğruları vardır.
Birilerine benzemeye çalışırlar. Taklit ve kendisine benzetme gayreti içindelerdir.
• * *
Bu gün 8 Aralık 2013 Lice’de 4 asker kaçırıldı, Diyarbakır’da 4 polis yaralandı. Aynı olay Avrupa ülkesinde veya ABD’de olsa yer yerinden oynar ve çözümsüz bırakılmaz. Bence dershane gündemi bunun yanında sadece bir safsatadan ibarettir. Lakin ne sağ, ne sol, ne cemaat medyasının ne de cemaate belden aşağı vuran diğer cemaatlerin günlerce dikkatini çekmeyecektir. İşte kim?lik meselesi budur……
Yani kimsenin umurunda değildir.
Yani KİMSE YOK MU? diyenlere… Bırakın kimseyi.. hiç kimse yoktur. Sadece menfaat, güç kavgası, ben yöneteceğim sevdası, her şeyi bilmek ama işine geleni konuşmak vardır.
Turgay Urgur

30 Kasım 2013 Cumartesi

Dershane GERÇEĞİ 2


Not: Eğitim camiasının tüm birimlerinde okul, dershane, kreş dürüst bir şekilde çalışan kimseye en ufak sözümüz yoktur. Ellerinden öperiz. Lakin bu konunun enine, boyuna tartışılması da çok gereklidir. Düşüncesi olan buyursun……
Herkes çocuğunu temiz duygularla okula gönderiyor. Öğrencisinin iyi bir eğitim alacağına, zamanının iyi kullanılacağına, ahlaklı yetişeceğine inanıyor. Vergisini verdiği, vatandaşlık görevlerini yerine getirdiği ülkesinde kendisi için çok değerli olan evladını okula emanet ediyor. YETMEZ AMA BUNU HERKES İSTİYOR. Hak ediyor mu evet fazlasıyla hak ediyor. Ben de çocuğum için bunları isterim.
Haftanın 5 günü, günde en az 7 saat eğitim gören bir insanın yetişmemesi için hangi nedenler vardır ki!
Çok NEDENLER varmış. Kimsenin konuşmadığı ama söylemek isteğini birçok NEDEN varmış.
Dershanelerin kapatılmasını istemeyenler ve sendikası olan gruplar, kişiler NEDEN okullardaki bu sorunları dile getirmediler? Bu sistemin böyle işlemesine rıza gösterdiler? Kimse düne kadar televizyonlarda; ‘okullarda konular yetişmiyor’, ‘okul üniversiteyi kazandıramıyor’ demiyordu. Demek ki dershane konusu gündeme gelmeseydi kimse okulların sorunlarının devam etmesine ses çıkarmayacaktı. Bunun neresi samimi bir düşüncedir. Sendikanın tek vazifesi maaş zam oranının yapıldığı toplantıya katılmak mıdır?
Okullarda da her görüşten, her cemaatten insan var. Devletin kurumundan maaş alırken, geçimlerini sağlarken, hatta üst makamlarda çalışırken NEDEN okulların bu sorunlarını dile getirme gereksinimi duymadılar? İşin bu noktası hem yazıktır, hem de düşündürücü.
Şefkat tokatlarını hatırlamak gerekiyor. Hem devletin okulundan maaş alacaksın, hem de asıl maaş aldığı yeri unutup zamanını, enerjini başka bir hizmete vereceksin. Kimse yemez ve yemedi. Öğrenci de biliyor, meslektaşın da biliyor.
Şefkat tokatlarını hatırlamak gerekiyor. Dershanede zeki ve çalışkan çocuk üzerinden prim yapmak çok kolay. Ama geride hem ahı hem de parası alınmış çok büyük bir kitle var. İnkar eden varsa gelsin. Hodri meydan.
Birileri de başkaları gibi ‘bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ dedi. Ben usul usul gemimi yüzdüreyim dedi.

Yurtlarda kalan öğrenciler doğru dürüst ödev yapmıyor. Hiçbir özel yurttan öğrenci velisi okula gelip de öğrencisini sormuyor. Belirli yatış ve kalkış zamanı yok. Düzenli ders çalışmak yok. Ders çalıştırmak yok. Ortada sorumlu yok. İşin pedagojisi yok, bilimselliği yok, temizliği yok. Ama iş bir kurumu savunmaya diğerini eleştirmeye gelince çok kolay. İşte insanın bu noktada sorası geliyor. Hani örnek olmak gerekiyordu? Çalışkan ve dürüst olunmalıydı? Yok yok yok.       

29 Kasım 2013 Cuma

Dershane gerçeği


Okullarımızda öğrencilerimizin aldıkları notlar kesinlikle gerçek notlar olmalıdır. Hayatın özünde nasıl ki başarı ve kazanç, gerçek çalışmalar sonucunda elde edilir. Aynen bunun gibi okullarımızda öğrencilerimiz adil bir değerlendirme sistemi sonucunda bir üst sınıfa yönlendirilmelidirler.
Günümüzün iş dünyası, ekonomisi, aile yönetimi, sosyal çevresi ve şartları öğrencilerimizin önüne somut örneklerle getirilmelidir.
Öğrencilerimizin okumalarına, okuduklarını düşünmelerine, düşündüklerini sözel veya görsel olarak aktarmalarına fırsat vermeliyiz.
Temiz, kaliteli ve kişilerin kendilerini rahat hissettikleri çalışma, eğlenme ve dinlenme ortamları okullarda mevcut olmalıdır.
Öğretmenlerin ön hazırlık, bilimsellik ve pedagoji yönünden etkileşim halinde olmaları sağlanmalıdır.
Yöneticilerin çalışanlar ve öğrenciler üzerindeki motivasyon ve yönlendiricilikleri günün şartlarına (bilgi-iletişim-sistem) mutlaka uygun olmalıdır.

Turgay Urgur  

27 Kasım 2013 Çarşamba

İMKANSIZ

Bu gece yazma,
İçindekiler içinde kalsın.
Sır olsun.
İlk defa bilinmesin,
İlk defa habersiz olsun.
Belli mi olur?
Belki ilk defa merak eder,
İlk defa düşünür,
Ya da düşlenir.
İlk defa yalnız kalır,
İlk defa yanar.
Belli mi olur?
İlk defa anlar.

Turgay Urgur

DÜŞÜNCE

Ülkemizin gerçek bir demokrasi bilincine her zamankinden çok daha fazla ihtiyacı var. Çünkü yakın zamandaki farklı gelişmeler ve değişimler gösterdi ki ‘gücü eline geçiren’ ondan ziyadesiyle istifade etmek istiyor. Aynı gruptan, aynı memleketten, aynı meşrepten, aynı partiden olmak liyakatin çoktan önüne geçmiş durumda. Çocuklarımıza bırakacağımız Türkiye’nin olmazsa olmazlarından birisi mutlaka adalet olmalıdır diye düşünüyorum.
·            *      * 
Serbest kıyafet geldi. İnşaallah serbest düşünce de gelir.
·           *      * 

  Turgay Urgur

?

?

Cemaatin dershanelerinin olduğu birçok yerleşim yerinde özel okulları da var. Televizyonda yürütülen propaganda da Devlet okullarının işlerini iyi yapmadıkları, konuların Devlet okullarında bitirilmediği kısacası Devlet’le bu işin olmadığı özellikle vurgulanıyor. Peki cemaatin özel okullarındaki öğrenciler neden aynı zamanda dershanelere yönlendiriliyor? 

turgay urgur

26 Kasım 2013 Salı

HAFTANIN NOTLARI


Son zamanların paçozluk örnekleri
-       Durmadan kebapçı gezen iki televizyon kanalının yayınları,
-       Geçmiş olayları malzeme yapan gazete manşetleri,
-       Fotoğraf siyaseti yapmak,
-       Yaptığı iyiliği yedi düvele duyurmak,
-       Çok konuşmak ama az iş yapmak,
-       Okumadan bilmek,
-       Cep telefonunu kimlik(!) olarak kullanmak,
·            *          *
İnsan daha da yalnızlaşacak. Herkesin ulaşabildiği eğitimin kalitesi çok düşük ve her geçen gün daha da düşüyor. İyi bir mesleği ve iyi bir sosyal çevreyi elde etmek eskisinden daha zor görünüyor. Kişinin önünde iki yol var; ya şu anki hayat karmaşasının içinden kendisine iyi bir yol bulacak ve sistemli yaşamayı öğrenecek ya da sistemsizliğin bir parçası olacak. Yani asgari ücret alacak, asgari mutluluk yaşayacak ve asgari hayaller kuracak. Kaliteli bir yaşam ise bizden capcanlı bir özgüven, çalışkanlık ve inanç istiyor. Bu üçüne güç veren en önemli etken ise hiç şüphesiz okumaktır. Okuduğunu irdelemek ve okunandaki iyiliği yaşamak.    
·          *
 Kişiliğin vazgeçilmez artıları
-       Her koşulda adil olabilmek,
-       Başkalarının size olan güvenini kırmamak,
-       Konuşmadan önce düşünmek veya en güzeli ve kolayı az konuşmak,
-       Düşünme tarzımızı başkalarına iyi bir şekilde anlatabilmeliyiz,
Turgay Urgur


20 Kasım 2013 Çarşamba

PUZZLE 1


Doğru sözler insanın canını acıtır. “Sendikacılık veya sendikaya üye olmak nedir?” bilen bir meslektaşım var ise lütfen bana bilgi versin. Eğitimin; eğitim ve bilgiyle ilgili olan kısmı hakkında-  yani çocuklarımızın bugünü, gelecekleri adına ne üretirler? Ne söylerler ki? Bu toplanmaların; yöntem, bilimsellik ve yenilik adına gündeme getirdikleri her hangi bir şey var mıdır?
Cevap: yoktur. Seksenden sonra ideolojik kamplaşmalar yerini yakın zamanda sendikacılıklara bıraktı. Kendi taleplerini yerine getirtmek, eğitimin içindeki siyaseti kontrol etmek ve güçlerini gerektiğinde bir sopa olarak kullanmak için sendikalaştılar.
Bu bağlamda; insanın insan gibi yaşamasını sağlayan haklar birer lütuf gibi verilmemelidir. Yasa koyucu ve yasaları düzenleyici zaten bellidir. Lütfen herkes kendi sorumluluğunu yerine getirsin. Ben seçimlerin bir sene öncesinden siyasi mevkisini korumak için sahaya inen siyasetçi tipini sevmiyorum ve gerekli de bulmuyorum.
·          *    *
Ben de dershaneye gittim. Paramı aldılar. Benim için de bir umuttu. Ben de sömürüldüm. Dershanede iki faklı sınıf vardı. Akıllıların, çok çalışanların olduğu vitrin sınıf ile sermaye sınıfı. Ama bunun böyle olması gerekiyormuş, sebebini de anlattılar. Sermaye sınıfının ders dışı etkinliği çoktu. Ders dışı rehberliği de çoktur. En çok ders dışı etkinliğe ve ders dışı rehberliğe ihtiyacımız varmış(!), onu da anlattılar. Dershanede uzun uzun uzadıya konu anlatılmazdı, okulda konuları öğrenmiş olmamız gerekiyor(du)[muş]. İşin en garip kısımlarından birisi de okulda (asıl maaşını aldığı kurumda) pasif olan öğretmenlerimizden birisinin hafta sonu dershanede süper-öğretmen olmasıydı. Dershane o kadar farklı ve mübarek bir yerdi ki öğretmenim bile iki kurumda farklı çalışıyordu. Dershane de aynı okul gibi başarısızlık konusunda sorumlu değildi. Başarı dershanenin, başarısızlık öğrencinindi. Dershane başarılı öğrenciye araba verebilecek kadar büyüktü. Herkesin; velinin, öğrencinin arayıp da bulamadığı malum sihirli değnek meğerse dershanedeymiş.
Peki samimiyet nerde ortaya çıktı birazcık ondan bahsedelim. Türkiye’de hem özel okulu hem de dershanesi olan kurumlar var. Bu okullara giden öğrenciler de dershaneye(dershanelerine) yönlendiriliyor. Madem devlet okulu ile bu iş olmuyordu. Özel okulu da yapmışlardı. Eğitim alasını onlar biliyordu peki neden özel okullarının son senelerinde öğrencinin hem okulda parasını alıp hem de öğleden sonra dershaneye gönderdiler? Çünkü onlar eğitimi bildikleri kadar ticareti de iyi biliyorlar. 
·               *         *  
Bugünkü senaryo ise akıllara ziyan. Akıl ötesi ve strateji işi. Akp ve cemaat danışıklı-dövüş halindeler. Hüseyin Çelik Akp’nin ilk hükümeti zamanında bir projeye imza atmak istemişti. Özel okullara teşvik verilecek, eğitimde emekliliği gelmiş kadrolar yenilecekti. Tepkiler üzerine bu proje dondurulmuştu. Chp buna dellenmiş, çok bildiği ve iyi bildiği gibi muhalefet yapmıştı. Şimdi ise mükemmel bir strateji yürütülüyor. Herkes Akp ve cemaatin arasının kötü olduğuna gayet iyi bir şekilde inanmış durumda. Öyle ki Muharrem İnce dershaneler derneğinin toplantısına katılıp; “ben de dershanede eğitim gördüm” diyor. “Dershaneler çok faydalıdır” diyor. Bunu 10 sene önce olsa kesseler söylemezlerdi. Yarın dershaneler kapatılıp, özel okullar açılınca asıl menfaat ve amaç ortaya çıkacak. Lakin kimsenin itirazını ve tepkisini almadan tereyağından kıl çeker gibi yapılmış olacak. Böylece hem maddi imkanlar hem de toplumdaki akp-cemaat algısı yönünden yeni bir yapılanma sağlanmış olacak.         
·            *         *   
Yeni Türkiye’yi stratejiler ve bunun akabinde yeni sermayeler yönetecek. Hiçbir gazeteye, gazete manşetine ve onun yazarına itibar etmemek gerekiyor. Sadece usul usul götürülmek istenildiğimiz yere doğru yönlendiriliyoruz. Önceden konuşturulmazdık şimdi ise konuşturularak kullanılıyoruz.
·         *    * 
Türklerin ve Kürtlerin bir konuda anlaşması gerekiyor. Petrolden kim ne kadar kazanacak?  Bu kadar iltifat ve muhabbet ve düet bunun için yapılıyor. Yoksa kimsenin kimseye tahammülü yok. 
·            *     * 
Chp ve Mhp izliyor. İzlemeye devam ediyor. Puzzle’ın tek değişmeni onlar.
Minik cemaatler de izlemeye devam ediyor. Şartlar değiştiğinde, biraz sonradan olacak ama onlarda bu değişimi önce anlayacak, sonra kavrayacak en sonunda da yer almaya çalışacaklar.
·           * 

Turgay Urgur

19 Kasım 2013 Salı

Puzzle

PUZZLE
Doğru sözler insanın canını acıtır. “Sendikacılık veya sendikaya üye olmak nedir?” bilen bir meslektaşım var ise lütfen bana bilgi versin. Eğitimin; eğitim ve bilgiyle ilgili olan kısmı hakkında-  yani çocuklarımızın bugünü, gelecekleri adına ne üretirler? Ne söylerler ki? Bu toplanmaların; yöntem, bilimsellik ve yenilik adına gündeme getirdikleri her hangi bir şey var mıdır?
Cevap: yoktur. Seksenden sonra ideolojik kamplaşmalar yerini yakın zamanda sendikacılıklara bıraktı. Kendi taleplerini yerine getirtmek, eğitimin içindeki siyaseti kontrol etmek ve güçlerini gerektiğinde bir sopa olarak kullanmak için sendikalaştılar.
·          *    *
Ben de dershaneye gittim. Paramı aldılar. Benim için de bir umuttu. Ben de sömürüldüm. Dershanede iki faklı sınıf vardı. Akıllıların, çok çalışanların olduğu vitrin sınıf ile sermaye sınıfı. Ama bunun böyle olması gerekiyormuş, sebebini de anlattılar. Sermaye sınıfının ders dışı etkinliği çoktu. Ders dışı rehberliği de çoktur. En çok ders dışı etkinliğe ve ders dışı rehberliğe ihtiyacımız varmış(!), onu da anlattılar. Dershanede uzun uzun uzadıya konu anlatılmazdı, okulda konuları öğrenmiş olmamız gerekiyor(du)[muş]. İşin en garip kısımlarından birisi de okulda (asıl maaşını aldığı kurumda) pasif olan öğretmenlerimizden birisinin hafta sonu dershanede süper-öğretmen olmasıydı. Dershane o kadar farklı ve mübarek bir yerdi ki öğretmenim bile iki kurumda farklı çalışıyordu. Dershane de aynı okul gibi başarısızlık konusunda sorumlu değildi. Başarı dershanenin, başarısızlık öğrencinindi. Dershane başarılı öğrenciye araba verebilecek kadar büyüktü. Herkesin; velinin, öğrencinin arayıp da bulamadığı malum sihirli değnek meğerse dershanedeymiş.
Peki samimiyet nerde ortaya çıktı birazcık ondan bahsedelim. Türkiye’de hem özel okulu hem de dershanesi olan kurumlar var. Bu okullara giden öğrenciler de dershaneye(dershanelerine) yönlendiriliyor. Madem devlet okulu ile bu iş olmuyordu. Özel okulu da yapmışlardı. Eğitim alasını onlar biliyordu peki neden özel okullarının son senelerinde öğrencinin hem okulda parasını alıp hem de öğleden sonra dershaneye gönderdiler? Çünkü onlar eğitimi bildikleri kadar ticareti de iyi biliyorlar.  
·               *         *  
Bugünkü senaryo ise akıllara ziyan. Akıl ötesi ve strateji işi. Akp ve cemaat danışıklı-dövüş halindeler. Hüseyin Çelik Akp’nin ilk hükümeti zamanında bir projeye imza atmak istemişti. Özel okullara teşvik verilecek, eğitimde emekliliği gelmiş kadrolar yenilecekti. Tepkiler üzerine bu proje dondurulmuştu. Chp buna dellenmiş, çok bildiği ve iyi bildiği gibi muhalefet yapmıştı. Şimdi ise mükemmel bir strateji yürütülüyor. Herkes Akp ve cemaatin arasının kötü olduğuna gayet iyi bir şekilde inanmış durumda. Öyle ki Muharrem İnce dershaneler derneğinin toplantısına katılıp; “ben de dershanede eğitim gördüm” diyor. “Dershaneler çok faydalıdır” diyor. Bunu 10 sene önce olsa kesseler söylemezlerdi. Yarın dershaneler kapatılıp, özel okullar açılınca asıl menfaat ve amaç ortaya çıkacak. Lakin kimsenin itirazını ve tepkisini almadan tereyağından kıl çeker gibi yapılmış olacak. Böylece hem maddi imkanlar hem de toplumdaki akp-cemaat algısı yönünden yeni bir yapılanma sağlanmış olacak.         
·            *         *   
Yeni Türkiye’yi stratejiler ve bunun akabinde yeni sermayeler yönetecek. Hiçbir gazeteye, gazete manşetine ve onun yazarına itibar etmemek gerekiyor. Sadece usul usul götürülmek istenildiğimiz yere doğru yönlendiriliyoruz. Önceden konuşturulmazdık şimdi ise konuşturularak kullanılıyoruz.
·         *    * 
Türklerin ve Kürtlerin bir konuda anlaşması gerekiyor. Petrolden kim ne kadar kazanacak?  Bu kadar iltifat ve muhabbet ve düet bunun için yapılıyor. Yoksa kimsenin kimseye tahammülü yok.  
·            *     * 
Chp ve Mhp izliyor. İzlemeye devam ediyor. Puzzle’ın tek değişmeni onlar.
Minik cemaatler de izlemeye devam ediyor. Şartlar değiştiğinde, biraz sonradan olacak ama onlarda bu değişimi önce anlayacak, sonra kavrayacak en sonunda da yer almaya çalışacaklar.
·           * 

Turgay Urgur

30 Ekim 2013 Çarşamba

MUHALefet

Sayın Kılıçdaroğlu’nun Sarıgül mecburiyeti çok acıklı bir durumdur. Partimi %1 veya %2 nasıl koruyabilirim çaresizliğidir. Ya da yıllarca hep muhalefette kalıp da bir strateji veya yöntem geliştirememektir. İşin aslı CHP seçmenin öz eleştiri düşüncesini çoktan yitirmiş olmasının nihai delilidir. Böyle bir muhalefetle AKP tek başına daha uzun süreler iktidarda kalır.
·                *           *   
Ortada vatandaşın sorunlarına uzak bir muhalefet var. Bu gerçekten ülke için kayıp. Darbe yanlısı, 12 Eylül özlemcisi, çağ dışı ve çaresiz.
·             *             *
MHP’nin CHPleşmesi ise kendi başına bir komedi. İnsan kendine başarılı bir örnek seçer.
*    *    *

Muhal: Türkçede olması mümkün olmayan, imkansız, olanaksız manasındadır.  

Seçmen 

26 Ekim 2013 Cumartesi

HAYATTA

HAYATTA
KONTÖRümüz bitince her şey bitmiş olmuyor,
İnanın… Hayatta; AVM’lerde satılan tereyağlı GDO’lu mısırdan ve o mısırın kokusundan daha güzel tatlar var,
İnternetten sürekli İNDİRİMdeki, indirildiğini sandığımız ürünleri aramak gibi bir mecburiyetimiz yok,
Bayramlarda klişe MESAJ yazmak bayramın vaciplerinden değil,
İlla ki sosyal medyada veya sosyal podyumda kendimizi BEĞENdirmek zorunda değiliz,
Saçlarımız DÜZ olmasa da güzeliz,
Bir partiye, sendikaya, cemaate göbek bağımız yok. İnsani yaşamak için olduğumuz gibi davranmak yeterlidir,
Hata yapabiliriz,
Ağlamak insani bir duygudur,
Günahlarımız da olabilir. Yeter ki tekrar yapmamak için çalışalım,
Birilerini evimize davet edebilir veya başkalarına oturmaya gidebiliriz,
Bir iş bir insana yeter ve insanlar öncelikle maaşlarını aldıklarını işlerin HİZMETinde olmalıdır,
Verimlilik çok iş yapmak değildir, verimlilik az ama tam işler yapmaktır,
Eserleri okumak, yazmak, sohbet adı altında insanlara ezberletmeye çalışmak tebliğ değil asıl olan YAŞAMAKtır. Başkaları konuştuklarımızı dinlerler ama yaptıklarımıza bakarlar.   
 Vicdan doğru ve yanlışta usta bir mizandır,

Turgay Urgur

23 Ekim 2013 Çarşamba

YOL UZUN


Hayat kısa,
Hasretin yolu ise uzun.
Yalnız ve uzun.
Hayat ise kısa.
Ölüm yakındır.
Günler ve geceler kısadır.
Belki anlatıldığı gibi zor da değildir.
Hasretin yolu ise uzun.
Yalnız ve uzun.

Turgay Urgur 

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...