30 Nisan 2013 Salı

Kızım ve ben


Gündemi dünde bıraktım.

Kızımla tavukların arkasından koşturup,

Parkta kaykaya biniyorum.

Kedilere “minav”, köpeğe “havf” diyor.

Her türlü beleş aktivitenin peşindeyiz,

Geceleri youtube’dan pepe izleyip, sabah keloğlanla uyanıyorum.

 

Sandalyeden uzay mekiği, legodan kule yapıyoruz.

İçine ayaklarını sığdırabileceği her şey uçak demek,

“Uçur” diyor.

Üstümüz batabilir, yerlere çok şey dökülebilir,

Kısacası pis ve rezil olabiliriz,

“Ama umurumuzda değil” diyoruz.

 

Oyun için saatin önemi yok,

Soğuk sıcak fark etmez,

Yarın işimiz var demiyoruz.

Herkese el sallayıp, öpücüklü selam veriyoruz.

 

İşimizi bırakıp bir balonun arkasından koşturabiliriz,

Topa “pa”, ev dışındaki her yere “atta” diyoruz.   

Kısacası;

Durmak yok, oturmak yasak,

Bol bol yoruluyoruz. Şarjımız bitince birkaç ‘mız-mız’ dan sonra bir şekilde uyuyoruz.

    

Baba olmak zor be….

Turgay Urgur

Seni arıyorum


Seni Arıyorum

Uyan bebeğim! Sesin gelsin bana,

Kör karanlıkta seni arıyorum.

Üstümde ölümden izler var,

Yaşamak anlamsız ve zor geliyor,

Yokluğuna henüz inanamadım,

Bulurum diye hala seni arıyorum.

 

Sarhoş ve sefil,

Kendinde değil,

Kayıp ve mağlup,

Seni arıyorum.

 

Bir kelimede,

Tebessümde,

Gecede,

Kadehte,

Son hecede,

Seni arıyorum.

 

Biliyorum,

Kendimi kandırıyorum,

Ben kör ebe,

Sen yok,

Sen hiç olmadın,

Yine de seni arıyorum.

 

Turgay Urgur
It was only the first days. A prenses came, her name was HANZADE. We wanted her to be a servant of God. (her father, Turgay)

28 Nisan 2013 Pazar

GERÇEĞİ YAŞAYANLAR 1 (TURGAY URGUR)


 

Said Nursi’nin hutuvat-ı sitte isimi eseri düşmana karşı gür sedalı haykırıştır. İngiliz istilasına karşı can pahasına boyun eğmemektir. Aynı eser, içerisinde bulundurduğu bazı cümleler itibariyle de çok özeldir. Şeytanın tehlikeli vesveselerinden bahsedilirken aynı zamanda insanların kendi ahmaklığından( humk), mal ve mevki hırsından (hırs-ı cah) ve [benim için en ilginçlerinden birisi olan] taassuptan da bahsedilir. Bu tehlikeli vesveselerin siyasete alet edildiğinden dem vurulur.

Yine Said Nursi’nin Avusturya boykotunda; Kürt hamalları telkine daveti ama bunun yanında yerli malı kullanılması konusundaki ısrarı, sivil ve bilinçli tepki adına çok önemlidir.

Said Nursi, Abdulhamit’in dindarlığından hoşnut ama İslami referansları kullanmasından ise şikâyetçidir. Muhafazakâr kesimin Abdülhamit tasavvuru bu minvalde sekteye uğrar. Alev Alatlı’nın bir söyleşide “İslami referanslar Abdülhamit’i bile kurtarmadı. Kimi kurtaracak ki?” şeklindeki ifadesi konuyu daha da güncelleştirmiştir. 

Sokrates, “halkı kötülüğe ve dinsizliğe teşvik ediyor.” diye idama mahkûm edilir. Savunmasında doğru bildiklerini söylemeye devam eder. Arkadaşları onu idamdan önce kaçırmaya teşebbüs eder ama o kabul etmez. Doğruları adına ölmek ister. Bilgeliği ve bildiklerini söylemesi başına bela olmuştur lakin ölümü isteme şekli bile kendi başına bir bilgeliktir.

 Atina’daki zengin giyimli sofistlere benzemezdi. İnsanların düşüncelerini amansızca tenkit ederdi. Potidaia savaşında cesur bir şekilde savaşması ise onun yurttaşlığına başka bir delildi. Kişiliği günlük olaylara göre değişmezdi. Atinalılara sorular sorar ve gençlerin düşünmeden, sorgulamadan kendilerini geliştirmeyeceğine inanırdı. Demagojik konuşmalarla öne sürülen fikirlerden ziyade insanın kendisinin geliştirdiği fikirlerin önemli olduğunu anlatamaya çalışırdı.  

Henry Thoreau kelle vergisini ödememek için hapse girdi çünkü köleliğe ve Meksika-Amerika savaşına   karşıydı. Hapisten sonra ‘yönetimde bireyin hakları ve görevleri konulu’ dersler verdi. Hiç şüphesiz ‘sivil itaatsizliğin’ en büyük liderlerindendi.  Lüks ve rahatın insanın gelişimin önünde engel olduğunu düşünüyordu. Ölü Ozanlar Derneği filminde de geçen ifadesi ile “orman gitmişti çünkü bilinçli yaşamak istiyordu.” Doğa ve kültürün birlikteliğinden yanaydı. Belki de ona göre, devletin vergi alması için çok geçerli nedenleri olmalıydı.

·                           *                        *  

GERÇEĞİ YAŞAYANLARIN hayatlarının; bu gün ‘sanalı’ ve ‘sandıklarını’ yaşayanlara veya yaşadıklarını sananlara DOKUNAN yerleri mutlaka vardır.

(Devam edecek….)

Turgay Urgur   

24 Nisan 2013 Çarşamba

Sevgili


Sevgili bir kelimedir.
Hayat cümlesinin olmazsa olmazdır.
Özel isimdir.
Aynı zamanda çok anlamlıdır.
Cümledeki anlamına göre bazen mutluluk bazen aşk bazen var olmaktır.
Kimi zaman zıt anlamlıdır. Özlemdir veya nefrettir.
Bazen sonunda ünlemle tek başına bir cümledir.
Gel ! veya Git !
Cevapsız bir sorudur;
“Yine mi?” “Sen mi?” gibi,

Sevgili bir kelimedir.
Hayat cümlesinin olmazsa olmazdır.
Anlam-anlama bozukluğuna yol açtığı zamanlar olur.
Cümlenin yapısını sadece bozmaz, cümleyi tamamen bitirebilir de.
Ama diyemezsin ki “cümleden çıkarsam anlam bozulur mu?”
(devam edecek)
Turgay Urgur
www.turgayurgur.blogspot.com   

Ah şu madalyon (4)


 

Kanaatsizlik önderleri yine suskunları oynuyor. Çözüm önerileri sessiz olmak ve izlemek. Avın yere düşmesini beklemek. Çünkü konuşmak yanında birçok riski beraberinde getiriyor.

-Konuşunca önceki konuşmaları ile düştükleri çelişki ortaya çıkacak.

-Bir zamanlar referans olarak eklemledikleri kaynaklar onları yalnız bırakacak.

-Arkalarından yıllardır giden kitleleri hayal kırıklığına uğrayacak.   

*   *   * 

“Ne verdiniz?” sorusunun cevabı ya cerbezeye maruz kalıyor ya da metafizik bir bilgeliğe. Lakin karşı taraf Kürdistanı çoktan kurmuş bir vaziyette. Terörist önce ‘gerilla’ oldu, hoşgörü timsalleri onları ‘militan’ yaptı. En son raporda ise ‘aktivist’ olarak evrimleşti.

·           *    * 

Abdülhamit Hanın karşısında yer alan ittihatçıların yanında İslamcı bazı düşünürlerin olması ve yakın zamanda evliya ya da ulu hakan olarak millileştirilmesi güne işaret eden bir ironi olarak not düşülebilir. Acele giden harbiden ecele gidiyor. Değişim, gelişim veya açılım pek hayra alamet işler değil sanırım. Ben gerici olmak istiyorum.

·           *    * 

Sayın Gül’ün ifadesi ile ‘her şey tozpembe değil’ mi yoksa? Acaba her şey ne kadar pembe?

·           *    *

Eleştiri ile tespiti bir birinden ayırmak gerek.  

Turgay Urgur

18 Nisan 2013 Perşembe

Ötekileşmeden


Ötekileşmeden

‘Ötekileştirmek veya düşman oluşturmak’, teorisi dışarıdan-pratiği bizden bir propaganda aracıdır. Yıllarca acısını çektik ve bedel ödedik. Ülkemizde hep zıtlar oluşturuldu. İster istemez taraf olmaya zorlandık. Zorlanınca da istekli veya isteksiz meyil ettik. İçimize çok sinmedi ama öyle olması gerektiğine ziyadesiyle inandırıldık.

Bitmeyecek sandığımız kavgalarımız serbest piyasa ekonomisine ansızın teslim oluverdi. İdeolojilerimiz bu evreden sonra hobileşmeye başladı. Camları kırmaya, duvarları boyamaya, çoğunluk olduğumuzda azınlıklara dövmeye gerek kalmadı. Fiziksel kavgadan sözel ve görsel kavgalara geçişimiz beklenenden hızlı oldu. Marlbora, kaçak olmayan döviz, renkli televizyon, otomatik telefon santrali ve diğerleri  uğruna öleceğimiz idollerimizin önüne geçiverdi.

Gün geldi ve çattı. ‘Ötekileştirme’ popüler siyasetin en etkili silahlarından birisi haline geldi. Travma geçiren topluma birilerinin; Türkiye’nin derin devletini, neden ilerleyemediğimizi, neden sürekli çatışma halinde olduğumuzu anlatması gerekiyordu. Yakın geçmiş deşifre edilirse ve olup-bitmişlerden malumatımız olunca biz de ‘süreci’ anlayabilecektik. 

“Analar ağlamasın.” diyorsan beri tarafa geçmeliydin yoksa vesayetçi olurdun.

“Akan kan dursun istiyorsan.” Susmalıydın yoksa süreci baltalayanlardan olurdun.

“Akil” olmaz isen sakil olurdun. 
*    *    *
Tabi bu arada komik durumlarda ortaya çıkabilir. Örneğin bir taraftan 12 Eylül ile yüzleşme derdinde(daha doğrusu girişiminde) olursun diğer tarafta müebbet hapis ile yargılanan 30-40 bin insanın ölümüne neden olmuş bir insanla düşünce birliği yaparsın.

Veya… Yıllarca savunduğun tezinin- ütopyanın, senin arzu ettiğin insanlarla değil de farklı figüranlarla gerçekleştiğini görürsün ama bozuntuya vermezsin. İslam potasında halkların kardeşliği özellikle Nurcu kardeşlerimiz olmak üzere birçok kişinin isteğiydi. Ama masanın diğer tarafında devrimci, Zerdüşt, Marksist gelenekten gelen ve uyuşturucu ticaretinden beslenen bir örgüt vardı. Bu bir hayal kırıklığı oldu ama sessiz kalmak ve bozuntuya vermemek gerekiyordu.  

·           *       *

Dahası, çalının etrafında dönülüp durulmalıydı. “Ne verdin?” sorusunun cevabı ise mezara kadar gitmeliydi.

*     *     *  


Turgay Urgur   

9 Nisan 2013 Salı

HAYAT


HAYAT
Uzun zaman önceydi.
Ne yılı ne de mevsimi aklımda kaldı.
532’li numaralardan başkası yoktu.
Bir sahil şehriydi.
Kimse bilmiyordu.
Bir tarafta dalgaların “gel” diyen hırçınlığı,
Diğer tarafta dağların taşlaşmış sabrı vardı.
İkisi bir araya gelmedi.
Zaman geçti. Zaman geçti.
Beklemek umutları bıktırdı.
Her şeyi oluruna değil “öylesine” bıraktırdı.
O günden bu yana çok şey değişti.  
Turgay urgur

7 Nisan 2013 Pazar

Açalım 1


Açalım 1
Alınan vergilerin ve harçların çeşitliliği, AB uyum yasaları bahane edilerek satılan yeni yeni belgeler ve abartılmış cezalar artık bıktırdı. Yaşam alanlarımız her geçen gün daha da daraltılıyor.
Kurumlara ve şahıslara yeni belgeler zorla aldırılıyor lakin nedense hakkaniyet çerçevesinde ülkenin geneline homojen bir şekilde yayılan denetimler yapılmıyor. Bu da insanın aklına yapılan işlerde samimiyetsizlik olduğunu getirtiyor.
Önce şehirlerin çirkin ve modern olmayan yapılanmalarına müsaade ediliyor. Sonra yol kenarına park etmek zorunda kaldığınız araç için sizden otopark parası alınıyor. Gözleriniz otoparkı görmese de, yanınızda tahsildar beliriveriyor. Çünkü amaç tahsilat.

Yeni bir işe başlamak için türlü türlü resmi kurumlardan yüksek harçlarla belgeler almanız ve bu belgeleri çerçeveletip duvarlarınıza asmanız söyleniyor. Lakin birçok kurum denetimsizlikten yerlerde sürünüyor. Özellikle gıda sektöründe hepimizin hayatı risk altına alınıyor. Daha sonra ise Devletin başka kurumları denetleyemedikleri kurumların denetimleri için yeni yeni yasalar üretmek zorunda kalıyor. Çünkü önceki belgelerin ve kurumların herhangi bir işlevselliği yok.
    
Adalete güvenmemiz isteniyor ama vergilendirme sistemi “çok çalışandan çok – hiç vermeyenden hiç” üzerine işletiliyor. Bölgesel ve sektörel ayrımların olduğu herkes tarafından aşikar olmasına rağmen iç siyasette nedense hiç konuşulmuyor. Lakin böyle bir ortamda demokrasiye inanmamız bekleniyor.   
Ne diyelim… Allah sonumuzu hayır etsin.

turgay urgur 

4 Nisan 2013 Perşembe

Azınlık


AZINLIK
Çok olduğumuzu kesinlikle düşünmeyin. Hepimiz oylarımızı tek bir partiye versek binde bir bile fark oluşturamayız. Bir meydanda konuşsak üç beş çocuktan başka yanımıza gelen olmaz. Onlar da az bir süre sonra sıkılırlar yanımızdan ayrılırlar. Gelse gelse yanımıza köyün delisi ile belediyenin zabıtası gelir. Deli eksenimizin aynı olduğunu düşünür. Zabıta da malum asayiş kontrolüne gelir. Özetle kendi kendimize konuşur, kendimizi dinleriz. İtibar görmeyen düşüncelerimiz ise bildiğiniz üzere uzun zamandan beri değiştirmeden söyleyip durduğumuz şeylerdir:

Vatanının istikbalini ilgilendiren mevzular popüler siyasete malzeme yapılmamalıdır.
Gücü eline geçiren her yaptığım doğru dememelidir.
İnsanımız bilinçsiz tüketimden kurtulmalı. Her türlü maddi ve manevi israftan kaçınmalıdır.
Milli şuur, İslami ahlak; bu bölgenin en değerli servetidir. Onları terk eden bu coğrafyada huzur bulamayacaktır.
“Yeni dünya düzeni” dayatmasına boyun eğmek yok oluş döngüsüne yavaş yavaş girmek demektir.
Büyük devletler etnik şantaja boyun eğmezler. Ulusal bütünlüğü korumaya çalışırlar.
Alabildiğimden aldığım kadar üzerine kurgulanmış bir vergi sistemi kutsal değildir.
İnsanların emeklerini, emeklerinden oluşan kazançları kolayca dağıtmak sosyal devlet olmak hiç değildir.
Oy vermek benlik vermek değildir.
‘Düşünce’ yerini konuşmaya tümden bırakınca ortaya ses kirliliği çıkar.
Sorunlar doğru yöntemlerle çözülür. Yanlış yöntemler yeni sorunları içlerinde barındırır.
Tabular eleştiriden uzak toplumlarda oluşur.  

Turgay Urgur 

2 Nisan 2013 Salı

Felç 12


Felç 12
Pop müzikten popüler siyasete,
Pop oturup pop kalanlara,
Sakillik saçılmışken,
Akillik devşirenlere,
“Son kararım” Diyemeden,
Süreyi bitirenlere,
Telefon jokerinde:
İmralı mı? Kandil mi? Netanyahu mu?
Diye düşünürken,
Seyirci jokerini unutanlara,
Çift cevap hakkında,
Eyaletle-federasyonu seçip,
Ayrı bir devleti görmeyip,
Bir üst tura çıkamayanlara,  
Oylarını değil,
Tümden benlik vermiş olanlara,
Teminat diye kişilik bırakanlara,
Yetersiz bakiye olup,
İstediğini alamadan,
Her şeyini bırakanlara,
Geçmişi unutmaya zorlayıp,
Geleceği unutturanlara,
“Kim sızdırdı? “ nın arkasından,
Anketle nabız yoklayanlara,
İstikrar sürsün deyip,
İstikamet şaşıranlara,
Kısacası;
Düşünmeyen herkesi kapsayan,
Kabullenme ve teslimiyeti,
İleri demokrasi sanan,
Herkes için var olan,
Bir düşünce felcidir bu.

Turgay Urgur

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...