28 Nisan 2015 Salı

OUTLET hezeyanlar (giriş)


Hani bir insan vardır yaa… Ona ağlamak, sızlanmak yakışır. Kızmak yakışır, içinden geçenleri olduğu gibi söylemek yakışır yaa.. Çünkü haklılık vardır. Gerçeklik vardır. Son zamanlarda bu yakışanın öyle ‘outletlerini’ gördük ki şaştık kaldık. Çünkü yakışmıyor, baştan sona abartı kaçıyor. Olmuyor. Dün ile bugün arasındaki tutarsızlıklar dikkat çekiyor.  
·            *      * 
Bunun nedeni tek tipçilik. Bunun nedeni bastırılmışlık.
·            *      * 
Yapılabilecek bir şey yok. Son 1 yıldır ülkemizde yaşananlar; samimiyet, güven ve adalet konularındaki durumumuzu ortaya serdi.

Bu tür OUTLET hezeyanların alıcıları her geçen gün azalıyor. Çünkü toplumda kaliteye ve gerçekliğe yeniden gereksinim doğdu. İnsanımız sahtelikten bıktı.


 Turgay URGUR

19 Nisan 2015 Pazar

Boşluktan bakarak (3)

Birkaç gündür aklımın ucundan bir yazı konusu geçiyor. ‘Yazayım mı? Yazmayayım mı?’ diye epey bir düşündüm. Yazmaktan alıkoyan birkaç içsel nedenim de vardı. Öncelikle benzeşme ve sıradanlaşma gibi korkularım var. İkinci bir husus ise insanları ÇOK SIK sözle, yazıyla da sıkmamak gerekiyor sanırım. Son olarak da artık daha ne yazılabilir ki? Dünyada halen daha söylenecek söz kaldı mı ki? Hani geçenlerde paylaşmıştım ya; “Modern insan düşünmekten yaşamaya vakit bulamıyor.” diye. Tartışılmadık, yazılmadık konu kalmadı gibi ve aynı konular defalarca bile irdelendi. Bilgiye ulaşma sorunu neredeyse kalmadı.

Her neyse… ben yine de yazayım ve siz sevgili dostlarla paylaşayım. İçimde kalmasın.

Kafatasımızın yarısının tamamen boş olduğunu düşünelim. Hava boşluğu gibi bir şey olsun. Beynimiz ise diğer yarıya sıkışmış olsun. Ve hepimizin bildiği üzere bir tarafa sıkışmış olsa da beynimizin çok az bir yüzdesini kullanıyoruz. Kullanıyormuşuz. Öyle diyorlar….

Kullandığımız kısımdan değil, kullanmadığımız kısımdan bahsetmek istiyorum. Yarım köşeye sıkışanın az bir kısmını kullanıyoruz. Diğer tarafta koskoca bir boşluk var. Bu boşluktan çok çok daha büyük kafamızın dışında bizimle kıyaslanamayacak büyüklükte bir kainat var.   

Haklısınız kimsenin kafasının bir bölümü hava boşluğu değil. Misal olsun diye yazdım. Arada bir farkındalık olsun diye yazdım. Ara sıra hava almak için dışarı çıkardık. Hiçte fena olmazdı hani… ve oradan kullandığımız bölümüne bir bakardık, göz atardık. Nasıl kullanıyoruz diye..

Olmadı, kafatasımızın hava boşluğundan da çıkardık ve tümden dışarıdan bakardık. Tabi ki de tüm bunlar fantezi ürünü söylemler.

KEŞKE bu fantezi bazen gerçek olsa. Çünkü buna ihtiyacımız var. Birey olarak, toplum olarak buna ihtiyacımız var. Hayat, yaşamak, başarı, verimlilik, mutluluk bizim bildiğimizden-bildiklerimizden ibaret değil.

Siyaset, adalet, inanç, doğruluk sadece bizim geliştirdiğimiz söylemlerden ibaret değil. Dışarısı bizlere devasa boşluklar gibi görünüyor, hayatta sadece kendimiz varmışız gibi davranıyoruz. Bundan dolayı bencilliğimiz, çatışmalarımız, inadına haklılık arayışlarımız her şeyin önüne geçmeye çalışıyor. Eşlerimize karşı tavırlarımızda, aile içi münakaşalarda bu böyle değil mi? En basit konularda bile taraftarlığımız bundan değil mi?

Yıllardır süren siyaset çatışmaları, toplumsal savaşlarımız, gruplaşmalar, gettolaşmalar bundan ortaya çıktı.

Son zamanlarda halkımızı bölen siyasal tartışmalarda da benzer nedenin izlerini görüyoruz. Yetiştiğimiz çevre, etrafımızdaki dostlarımız, gidip-geldiklerimiz, üye olduğumuz yerler bizleri düşünce hapsine alıyor.

Bazen farklı kişileri dinleyerek, okuduklarımızı değiştirerek, ortamlarımızı genişleterek kendimizde olanlara boşluktan bakmalıyız. Kimsenin etkisinin olmadığı, hiçbir düşüncenin kalıplaşmadığı boşluklardan bakmalıyız.
Bu bakışla kendimizde muhtemelen eksiklikler, yanlışlıklar göreceğiz. Zamanı şimdiye kadar kötüye kullandığımızı, eğitimimizin eksiklikler içerdiğini, sosyal durumumuzun gözden geçirilmesini gerektiğini göreceğiz. Bırakalım da bunlar biraz içimizi acıtsın. Acıtsın ki bizi biraz kendimize getirsin.

Evi bombalanan bir Orta-doğulu Müslümanın boşluğundan baktığınızı düşünsenize?
Annesiz bir çocuğun, fakir bir ailenin, özürlü bir insanın, ailesinin yitirmiş bir kişinin ve tüm diğer sıkıntı çekenlerin boşluklarından baktığınızı düşünsenize?

Ne görürdük acaba?

Turgay URGUR

(devam edecek)

13 Nisan 2015 Pazartesi

Eğitim (3)

Sevgili ve kadim dostlarım, meslektaşlarım;

Kendisini Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası için çocuklar yetiştirmeye adamış olan biz öğretmenlerin birinci ve en ehemmiyetli meselesi öğrencilerimizin en güvenilir, en doğru, en donanımlı eğitimi almalarını sağlamaktır. Tüm çalışmalarımızı, düşüncelerimizi ve enerjimizi buna yönlendirmeliyiz. Zihnimizi ikinci bir meselenin meşgul etmesi bizleri asıl amacımızdan uzaklaştıracak ve yaptığımız işlerin verimliliğini azaltacaktır. Öğrencilerimiz gözlerimizin içine bakıp bilgi, sevgi, şefkat, yenilik, liderlik beklerlerken bizler dimağlarımızın basit hayallerle dolmasına müsaade edemeyiz. Öğretmenin uygulaması da yenilik ve istişare gerektirir. Evdeki, okuldaki, öğretmenler odasındaki, toplantıdaki önceliğimiz çocuklarımızın eğitimi ve başarısı olmadır. Biz bunun için maaş alıyoruz.

1.     Öğrencilerin kaliteli eğitim almasına yönelik çalışmalar.

a)Öğretmenlerin 15 günde bir araya gelip yuvarlak masa toplantılarında eğitim yöntemlerini bir birlerine aktarması. Farklı uygulamalarını paylaşması. Uygulama ilçe içindeki nezih ortamlarda yapılabilir.

ÖRNEK ÇALIŞMA: Cuma-Cumartesi-Pazar bir otel ile anlaşıp hem kollektif çalışmalar yapmak hem de ailelerimizin dinlenmesini sağlamak. (Sezonda 1 defa yapılabilir)

-Öğrenci gözüyle öğretmen kimdir? Öğrencinin beklentisi nedir?
-Başarıya ulaşmış uygulamalarınız nelerdir?
-Öğrencimize ne kadar yakınız?
-Entellektüel gündemlerimiz var mı?
-Öğrencilerimizle aynı kelimeleri, cümleleri kurabiliyor muyuz?

b)Bilgi yarışması, seminer, olimpiyatlar, gezi ve benzeri çalışmaları öğrencilerin  genelini kapsayacak şekilde düzenlenmesini sağlamak. Kazan-kazan mantığı ile öğrencileri bir bütün olarak görmek ve her seviyeden öğrencinin kazanım elde etmesini sağlamak.

c)Değerler eğitimi kapsamında öğrencilerimize Manevi değerlerin kazandırmaya yönelik çalışmalar.

ÖRNEK ÇALIŞMA: Peygamber Efendimizin Hayatının öğrenciler tarafından okunmasını sağlamak. Kaybedeni olmayan bir yarışma yapmak ve dereceye girenleri belirlemek. Hediye vermek, tüm okul öğrencilerini çalışma içine çekmeye çalışmak. Bu tür çalışmalar bir sonraki çalışmalar için bizleri motive etmelidir.        

ÖRNEK ÇALIŞMA: Çanakkale şehitlerini anma günü okullarımızda daha kapsamlı kutlanabilir.

d) Devamsızlık, olumsuz alışkanlıklardan korunma, sosyal ilişkiler konusunda öğrencilerimize bilgilendirme yapmak ve onlar için okulları daha güzel bir ortam haline dönüştürmeye yönelik çalışmalar yapmak. Okul kantinleri, kütüphaneleri ve diğer dinlenme alanları mutlaka öğrencilerimizin zevkine, ilgi alanlarına yönelik olarak düzenlenmelidir. Böylece öğrencilerimiz okulda zaman geçirmek için daha çok istekli olacaklardır. Çalışılan mekanın modernizasyonu orayı daha çok verimli yapacaktır.  

e) Öğrenciler okulda eğitim yanında eğlenmeyi, dinlenmeyi ve kendilerini gösterebilecekleri çalışmaları da hak ediyorlar. Bu çalışmalarda başarı hedefleniyorsa kesinlikle toplu bir eylem mantığı ile yapılmalıdır. Yani çalışmaların liderlikleri ve uygulatılması organize olmalıdır. Zaman başarı için kenetlenme ve birlikte hareket etme zamandır. Bir çalışmanın başlatılmasında ve yürütülmesinde öğrencilerin bizlere ihtiyacı var.  

Pek kıymetli dostlar, hep birlikte çalışalım ve gençlerimizin geleceklerinde bizim de yarın gururla hatırlayabileceğimiz bir anımız olsun.



Muhabbetle,

Turgay URGUR


Sevgili dostlar; iyi niyetli, çalışkan ve Milli değerlere sahip çıkan arkadaşlarımızın görevlere gelmesi hiç şüphesiz benim de idealimdir.  
  

5 Nisan 2015 Pazar

eğitim

Asrın mütefekkiri; bir insan iki işte başarılı olamaz diyor. Sözüne kurban, mefkûresine kurban, çabasına kurban olayım.
Başka meslekleri bilmem ama bu düstur öğretmenlik için çok elzemdir. Eğer bir eğitimcinin kafasında öğrencileri ve onlara karşı verimliği dışında her hangi başka bir zihni meşguliyet varsa onun mesleğinde saygıdeğer olması çok zordur. Bizler yatıp kalkıp öğrencilerimizin başarısı ve gelişimleri için uğraşmalıyız. Çünkü bu mesleği şu anda öğrencilerin algısına yönelik olarak yürütmek gerçekten eski zamanlara göre çok daha fazla çalışma gerektiriyor. Mesleğimiz tabi ki de yeniden tanımlanmadı. Lakin beklentiler gerçekten çok yüksek ve bu yükseklikte ben haklılık görüyorum. Eğer bu gün çocuklarımız okul ve ders ortamından kaçma eğilimdeyseler bu geldiğimiz noktanın en büyük delilidir.

Meselenin çözümü için nedenleri yazarak başlayabiliriz; 

4 Nisan 2015 Cumartesi

vali bey yalnız değilsin



Senin gibi bu ülkede eğitimi, başarıyı, gelişmeyi kılık ve kıyafette gören koskocaman bir SÜRÜ var. Öğrencilerine, öğretmenlerine sevgi ve saygı dili ile yaklaşamayan, eline mikrofonu aldığında egodan kırılan, açılan, saçılan, şevke gelen daha niceleri var. Protokol sevdalısı, deri koltuk müptelası, azar ve atar manyağı daha çok var. Kendilerini sende görsünler.

Rahmetliye veya öğrencilerine sormamışlardır ki: ‘Neler yapıyorsunuz?, bir eksiğiniz var mı yok mu diye?’ Sormazlarda. Ancak bildikleri nutuk okumak. Herşeyi bilir edasına bürünmek.

Keşke kılık ve kıyafetten değil de eğitim-öğretim noktasında verdiklerinden kendisine bir şeyler sorulsaydı. Ama sorulmaz çünkü bu feraset gerektiriyor. Karşıdaki insana ve yaptığı işe saygı gerektiriyor.   

Allah aşkına bırakın, isteyen örtünsün, isteyen açık gelsin. Zaten geliyorda. İsteyen de saçını uzatsın, kravat takmasın, takmak isteyen de taksın. İnsanlar bir şekilde edebine, mesleğine uygun bir şekle kendilerince girebilirler.


Sizler yapabiliyorsanız ve elinizden geliyorsa bizlere demokratik ortamlar sağlayın yeter. Başka bir ihsan istemiyoruz. Öğrenciler, öğretmenler kendilerini rahat bir şekilde ve korku yaşamadan ifade edebilsin yeter.   

2 Nisan 2015 Perşembe

DURMAK YOK

Ey insan,
Ey ben.
Ağlamayı beceremeyip, gülmekten utanmayan.
Ömür sermayesini beyhude tüketen.
Edepten yoksun,
İşten bıkkın,
Hayattan sıkkın.
Çok değil dün …. daha dün…
Suriye’de, Irak’ta, Afgan’da çocuklar ağladı.
Bosna, Hocalı, Kıbrıs ne çabuk unutuldu.
Bir savcı kurban edileli 2 gün olmadı.
30 yılda bu ülke kaç ana kuzusu verdi?
Ey insan,
Ey ben.  
Vaktin değerini bilmeyen,
Boş laf ile gönül eğleyen,
Sanma ki bu hayat hep böyle sürecek,
Eğlence, gülmece devam edecek.
İstesen de istemesen de bir gün bitecek.
Çok değil dün… daha dün…
Ana, baba vardı da gitti.
Bitmez denilen aylar, yıllar geçti gitti.
İyi de gitti, kötü de gitti.
Bir hesap önüne varmaya gitti.
Ey insan,
Ey ben.
Henüz vakit varken,
Önce pişmanlık ile,
Sonra acizlik ve haya ile,
Eğilmeli. Af dilenmeli.
En önce kendimiz bilinmeli,
Sonra etrafa söz söylenmeli.
Madem bu yolda durmak yok.
İbadet ve şuur ile gidilmeli.

Turgay URGUR

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...