29 Şubat 2016 Pazartesi

Seni yazdım


Soğuk bir gecede,
Elimde kömür, duvarlara seni yazdım.
Beyazın üstüne kara,
Seni yazdım.

28 Şubat 2016 Pazar

Konuşan İnsan



Bu yazı konuşmaya karşı değildir. Sadece boş konuşmaya taraftar değildir. Boş veya boşuna konuşmak son zamanın bulaşıcı hastalıklarındandır. BSN konu ile ilgili olarak; "Lafızperestlik bir hastalıktır ve hastalık olduğu bilinmeyen bir hastalıktır." der.

Çok konuşmak çok tekrar getirir. Tekrar bildiğini sandırır. Sanmak kendi başına bir kısır döngüdür.

Konuşan insan her yerdedir. Televizyonda, seminerde, toplantılarda, konferansta, kahvede, siyaset alanlarında yani çok insanın olduğu her yerdedir. Konuşan insanın tek aradığı ve ihtiyacı olan iyimser bir dinleyici kütlesidir. Yani olaya(konuşanın söylediklerine) her halükarda iyi bakmaya çalışan kütleye ihtiyacı vardır. Tüm değerler yitirililirken; kelimelerin ve manşetlerin büyüsüyle efsunlamış, saçma sapan haberlerle zihni lime lime edilmiş, sosyal medya ile makineye bağlanmış, şuurunu ve idrakini yitirmiş kütleye ihtiyacı vardır. Haberin videosunda 70 yaşında Türk anası: "Türkiye'nin Beyine söyleyin yardım göndersin" der. Konuşan insan(lar) ise bölgede oynanan oyunun tarifini yaparlar. Kitle değil, kütle. Konuşan insana göre dinleyici sessiz olmakla yükümlüdür. Konuşan insana göre ikinci bir konuşan olayın tüm tılsımını kaçırır.

Konuşan insanları dinleyen ne israfı ne de milli mücadeleri anlayabilir. Ne şehide ne de gençliğini alkol ve sefahette harcayan insanlara ağlayabilir. Konuşan insanları dinleyenler teselliyi tüketmekte, çareyi gözlerini kapatmakta ararlar.

Konuşan insan seri bir bilgi vericisidir. Buradaki verici televizyon ve radyo vericisi anlamındadır. Yani aslında 'başka yerde üretilen standart bilgiyi' kendi çevresine ve etki alanına yayımlamakla yükümlüdür. Trolün sözlük dışı anlamı şimdiki konuşan insan(lar)dır. Konuşan insanın beden dili (jest, mimik, kılık-kıyafet, jole) derdi vardır. Yoksa konuşmasını gerçekleştiremez.

Allah aşkına bu konuşan insanlar yeni ve iyi  ne söylüyor?

Konuşan insanları dinledikten sonra, vay be! Benim bunu öğrendiğim iyi oldu dediğiniz ne buldunuz? 'Neleri kaçırmışım?' dediniz mi?   1, 2, 3 saatten sonra beyniniz yeni bilgilerle kendinden geçti mi?

İhtiyacımız olan konuşan insanlar değildir. İhtiyacımız olan; bilim ile ilgili bilgiyi, yaşanabilen ahlakı, güzel olan sanatı başklarına anlatan insandır. İhtiyacımız olan çenesi değil, eli çalışanlardır.


Bankamatik İnsan


Sabahın erken saatlerinde insanlar (bilhassa emekliler) bankamatik önlerine dizilirler. Oysa paralarını 2 ya da 3 gün sonra da çekebilirler. Bu zamanlardaki toplu eylem şeklimiz başka gönüllü olaylarda çok sık görülmez. Belki de hiç görülmez.

Bankamatik beklemesi ‘sessiz, dirençli ve hak yedirmez’ bir törendir. Saflar sık ve hizalıdır. Bu törendeki doğal otokontrol ve harmoni diğer törenlerde görülmez. Makarna ve kömür sırasında birbirini yiyen insan burada gayet Avrupalıdır. Ama yine de sırasını veremez çünkü işin ucunda para vardır.

Her şeye akılları fazla gelen bankalar bu törenin uzun sürmesini sağlatmak için ek bankamatik yerleştirmezler. Yerleştirmezler ki kapitalizmin gücünü herkes ‘hazır olda’ hissetsin.  Bazen içeride yoğunluk yoktur ama bu dışarıdaki soğuk, yağmurlu ve güneş altı beklemenin törensel ahengini etkilemez. Gaz yağı, ekmek ve tüp sırasının modern hali bankamatik kuyruğudur.  

Unutmadan! Bir de beklerken bankamatikte paranın bitmesi vardır.  Filmin en can alısı noktası, nefeslerin tutulduğu, nabzın arttığı an işte bu andır.  Asıl Matrix, New Eden bankamatiğin arkasıdır.  Ve işte tam o sırada bankamatik ekranı ‘kapitalizm tarihi’ boyunca yapılanlardan dolayı ‘Hizmet(?) veremediği için ÖZÜR diler.’ Aman Allah’ım bu ‘ne vicdana geliş’, ‘ne nezakettir’, ‘ne medeniyettir.’ Bu özür sonrasında paranın önünde utanırız.     

Ve az sonra yeniden …..Binlerce insanın emeğinden toplananların, cımbızlananların, tırtıklananların, usulca çekilenlerin çok az bir kısmı emek sahiplerine, asıl sahiplerine LÜTFEDİLİR. 30 gün sonra aynı yerde, aynı zamanda kendiliğinden gerçekleşmek üzere tören biter.


Ey nefsim! İnsani sabrı ve beklemeyi sadece kıyam, rükû ve secde hak eder. Kendine gel ve diril.  Gururumuzu, düşüncelerimizi ve tüm duygularımızı ancak ve ancak hayatı veren, rızkı veren Rahman ve Rahim olan Allah’ın huzurunda hizaya çekmeliyiz.   

27 Şubat 2016 Cumartesi

Kitap Okumak


(Taslak çalışmadır)

Projenin adı: Kitap okumak çok güzel

Hedef Kitle: Tüm öğrenciler

Projemiz tüm öğrencilere ve öğretmenlere  1’er adet broşür ile ulaşacak. Broşürü okuyan projenin ne olduğunu kavrayabilecek. Eğer çok detaylı bilgi isterse veya sorması gereken bir konu olursa proje yürütme ekibinden ilgili kişiye telefonla ulaşacak. 

Proje özeti: Öğrenciler ister bireysel, isterse sınıflarından bir grupla, isterlerse tüm sınıf olarak kitap(lar) ile ilgili özgün bir etkinlik yapacaklar. Çalışma 45 gün sürecek. 45gün içinde dolu dolu bir şekilde severek kitaba yer vermek esas olacak.

Örneğin; 
* 1 ay boyunca farklı kitapları okumak
*Okudukları kitapları okullarında tanıtmak.
*Sınıf olarak bir etkinlik yapmak.
*Okudukları kitaplardan bilgi yarışması yapmak.
*Okudukları kitaptan kısa film oluşturmak.
*Aileleri ile kitap okumak.
*Toplumda kitaba dikkat çekmek.  
*Okudukları kitaplarla ilgili bir blog oluşturmak. (Blog: internet yazarlığı)

Not: Öğrencilerimiz kendi istedikleri etkinliği geliştirmekte serbesttirler.

Öğrenci veya öğrenciler 'düzenli bir şekilde okuma yaptığı bir çalışma' bünyesinde ürünler oluşturacaklar. Bu çalışmalarını fotoğraf, video vb şekilde kayıt altına alacaklar. Çalışmalarını proje ekibine ulaştıracaklar. Çalışmaları proje ekibi bizzat izleyecek. Dinleyecek. 

Sunum şekilleri: Video, fotoğraf, canlı anlatım vd. 

Öğrenciler sınıf öğretmenlerinden her türlü desteği alabilirler.
İsteyen öğrenci çalışmaya ailesi ile katılabilir. 

Amaç: Öğrencilerin belirtilen sürede çok sayıda kitap okumasını sağlamak ve sonrasında bunu bir etkinlik halinde ürüne dönüştürmelerini sağlamak.

Projenin kolaylıkları: 

Doğrudan (tek sayfalık iç içe broşürle) öğrenciye ve veliye ulaşıyor. 
Anlatım için zaman kaybına yer yok. 
%100 gönüllülüğe dayanıyor.
Anlaşılır ve basit. Uygulanabilir.
İster bireysel, ister grupla katılım sağlanabilir. 
İdari yapılara yük getirmiyor.
Kazanç çok. Kaybeden yok.

 ÖDÜLLER:
Tüm öğrencilere proje tişörtü hediye. 
40’a giren  tüm öğrencilerle İstanbul gezisi. 
1,2,3 .Başarılı Çalışmaya bilgisayar.
4,5,6 Başarılı çalışmaya Bisiklet
7,8,9,10. Başarılı çalışmaya 250 tl eğitim bursu.
Sınıfıyla en iyi çalışmayı çıkaran öğretmene sürpriz ödül.

Gerekli araçlar:
 Öğrenci sayısı kadar broşür.

İnternet tanıtımı. 


Depo insan


Biriktirmek insanı yorar. Ne kadar az şeye sahipsek, o kadar hafifizdir. Sağlık azlıktadır. Huzur azlıktadır. Nesnelerin çokluğu varlığımızı idrake engeldirler. Asıl üretkenliğimizi yetinmeyi öğrendiğimizde başaracağız. Çünkü o zaman; düşünce üreteceğiz, doğru iletişim üreteceğiz, niyaz üreteceğiz.


Turgay URGUR

23 Şubat 2016 Salı

Kadını anlamak


Kadını anlamak; kafada gelir-gider dengesi kurmaya çalışmaktan öte mahiyet ile ilgilenmektir. Bu yüzden kadının ikramı büyüktür ve hesapsızdır. İşte bu yüzden kadının kurduğu sofra bereketlidir, çeşitlidir ve lezzetlidir. Komşusunun açlığını ilk kadın fark eder. Kadın için doyurmak doymaktan önce gelir. Sofrada herkes oturmuşken, gel-git yapan genelde kadınımızdır. Ekmek kadının elinden çıkarsa bir başkadır. Yufkanın inceliği aslında ruhun inciliğinden gelir. Ananın pişirdiği hasret gibi hep burunda tüter. Tüten her ocağın sıcaklığı tüm odaları sarar. Ana gitti mi; o koku da gider, o sıcaklık da gider.    

Kadını anlamak; zamanın ve mekânın dışındadır. Bundan dolayı onun yaptığı el işi incedir. Göze(bakmaya) değer. Sabır ile örülmüştür, nesnel dünya ile değil hayal ile canlanmıştır. İşte bu yüzden özlemi, umudu, hasreti ip ve boncuk ile sadece kadın anlatabilir. ‘El emeği, göz nuru.’ kadının yaptıklarına denir. Kadınların yaptığı el işi yine kendi buluşlarıyla zamanla birlikte değer kaybetmesin diye altın ile satılır. Elin yorduğu incecik ipleri göz hizaya sokar. 

Kadını anlamak; düz mantıktan, oldu-bittiden, sıradanlıktan çıkıp estetiği yakalamaktır. Bu yüzden kadının giydiği ve giydirdiği, kadının düzenlediği masa ve oda yani kısaca kadının yaptığı her iş hem göze hem de ruha hitap eder. İşte bu yüzden erkeğin aklını başından alan yine kadındır. Şiir kadına yazılır, güzel söz ona söylenir. 

Giysisinde koca bir kültürü taşıyan ve taçlandıran kadındır. Bahar gibi çiçekli fistan, ar gibi temiz beyaz eşarp, ilmik ilmik örülmüş yün kazak kadına yakışır.  

Cefa çekerken vefasından taviz vermeyen kadındır. Beklerken unutmayan, umudunu kurutmayan yine kadındır. Sancısına gülen, gerektiğinde sakınmadan canını verebilen öncelikle kadındır. Başkasını yaşatmak için ölebilen en kutsal varlık kadındır. Bu yüzden Çanakkale’de, Bosna’da, Türkmen dağında erkeğinin yanında kadın vardır. İşte bu yüzden kadının hayatla savaşı hiç bitmez ve ülkeler eğer sağlam kadınları varsa savaşları asıl o zaman kazanırlar. Şehit oğlunu, şehit kızını Rabbe yollarken tüm acıları içine gömen kadın; fırsatı ve imkanı olsa canını evladı için vermeye çoktan razıdır. Zaten evladının acısına dayanamayıp ölen yine kadındır. 


Kadını anlamak; cennetin tarifini almak gibidir. Temizlik, samimiyet, çalışkanlık, mahremiyet, ziynet, aşk en çok ona yakışır. İşte bu yüzden cenneti kazanmak kadını anlamaktan geçiyor.  

Kadını kıran secdeye varsa, zemzemle yıkansa ne olur? Rahman ve Rahim'in dünyadaki en güzel tecellisi kadındır. Bunu görmeyen insan olsa ne olur? 

Kadını anlamak için; Onbaşı Halide, Nazife Kadın, Yirik Fatma, Şerife Bacı, Nezahat Onbaşı, Nene Hatun, Tayyar Rahmiye ve tüm diğer kahraman kadınlarımızın hayatlarına bakmak yeterli olacaktır.


Vatanına hizmet eden her hayırlı evladın mayası annesinden gelir. Kadınımızı; şehidin şehadetinde, Kuranın dilden dile geçmesinde, peygamber sevgisiyle dolu yüreklerin ilk sesinde hep görürüz. Kadın görülmeyen emek, bilinmeyen sevgidir. Ömrünün sonuna kadar evladının acısıyla yaşayan tek varlık kadındır.   



Kadının korunmaya değil sevilmeye ihtiyacı vardır. Saygı duyulmaya ihtiyacı vardır. İçtimai hayatın ise kadının inceliğine, dürüstlüğüne, üretkenliğine ihtiyacı vardır. Bu bağlamda erkeğe düşen en büyük görevlerin başında kadınlarımızın hayatlarını kolaylaştırmak, onların fiziksel yüklerini almak geliyor. Kadınımız okumaya, araştırmaya ve kendisini geliştirmeye daha çok fırsat bulmalıdır. Nesillerin daha düzgün yetişmesinde kadınlarımızın doğal gücüne fazlasıyla ihtiyacımız var. Sokaklarda ziyan olan çocuklarımızı onlar kurtarabilir, idealist insanları ancak onlar yetiştirebilir. 



turgay urgur   

20 Şubat 2016 Cumartesi

Özgürlük 2

Özgürlüğü yazılarda ve sözlerde aramayın. Yırtıcı kuşların kanatlarında ve denizin kıyıya vuran dalgalarında bulun.

Üç beş cümle kurdurdular diye kendinizi özgür sanmayın. Yüksek dağların ağaçlarının arasından esen rüzgârı dinleyin.

Özgürlük masallarına kanmayın. Eğer gerçek özgürlüğü arıyorsanız, mütemadiyen secdeye varın.

Yaşamak özgürlük olsaydı, hiç bitmezdi. Ölüm sonrasına inanın ve özgürlüğün ilk adımını hak yolunda ölümde arayın.

Mal ve mülk insana bekçilik öğretir. Asıl özgürlüğü Allah için harcamakta öğrenin.

Bağırmak, çağırmak, yürümek ve bir yerlerde toplanmak iş değil. Özgürlüğe açılan kapıyı diz çöküşte dua ile çalın.

Gülmek ve eğlenmek acı bir pişmanlıkla biter. Asıl özgürlüğü, dertli bakışların gözyaşlarıyla başlatın.

Kollarını açmış, Peygamberimiz (sav) bekliyor. “Neyleyim dünyayı” diyen, ‘özgürlüğü şehadette bulan’ kulları görün.

İnsan zamana, hastalığa ve yaşlılığa mağluptur. Kendisini bir şey sanmasın.

Özgürlük faniliği ve acizliği bilmektir. Gelip-gidenlerden ders alsın. Kendini onlardan ayrı sanmasın.   


Allah’tan şehitlerimize rahmet diliyorum. 

18 Şubat 2016 Perşembe

Terk et.


Kış gibi,
Düşen yaprak misali,
Mezarda ölü gibi terk et.

Soğuk gibi,
Sokakta dilenci misali,
Yıkık bir ev gibi terk et.

BU VEBAL KİMİN? (5-SON)


Asrın mütefekkiri; ‘zaman değişmiş, asır başkalaşmış.’ diyor. Ben de bu güzel tespite ‘insan değişmiş’ diyerek ekleme yapmak istiyorum.

Bir zamanlar birçok kavmin helakına neden olan farklı günahların hepsini birden yaşıyor olduk. Pişmanlıksız, utançsız ve şuursuz olarak hayat ve günah iç içe sarmal devam ediyor.

5 seriden oluşan bu yazıda, vebalin sahibini aramaya çalıştım. Cevabını aynada gördüm.

Bu coğrafyada, bu güzelim ülkede yaşamakta olduğumuz ne tür olumsuzluk varsa sorumlusu öncelikli olarak kendimiziz. Biziz. Yani benliğini kırmak isteyen herkes.

Bugün hepimiz ruhsal buhranlar içinde sıkışıp kaldıysak, hayatın tadını alamıyorsak ve farkında olmadan bir şehir eşkıyasının üstünde patlatacağı bombaların yanında duruyorsak bu vebal bizim.

Zamanla yarışaraktan sağa, sola koşturuyoruz. Oysa zamanı yenen olmadı. Hayatın ardını görenler bize hep aslında dinginliği, sakinliği ve sabrı tavsiye etti. Ortalama kişi başı 60 senelik bir hayat için paniğe hiç gerek yok.

Sabah geç kalkarak, gereksiz işlere kafa yorarak zamana taş attığımızı sanıyoruz. En büyük sorunlarımızın başında zamanın emrinden çıkmak geliyor. O bizi yener. Onun henüz yenmediği yok. 

Bir evle, bir arabayla, bir çeşit yemekle, bir işle ve her cinsten birle yetinmeyi bir türlü öğrenmedik. Bizi mutsuz edenlerin başından bu BİRSİZLİK geliyor.

Asıl mesele, büyük dava ise bugün ülkemizin muhtelif bölgelerinden gelen şehit haberleri ve terör saldırılarıdır. Müslüman ülkelerdeki insan katliamlarıdır. Çocukların ölümüdür. Masumların yurtlarını terk etmesidir.

Şimdilik onlar biz değiliz, ben değilim, eşim ve çocuğum değil. Ama bunun kararan kalplerimiz, iflas eden düşüncelerimiz ve by-pass ettiğimiz vicdanlarımız için neden olmaması gerekiyor.

Müslümanlara karşı sinsi ve çok büyük bir savaş yürütülüyor. Hristiyan patrikleri geçenlerde yıllar sonra bir araya geldi. Bu birliktelik aslında tüm Müslümanlara net bir mesajdı. Birleşmiş Milletlerin tavrının zaten farklı olmasını bekleyemeyiz. Karakterinin gereğini yapıyor.

Ve dün itibariyle Ankara’da bombalı saldırı gerçekleşti.

Bu son anlattıklarım malumun ilanından başka bir şey değil.

Benim ben de aradığım ise; böyle bir zamanda kalbimizin, vicdanımızın duruşudur. Yüce Allah’a yakarıştaki tembelliğimiz. Hiçbir şey olmuyormuş gibi davranma isteğimiz. Devam eden harcama merakımız, içtimai hayattaki ucuz uğraşlarımızdır. Eğer vatanından, evinden, anasından, babasından ayrıştırılan biz değilsek; bir an önce bunun şükrünü bulmalı, anlamalı ve uygulamalıyız.

Yani…  biz.

Yani hepimiz.

Mefkureden, aksiyondan ve hakkımız olan her türlü tepkiden uzak ve steril şekilde emekliliğimizi bekliyoruz. Müslüman Türkler olarak bu biz olamayız.

Tüm bu yaşadıklarımıza; partilerin, toplulukların veya kurumların tuttuğu çerçeveden bakma alışkanlığımızı terk etmeliyiz. Yarın bize mesuliyetimiz sorulduğunda, ben falanca düşünceye mensuptum demenin hiçbir anlamı yoktur. İlahi kurallar aracı kabul etmiyor. Bizleri doğrudan muhatap alıyor.

Allah hepimizi bir an önce kendisine layık kul, Peygamberimize layık ümmet eylesin.      


Allah’tan şehitlerimize rahmet, kalanlara sabır ve bizlere de şuur diliyorum.  

16 Şubat 2016 Salı

Proje grubu

Doğrudan öğrenciye ulaşan proje.
Proje öğrenciye doğrudan bir broşürle ulaşacak. Kimsenin öğrenciye projeyi anlatmasına gerek olmayacak. Çünkü her şey proje broşüründe net olacak. Bu şekilde idareci ve öğretmenin öğrenciyi motive etme yükü ortadan kalkacak. Bu aynı zamanda projenin hızlı ve etkili tanıtıma katkı sağlayacak.
Ödüller net olacak.
Çeşitlilik olacak ki herkes kendisine uygun bir çalışmayı tercih etsin.   
Çalışmasını yapan birey veya gruplar çalışmasını proje ekibine ulaştıracak.

Değerlendirme sonunda başarılı çalışmalar ödüllendirilecek.  

TÜM ÖĞRENCİLERİMİZE

Sevgili öğrencilerim, canlarım….
2. döneminiz hayırlı ve uğurlu olsun. Allah emekleri zayi etmez. Sene başında başlatmış olduğunuz üniversite sınavına hazırlık çalışmalarınız sizleri mutlaka başarılara ulaştıracaktır. Bundan eminim.

Yorulduğunuzda gönlünüzdeki vatan ve bayrak sevgisinden şevk ve cesaret alın.
Mücadele ruhunuzu muhteşem tarihimizden aldığınız gururla zirvelere perçinleyiniz.
Ülkemiz, ezanımız, milletimiz, dinimiz için attığınız her adım aynı zamanda sizin ebedi saadetteki yürüyüşünüzdür, unutmayın!

Peygamber Efendimiz(Sav) bizlerin yani tüm Müslümanların doğru ahlakı ve çalışkanlığı ile her daim gurur duymaktadır. Ki! Ashabı ile geçen bir sohbetinde sizlerden ‘kardeşlerim’ olarak bahsetmektedir.

1.       Güne dua ile başlayacağız.
2.       Günlük en az 1 saat kitap okuması yapacağız.
3.       Okul derslerine ön hazırlığımız tam olacak.
4.       Bol bol soru çözerek pratik zekamızı geliştireceğiz.
5.       Mesleğimizi tanıyacağız.
6.       Günlük çalışma sistemimizden asla taviz vermeyeceğiz.
7.       Ailemiz, öğretmenlerimiz ve arkadaşlarımızda daima olumlu ve doğru bir iletişim yolu kuracağız.
8.       Kendimizi her türlü maddi ve manevi olumsuzluklardan, sözlerden ve çevrelerden korumaya çalışacağız.

Allah utandırmasın. Çalışmalarımızı bereketlendirsin.

GÖZLERİNİZDEN ÖPÜYORUM

Turgay URGUR


14 Şubat 2016 Pazar

Fildişi kulelerin savaşı


Batılı düşünceyi yazdı. Verimliliği tartıştı. İnsanın davranışlarını, reflekslerini ve ulaşabileceği yerleri izledi. En doğru kuralların, en kısa yolların ve en sağlıklı yaşamın formüllerini geliştirdi. Tek eksiği doğru bir inançla gönülleri dolduramamasıydı. Ama bu tür arayışlara da engel olmadı. İnsanını serbest bıraktı. Devletleri için tehdit olmadığı sürece her türden düşünceye yer verdi. Yakaladığı gücü tüm insanlığın faydası için kullanmadı ama kendisini korumayı başardı. Kendi insanının can güvenliğini sağlayabildi. Sınırları onlar çizdi, Orta-doğunun kaderini en başarılı onlar okudu.

Biz ise, kendimizin olmayan düşüncelerin münakaşasını kendi içimizde kanlı savaşlara dönüştürdük. Milli bir idealimizin olmasını sağlamadık. Oysa hayat tarzımızın özellikle Cumhuriyetten sonra ivedilikle millileşmesi gerekiyordu. Kendimize ait düşünce sistemimiz, kültürel olarak kendimize ait okullarımız, evlerimiz, sokaklarımız ve fabrikalarımız olmalıydı. Türk insanı kendi çiftçiliğini, kendi teknolojisini, kendi sanayisini kendisi oluşturmalıydı. Milli bir israfı engelleme politikamız olmalıydı.

Bugün Milli Türk kimliğinin önünde yaşattığımız ve ısrarla da bir üst kimlikmiş gibi taşıdığımız siyasi görüşlerimiz veya bazılarımızın takım babından taraftarları oldukları cemaatleri, meşrepleri ve diğer gettolaşmaları bizleri bir yere götüremedi. Bölünmeyi, ayrışmayı ve sonrasında gruplaşmayı hem bu dünyanın hem de diğerinin kurtuluşu sandılar. Bugün eğer bu ülkede farklı düşüncelerin insanları düğün, ölüm ve ticaret dışında bir araya gelemiyorsa bu övünülecek bir şey değildir.

A cemaati B cemaatini cehennemlik ilan ediyorsa, sözde dinde ayrım yok deyip de sonrasında (gerçekte) muadilini Devlet ve kendisi için tehdit algılıyorsa, buna bu ülkede 17 Aralıktan sonra kim inanır?

A partisinin mensubu B partisinin mensubunu gördüğünde paralı avukat cübbesine bürünüp, mağdurunu her türlü savunuyorsa; bundan nasıl bir medeniyet ve ahlaki nizam çıkar?

Bireyselliğimizi ve insanlığımızı bu kuleleri parlatmak için kullandırttığımız artık yeter. Doğru bir toplum bilinci için doğru birey olmasını öğrenmeliyiz.

Siyasilerin, beyaz Türklerin, cemaatlerin ve diğer tüm sivil toplum kuruluşlarının günden güne parlattıkları fildişi kuleleri yıkılmadıkça bu coğrafyada insanlar düşünmeye ve üretmeye zaman bulamayacaklardır. İnsanlar kendi ülkelerinde kendi değerlerinin sömürüsünü yapmaktadırlar.      


Suçu batılının, Rusun ve diğer mihrakların istilacı ruhunda aradığımız artık yeter.  Biraz da kendimize bakalım. Baksak iyi olacak.  

Verimli Mütalaa


1               
1     Nezaket kuralları içinde her türlü düşünceye yeterli zaman verilmelidir.

2     Konunun tamamının önceden bireysel olarak okunması sağlanmalıdır. Yani herkes gelirken neyi konuşacağını bilmelidir ki onunla ilgili araştırma ve okuma yaparak gelsin. Konuyu ilk defa o ortamda duymasın.

  Konunun bitişi ile ilgili zaman sınırlaması insanları kısıtlar. Başlangıç zamanı belli olsun ama illaki belirli bir miktar okuma ve belirli bir zamanda bitirme mecburiyeti olmasın.

  Çok ve birden fazla cümleyi okuyup tartışmaktan ziyade gerekirse bir cümle ile bile yetinilmelidir.  
5  Veya 1 paragraf tamamen okunduktan sonra onun ile yetinilmelidir.

6  Yürütücü rolündeki insan çok konuşan olmamalıdır. Konuşmak isteyen herkese aynı serbestlik verilmelidir. Bir kişinin sürekli yönlendirmesi(yorumlama-okuma-eleştirelere cevap verme) mütalaa değil bildiğimiz derstir.

      Farklı örnek, yorum, tahlil ve eleştirilere açık olunmalıdır.

8    Konunun geçmiş ve şimdi arasında gidip gelmesine izin verilmelidir.

9   Doğrulatma, tastikletme ve kabullendirme mantığı olmamalıdır. Konuşulan konu, cümle veya düşüncenin kapalı-devre bir sistem üzerinden yürütülmesine müsaade edilmemelidir.

      Bırakın insanlar, kendi anladıklarını ve yorumlarını işin içerisine katsınlar.  

     Mütalaa herkesin aynı noktaya gelmesi değildir. Mütalaa başka bakış açılarının olduğu görmektir.

 Mütalaa bir eser veya konu tartışılırken başka kaynaklardan örnek vermeye elverişli olmalıdır.

 Mütalaa ‘zaten’ bilinenleri konuşmak değildir. Mütalaa bilinmeyene, duyulmayana fırsat vermektir.

1  Mütalaa insanın farklılığının sözel olarak yansımadır. Eğer bu tür farklılıklar diğerlerini rahatsız ediyorsa, doğru bir yöntem üzerinde yürüdüğümüz söylenemez. Kişi evvelki bildiklerini konuşur ve mütalaa kişiye aslında kendi düşüncelerinin mihenge vurulma imkanını verir.

    Mütalaanın, akan su misali doğal ve kolay bir gidişi olmalıdır. İlk cümleden kopuş olmadıktan sonra konu konuyu açabilmelidir. Kişiler okuduklarını, davranışların olduğu gerçek dünya ile ilişkilendirebilmelidirler.


Okul (1)

Bugün Pazar. Pazar günü en çok sevdiğim işlerden birisi gazetenin iş, sanat ve eğitim konularının olduğu eklerine bakmaktır. Bu kısımlardan iş ve özel hayatıma uyarlayabildiğim bir çok bilgi edindim.

Bu haftaki sayıda akademisyen bir bayan okulun öğrencilerimizi hayata hazırlamadığından bahsetti. Yani özetle, iş dünyasının istediği kişi ile okulun mezun ettiği öğrenci örtüşmüyordu. İşin burasını çok fazla detaylandırmayacağım. Mevzu aynen tahmin ettiğiniz gibi; ister lise mezunu olsun isterse üniversite mezunu olsun, kişi iş bulamıyor(du) çünkü aranan kişi değil ve taşıdığı özellikler yeterli değil(di).

Uzun zamandan beridir de eğitim sistemimiz batıdan gördüğü ama belki de tam idrak edemediği bu minvalde insan yetiştirmeye çalışıyor. Öğrenci çok yönlü olacak, okulda sosyal hayatla ilgili birçok şeyi tanımış olacak, gerekirse hayat ve okul iç içe birbirine giriştirilecek(ti).

Valla ne diyeyim ….. İtiraf ediyorum ben de uzun zamandır aynı kafadayım. Hatta öğrencilerimize ara ara bu bağlamda tavsiyeler veriyorum. Kendinizi birçok yönde geliştirin, hayatı tanıyın, gerekirse boş zamanlarınızda çalışın diyorum.

Lakin bugün Nurettin Topçu’nun “Evvela mektep, cemiyetin, fertlerin içtimai ödevlerini yapmaları için ayırdığı bir hareket sahası değil, belki bir hazırlanma yeridir.” Cümlesi ile başlayan ve özetle ;bize okulun bilgide derinleşme yeri olması gerektiğini anlattığı yazısını okuyunca acaba dedim….

Topçu; “Hayatı mektebe sokmak, henüz talim ve terbiye görmemiş askerin harbe sokulması gibi elim neticeler verir.” Diyor.

Son yıllarda okullarımızda öğrencilerimize zor bir hayat olduğu algısını isteyerek veya istemeyerek verdik.

 Buna aile de dahil oldu. Kişinin çevresi de mütemadiyen kişiye hayatın zorluğunu her şekilde  telkin etti.

Öğrenci hayatın zorluğunu düşünmekten ve önümüzdeki yıllarda ulaşacağı yerleri hayal etmekten, önündeki işleri yapamadı.

Sonuç olarak her şeyden anlayan  ama bir şeyi tam manasıyla bilmeyen insanlar oluşturduk.

Gerçek amaç öğrencinin eğitim hayatı boyunca bir dalda ihtisaslaşmasını sağlamak olmalıydı.

Said Nursi benzer konuyla ilgili insanın 2 dalda birden uzmanlaşamayacağını belirtir.

Okulun ve üniversitenin tanımını tekrar hatırlamalıyız. Klasik mektep ve külliye mantığı yeniden hatırlanıp, doğru araçlarla doğru insanı yetiştirme verimliliğimizi arttırmalıyız.

Öğrencinin hayata hazırlanması mantığı ise öğrencinin kendine uygun dalda kendisini geliştirmesi olarak değiştirilmelidir. Bize her şeyi yüzeysel bilen değil belirli bir konuda uzmanlaşmış insanlar lazım. Yani işinde uzman bir öğretmen, işinde uzman bir doktor veya işinde uzman bir yönetici.


Bu arada, mesleki yönlendirme için öğrencinin işine yarayacağı tüm bilgi ve teknoloji araçlarına öğrencinin kolayca ulaşmasını sağlamalıyız. Öğrenci ileride edineceği mesleğin pratik sahasından uzak olmamalıdır. 12. Sınıfa gelmiş öğrenci meslek seçimini ÖSYM’nin sınav sonucuna göre sıralayacaksa onun artık o saatten sonra evrensel kalitede bir meslek sahibi olmasını gerçekleştiremeyiz. Büyük bir çoğunluk itibariyle iş işten geçmiştir. Türkiye’de Boğaziçi Üniversitesi aslında bu çerçevede doğru bir örnektir. Çünkü oraya giden öğrenci oradaki bir bölüme gitmekte kararlıdır, gittiğinde karşılaştıkları kendisini tatmin  etmektedir ve sonuç olarak daha mezun olmadan birileri onu bünyesine almıştır.  

11 Şubat 2016 Perşembe

Müfteri (2)


Müfteri altındaki insanları ele geçirmek için mantık oyunları oynar. Bunları yaparken zeki hareketler yaptığını sanır.

Davranışlarında ve sözlerinde dengesizlikler vardır. Önceden söylediklerini çaktırmadan değiştirmeye çalışır.

Konjektöre göre çok hızlı ağız değişiklikleri yapar.

Müfteri kendi mevkisinden üstteki insanları kendisine yaklaştırmak için önce yalakalık yapar.  Eğer bu şekilde istediğini elde edemezse onları da  karalar. Onları da itibarsızlaştırmaya çalışır.

Müfteri menfaatleri için her türlü düşünceden insanla  yakınlaşma taktikleri geliştirmeye çalışır.

Allah ıslah etsin.


10 Şubat 2016 Çarşamba

Müfteri


Bu zamanda müfteri olmak en kolay işlerden birisidir.
Müfteri olduğun zaman geçmişe ve emeğe saygı duymana gerek yoktur.
Müfteri başkalarını ve başkalarının düşüncelerini değersizleştirmeye çalışır.
Ahlaki hiçbir vasıf barındırmadan tufeyli gibi hayatını süründürebilirsin.
Kul hakkı, ahiret, Peygamberi yaşantı gibi değerlerden değil egonun ruhuna üflediği şeytani tıslamalardan feyiz alırsın. 
Siyasi çöplüklerde kendine haklılık artığı ararsın.
En önemlisi de kendi zulmünü, yoldan çıkışını, pespayeliğini unutup kendini haklı çıkarmak için başkalarına etiket yapıştırırsın.  
Müfteriye zaman ayırmak kendi başına bir israftır.
Akıllanmayıp, uslanmayıp, vicdan muhasebesi yapmayıp, abdest alıp 2 rekat namaz kılmadan durmadan sefilliğin sefilliğine düşersin.
Müfteriye zaman ayırmak kendi başına bir israftır.

Allah senin,benim, onun, bunun, şunun gibi müfterileri ıslah etsin.

*buradaki senin, benim vd. tüm kötü nefislerdir.





9 Şubat 2016 Salı

Sorular ve cevaplar


Ne olmak istersin? Eleştirmen, şair, yazar, düşünür, esnaf, öğretmen.
Kul olmak istiyorum.

Hayat nedir?
Allah’ın kullarına hediyesidir. Hem de en güzel hediyesi.

Hayatta ne yapmalıdır?
Sadece kendimizi düzeltmeliyiz.





8 Şubat 2016 Pazartesi

AĞLAHANE


Ağlahane, belki de yaşı 38’in altında olanlar için  bir şey ifade etmeyecektir. İşin aslı bazı 38 üstü için de bir şey ifade etmez. Kısacası ‘Nereye gidiyoruz?’ sorusundan uzak olanlar ve olmaya çalışanlar için de bir şey ifade etmez.

Dün haberleri izlerken 60 kişilik bir mülteci botundan yaklaşık 27 kişinin denizde boğularak öldüğünü duydum. Hepimizin bildiği ve alıştığı türden haberler değil mi? Bana ilginç gelen ise geri kalanların yüzlerindeki donuk ifadeydi. Muhtemelen (muhtemelen değil -kesinlikle) ağlamışlardır. Lakin cankurtaran botuna çıkarken herkesin yüzünde korkunun, şaşkınlığın, üzüntünün ve çaresizliğin karıştığı bir donukluk vardı. İnsanlar artık ağlamıyordu. Sahile çıkanlar artık ‘ağlamıyordu.’ Bunun adını "kendi içlerinde; ‘Kadere teslimiyet mi?’ olarak niteliyorlar" inanın ben de bilmiyorum.

Yine dün İstanbul'da garajda 4 çocuklu bir Suriyeli annenin battaniyeye sarılı 1 yaşındaki çocuğu donarak öldü. Çocuk sandalyenin üzerinde hala battaniyenin içindeydi. O onda kanalı izleyenler kadının doya doya ağlayamadığını gördüler. Gördüm. Gözünden yaşlar sayılı ama dolu geliyordu. 'O' göz yaşında da çaresizliği, korkuyu ve gelecek kaygısını gördüm.     

Kanalları gezerken TV'de tiyatro türü eğlence ve gülmece programını bulduk. İnsanlar gülmeye gelmişti. (Doğru ben de izliyorum.)  Tekrar ediyorum, ‘insanlar gülmeye,’ gelmişti. Para vermişlerdi. Gülecek ve eğleneceklerdi. Biz de benzerini evde yapacaktık. Zaten fazlasıyla yapıyoruz da.

Biten ömrümüze, dünyanın bir çok yerinde Müslümanların bitmez çilelerine, her türden acınacak ve ağlanacak halimize rağmen gülmek istiyoruz. Gülüyoruz.

Google da ‘ağlahane’ yazınca sistem ‘ağlakhane’ mi demek istedin diyor ama yine de bir şey bulmuyor. Tarihte muhtemelen öyle bir mekan vardır diye düşündüm. Şimdi de aklıma ‘Ne zamanlar?’ ağladığımızı getirmek istiyorum. Sahi biz ‘Ne zamanlar?’ ağlıyoruz. Ya da ‘Artık ne zaman ağlıyoruz?’ Gülmekten, tüketmekten, çalışmaktan yani kısacası hayatın her türlü meşgalesinden dolayı ani ölümler dışında ağladığımız bir zaman yok gibi…..  

Çocuklarımız büyüyecek biz ağlamayacağız, her gün şehit gelecek ağlamayacağız, dünya hayatı bir sona doğru gidiyor ağlamayacağız, çocuklar soğuktan ölecek ağlamayacağız, yanımızda Müslümanlar katlediliyor ağlamayacağız. Ağlamıyoruz.  Bence bu durum normal değil. Allah sonumuzu hayır etsin.

Eğer ‘ağlahane’ konulu bir şeyler bulursanız lütfen yazın…. 

İnsanların ağlamak için gittikleri; her şeyi geride bırakıp, ağlamak için çaba gösterdikleri bir yer arıyorum.

Her şeyden önce halimize şükr etmek için sonrasında ise İslam aleminin çektiği bu sıkıntıların bir an önce bitmesi için ağlamak istiyorum.

Bilmem ne zamandan beri verdiğimiz şehitler ve aileleri için, Kuran ve Sünnetten habersiz insanlar için, günahlarım için, her türlü haksızlık için, boşa geçen ömürler için, insanımızın geleceği için ağlamak istiyorum.

Magazin ve pop kültürden bir an önce kurtulmak için, ahlaki değerler ayaklar altında olduğu için, Peygamber Efendimiz bu zamanda yanımızda olsaydı; Onun yüzüne bakmaktan utanacağımız için ağlamak istiyorum.

Turgay URGUR



7 Şubat 2016 Pazar

İnanmak ne güzel!

İnanmak ne güzel.
Sabah ve akşam ezanı duymak.
Okumak ne güzel.
Düşünmek ne güzel.
Mesela hayal kurmak çok güzel.
Yazmak ne güzel.
Birkaç dostla muhabbet ne güzel.
Çocuğunuzla oynamak, eşinizle akşam kahvesi içmek,
Birisine ziyarete gitmek,
Gülümsemek,
Birisine bir iyilik yapmak,
Eski bir arkadaşı aramak,
Kendinize yeni bir şey almak,
Gitmediğiniz bir yere gitmek,
Yorulduğunuzda uyumak,
Sıcak bir odada ayakları uzatmak,
Birkaç bardak iyi demlenmiş çay,

Yani,,
Hayat ne güzel.
Yaşamak değil, yaşamayı bilmek ne güzel.
Bu kadar güzelliğin içinde sıkıntıya, strese, üzüntüye gerek yok.


İnanmak ne güzel……. 

6 Şubat 2016 Cumartesi

SÜPER KAMPANYA

8 kg ve üzeri çamaşır makinesi alan herkese arçelik 2 programlı bulaşık makinesi veya arçelik kurutma makinesi sadece 399tl.

ÜSTELİK TÜM KARTLARA TAKSİTLE
 İŞ BANK: 8 TAKSİT
YAPI KREDİ 8 TAKSİT


adres: URGURLAR ARÇELİK
ÇARŞI CAMİ ALTI ACIPAYAM 518 1169

ÇARŞI MEYDANI ÇAMELİ 571 63 66

5 Şubat 2016 Cuma

Hurafe (1)

Lütfen herkes kendi hurafesini yazsın veya onunla uğraşsın.

Mesela siyasal parti tarafgirliği nasıl bir hurafedir?

Taraflı, gizli, sansürlü tarihçiliğe ne dersiniz?

İletişimin hurafeleri de var mıdır?

Kadrolaşmanın da hurafesi olur mu?

Beden dilinin hurafeleri kesinlikle insana çekici gelirdi.

Ama herhalde en fazla ilgiyi tüketim hurafeleri alırdı.

Polemik hurafesi anlatılmaya değerdi.

İsraf hurafeleri. Yardımlaşıyoruz hurafeleri. Sivil toplumculuk hurafeleri.

Açılış ve fotoğraf siyaseti hurafeleri. Bilmeden anlatmaya çalışmak hurafeleri.
   
İnanın bu tür hurafeleri saatlerce yazmak isterdim ama yazı hurafeciliği olur diye imtina ettim.




Ayna (7)


Yazmak zor. Okumak zor. Neyi okuyacağını bulmak da zor. Elinize bizden birinin (Türk bir yazar.) kitabını aldığınızda kesinlikle sağına, soluna, içine, dışına iyice bakınız. Özellikle son zamanlarda yazılmış olanların en az 10 sayfasını okuyunuz. Son pişmanlıktan önce iyi olacaktır.

Neden mi?

Çünkü içlerinde ele, avuca gelir bir şey yok. Yok. Ben bulamadım.

Batıyı eleştiriyorlar. Türkiye’deki kendileri gibi düşünmeyenleri eleştiriyorlar. Yani iş; ‘kişiyi’ konuşmanın dışına çıkmıyor. Çıkmamış. Bu kanıya geçen hafta aldığım 5 kitabı taradıktan sonra vardım.

Oysa eleştirdikleri ‘Batı’; düşünceyi yazıyor. Klasikleri üzerinden gidiyor. Meseleleri küçük küçük kişisel yorumlara açık vaziyete getirmiyor. Gerektiğinde kendi sistemini eleştiriyor, gerektiğinde toptan ‘doğuyu görme’ şeklini yansıtıyor. Kısacası okuduğunda içinde kendine bir fayda görüyorsun.

Beğenmediğimiz adamlar bugün ‘sağlığı, savunma sanayisini, teknolojiyi, belirli bir seviyenin üstündeki bilim insanlarını’ ellerinde tutuyor.

Okuduklarımda ülkemizde mezhepçiliğin altında birçok alt gruplaşmanın oluştuğunu görüyoruz. Ve bu meşrepçilikler mezhepçilikten öte aleni fanatizm barındırıyorlar.

Türk yazarının ‘başkasını’, ‘diğerini’ ya da ‘ötekini’ yazmaktan vazgeçmesi gerekiyor.

Son 1 haftadır okuduklarımı toplasam topu birden Orwell’ın 1984’ü etmez.


Öyleyse, böyle olacaksa yazmayın be kardeşim. İlla ki herkesin kitabı olacak diye bir şey yok. Zamanında birileri yazmış, bari işimizi seçmekte kolaylaştırın.

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...