31 Aralık 2016 Cumartesi

İstanbul'da terör saldırısı

Sevgili dostlar, yeni yıl inşallah hayırlı olur. ‘Duamız olmasa hiçbir hükmümüz yok.’ Biliyorsunuz.

"Onlar, bunlar, şunlar. Dış mihraklar, iç hainler. İntikam, kanı yerde kalmayacak, hesabı sorulacak vb."

Türkiye terörle mücadelede yuvarlak laflar geliştirme politikasını bir an önce terk etmelidir. Bu iş bundan sonra 20-30 yıl önceki yöntemlerle de yönetilemez.


Bugün bu işi(terörle mücadele) dünyada en iyi yapan ülkelerden daha da iyisini yapmak zorundayız NOKTA

24 Aralık 2016 Cumartesi

İNTİKAM – 1

Düşünce bahar elinden,
Saçıldı tüm yalnızlık tohumları eteğinden.
Arsız ve ansız büyüdü keder çiçekleri,
Susuz ve ışıksız; hem de kendiliğinden.

Ne kokusu vardı ne de rengi,
Köşe bucak sardı tüm odaları.
Her yer yaprak oldu, her yer diken,
Yattıkça battı, baktıkça yaktı.

TURGAY URGUR

The Örgüt


Malum cinayet şaşırttı. ‘Sözde’ sövene dilsiz, vurana elsiz ve hatta biraz daha retorik kattılar; kırana gönülsüzdüler.

İnsanlar bu hale nasıl getiriliyor?

Örgütle tanışan insanlar geçmişleriyle, aileleriyle ve o zamana kadar öğrendikleri doğrularla çatıştırılıyor. Tüm insanlık kurtarılmaya muhtaç algısı pompalanıyor. Bu sırada kişiyi de; ‘kimsenin öbür tarafta kendisini bile kurtarma garantisi yoktur’ telkiniyle yine kendi terminolojileri ile ‘gassalın önündeki meyyit’ pozisyonuna devşiriyorlar.

Bu süreçte aslında 2 tip örgütçü ortaya çıkıyor. Birincisi zeka hiyerarşisinde hızlı ilerleyen ve insanları kullanmayı öğrenen tip, diğeri ise yönlendirilmeye ve yönetilmeye müsait ikinci tip. Yani abiler ve abi deyiciler. Zeka hiyerarşisi; yaşla, kültürle veya zenginlikle ilgili değildir. Örgütte 18 yaşındaki bir kişi 25 yaşındaki başka insanları güdebilir. (Hakimlerin ablası hukukla ilgisi olmayan birisi çıkmıştı.) Örgüt bu özelliği ile ‘doğal seleksiyon’ sistemi barındırır. Ki! İtaat etmeyen veya programlara tam uymayan tipler hem zamanla tecrit edilir hem de zaten kendilerini kendiliğinden geri çekerler.

Suikastı işleyen polis mesleğe girdiği günden itibaren hiçbir zaman kendi veya Devletin doğrularını yaşamamıştır. Daima aklında ve (yapay olarak örgütte geliştirilen) bilincinde sonradan edindiği cemaatçilik ruhu vardır. Burada gözden kaçan bir hususta şudur: suikastçı polis bu eylemi tamamen kendisi tasarlamış da olabilir. Çünkü iç dünyası onu bu konuda ‘karar almaya’ itmiş de olabilir. Örgütle tanıştığı günden sonra hayatından çıkardığı ailesi, Milli değerleri ve bildikleri zaten onun nazarında her daim nötrdür ve değersizdir. Enes Kanter'in söylemeleri aslında örgütün genelinde olan gizlenmiş bir bilinç-altı şuurudur. Gülen aile bireylerinden önce gelir. Örgüt üyeleri zaten bu kapsamda örgüt doktrinlerine yakınlarından ve hatta kendi varlıklarından bile çok önem verirler.  15 Temmuz ve öncesindeki örgütsel başarısızlıklar; örgüt üyelerini hayal kırıklığı uğrattı. Bu hayal kırıklığı ve sürekli ötelenen ‘saadet günleri’ iç bir strese dönüştü. Yani şimdiye kadar sohbetlerde edindikleri gaybi malumatlara(!) göre sonuç bu olmamalıydı. Bu hayal kırıklığı zamanla örgüt üyelerinin kendi kendilerine eyleme geçeceği bir değişime dönüşebilir. İdamlar, cinnet halleri ve toplu aile içi katliamlar, ağır psikolojik depresyonlar gelebilir. Bu tür eylemler olsa bile bunların hiçbirisini Pennsylvania sahiplenmeyecektir. Onlara göre ‘kişilere takılmamak’ gerekir. Fanusun dışındaki örgütçü artık sistem dışı bireydir. Hattı zatında içte de ‘birey’ ve ‘bireyin ehemmiyeti’ yoktur, bunun yerine hizmetin ‘şahsi manevisi’ vardır. Şahsi manevi sanal bir  hologramdır. Bu hologramın üyeler üstünde denetleyiciliği ve baskısı vardır. Örgütün üyelerini genelde sağ kesimin kendi özgüvenini ve kişiliğini oluşturamamış kişileri oluşturur. Biraz isyankar veya kendi kendilerince gözlem yapabilen kişiler bu grupla uzun süreli ilişki kuramaz. Kırsal kesimin doğru ve gerçek dini eğitimi al(a)mayan, kendi kişiliklerini henüz oluşturamamış çocukları örgüt için mümbit bir kaynak olmuştur. En çok öz eleştiri yapılması gereken yer burasıdır. Çocuklarımız 1)Dini yaşama ait bilgileri ve kuralları 2) Öz benlik gelişimlerini ailede ve okulda resmi araçlarla öğrenmelidir.  

İlginçtir! Kullanılan üyeler kullanıldıklarının farkında değillerdir. Tüm yapılanların büyük bir misyon için yapıldığını düşünürler. 
   
Nasıl etkili oluyor?

Çünkü örgütleşmeyi kademe kademe ve dozaj artışı yaparak yürütüyorlar. Yani yeni tanışan birisi her şeyi bir anda görmüyor. Alıcılığına ve sadakatine göre büyümeye tabi tutuluyor.  Öğretmen grupları, esnaf grupları veya yüksek seviyeli bürokratlar bir birleriyle görüştürülmüyor. Bu özellik ile cemaat geçmişi diğer yapılardan farklılık gösterir. Bu hem bir gizlilik politikası hem de grup aidiyeti oluşturur. Ancak çok büyük organizasyonlarda gruplar bir araya gelir ve orada da kaynaşma olmaz. İnsan avında nokta atışı ve adam-adama markaj uygulanır.    


22 Aralık 2016 Perşembe

Rusya ve İran İstilası


İlkokul tarih kitaplarının konularından birisi; Rusya’nın sıcak denizlere olan özlemidir. Bilmeyen yoktur ama önemsemeyen çoktur.

ABD’siz denklemde Türkiye İran, Rusya ve Çin’in ekonomik büyüme baskısıyla karşı karşıya kalacak. Bunun farkında olan Avrupa birliği gücünün yettiği kadar Rusya’ya olan yaptırımlarını sürdürmeye çalışıyor. (Malumunuz Rusya’ya olan  teknolojik araçlar ambargosu uzatıldı.) Çünkü bu ülkeler(Rusya-İran-Çin) dünya ortalamasının üstünde kendi kendilerine yetebilen ülkeler.

Suriye’nin kuzeyinde bölgesel düzleme tamamlandıktan sonra Rusya Suriye’ye öncelik verecek ve Türkiye bölgede pasifize  edilecek. Mevcut sınırlarımıza tekrar zorlanacağız ve Suriye’nin toprak bütünlüğü adı altında Rusya ve İran’ın enerji koridoru aktive edilecek. Türkiye’nin bu süreçte olsa olsa kazancı nakliyecilik ve gıda ihracatı olacaktır. Rusya’nın Türkiye’ye bu kadar makul yaklaşmasının nedeni; ortak menfaatler değil Türkiye’nin ABD’den ve AB’den uzaklaşmasıdır.

ABD’nin 15 Temmuzda sergilediği izle-gör politikası aslında bölgeye olan genel bakışının da özetidir. Gülenistlerin sürekli ABD ve AB yanlısı söylemleri istihbarati olarak geliştirilmiştir. ‘The Örgüt’ kendi bekasıyla paralel olarak Türkiye’nin bekasını ABD ekseninde kalmakta görmüştür. Tam bu noktada İsrail ile de ters düşmüştür. Çünkü mossad ‘the örgüt’ün  ABD’de ve dünyada hızlı ilerleyişinden rahatsız olmuştur ve 15 Temmuz sonrası Türkiye yanlısı bir izlenim çizmiştir. 15 Temmuz’un başarılı olması Türkiye’nin   ‘melting pot’ (Erime kabı) içinde Neo-Amerikanlaşması olacaktı. Bu , şu anki Rusya-İran denklemine de ters bir durumdu.

Savaş sonrası ABD ve AB Türkiye’yi cezalandırmak, Rusya ve İran ise baskılamak isteyecektir. Çünkü Rusya eline geçen bu tarihi fırsatı kaçırmamak için yerleşim politikası izleyecek. Yani Arap baharı başlangıç itibariyle ABD ve AB’nin menfaatlerine göre gelişiyor gibi görülse de ilerleyiş itibariyle doğu ülkelerinin işine daha çok yaramıştır.


Gülenistlerin ABD’de konuşlanmasının nedenlerinden birisi de Amerikan vatandaşının kültürel açlığıdır ve kullanılışlığıdır. Doğu ülkeleri kendilerine has kültürel hafızaya sahipken ABD ve mevcut AB oryantalizme doğrudan olmasa da dolaylı olarak açıktır. Eğer Gülenistler yurt dışında da Türkiye’de olduğu gibi kadrolaşmada yer alabildiyse, ileriki süreçlerde bunun da yansımalarını görebiliriz. Asıl uyuyan ama kök-hücreler bu ülkelerdedir. Hatta burada sayısal çoğunluktan ziyade niteliksel bir fark da vardır. Çünkü Gülen çekirdek ve asıl maya kadroyu 1997’de Türkiye dışına çıkarmıştır. Bu bağlamda Türkiye’deki örgütçüler sadece sermaye ve menbaa olarak kullanılmıştır. 

Turgay URGUR

11 Aralık 2016 Pazar

BEKLEMEK


Beklemek,
Bedelsiz olmalı,
Gelmeme riskini taşımalı.
Umutlar bir mahzende saklı,
Güneşten korunmalı.

Kimse gelmeyebilir,
Hiçbir şey değişmeyebilir,
İnsan ağaç sabrında olmalı.

Dökülen yapraklarınızı çöpçüler toplar,
Kuşlar gâh konar gâh konmaz,
Karıncalar içinizi de yiyebilir,
Sakinlik ruhunuzu sarmalı.

Ne gelen kalıcı, ne de giden dönücü,
Taş, duvar üstüne yıkılsa,
Gök kubbe yarılsa,
İnsan sadece toprağa hasret duymalı.

Bakışlar hülyadan yorulsa,
Düşüncen darmadağın saçılsa,
Sonsuzluk kapıları ansızın açılsa,
‘Gel’ demeyi beklemek derdin olmalı.


TURGAY URGUR

8 Aralık 2016 Perşembe

Dolar, TL.


Biz her şeyden anlarız. Buna ekonomi de dahil. Sayın Cumhurbaşkanımız bir çağrı yaptı. Bu tür çağrılar Milletlerin tarihinde çok önemlidir. Kurtuluş savaşında benzer bir çağrıyı Avusturya mallarını boykot için Said Nursi yapmıştı. Bu tür çağrılarda bulunan kişiler bu işin neticesinden ziyade niyetiyle ilgilenirler. Neymiş efendim… vatandaşın bozduracağı 100-200 dolarla Türkiye’nin açığı kapanmazmış.

Kardeşim…. Bakın… Karıncaya sormuşlar.

 Nereye?

 Demiş: Kabe’ye.

Demişler: Varamazsın.

Demiş: Varmasam da o yolda ölürüm.  
  
Şimdi bu Millet; bu işle dalga geçenler gibi düşünceydi, 15 Temmuz’da ölmek için sokağa çıkmazdı. 200-300 şehitle bu memleket kurtulur mu? Derdi.   Ama Türk Milleti bazılarının yaptığı gibi vatan, millet işlerini savsaklamaz. Ciddiye alır.

ABD’de siyah hakları otobüste öne-arkaya oturma muhabbetinden patlak veriyor. Milli mücadelenin bölgesel zaferleri bireylerin öne atılmasıyla kazanılıyor. Vietnamlılar  topraklarını önemsemekle kazanıyor. Sovyetlerin parçalanması bazıları için hayal ötesiydi ama oldu. Atatürk yola çıkarken, etrafındaki insanların azlığına değil kalbindeki inanca bakmıştır.

Ya tutarsa…Reis 3 çocuk dedi. Tuttu. İstanbul derdimiz dedi. İstanbul’u İstanbul yaptı. 6 seçim zaferi dedi tuttu. Sokaklara inin dedi tuttu. Milli para sadece Türkiye’de değil aynı zamanda  tüm İslam ülkelerinde karşılık bulursa, bu İslam alemi için kurtuluş olur. Peygamber Efendimiz Mekke’nin fethinden sonra ilk iş olarak Yahudi pazarlarından kurtulmayı hedefliyor. Dolarla, tahville, faizle yönetilmekten sadece Türkiye değil tüm gelişmekte olan ülkeler mağdur. Türkiye-Rusya Milli paralar için ticaret yapmayı öneriyorsa, birileri anlamak istemese de bu bölgede bir şeylerin değiştiğinin göstergesidir. Yarın bu işe Çin gibi güçler de destek verecek olursa, işte o zaman dünya dengeleri alt-üst olur inşallah. (Bu sırada, Gezi zihniyeti tabi bu işleri yine izlemekte olacak. )

Dolarların bozdurulmasıyla dalga geçenler aslında İzmir köy kalsın diyenlerdir. Hem yeni arabaya, hem de eve geçip; para yetmiyor diyenlerdir. 15 Temmuz kurgu diyenlerdir. Bu ülkenin 20 yıl öncesini unutmuş olanlardır.

Sayın Cumhurbaşkanımız aslında bu sayede siyaseten doğal bir anket de yapmış oluyor. Lakin muhalif düşünce henüz bu tür eylemleri anlama seviyesine ulaşamadı. Onlar işin facebook komedisini yaparken, Ak parti çoktan Millet neznindeki yerini revize etmiş oluyor. Bu modern siyasettir. İnönü mantalitesi bunu anlayamaz.   


Turgay URGUR  

5 Aralık 2016 Pazartesi

Cehennemlik KİLİTLER


Ajans ifade etti. Orman yangının nedeni izmaritti. Evdekinin nedeni ise büyük bir ihtimalle; elektrik kontağı, sızan gaz veya elektrikli ısıtıcıydı.


Yani suçlu maddeydi. Hani şu İbrahim’in kırdığı putlar gibi, ansızın gelen depremler gibi veya cenaze evlerinde son zamanlarda edindiğimiz nahoş ölüm bahaneleri gibi suçlu hep maddiydi.  Yani aslında maddenin ruhu olsaydı, fikri olsaydı ve şuuru olsaydı aslında bunlar olmayacaktı. Oysa malumunuz … biliyorsunuz; dağlara ve taşlara insanın sorumluluğu verildiğinde onlar kabul etmemişti. Çünkü insan olmak büyük bir mesuliyetti. İnsan olmak için irade, merhamet, sevgi gibi birçok meziyet gerekiyordu. Sözün özü, hülasaların hülasası bir de Allah’ın halifeliği denilen korkunç ağırlıkta bir vazife vardı. Bu insana verilen müthiş bir değerdi. Allah’ın sıfatlarını insan üstünde taşıyordu. İşte  mesele bu değeri anlamaktı. İnsan bu değeri nasıl anlardık ki? Fazıl’ın ifadesiyle bu insanın beynini patlatan bir idrakti. Sonsuz yaşama inanmak ve inancın-inanmanın gereklerini yerine getirmek. Metabolizmanın, bedenin, duyguların ve maddenin devre dışı kalıp ruhun Bir olan Yaratıcıya bağlaması ile ilgili bir konu. Bu mantıktaki insanlar sosyal hayatın sorunlarına çözüm ararlar. Yanlışlıklar ancak onları rahatsız eder. Bu insanların medenilik gibi uğraşları vardır. Bunun dışında idraklerine, vicdanlarına ve şuurlarına kendi kendilerince kilit vurmuş olan ‘Şekil Müslümanlarının’ böyle kaygıları yoktur. Bugünlerde tümden dünya nazarında per perişan isek; bu dış mihraklar(!) kadar ‘iç kilitçiler’ le de ilgilidir.   

Dini konularda ehil olduğunu iddia eden birisinin edebiyat, felsefe, psikoloji, halka ilişkiler bilmemesini Müslümanlığına bağlayamayız ki! zaten Cuma günü camiyi dolduran kendi işlerinde mahir insanların ekser çoğunluğu da yazılı olarak ne Kuran ne de Hadis konularında çocukluk yıllarında ezberlediklerinin dışında bir şey bilmiyorlardır. Çünkü mesele aslında medeniyet ve kültür meselesidir. İkisinin canlılığının devam ettirilmesidir. 

(lafım kendime- Benim gibi hiç birisini bilmeyip de eleştirenler de ıslah olur inş.)

Sonrasında ise Yusuf İslam’ın “Eğer islam’ı Kuran’dan değilde Müslümanlardan öğrenseydim, eğer Kuran’dan önce Müslümanları tanısaydım asla Müslüman olmazdım.” Tespitiyle karşı karşıya kalıyoruz. İddia çok büyük kapsamlı ve doğrudan tüm ‘Müslümanım’ diyenleri ilgilendiriyor. Yani Yusuf İslam diyor ki! Kuranda anlatılanları ve Hz. Peygamberin anlattıklarını yaşayan yok diyor. Lafı; boşuna inanıyorsunuz, inanıyor gibi yapıyorsunuz çünkü kendinizi kandırıyorsunuz demeye getiriyor. Henüz birileri çıkıp da Yusuf İslam’a cevap vermedi. Cevabın uzaması ayrı bir acizlik ve üstüne almazlık. Camilerin tuvalet ve şadırvanlarının temizliğinin vebalini üzerine almayan diyanet işlerinin de bir cevap için kaygılandığını düşünmüyorum. 

Neuzibillah, Hristiyan veya Yahudi olsaydık da büyük bir olasılıkla sokaklarımız yine medeniyetten uzak, adalet mekanizmamız işlemez, teknoloji seviyemiz de aynı yerlerde olacaktı. Çünkü hayatta önceliğimiz Kitabın kullardan bekledikleri ve son İlahi mesajın doğru uygulanması yönünde değil. Önceliği acımasızlaştırılmış hayat kurgusunda bir üst seviyeye, rahat tura geçmek üzerine bağlanmış durumdayız. Bu yüzden istekler son bulmuyor. Bir evden diğerine, bir arabadan diğerine, bir telefondan diğerine geçişler hayatın edinilmiş ve öğretilmiş alışkanlığa dönüştürülüyor. Şu anda çoğu insanın en iyi yaptığı şey: sahip olduğunun bir üstünün özelliklerini tanımak. Bu tür bir topluluğun kalıcı ve iddialı bir medeniyet hayali kurması çocukçadır. 

Tevatür, Müslüman kimliğinin oluşmasında ısrarla en etkin ve kısa yol olarak kullanılıyor. Kişi kaç yaşına gelirse gelsin din hakkında öğrendiklerini yazılı kaynaklardan öğrenmiyor. Aile içindeki dini eğitim de, okulda devam ettirilen de, cami de anlatılanda tevatür merkezli. Öğretiyi ve öğrenme yöntemini yazılı bir sistem üzerine kurmuyoruz. Ders adına(pozitif bilimler), akademik kariyer adına yapılanlar baştan sona yazıya dayalı bir sistemle değerlendiriliyor. Lakin bugün, bu çağda bile hala insanların İslamiyet’i kitaptan öğrenmelerine yönelik bir mantık yok. Ki! Peygamber Efendimizden sonra bile sahabeler Kuran ve Hadis’i yorumlamak için İsrailiyyat’a (İsrailliye kelimesinin çoğuludur) müracaat gereksinimi duymuşlardı. Bediüzzamanın ‘Muhakemat’ isimli eseri mevzu ile ilgili detaylı bilgi vermektedir. 

Tevatürün oluşturduğu mümbit sahayı en iyi cemaatler kullandı. Sohbet şekilleri, insanlara ulaşma ve toplumla bağda bu vicdani IQ ön planda oldu. Sonuna kadar kullanıldı ve kullanılıyor. Öncelikle ‘şekil Müslümanının’ ihtiyaçları belirlendi. İnsanların içinde gerçeği ile çapraz çalışan ikinci bir mono vicdan oluşturuldu. Böylece içeride ve dışarıda farklı davranabilen bireyler oluştu. Kişinin hayatına sonradan giren konuşma ve dinlemeler sorgulanmak için asıl vicdana, kişinin eylemleri ise ikinci yapay vicdana gönderildi. Bu yüzden haklı olarak kişi anlatılanlarda vicdani olarak bir yanlış göremedi. Eylemler ise diğer yapay vicdana gönderildiği için orada da sıkıntı oluşmaz oldu. Bunların neticesinde bankacılık, tesettür, faiz, kılık-kıyafet, devletin yapısı, bireylerle ilişkiler gibi konularda ikili bir yapı oluşturuldu. Bu konular bireyin en mahreminden toplumun en genel geçer konularına kadar uzanıyordu. Doğrudan hayatı ilgilendiren bu konularda ikinci oluşturulan vicdanın IQ’su (suni olarak şişirildiği için) baskın geldi. Çünkü bu vicdan sadece bir kişinin değil tümden bir grubun tek-tip vicdanıydı. Hayatı boyunca tüm öğrendiklerini sözel gelenekten edinmiş kişi(ler) cemaat toplantılarındaki yeni duydukları her şeyi direkt olarak kabul etti. Çünkü başkaları da öyle yapıyordu. 

Bireyin grup içinde eritilmesi mantığı sadece cemaatlerde değil tüm diğer sivil toplum örgütlerinde de işletildi. Zamanla bürokrasi, devlet daireleri ve insanın olduğu her yer aynı salgına maruz kaldı. Lider konuştuğuna göre sorumluluk da ondaydı. Ortada bir hata varsa suç sisteme atılabilirdi. 



Gerek sosyal hayatının tüm evrelerinde, gerekse dini yaşantısında bu şekilciliğe maruz kalan insan; düşünce ufkunu daralttıkça daralttı. Çok rahat etmek için en az sorumluluğu almak gerekiyordu. Bilmenin getireceği sorumluluktan kurtulmanın yolu ise şekillere bürünmekten geçiyordu. Netice olarak bir insanda her ortama göre değişen yansıma karakterler gelişti. 


Yazı dilinde yokuz. Batı edebiyatının en kıyıda köşede kalmış herhangi bir eseri için bile internette araştırma yapsanız; önünüze konu ile ilgili yorumlar, eleştiriler ve sayfalarca bilgi çıkıyor. Ki! bu bilgilerin yarısına yakını belirli bir kalitenin üzerinde oluyor. İnternetin dünyada yaygınlaştığı andan itibaren yabancı edebiyat konusunda elektronik ortama sel gibi bilgi akışı oldu. Birden alışkanlığa dönüştü. Yabancı edebiyat için kaliteli bir bilgi havuzu oluştu. 

Çok övündüğümüz tarih, edebiyat ve ilahiyat( dini konularda) elektronik ortamda henüz belirli bir kalitede bilgi havuzlarımız oluşmadı. Oysa insanlara ulaşmak için gayet güzel bir ortam vardı. Müslüman ülkeler ‘Arap baharı’na sosyal medya üzerinden örgütlenecek ve kolaydan gaza gelecek şekilde teknoloji ile oynaşırken, asıl işimize yarayacak konularda ise kullanma gereksinimi duymadık. Çünkü böyle bir kültürel gereksinimimiz olmadı. 

Bugün üzülerek ifade ediyorum ki Müslümanın aktüel gündemi ve bu aktüel gündem için fiziki ortamı yok. Olan ortamlarda kendi içinde ya elitist ya da gruplaşma mantığı ile hareket ediyor. Sünni mezhebin içinde mezhebin yanında bir de insanlarda ‘cemaatçilik’ etiketi gelişti ve ısrarla da geliştirilmeye çalışılıyor. Cami ihtiyarların ve emeklilerin olurken, yeni nesil kendisini konaklama mecburiyetinden dolayı dini cemaatlerin yurtlarında ve evlerinde buldu. Kredi yurtlar kurumuna göre daha güvenli olduğu kesindi ama bu yurtların yeni nesil için büyük akademik ve kültürel başarı kaygısı olmadı. Olamazda. Belirli bir zamana kadar kendilerini Devletin susturulmuş mağduru pozisyonunda gördüler. (Yarı yarıya haklılıkları da yok değil hani….) Lakin bu zaman içinde kalite, modernizasyon ve insan gelişimi üzerinde değil daha ziyade siyasallaşma ve kadrolaşma üzerinde yoğunlaştılar. Özellikle insanın kültürel ve akademik gelişimi sağlan(a)madı. Bu yapılar daha ziyade insanların aidiyet duygusu ihtiyacını kullanarak işlerini yürütmeye çalıştılar. 


Bugün eğer sinema, televizyon ve diğer tüm medya araçları üzerinde tesirimiz ve iddiamız yok ise bu aslında ‘şeklen’ nerede olduğumuz göstergesidir. Çağın gerektirdiği doğru iletişim yöntemleri üzerinden ilerlemeyişimiz bizleri yerimizde saydırıyor. 21. Yüzyıl eğitim sistemini ve gereksinimlerini anlatan bir diyagramın %33’lük kısımını “Media ve teknoloji kullanımı” oluşturuyordu. Kullanmamız ve bu yönde milli bir gayretimizin olmayışı bizleri maalesef geriletiyor.      

3 Aralık 2016 Cumartesi

İyi günler tiyatrosu

Gerçek değerimi yokluğumda anladım.

Kimsenin hayatında olmadığımda, elimi eteğimi dosttan düşmandan çekince anladım.

Yıllarca verilen emeğin aslında ne kadar boş olduğunu, hayatın sadece maddiyat üzerine kurulu olduğunu anladım.

Eskiler biliyordu. Belki de ondandır; paylaşmadılar, sırnaşmadılar, yakınlaşmadılar. Gizlediler. Sağda, solda  kötü günler için hep bir şeyler ayırdılar. Az az yediler, az az konuştular. El-alem duymasın ve görmesin dediler.

Eskiler biliyormuş. İnsan herkesten önce kendisini düşünmeliymiş. Biriktirirken, yerken öncelik hep kendisi olmalıymış. Başkasını düşünmek aslında kendini unutmak demekmiş. Ve insan kendisini unutunca hiç kimse onu hatırlamıyormuş. Hatırlanmıyormuş.

Eskilerin sözünden çıkınca atılmışlık ve satılmışlık arasında bir yerde kalıyormuşsun.  
Gerisi zaten malumunuz. Hayatta ‘iyi günler tiyatrosu’ denilen bir oyun var. Şimdi eğer yanınızda –ne derseniz deyin- dost, arkadaş, akraba her kim varsa, ekser çoğunluğu iyi günlerde olduğunuzdandır. 

 İsterseniz deneyin…. Deneyin de  ….’Siz aslında kaç paralık bir adammışsınız’ görün. Piyasa karşılığınız nedir bir tartın. Karşılıksız kaç gram altın, kaç tl, Euro ya da ekmek alabiliyormuşsunuz bir görün. Yürek ister..  Yürek ister çünkü dünkü çocukların maskarası olursunuz.  

Ya bu tiyatronun bir oyuncusu olup siz de sahne alacaksınız, ya da perdeleri kapatıp oyun bitti diyeceksiniz. Tercih insanlıktan anladığınıza kalmış. İnsanilikten anladığınıza kalmış. Eğer bu oyunu oynayacaksınız; vicdan ve merhamet libaslarını terk edip, kendinize  bir savaş kostümü uyarlamalısınız.

Davam dedikleri: ekmek davasından başka bir şey değilmiş. Ve bu davada; gözünü açmayan, geride kalan  aç kalıyormuş. Ceylan ziyafetindeki aslanlardan öğreneceğimiz çok şey var.  

İyi seyirler.  


ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...