28 Eylül 2018 Cuma

Emanetçi - I






Dünya devirlere, yıl günlere, gün de saatlere bölününce; insan kendisini bu döngüde baki bir seyirci zannetti. Bitişe doğru ilerlerken sandı ki dünya genişleyecek. Biriktirdikçe sahip hatta malik olacağını hayal etti. Tûl-i emel yükünü yüklendi. (Tûl-i emel=boş arzular) Günümüzde bu boş arzular sanal dışa vurumlarla kendini gösteriyor. Tüm medya araçları ve özellikle de sosyal medya insanlar için gerçekle sanılanın yer değiştirdiği bir alan olmuştur. Artık mutlu olmak yok, mutlu hissetmek(facebook dili) var. Artık eğlenmek yok, eğleniyor hissetmek var. Yorulmak yok, yorgun hissetmek var. Bu sanılan dünyanın gerçek yaşantıya karşı bir üstünlüğü de oluşmuş durumda. Örneğin insanların arkadaş sayısı orada daha çok, hayatla ve/veya kendisiyle ilgili yaptığı yorumlar orada daha çok. 24 saat içinde sanala/sanılana verdiği zaman da çok. Ve insanlar farkında değil ama sanılan dünya için yapılan harcamalar daha çok. Çünkü sanılan dünyada bir şeyi paylaşmak için öncelikle onu kısa süreli de olsanız yaşamanız gerekiyor. Anlık paylaşım günün veya haftanın tamamını içine alıyor. Anlık paylaşım gerçeğin merkezi olurken diğer geri kalan zaman sanallaşıyor. Yani… Örneğin,  yemek yeme gibi en basit ve fıtri bir ihtiyaç bile bugün sanalın içindeki paylaşım koşullanmasının bir parçası oldu.  İnsanlar bulundukları yerden uzak bir yere giderek orada çok eğlenmiş hissediyor, bunu çözünürlüğü yüksek- internet bağlantılı bir telefonla paylaşıyor. En sondaki paylaşma isteği başlangıcından sonuna kadar tüm günün veya haftanın gizli tetikleyicisi oluyor. Anlık paylaşım için epey bir masraf gerekiyor. Herkesin çoğu şeye en azından bilgi veya görsel olarak ulaşabilmesi kalbin merkezinden dışa birçok menfez açıyor. İlgi, öncelik ve gereklilik ortadan kalkıp yerine zihni yorgunluk ve tatminsizlik yerleşiyor. Durum böyle olunca, insan asıl vazifesinden ve hayattaki ulvi gayesinden uzaklaşıyor. Elimizdeki bir telefonun bile en azından kendi kullanımımız için yarı özelliğini biliyoruz, bazıları sahip oldukları arabaların neredeyse tüm detaylarını biliyor. Tekeri patladığında değiştiriyor, motoru arızalandığında çözüm arıyor, algısını- vergisini kuruşu kuruşuna biliyor. Lakin… buraya dikkat! Aynı insan kendi içindeki karaciğeri, böbreği, beyni, kanını fonksiyonel ve içerik olarak bilmiyor. Maddeten bilmediği/bilmemesi maddi bir alemi, maddi getirileri ilgilendirir fakat insan kendisine verilenlerin manevi gerekçesini ve nihai amacını bilmiyorsa asıl problem orada olur. Düşünen, duygulanan, konuşan, hisseden, paylaşan bir insan sadece ve sadece 65-70 yaş ortalamayı tutturmak için yaratılmış olamaz. Evet bizler sanal dünyanın denekleri, boş arzuların maskarası değiliz. Bize emanet edilen ve Yüce Yaratıcıya dünyada iken az bir ücretle satmamız gereken bir hayatın sahibiyiz. İşimiz zor gibi görünse de aslında kolay çünkü bizlerin bize bizden fazla değer veren bir davetçisi var. Dünya hayatının Allah’ın isteği doğrultusunda nasıl yaşanacağını ve cennetin nasıl kazanılacağını anlatıyor. O Kişi âlemlerin nuru Hazreti Muhammettir.

Kalbin, Allah’ın isimleriyle dolmasına ihtiyacı vardır. Çünkü huzur sadece bundadır. Buna mukabil kalbin düşmanları da vardır. Kalp merkezinde O’ndan başkasını kabul etmez. Kalp tam manasıyla O’nun için var olduğunu anlarsa kişinin cismine gerçek manada ruh olur.  Kalbin hayal gibi bir hizmetçisi vardır. Eğer kalp istikamet bulursa hayal insanı alemden aleme gezdirir. Bu alemlerin rehberi O’dur. Rehbere olan aşk sanal paylaşımla gerçek olmaz. Namazla ilgili paylaşım namazın, doğrulukla ilgili paylaşım ahlakın, çalışkanlıkla ilgili paylaşım çalışkanlığın yerine geçemez.  Bu bağlamda haşir gerçekle sanalın ayrıştığı, semerelerin tasfiye edildiği yerdir. Cennet ve cehenneme mukabil tüm bu dünyadaki gerçeklik alemi ise sanılandan/sanaldan ayrıştırıldığında imtihan yerinden başka bir şey değildir. Bu imtihan süreciyle ile ilgili insanın üzerinde durması gereken hususlardan en önemlilerinden birisi kişinin en ufak günahını, kusurunu, tembelliğini bile küçümsememesidir. Çünkü her insan diğer insanlar gibi içinde bir alemi barındırır. Kendisini bu dünyanın merkezi kabul eder. Kalpteki en küçük şüphe bile insanın tüm evrene bakışını bozar ve çirkinleştirir. Baktığını göremez, gördüğünü anlamaz, anladığını sandığı ise asıl mana değildir. Kalpteki küçük şüphe zihnin muhakemesini ters yüz eder. Böyle bir insan gölgeyi gerçek sanır. Oysa gölge iradesiz, sessiz, hissiz ve etkisizdir. 2000 yıl önce mağaradaki gölgeler bugün en fazla sanallar/sanılanlar olarak hayatlarımıza girmiştir. Biz ne gölgeyi ne de gölgenin cismini arıyoruz. Benliğimizden, tÛl-i emellerimizden sıyrılıp kelebek misali güneşe uçmak ve orada yanmak istiyoruz. Emaneti Sahibine arınmış, tertemiz vermek istiyoruz.      

TURGAY URGUR

22 Eylül 2018 Cumartesi

NEŞTER

İlahi bir maharetti aşkın,
Yüreğim işte bundan şaşkın.
Bilmiyorum sabrım niye aşgın,
Hançerlerken gözümü bakışın.
İğnesiz, ipliksiz yüreğime nakşın,
İstesende ondan yok kaçışın.
Gayr-i ihtiyari sözlerim taşkın,
Çünkü ölüm fermanı her bir göz yaşın.

TURGAY URGUR

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...