28 Şubat 2011 Pazartesi

NANKÖR 2


Ellerim kırılsın,
Yazmasaydım o satırları.
Erimeseydim gecelerden,
Sabahlara.

Nankörsün ve kendin kal.

Hayallerini kurdum,
Ben sevdim,
Ben bekledim.
Nankör olma,
Ben ağladım.

Nankörsün,
Git ve gelme.

İstemem,
Bir özür,
Bir pişmanlık,
Bir damla yaşını.
Nankör olma,
Baştan sona,
Yalancısın.

İstemem,
Arayıp sorma.
Yalnızdım,
Yalnız yaşarım.
Nankör olma,
Sen burada duramazsın.
Sen bir ömür bekleyemezsin.

Çalıntı sözle,
Yapmacık gülüşle değil.
Oyunla, şakayla değil.
Nankör olma,
Sen gerçek söz,
Vefa nedir?
Bilemezsin.
Nankör olma,
Bu saatten sonra öğrenemezsin.

Sana verilenler,
Sanma ki bende de kaldı.
Kopya değil bu aşk,
Nankör olma,
Çoğaltamazsın.
Toplu halde mesaj olarak,
Gönderemezsin.
Copy- paste yapamazsın.
Altına karbon kâğıdı koyamazsın.
Bir yere not alamazsın.

Nankör olma,
Sen bu mektubun satırlarını okuyamadın,
Bu hikâyeyi hiç anlayamazsın.

Ancak anlamış gibi yaparsın,
Nankör olma,
Onu da eline yüzüne bulaştırırsın.

Turgay Urgur


25 Şubat 2011 Cuma

Seni Sevmek


Seni anlamadan sevmek,
Anlamaya çalışmadan sevmek.
Bu benim tarzım.

Düşünce ile varlığını sorgulamadan,
Hiçbir yanlışını bulmadan.
Kimseye duyurmadan,
Ve kimseye sormadan.

Seni sevmek,
Var olmam için bir neden.
Seni sevdikçe var olan,
Bir ben.

Seni zamanın dışında sevmek,
Seninle sonsuzluğa koşmak,
Hiç bulamamak,
Hiç yorulmamak.

Turgay Urgur

21 Şubat 2011 Pazartesi

Recycling Mısır 3

 
Müslüman Kardeşlerin büyümesi ve geniş kitlelere hitap edecebileceği izlenimi İngiltere başta olmak üzere iç dış menfaat güçlerini rahatsız eder. Sıdkı ve ailesi zimmete para geçirmek iddiasiyla hükümetten düşerken Vefd iktidara gelir (getirilir). Vefd yerini sağlamlaştırmak için baskıcı bir yönetimi benimsedi.

1919 olaylarındaki haretketlerde kadınların rolünü görüyoruz. Son zamanlardaki (2011) olaylarında da kadınların ekranlarda görülmesi ironiktir. Hz. Musa’yı sarayda koruyan Fravunun eşi gibi recycling sürecinde kadın yine baskıya karşı bir kalkan olmaya çalışmıştır.

Ülke yönetimi Nasır dönemine yaklaşılırken İngiliz korumacılığı ve kendi ordusunu oluşturmak adına gel-gitler yaşamaktadır. Bu bağlamda 1900 yılların aynen Abbasi, Emevi ve diğer devletlerin 1200 yıl önceki korumacılığına geri döndüğünü görmekteyiz.

Suveyş kanalı ve çevresinin korunması öncelikli işlerdendi.

Nasır dönemi Mısır’ın kendi varlığını yeniden recycling adına anımsadığı yıllar olacaktı. Arap liderliği vasfı insanların duygularını okşuyordu. Müslüman Kardeşler Nasır döneminden umutluydu lakin Nasır ve subayları bu birlikteliğin devamına pek sıcak bakmıyorlardı. Nasır gücü gerektiğinde kullanarak yerini korumayı tercih etti.

ABD’nin yardımları ve yönetimde söz sahibi olmaya başlaması yeni bir kurtarıyıcı ve kollayıcıyı sahneye çıkarır. Artık modern dünyanın kuratırıcısı Dünya bankası da devrede olacaktır.

Nasır. Nasır’dan yardımıcısı Sedat, Sedat’tan yardımıcısı Mübarek. Silsile halinde devam eder. Bu süreçte İsrail ve Arap dünyası arasındaki ilişkiler. ABD’nin yardım ve karşılığındaki istekleri Rusya’nın limanları kullanması sonra geri gönderilmesi. İngiltere’nin müdahaleleri sürekli devam eder.

Günümüze yaklaştıkça Sedat’ın açık politikalarıyla daha çok tüketen bir Mısır halkı vardır. İslami cemaatler halk içinde dini yaşantıya dönüşün zorunluluğundan bahsederler.

Yönetenler lüks yaşantıdan ve güçten vazgeçmez iken halk bunları kaderin bir cilvesi olarak algılamaya devar eder.

Sedatla birlikte dinleme epey bir etkin olur. 1,500 kişinin hapse gönderilmesi ve 15000 bin kişinin dinlenmekte olması Sedat ve yönetimin en bariz özelliklerindendir.

Recycling Mısır için geçmişinde,

Yönetilmek, kendini aramak  ve yeniden yönetilmek.
Baskı, Mısırlılaşmak ve yeniden baskı.
Zengin yönetim, fakir yönetilen.
Oy kullanma, hapse gönderilme, idam ve yeniden susturulma.
Tarım için çalışma, itlahata büyük paralar aktarma.
Koruyucuyu bulmak, kurtarıcıyı beklemek.
Dış borç, iç isyan.
Dinlenme   ve dinlendirilme ve dinleştirilme.

Olarak süregeldi. Tarihin tekerrürden ibaret olduğunun en canlı örneklerinden oldu.

Ülkemin insanının Mısır’ın başına gelenlerden çıkaracağı o kadar çok ders var ki onlardan diğer bölümde bahsetmeye çalışacağım.

Turgay Urgur




19 Şubat 2011 Cumartesi

NANKÖR


Nankör olma.
Sevginin bedeli,
Sevgimin bedeli yok.
İnkâr etme yeter.

Bekle demem,
Sev demem.
Bu derdin çaresi yok,
Kahretme yeter.

Arama,
Sorma.
Bu saatten sonra gel demem,
Üzülme yeter.

Görme, bakma,
Yüz çevir.
Benimle gül demem,
Ağlama yeter.

Nankör olma.
Bir ömür verdim,
Sanma ki ‘ah’ derim,
Sızlanma yeter.

Nankör olma.
Gurursuz olmadım,
Gururunu kırmadım.
Dik dur yeter. 

Acım benimdir,
Aşkım benimdir.
Nankör olma,
Sahiplenme yeter.

Turgay Urgur


Düşünce


Bir ülke kendi üretim mallarını geliştirmeli. Kaliteye önem vermelidir. Kendi malımız, kendi düşüncemiz, kendi söylemlerimiz.

Tüketim bir alışkanlık ve hastalık haline dönüşmemeli. İnsan gerekli olanlar ile olmayanlar arasında ayrımı iyi yapmalı. İsraf toplumsal bir salgın olabilir.  

İnsanlar düşüncelerini ifade etmekten çekinmemeli. Eleştiri, düşüncesini söylemek ve çözüm getirmek bir toplumsal alışkanlık haline gelmeli. Konuşan, dinleyen ve yazan bir toplum gelişiyordur.

Yanlış yönetim, yanlış yönlendirmeler mutlaka eleştirilmeli.

Haksızlık ile hak. Haklı ile haksız birbirinden ayrılmalı.

Tedbir ve tevekkül iç içe olmalı.

Okumak geniş bir yelpazede yapılmalı.  

Monolog ile sohbet birbirinden ayrıdır.

Duygu düşünceye kement vurmamalı.

Tatlı dil tatlı bir yüreğin sesidir. Tatlı yürek özüne dönendir.  

Paylaşmak karşılıksız vermektir.

Sömürge olmamak sömürttürmemekle olur.

İnsan konuştukça kendini de tanır. Kendi konuştuğunu dinlemek şartı ile.

Kıskançlık, hırs, kin, düşmanlık insandaki iyi hasletleri öldürür. Kötülüğün olmaması için tımar şarttır. Ruhun tımarı tefekkür, dua ve ibadetle olur.

Çalışmak uzun bir yarıştır. İnsan bu yarışta önünde hep kendisini görmeli. Birincilikte yine kendisi kalmalı. Ama önünde yine kendini görmeli.

Bildiklerinizi bildirin. Bildirin ki doğrulukları ve geçerlilikleri ölçülsün.

Turgay Urgur

Recycling Mısır 2




1517’de Osmanlı gelir. İstanbul’a uzaklık işleri  kolay kılmaz. Vali’ye Paşa rütbesi ağır gelir. Osmanlı meşhur Tımar sistemini devreye sokar. Avrupa’nın gelişim rüzgarı; altın-gümüş dengelerini, Osmanlının dengesini ve Mısır’ın zor zahmet uzaktan kumandalı dengelerini de bozar. Ordu zam ister. Sadece şimdiki ordularda değil eskilerinde de ‘görev kutsaldır’.

Memlük ileri gelenleri Osmanlının gidiş-gelişlerinden boşluk bulurlar. 1798 Fransız İşgaline kadar Beylik sürerler. Ne de olsa adı üstünde MEMLÜK BEYLERİ. Osmanlıya karşı Memlüklerin yenildiği gibi recycling adına yine Fransızlara karşı mağlup olunur.

Ardından İngiltere – Osmanlı birlikteliği ve yeniden Osmanlı’nın adı.


Mısır’ı Memlüklerin kendilerini koruyabileceği inancını kaybetmişlerdir ta ki yeni koruyucu Kavalalı Mehmed Ali gelinceye kadar. Mehmet Ali top, tüfek, barut imal eden küçük fabrikaları kurarak kendi varlığını ve Mısır’ın güvenliğini devam ettirmeye çalışır. Mısır ordusunun Mısırlılaşması adına da bir dizi faaliyetler yapar.

Memlükler- Fransızlar- İngilizler –  Osmanlı. Bunların arasından Mehmet Ali ulemanın gönlünü eder ve yeni vali olur. Kimilerine göre Mehmet Ali ülkeyi 1952’ye kadar yönetecek bir sistem kurar ve Osmanlıya karşı Mısır’ı korur. Ne diyeyim, sözün bittiği yer. Yönetilmek de insanın doğasında olsa gerek, kendi içinden değil de dışarıdan gelenlere pek fazla ses çıkarılmaz.    

İngiliz-Fransız-Avusturya donanmasının 1827 Navarinde Osmanlı-Mısır donanmasını batırması aslında tarihteki gerçek dost-düşman fotoğrafının aslıdır. Bu olayları 1833 Hünkar İskelesi ve Balta limanı antlaşmaları takip etti. Ticaret elden gidiyordur.   

1840 Londra Antlaşması ile recycling sürecinde İmparatorluk eyaleti olmaktan taşralı  hammadde tedarikçiliğine geri dönülüyordu. 

1879 da borçlar ve Faizleri Mısır’ın başına dert olur. Öyle bir dert ki İngiliz başkonsolos Mısır’ın taçsız hükümdarı olur. Tabi bu işlerin ağır bedeli Süveyş Kanalının hisselerinin elden gitmesi olacaktır.

İngiltere’nin niyetinin kurtar-çekil olmadığı zamanla anlaşılır. Çünkü halk kendi dertlerine ancak kendisinin çözüm olacağını geç anlar veya anlaştırılmaz. Tüketirken, sakinken düşünmeye zaman kalmaz.  İngilizlerin tahliye yalanları adı üstünde hep yalan olarak kalırlar.

Liberal Anayasacılar ile Vefd belirli grupların hizmetinde çalışır ve bir amaçtan ötesine geçemezler. Recycling, hükümetlerin varlığının İngilizlerin desteği ile doğru orantılı olduğunu gösteriyordu.

Yeni bir halk kahramanı ilkokul öğretmeni Şeyh Hasan el-Benna Müslüman Kardeşleri kurar. Partinin isim babasını tebrik etmek lazım. Ezilen halkın sömürüye, fakirliğe, istilaya karşı sesi olur. 

(Devam edecek)

Turgay Urgur

17 Şubat 2011 Perşembe

Recycling Mısır 1


Hz. Yusuf’u hapisten tahta çıkaran Mısır. bolluk ve kıtlıkları, refah ve sefaleti, huzur ve kaosu hep ardıllar halinde yaşayıp geldi. Nil’in zeki çocuğu bazen şımardı, bazen akıllandı. Kime itaat, kime isyan edeceğini ise hep bir döngüyle öğrendi.

Hz. Musa’yı da sarayda büyüterek olmayacak mucizeleri yaşadı. Her felaketin(kan, kurbağa, bit, sel, vb) ardından Hz. Musa’ya giderken, dönüşte her şeyi çok çabuk unuttu.  

Mısır’ın değil belirli bir kesimin parlamentosu her zaman değişmeyen bir yazı(!)  oldu. Mübarek tarafından tek rakibi Ayman Nur ne hikmetse hapse atılır.  Hapisin Mısır’ın tarihinde çok ayrı bir önemi vardır.

Önce geçmişine bir bakalım;

Mısır için insani olan bir yönetim ise Hz. Ömer ‘in kumandanı Amr ibni As’ın yönetimidir ki Hz. Ömer kendisine bir konut yapmasına bile müsaade etmemiştir. Ganimet alınmamış, sadece Müslüman olmayanlardan baş vergisi alınmıştır.

Hz. Osman daha sonra kendi üvey kardeşi Abdullah’ı görevlendirmiştir. Vergiler artmış, katı politikalar ambarlardaki buğdayla birlikte sevgiyi tüketmeye başlamıştır.

Emevilerle birlikte Arapça konuşan bir Mısır gelir. Emeviler askeri genişleme hayaliyle yanıp kavrulurken Mısır’ın iç sorunlarını görmek istemezler.

Abbasiler ile baskı ve şeriat kuralları harmanlanarak çözümler aranır.

Lakin ülke insanı halen daha Firavunlardan bu zamana gelen Mısırlı olan kimliğini taşımaya devam eder. Devam etmek ister.

Valiler.... Uzaktan bağımlılık valilere kısa vadeli bağımsızlıklar verir. Ahmed İbn tolun bunların ilklerindendir.

Valilere bir de onlarla birlikte hareket etmekten haz duyacak askerler eklenir. Ordu ve siyaset pokerinin en güzel örneklerinden seçmeler yaşanmaya başlar. Tabi halk artık daha bir başka ezilir. Yağma, talan başlar.

Nil.... Nil verdikçe, alıcılar değişir. Tarımsal bir ülke oldurmak ikinci bir yazı(!) olur. Bu yazıyı ileriki bölümlerde en güzel İngiltere okuyacaktır.  Verimli toprak, itaatkâr fellah, kalleş vali, hazır ordu, iştahlı dış devletler Mısır'ın olmazsa olmazlarıdır. 

Ihdişi hanedanı da Nil’in gel git’lerinden istifadesini alır. Gelir, alır, gider.

Kötü yönetim Fatımi’lere davet açar. 1 Temmuz 969 Fatımi’ler Mısır başkentine girer. El – Kahir kurulur. Halkın mezhebi ve yönetenlerin mezhebi farklıdır. Üçüncü bir yazı da bu olur, dil, ırk, mezhep, din farkı yönetilenler ile yönetenler arasında hep olacaktır. Mısırlılar artık Araplar, Türkler, Berberiler, Sudanlılar, Siyahlar ve hepsinin son günlerinde  recycling sürecinde bir de beyaz(en beyazlara) alışacaklardır.

973’te Muiz, kılıcını çekerek “işte benim şecerem diyecektir.” Bu kılıç, her yeni dönemin yöneteninin elinde gerektiğinde çekiliverecektir. Mevcut Ak hükümetin eski Kültür Bakanının başındaki ile aynısı mı bilmiyorum. 

Bu kadar karmaşa Mehdisiz olur mu? Aziz’in oğlu el-Hakim ilginç yöntemleri ile eser geçer. Dürziler onun bir gün yine döneceğine inanırlar. Recycling devam etmektedir.

1099 Haçlılar gelir. Nil çeker. Mısır vezirleri Selçuklulara karşı Haçlıları kullanabileceklerini sanırlar. Lakin 70 bin savunmasız Müslüman’ın katli yazının böyle olmadığını vezirlere okutur.  

Şimdi Mısır hem Haçlılarla hem de Zengi ile kur yapar. Bu tehlikeli ikili- aşk oyunları Mısır’ın İsrail ilişkilerinde de hissedilecektir.

Nihayetinde Selahaddin Eyyübi yetişir. Haçlılarla mücadele, medreseler, adil yönetim, sulama sistemleri, ark ve bentler; bu dönemin dikkat çekenleridir.  Avrupalı şövalyeler Selahaddin’den insanlık öğrenirler.  Selahaddin aksiyon adamıdır. Saray da değil dışarıdadır. Nil yine Mısır’a gülmüştür.

Eyyübi’yi Memlüklüler takip eder. Türkçe yine gelir. Memlüklüler Mısır’ın yeni miğferidir. Miğferin ucu bazen halka da batar tabii. Halk yapılan binaları, cömert bahşişleri sever. Verilen kendi parası da olsa almak güzeldir.

Unuttuğumuz bir de Veba vardır. Veba da Nil gibi bazen acımasız uğrar. Yönetenleri alaşağı edip, değiştirecek kadar esaslı bir Yazıdır.   

Yeni Moğol tehdidi Mısır’ı Osmanlıya yaklaştırır. Lakin Timur zalimdir. Memlükler durumu zor kotarır.

1517’de Osmanlı gelir. İstanbul’a uzaklık işleri pekte kolay kılmaz.

(Devam edecek.)

Turgay Urgur


10 Şubat 2011 Perşembe

Yeniden doğmak 3

Yeniden doğmak 1-2-3  isimli yazılarım kendimce bir aydınlanma (ötesinde nurlanma) yoludur. Kendi hayatımda birer düstur olarak yaşamaya çalıştığım bu düşüncelerimi oluştururken gerçek ve öz, yaşatan ve yaşanabilir olmalarına özen gösterdim. Sözel olarak arkadaşlarım, öğretmenlerim, öğrencilerim ve aile üyelerim ile zaman zaman paylaşmaya çalıştım. Yazdıklarımın konuşulur olmasına da ayrı bir titizlik gösterdim. 

Birey kendisini ifade edebildiği kadar birey olma yolunda mesafe kat eder, insan etrafında gelişen olaylar hakkında önem sırasına göre yorumlar yapabilmeli ve bu yorumlarını girdiği ortamlarda paylaşmalıdır. Böylece kendi düşüncelerinin ne kadar doğru olduğunu ölçe bildiği gibi aynı zamanda diğer insanların düşüncelerini de öğrenerek kendi düşüncelerini yeniden revize edebilmeli. Toplumda bu tür konuşmalar karşılıklı dinlemeye dayalı olarak bir alışkanlık haline gelmeli. Dinlemek taşıdığı anlamı mutlaka yansıtan bir eylem olmalı. Dinlemek ile dinliyor görünmek arasında ciddi bir fark vardır. İletişimin en yüksek teknolojiler ile yaygınlaştığı bu zamanlarda ne yazık ki sözel ve duygusal iletişimden fersah fersah uzak günler yaşamaktayız. Ev sohbet ortamlarında bile insanların sanal gündemleri var. Aynı ortamlarda farklı frekanslarda yaşar olduk.  Düşünce de doğal olmayan bir madde gibi durmadan yeniden dönüşüm sürecinden geçirilen ve durmadan tüketilen ama tatmin vermeyen, geliştirmeyen bir olguya dönüştü. Bilgi denilen mefhum üretim esnasında canlılık sergileyen ve bu süreçte büyüme ikanı bulan bir yapıya sahiptir. Halef ve selef ilişkisi üst düzey bilgi ortamlarında yaşatıldığı gibi toplumun diğer kesimlerinde de karşılıklı çözüm ve öneri bağlamında yeniden canlılık kazanmalıdır. İnanıyorum ki bu bizlere düşünce ve yorum farklılıklarının ne kadar önemli birer zenginlik olduğunu tekrar kavratacak. Ön yargıları, ön yergileri ve gizli yargıları silmemizi sağlayacak.

Turgay Urgur   


6 Şubat 2011 Pazar

PAZAR GÜNÜ 4


Sabır gibi büyük bir nimet evham ile geçmiş ve gelecek günlere dağıtılmaz ise insanı ihya eder. Tüm sorunların üstesinden gelmesine vesile olur. Çoğu zaman musibetler ve hastalıklar insana gönderilen birer ilahi ikazdır. İnsan bunlarla olgunlaşır, insanlık yolunda mesafe kat eder. Bu hastalıklar bazen bedeni bazen de ruhi olabilir. Böyle bir durumda insan şikâyet etmeksizin Allah’tan yardım dilemeli. Acizliğini yeniden anlamalı. Onun rahmetine sığınmalıdır. Hz. Eyyüp (a.s)’ın hastalıkları çoğunluk itibariyle bedenidir ama bizdekiler ihmal ve unutmak nedeniyle iç dünyamıza yerleşmişlerdir. Bu nedenle de ne yazık ki Allah’ı anmaktan ve doğru dürüst yaşamaktan uzaklaşmaktayız. Yeniden Rabbe yönelmeli, O’nu anmalı, Peygamberi yaşantıyı araştırmalı ve öyle bir yaşantıyı kendimize örnek almalıyız.

Hep sağa veya hep sola dönüşler bir daireden başka bir şey oluşturmaz. Sağdan dönsen de daire, soldan dönsen de. İnsan bu dönüşte gözlerini kapatsa da baş dönmesini engelleyemez. Cemil Meriç’in ifadeleri ile ‘sağ’ ve ‘sol’ bu ülkenin kelimeleri değil. Yıllarca üstümüzde bir garip durdular. Ucubelerden başka bir izleri yok. Allah aşkına Anadolu’nun özünde hiç böyle bir maya var mıydı ki? Ayrı kahvehanelere gittiler lakin akşam aynı eve dönüyorlardı. Aş ecnebinin idesinden çok daha birleştiricidir.

Mevlana Şems ile ısınır, aydınlanır. Matematik, astronomi, tıp, kuran, hadis, fıkıh, simya ve daha niceleri hakkında epey bir ilim sahibidir. Konya halkı aralarındaki muhabbeti kıskanır ve birbirinden ayırmak ister. Mevlana’nın oğlu bile bu durumu çekemez. Yıllar sonra bırakın Türkiye’yi tüm dünya Mevlana’yı konuşur olur. Bazen manken podyumlarına ara meze yaparlar bazen siyasete reklâm. Anma törenlerinde ‘veciz’ sözleri ezberden(!) okunur. Okunduğu yerde de kalır. Çünkü şov bitmiştir. Sağdan da okurlar, soldan da okurlar. Ne de olsa bu bir dairedir. Ne olursa (?) gelirler, geldikleri gibi de giderler. Divan edebiyatı, divan şiiri zor bir uğraş. Kelimelerin birçoğunu anlamakta zorlandım. Neredeyse hiç anlaşılmayan cümleler var. İskender Pala’nın bu edebiyatı “o zamanın halkı da anlıyordu” ifadelerini de işin gerçeği epey bir abartılı buldum. Sevdirmek gayreti ve emekleri aşikâr lakin bir Hacivat ve Karagöz artık ne kadar iş yaparsa herhalde şimdiki insanlarımızın divan edebiyatını orijinal metinlerinden okumaları da o kadar iş yapar. Bilimin, edebiyatın, şiirin güncellemesi ne kadar yapılır bilmiyorum fakat yapılacak eserlerde orijinal metinler ile açıklamaların bir arada olmalarının gayet faydalı olacaklarını düşünüyorum. Bundan daha da önemlisi insanların günlük yaşam alanlarının içine bunların yerleşmesi gerekiyor. Hiç şüphesiz bu çok daha kapsamlı bir çalışma gerektirir. En azından bu tür konuların meraklıları kendi çaplarında edebiyatın bu türlerini konuşabilir ve bu konularda yazar, çizerler. Yeniden kendimize ait değerleri incelemeli ve bunlar hakkında değerlendirmeler yapmalıyız. İnsanların bu zamanda fazlasıyla kullandığı medya araçları aslında bu tür çalışmalar için çok harika çünkü birçok insana birden ulaşılabiliyor ve insanlar üzerinde etki bırakıyor. Mesele tabi yine dönüp dolaşıp bireyin kendisinin konuları bir arkeolog merakı ve sabrı ile araştırmasına kalıyor. Herkesin istifade alanı ve miktarları birbirinden farklı.


Osmanlı’yı doğru okumak her yiğidin harcı değilmiş anladım. İş ciddi manada çetrefilli. Öncelikle insanın kendisini önyargı ve önyergi’den, mamafih aşırı sahiplenme ve abartılı sevgiden kendisini kurtarması gerekiyor. Osmanlı emsalleri ile kıyaslandığında kendi devrinde muhteşem bir medeniyeti tarihi sürecinin büyük bir döneminde yaşamış. Bu dönemin dikkat çeken özelliklerinden bir tanesi de dışa karşı açıklık ve Osmanlı’nın öğrenme merakı. Örneğin Fatih’in Avrupa’dan zamanın filozoflarını getirtmesi ve onlarla kendi ulemasını fikri tartışmalara sokması gayet manidar bir olaydır. İşin ilginci bu dönemden sonra medrese eğitiminde batılı düşüncenin çok fazla irdelenmemesi veya her geçen gün bir azalış ivmesi göstermesi. İ.H. Uzunçarşılı medrese eğitimindeki bu gerileme ve bozulmadan Osmanlı Devleti’nin İlmiye teşkilatı isimli eserinde bahsetmektedir. Hadisi Şerifle müjdelendiğini bildiğimiz Fatih ve orduları bu bağlamda bizlere aslında beşeri düşünce sisteminin dışa açıklığının faydalarını gayet güzel bir şekilde izah etmiş oluyorlar. Yani Müslüman etrafındaki ilmi gelişmelerden önyargısız bir şekilde istifade etmeli ve kendisini ona göre konuşlandırmalıdır. İçe dönüklük belirli süre sonra kısır bir döngü ve yalama oluşturmaktadır. Toplumumuzun zihin kodlarında oluşmuş veya oluşturduğumuz iki farklı Osmanlı tarihi var. İkisi de birbirinden uzaklaşmaya meyilli. Bence tarih hissiyattan uzak incelenmesi gereken bir bilimdir ve bireyler Cennette bile hata yapabilirken dünyada fazlasıyla yapmaya müsaittirler. Aslında bu aynı zamanda beşeri olmanın da bir özelliğidir. Geçmişe bakarken; isimleri, liderleri, hükümetleri, devletleri İnsan topluluklarının birer olağan parçası olarak görmeliyiz. Bu şimdi için de geçerlidir. Kutsal olan insanın kendi varlığıdır, davranışları değil. Hiçbir bireyde diğerinden daha kutsal değildir. Böyle bir şey ilahi adalete karşı olurdu. “Acemin acem olmayana, siyahın beyaza üstünlüğü yoktur” diyor Kul Peygamberimiz(S. A.V) Çünkü o Kul Peygamber olmayı seçmişti.  


Turgay Urgur           

5 Şubat 2011 Cumartesi

Düşünce

Anlaşılmayanı anlaşılır yapmak için gayret gereklidir. Bir edebi eserin bu zamanda daha anlaşılır ve tartışılır olması onu insanların gündemlerine almalarıyla da yakından ilgilidir. Tabi bu arada eserlerin sunum şekillerinin de insanları cezp edici bir yönü mutlaka olmalıdır. Sinema, dizi vb. çalışmalar ön motivasyon için faydalı olabilirler. Lakin kişilerin bilgileri kaynağından öğrenmesi hiç şüphesiz en gerçekçi olandır. Bununla birlikte bu tür konuların farklı kişilerle mütalaa yapılması işin aksiyon yönünü gösterir ve bilgileri kalıcı duruma dönüştürür. Kişiler bu ortak gündemleri inceleme aşamasından sonra mutlaka sözel olarak ta paylaşmalıdırlar. Bu hem bilgilerin eksik kısımlarının tamamlanmasını sağlar hem de yorumlama gücüne canlılık kazandırır. Belki de bu tür uğraşların en önemli faydalarından birisi de zamanı iyi kullanma adına etkili bir yöntem olmasıdır. Bu sayede tv, facebook, cep telefonu gibi düşünceyi hapseden işlerden uzak kalınır. Biz şu an da okulumun güzide öğrencileri bu tür çalışmaları yapıyoruz. Periyodik buluşmalarımızda derslerle örüntülü konuları gayet detaylı bir şekilde paylaşıyoruz. Bu çalışma bizlere kapsamlı çalışmayı, detaylara girmeyi, bir konu hakkında normalin üzerinde bilgi edinmeyi öğretti. Her şeyden önemlisi sözel değerlendirme kısımlarında çalışmalarımızı ve düşüncelerimizi sunma fırsatını buluyoruz.

Turgay Urgur

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...