24 Ocak 2024 Çarşamba

SEÇİM

 Seçilmeyi bilmiyorum ama seçmek fena bir duygu değil.

Önünüzde birden fazla seçenek var ve istediğinizi seçiyorsunuz.
Örneğin;
Çocuğunuzun ilgisine ve gelecek beklentisine göre yaşadığı ilçede sınıfları kalabalık olmayan bir okul seçiyorsunuz.
Hafta sonu ailenizle veya bir yakınınız geldiğinde temiz, ferah, oyun alanı olanı bir mesire alanını veya sosyal tesisi seçiyorsunuz.
İşe, pazara, çarşıya arabınızla gitmek yerine bisiklet yolundan bisikletinizle veya toplu taşıma araçlarıyla gitmeyi seçiyorsunuz.
Hafta sonu içinde hem sportif hem de kültürel alanların olduğu eğitim, sanat komplekslerinden birisini seçiyorsunuz.
Daha dün yıkattığınız arabanızla gittiğiniz bölgenin kapalı veya açık otoparkını seçiyorsunuz. Üstelik arabam hemen toz olur mu? Altı bir hendeğe takılır mı? korkusu yaşamıyorsunuz.
Kaldırımda rahatça yürümeyi, inşaat kalıntısına veya olur olmadık engellere takılmamayı, toz yutmamayı, üstünüzün temiz kalmasını seçiyorsunuz.
Çok katlı yapılara izin verilmediği için pencerenizden güneşi, bulutları, ayı, yıldızları, gökyüzünü izlemeyi seçiyorsunuz. Sakin, düzenli bir trafiği olduğu için balkonunuzdan keyifle sokağı izlerken çay veya kahve içmeyi seçiyorsunuz.
Birden fazla maddi manevi hasarlı kazanın yaşandığı kavşakların sorumluluğunun sadece sürücülere ait olmadığını ve çok ivedi tedbirlerin alınmasını,
Sokakların en azından 3 ayda bir yıkanarak temizlenmesini,
Sosyal faaliyetlerin toplumun genelini kapsayacak şekilde planlanmasını,
Çocuklarımızın madde bağımlılığı gibi bir çok tehditten fersah fersah uzak kaldığını güvenli şehirleri,
Hiç bir alanda israfın olmamasını,
Ovalarınızın, tarlalarınızın imardan korunmasını,
Bütçenize uygun ve denetlenen pazar yerlerinden elmaları ve domatesleri,
Evde musluğunuzdan akan şırıl şırıl, pırıl pırıl suyu içmeyi,
Çarpılma korkusu yaşamadan yaya geçidinden rahatça geçebilmeyi,
Mahallelerden düzenli bir şekilde şehir merkezlerine ulaşabilmeyi,
Adaleti,
Hürriyeti,
Dayanışmayı,
Saygıyı,
Sevgiyi,
Hak ettiğiniz gibi yaşamayı seçiyorsunuz.
Dahası ve de en önemlisi dertlerinizle dertlenen, sorunları siz dile getirmeden gören ve çözme girişimine çoktan başlamış olan, yaşadığınız bölgeye en küçük ayrıntılarına kadar sahip çıkan yöneticileri ve o yöneticilerin ekibini seçiyorsunuz.
Endişe,
Şüphe,
Korku duymamayı seçiyorsunuz.
Çocuklarımız için aydınlık bir geleceği seçiyorsunuz,
Demokrasi ne kadar da güzel bir şey bunlardan istediğinizi seçebiliyorsunuz.
Turgay URGUR

23 Ocak 2024 Salı

Sanayi

Ellerim yağlı,

Yüreğim paslı,

Gözlerimde yanık yağın acısı,

Kulaklarımda çekiç tıngırtısı.


En çok acıktığımda aklıma geliyorsun,

Her gün olsa da yine tostu seviyorsun. 

Hava karardıkça kararsın,

Bir türlü bitmiyor gün,

Bir türlü gitmiyor 'o' gün.

İş bitmiyor. 


Yoruldum. 

Demir soğuk, 

En çok yorulduğumda aklıma geliyorsun,

Yoruldum ama burası bana 'Yorulmaya hakkın yok!' diyor. 

Ve yorgunluk her türlü uykuya ipotek koyuyor. 

Hadi yorulmaya hakkım yok diyelim,

Seni aklıma getirmeye de mi hakkım yok.   


Gözümü almıyor artık kaynak,

Garip acılara alıştırıyor çapak,

Rüya görmeyi unut diyorlar,

Gerçekler ise burada haftalık veriliyor. 


Burada beyazlar en zayıf düşman, 

Kara kapkara hayaller,

Ama 'O kara hayalleri sahte beyazlara tercih etme!' diyorlar. 

Çünkü burada hayal demek emek demek,

Emek vermediğin hiç bir şey senin olmuyor. 

Emeğinin azını almak tüm dengelerini bozuyor,

Fazlası ise boğazına çok erken duruyor. 

Onun için herkes sadece emeğinin tam karşılığını istiyor. 

Götüre bir hak anlayışı var. Lakin işe yarıyor.  


Küfür etmeyi burada öğrendim,

İşe,

Geçmişe,

Ters giden her şeye,

Ağladığım zamanlar çok oldu,

'Ustam iyiliğimi istermiş' herkes bu lafta anlaşmış, 

Gözyaşlarıma yağ, soğuk ve demir tozu bulaşmış, 

Ama burada zerre kadar değeri yok,

Kendinsin. Yalnızsın. Ve öğreniyorsun.    

Anam başlangıçta halime çok üzülüyordu,

Kıyamıyordu.

Ama koltuğumun altındaki ekmeği görünce,

Oğluyla gurur duyuyordu.

Alıştı. 

Yok yok alışmadı. Yıllar geçti alışmadı. Ben alıştım o hala alışmadı.

Çaresizlik ikimize de 'alışmışlık' oynatıyor.


Keşke anam gibi sen de gurur duysaydın,

İki ekmeğe, bir tas çorbaya bir ömür razı olsaydın. 


Dedim ya... burada hayal demek emek demek,

Emek vermediğin hiç bir şey senin olmuyor, 

Ve insan emek verdiğini kimseyle paylaşmıyor. 

Ama illaki sanayi çarşıya uymuyor,

Çünkü sana verdiğim emekler bir ömürdür karşılık bulmuyor. 


Kepenkler bir bir iniyor,

Tanıdığı olan arabaya biniyor,

Olmayan kendi başına köyün yolunu tutuyor. 

Kalan kilometreler bile duymuş gibi;

Senin yorulmaya hakkın yok diyor. 

Ağlama! Sabah dükkan ilk seni bekliyor. 


( Onuruyla, alnının teriyle, gece gündüz bitmeyen emeği ile çalışan tüm Sanayi Esnafı kardeşlerime selam olsun, bu yazı onlara benden bir hediye olsun.) 


TURGAY URGUR 

 



 

20 Ocak 2024 Cumartesi

Kendime 6


O bakışlar gerçek olsaydı,
“Aşkım” deyişin gerçek olsaydı. “Seni seviyorum” deyişin gerçek olsaydı.
Kendin bile inanamazken, bir an gerçek olsaydı.

Aşk dedikleri bu olsa gerek,
Bir türlü kavuşamamak.
Aşk dedikleri bu olsa gerek,
Her geçen gün içinde onu büyütmek, içten içe kahrolmak, erimek.

Eski şarkılarda teselli bulmak,
En damar şiirleri yazmak,
Söylediklerinle, yazdıklarınla,
Avunmak.

Eridim. Eridim.
Bıktım gülen, güldüren çocuğu oynamaktan.
Bittim. Bittim.
Nerdesin? Bir gün sorsana, bir gün arasana.
Gelmezsin. En azından halimi sorsana.
Sevmezsin. En azından dinlesene.

Artık yazmıyorum. Uzun zamandır okumuyorum.
Düşünmüyorum.
Ağlamayalı çok hem de çok oldu.
Ölüyorum. Anlasana.
İçimdeki her şeyi tüketiyorum. Anlasana.

Bir yanlış değil, bin yanlış yaptım.
Bedel olarak her geçen gün eriyorum.
Eriyorum. Tükeniyorum. Anlasana.

Aşk dedikleri bu olsa gerek:
Her gece kahrolmak, hep kendin olmak.
Ölünceye kadar kahrolmak.
Zavallı, sefil, serseri, dilenci olmak.

Eylüller nerde? Yağmurlar nerde?
Dün nerde?
Özlemlerim nerde?
Aşk dedikleri bu olsa gerek.

 Sorularıma bir gün cevap versene,
Ölmeden beni bir yerde bulsana.
Doymadan gitmek, varlığıma anlam verememek,
Çok zor anlasana.

Sen güçlü, ben zayıf.
Sen beklenen, ben avare.
Sen bir melek, ben günahtan bir ‘var’
Sen her gün büyüyen, ben küçülen.

Eriyorum, tükeniyorum anlasana.

Turgay Urgur

Kendimle savaşım



Kendimle savaşı kazanırsam tüm savaşları kazanmış olacağım. Yani Ben’in farkına varırsam, Ben’in faniliğini anlarsam ve Ben’in derdini unutursam; tüm savaşları kazanmış olacağım. Büyük hesabın sorumluluğu varken; tüm diğer hesapları kapatırsam, dünyalık işleri dünyalık kadar yaparsam, kaybetmekten değil kazanmaktan korkar hale gelebilirsem, yenilmeyeceğim.

Müslümanın derdine üzülüyor gibi görünmekten öte en azından gerçekten üzülebilirsem. Pervasızca konuşmayı, şuursuzca davranmayı ve tüm diğer insancık oyunlarını terk edebilirsem; galip olacağım.


Kendimle savaş: herkesin gördüğüne yüz çevirip, içimdeki görülmeyenleri önüme koymakla başlayacak. İlahi Rıza’dan gayri tüm görecelikleri bırakmakla devam edecek. Ve son nefeste “On’dan başka İlah yokturla” bitecek. Bitecek ve kendimle olan savaşı kazanacağım. Yaşama sülük gibi yapışmayı unutunca, ölümün varlığını su gibi-ekmek gibi anlayınca, zaman-mekan-madde kaygısını içimden çıkarınca; muzaffer olacağım. Hastalığa şaşırmayıp, imtihana kızmayıp, varlıkla şımarmayıp; yoklukta isyan değil de itaat etmeyi öğrenince kazanacağım. En büyük makamı kulluk bilip gerisini masiva görünce kazanacağım. 

TURGAY URGUR

19 Ocak 2024 Cuma

Kültür Darbesi

 Kültür darbesi ile karşı karşıyayız. 

Çok tehlikeli çünkü hem sinsi ilerliyor hem de  

9 Ocak 2024 Salı

Voltaire

 2024'e Voltaire'den 'Candide' ile başlayabilirsiniz.

Okumaktan kısa sürede yorulanlar için sesli kitap uyarlamaları da internette mevcut.
Aydınlanma çağının düşünürü eserin sonunda Türkiye'ye geliyor ve orada bir derviş ile tanışıyor. Dervişten öğrendiği ise gayet kısa ve anlamlı: Herkes kendi tarlasını ekmeli. Böylece hem sorun yaşamazsın, hem hayattan bıkmazsın hem de aç kalma korkusu yaşamazsın. Candide'in uzun yolculuklardan sonra 'sadelikte' karar kılması gayet manidar.
Tabi eserde bolca hiciv ve zamanının siyasilerini rahatsız edecek birçok bölüm de mevcut. Bir de devam eden aşk arayışı.
Candid'in iyimserlik arayışı eserde de vurgulandığı gibi aynı zamanda 'hikmet' arayışı.
Bu eser benim için bu hafta başka bir öneme de sahip.
18. Sözün 2. bölümünde geçen Secde suresinin 32/7 nolu ayetinin "O Allah ki! yarattığı her şeyi güzel ve muhkem yaptı." tefsiriyle de büyük oranda ilintili. Oradaki 1-2 sayfada kısaca söylemek gerekirse; her şeyde, hatta en çirkin görünen şeylerde, hakiki bir hüsün(güzellik) ciheti vardır. Evet her şey, her hadise ya bizzat ya da neticeleri itibariyle güzeldir... diye devam eden kısımlar Müslümana bir bakış açısı kazandırıyor.
"Yine risalede bahsi geçen insanın hayatıyla ilgili bir biri içindeki daireler örneğinde verildiği gibi; insanın kalp ve düşünce dairesinden ta kainata kadar bir ilgi dünyası-ilişiği vardır. Lakin en önemlisi en küçük dairedeki kalp ve düşünce dairesidir." mantığı Voltaire'in de kendi zamanında kısmen de olsa yakalamaya çalıştığı mantık olarak karşımıza çıkıyor. Malum Voltaire eserin sonlarına doğru yine ontololojik sorularına da çözüm arama girişimine giriyor. Bediüzzaman'ın ise "Nerden geldim?, neciyim? nereye gidiyorum?" diye daha da anlaşılır olarak kısalttığı ama şükürler olsun ki cevaplarını da verdiği meselelerde Avrupa fenninin, felsefesinin yetersiz kaldığını bir daha Voltaire ile görmüş oluyoruz. Aynı mesele(ler) Dostoyevksi'nin Karamazof Kardeşlerinin de felsefik diyaloglarında bolca karşımıza çıkıyor. Birbirinden farklı kardeşler bir birinden farklı psikolojileri, bir birinden farklı hayat algılarını bir biriyle konuşturarak adeta bize diyalektik şöleni sunuyor.
İnşaallah yeni yılda bol bol okumak, düşünmek, konuşmak ve paylaşmak nasip olur.
Rabbim bir an önce tüm insanlığa barış nasip eylesin. Bizleri muhafaza eylesin. Lütfundan, kereminden, rahmetinden mahrum etmesin.
Selam ile, dua ile, muhabbet ile.
Tüm ifade

BATIL


 Batılılaşmamızı değil batıllaşmamızı istediler.

Lakin asıl mesele onların istemesi değildi,
Mesele bir lahza hazır bulunuşluğumuzdaydı.
Oysa biz ne doğu ne batı ne kuzey ne güneydik,
Biz gökteki ay ve yıldızdık.
İşte bundan dolayı kıyamete kadar ( gök yarılıncaya kadar) İslam kalacağız.
Turgay Urgur
Lahza: zamanın bölünemeyecek denli kısa bir parçası.

4 Ocak 2024 Perşembe

Yolcu 2024

 YOLCU 2024  (yeni yazım) 


-Bu zamana ne dersin? Nasıl isimlendirirsin? 


-Tahammülsüzlük zamanı derim. 


-Yani? 


-Bilinenden, bilineninden başlarsak kimsenin kimseye tahammülü yok. Konuşana, yazana ve daha da kötüsü düşünene, ecdadına, evladına, sıradakine, yanındakine, eşine, işçisine ya da işverenine tahammülü yok. Mesela farklılığa hiç tahammülü yok. Düşüncesinin alternatifine, imtihana, sıkıntıya tahammülü yok. İnsanın ‘Gecikmeye’ tahammülü var mı? Yok. İstenilenin olması yetmiyor, hemen olması lazım. ‘Bitmeye’ tahammül yok. Hiç bir şey bitmemeli. Zaman, para, mal, şöhret, gençlik, şarj, elektrik, su adeta bitmeyecek miktarlarda olmalı. Fakat dünyadaki hayat, kendisine verilen süre içinde daima bir bitişe doğru yol alıyor. 


İşin en sancılı yeri ve aslında toplumsal bir kaosa dönüşen kısmı da ne biliyor musun? Kişinin kendisine tahammülü yok.


-Bu çok ilginç bir şey. O nasıl oluyor ki? Kişi kendisine karşı nasıl tahammülsüzlük gösteriyor? Bu epey bir zorlama bir tahammülsüzlük değil mi? 


-Yok . Yok. Gayet basit. K i ş i n i n   k e n d i s i n e   t a h a m m ü l ü  y o k. 


-Harbiden merak ettim. 


-Kişinin kendisine tahammülü olsaydı. İçinden geçenleri söyler ve hayatı da istediği gibi yaşardı. Çatır çatır konuşan, yanlışa yanlış diyen, bir hata gördüğünde müdahale eden, vazgeçmek istediklerinden aniden vazgeçiveren, boyun eğmeyen, 'kendisi' gibi yaşayan bir kişiliğe kişinin herkesten önce kendisinin tahammülü yok. 'Sırf etrafıma ayıp olur. Başkaları ne der?' diye yaşamaya çalışmak tahammülsüzlük değil mi? 'Bu saatten sonra değişti.' dedirtmemek için değişememek tahammülsüzlük değil mi? 


Aslında biz(ler) her zaman kızmıyoruz, birileri kızdığı için kızmak istiyoruz. Her zaman beğenmek istemiyoruz, birileri beğendiği için beğenmek istiyoruz, her zaman sessiz kalmıyoruz birileri sessiz kaldığı için sessiz kalıyoruz. Çünkü aksine (yani kendimizin aksine) bir şey yapabilmeyi henüz öğrenemedik. 


Kendimize tahammülümüz olmadığı için kendimize benzer ama kendimiz olmayan benlikler yarattık. 


-Peki insanın 'kendisine tahammülü' öğrenmesi zor bir şey mi? 


-Çok kolay diyemem. Üç şeyin müthiş bir oranına ya da daha kıvamına ihtiyacımız var. 


- Nedir onlar ve nasıl bir kıvam? 


-Akıl, his ve vicdandır.


Akıl zahire müpteladır eğer baş tacı yapılırsa şekilcilikten ve şekle hayranlıktan kurtulamaz. His yanlıdır. Daima hislerini dinleyen illaki bir tarafa meyleder. Vicdan ise aklın ve hissin getirdiklerini yanlışlarından, eksiklerinden ve de fazlalıklarından ayırmaya çalışır. Vicdanın da taşıyabileceğini elbet bir yük miktarı  vardır. Vicdan angaryayı sevmez. Vicdan fazla mesaiye gelemez. Baktı gördü, akıl ve his olması gerekenden fazlasını getiriyor. ’Benden bu kadar!’ ’Ne haliniz varsa görün!’ der. Bundan dolayı; akıl, fikir erdiremediğimiz, duygusuzlukla itham ettiğimiz büyük suçların, cinayetlerin, günahların ardında iflas etmiş vicdanlar vardır. Malum ‘vicdansızlık’ ve ‘vicdan azabı’ gibi toplumda hatırı sayılı kullanımı olan tabirler var. Vicdan azabı neden vardır ki? Bir şeyler Hakkaniyet çerçevesinde konuşulmadığından/yapılmadığından vardır. 


- Bu çok korkutucu değil mi? 


- Değil. Çünkü bunun da çaresi var. 


-Nedir o? 


-Kulun sürekli tövbe ve dua kapısında şükür ile teyakkuzda durması. İşte bundan dolayı günde bir defa değil 5 özel zamanda secdeye varıyoruz. İşte bundan dolayı hep zekat veriyoruz. İşte bundan dolayı her sözü, her davranışı Hak ile iltisaklandırmaya çalışıyoruz. İşte bundan dolayı ille de ‘helal’ diyoruz. Helal eş, helal aş, helal iş diyoruz. Hani aklın, hissin ve vicdanın kıvamı demiştik ya… O kıvam kendi kendisini bulan bir şey. İtidalin olduğu şahsiyetlerde kişi ne zaman düşünmesi, ne zaman ağlaması ve ne zaman vicdanın sesini dinlemesi gerektiğini biliyor. Buradaki altın tılsım veya iksir ise nedir biliyor musun? ‘Niyet.’ 


Niyetin Hak katında değerinden bahsetmek için şu hadise dikkatle bakmakta fayda var. 


 “Rabbinden naklettiği şeyler meyanında Rasûlullah şöyle buyurdu: “Her kim bir iyilik yapmaya niyet eder de yapmazsa Allah ona bir sevap yazar. Niyet eder de aynı zamanda yaparsa, Allah ona on ile yedi yüz arasında sevap yazar. Kim de bir kötülük yapmaya niyet eder, sonra onu yapmaktan vazgeçerse Allah ona bir sevap yazar. Niyet eder de yaparsa, bu takdirde bir kötülük yazar.”


Allah bir iyiliğe niyet edildiğinde o niyet yapılmasa/gerçekleşmese bile ona mükafat veriyor. Niyet çok ama çok önemli. 


- Bunlar olunca ‘tahammülsüzlük’ ortadan kalkacak mı? 


- Evet. Bu başlangıç.  Süfli arzulardan arınmış insanlarda tasavvuftaki tabiri ile nefs-i kamile ulaşır. Nefs-i kamile ulaşmış insanlar başlarına gelen hadiseleri, dünyada olup bitenleri adeta gönül gözüyle görüp fenaya ve ademe yormazlar. Böylece kendilerini de boş yere üzmedikleri için etraflarına da güzel bakarlar. 


-Son olarak ne dersin? 


-Yaşamın ölüme hiç tahammülü yok. Ölmek bu dünya için en önemli şey olabilir ama aynı ölüm ahiret için en az öneme sahip. Neye ne kadar değer vermemiz gerektiğini öğrenirsek ( ki bir an önce öğrenmeliyiz) varlığımızın kıymetini en vakıf hisselerimizle Hakkalyâkin yaşayacağız. Biz Peygamber olamayız ama O’na ( SAV) layık bir ümmet olabiliriz. Tahammüle başkalarından ziyade kendimiz için ihtiyacımız var. Kendimize katlanalım ve kendimize haksızlık etmeyelim. Unutmayalım! Allah bizi Kendisine muhatap kabul etti.


Zahmetsizce ve küçülmeden düşüncelerimizi anlatmayı öğrenmeliyiz. 


Yani olduğumuz üzere anlatmalıyız. Yani vicdanımızın gözünün üzerimizde olduğunu bilerek, yani her bir sözün hesabını söylerken bile vererek, yani en hoşumuza gitmeyecek bedelleri peşin peşin kabullenerek anlatmalıyız. Zahmetsizce ve küçülmeden anlatmalıyız. Dilimizin usta dönüşlerine ve gizli manevralarına prim vermeyerek, dudaklarımızın malumlarımıza yumulmasına izin vermeyerek, kısa ve net olarak anlatmalıyız.  


Siyasilerin taşradaki nihai temsilcilisi olmadan, her hangi bir grubu veya düşünceyi zorla savunmaya çalışmadan ve belki de en kolayı olarak kendimiz olarak ya da kendimiz kalarak. 


İnsan hayatının bir çoğunu taklit ile geçiriyor. Bazen kitapları, bazen ailesini, bazen yüz yüze hiç gelmediği birilerini taklit ediyor. En büyük nedeni ‘kolaylığından’ olabilir. Taklit bir kaç provadan sonra yapılabilecek bir şeydir. Üstelik taklit sürecinde bir sonraki taklit öncekilere göre epey bir gelişmiş oluyor. 


Küçülme demişken; duygular insanı küçültür. Taraftar olmak insanı küçültür. Zahmet derken, karşımızdakine bazen keyfine bazen nefretine, bazen beğenisine göre konuşmak epey bir zahmetlidir. Hele hele, insanın kendi nefsinin haklılığı için yarım yamalak bilgilerinin tammış gibi anlatılması çok ama çok zahmetlidir. Sadeleştiğimizde, detaylar için kendimizi yormadığımızda, ikna için ne kendimizi ne de başkalarını zorlamadığımızda hayat bize olması gerektiği gibi gelecek inşaallah. 


Kendimize ve tüm insanlığa tahammül edelim ki fanilikteki gücü bulalım, şu geçici dünya hayatından asıl aleme parlak bir alınla geçmeyi HAK edelim. 


Selam ile, dua ile, muhabbet ile;


TURGAY URGUR

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...