23 Mayıs 2016 Pazartesi

Ya HU


Dillere bak. Tadar.
Kulaklara bak. Duyar.
Gözlere bak. Görür.
Kalbine bak. İçten içe YA HU der.

Ömrüne bak. Geçer.
Eşine, dostuna, evladına bak. Gider.
Hayatına bak. Biter.
Kalbine bak. İçten içe YA HU der.

Düşüncene bak. Acı çeker.
Vicdanına bak. Dur der.
Her faniye bak. Ne der?
Kalbine bak. İçten içe YA HU der.

Resulüne bak. Gel der.
İşi bilenler. Gidelim der.
Zaman bile git der.
Kalbine bak. İçten içer YA HU der.  

Mutluluğun bizdeki ANAHTARI


Yabancılardan yani el alemden mutluluk sırlarını okumayanımız neredeyse yoktur. Sosyal zavazingoda ara sıra bu yöntemler paylaşılır. Yunan filozoflarından, Çinin geçmişinden ve (şimdilerde pek moda) best-seller batılılardan da okuyanımız vardır. Ben de bunlardan 3-5’ini okudum. Öyle de güzel anlatıyorlar ki! Yalan değil,  insan etkileniyor. Bir süre sonra insan gördüklerini, okuduklarını başkalarına satmaya başlıyor.

Şunları tavsiye ederim.

-Alışkanlıkların gücü
-10000 saat kuralı
-Harward Business Review çalışmaları
-Elan Musk ve hayatı
-Ömer Koç ve hayatı 

Meğer işin özü, mayası bizdeymiş. Bizdeymiş de kıymetini bilememişiz.  Gün gelir bu firenkler bizdekileri de bize geri satarlar. Alınca kendimizi yeni bir şey bulmuş sanmayalım.

Olabildiğince özetle ve kısaca. Varsın herkes kendisi kendince genişletsin.    

Olabildiğince özetle ve kısaca. Varsın herkes kendisi kendince genişletsin.
Tevekkül.
Tedbir.
Kanaat
Paylaşmak
Dayanışma
Zikir, fikir, şükür.
Güzel görmek, güzel düşünmek.
24 saatin 1’ini ibadete ayırmak
İsraftan kaçınmak.
Çok konuşmaktan ve kötü sözden kaçınmak.  
Helal yemek.

Haydi selametle.
Turgay URGUR

Bu nesil kurtulacak.(2)

Asrın mütefekkiri; ‘bir insan iki işte başarılı olamaz’ diyor. Sözüne kurban, mefkûresine kurban, çabasına kurban olayım.
Başka meslekleri bilmem ama bu düstur öğretmenlik için çok elzemdir. Eğer bir eğitimcinin kafasında öğrencileri ve onlara karşı verimliği dışında her hangi başka bir zihni meşguliyet varsa onun mesleğinde saygıdeğer olması çok zordur. Bizler yatıp kalkıp öğrencilerimizin başarısı ve gelişimleri için uğraşmalıyız. Çünkü bu mesleği şu anda öğrencilerin algısına yönelik olarak yürütmek gerçekten eski zamanlara göre çok daha fazla çalışma gerektiriyor. Mesleğimiz tabi ki de yeniden tanımlanmadı. Lakin beklentiler gerçekten çok yüksek ve bu yükseklikte ben haklılık görüyorum. Eğer bu gün çocuklarımız okul ve ders ortamından kaçma eğilimdeyseler bu geldiğimiz noktanın en büyük delilidir.
Meselenin çözümü için nedenleri yazarak başlayabiliriz;
Öğrencilerin; şu anda kendilerine sunulan ders materyalleri ile gerçek hayatın gereksinimleri arasındaki bağı kurmaları zor görülüyor. Bu yüzden öğrenciler iki de bir ‘ne işime yarayacak mantığı kuruyor?’ Bu sorunun cevabının verilmesi gerekiyor. Bu sorunun cevabının bir dersin pratik alandaki uygulaması ile gösterilmesi gerekiyor. Bunu yapmanın yöntemi: öğrencilerin okulda ders uygulamalarında aktif olmasını sağlamaktır. Örneğin üniversitede işletme bölümü okumak isteyen bir öğrenci için lisede matematiğin işletme alanındaki kullanım alanı hakkında bilgi sahibi olması gerekiyor. Yani okul bir üst eğitim kurumunun gereksinimini mevcut derslerin müfredatı içinde vermelidir. Hülasa derslerin neden ve nasılları anlatılmalıdır.
Okulda bilgi ve bilgiye ulaşım yönünde eksiklik olmamalıdır. Okul bu mantıkla dizayn edilmelidir. Bir okulun kütüphanesi okulun uzak köşesinde değil en merkezi yerde olmalıdır. Okul aynı zamanda güncel eğitim, meslek ve gelişim dergilerini takip etmelidir.

Okulun kantini, sportif alanı öğrenciye heyecan katmalıdır. Öğrenci okulda bulunmaktan dolayı mutluysa okul değerlidir. Ki! Günde yaklaşık 10 saatin bir kurumun nitelik zenginliği bu ülke çocukları için elzemdir. 

17 Mayıs 2016 Salı

Güldür Yüzümü


(cotonuma….)

Orda sabahtır. Burda dertler yeni başlıyor.
Bıraktığın yerde tüm eşyalar hem öksüz hem yetim sana ağlıyor.
Gece korkutuyor. Yokluğun üşütüyor.
Tüm mektuplar, şiirler sana ağlıyor.  
‘Anla halimden’, ‘tut elimden’  diyor.

Benimle bu koca şehir sana ağlıyor. 
Giden gençliğim,
Yalnızlığım,
Sarhoşluğum,
Sana ağlıyor.  

Bu nesil kurtulacak!


Allah’ın izniyle bu nesil kurtulacak. Zamanlarını, gençliklerini ve geleceklerini nahoş işlerle ziyan etmeyecekler. Kuytu köşelerde kendilerine kaçış aramayacaklar. Alınları açık, yürekleri cesur olarak hayatın tam da ortasında bulunacaklar ve bizlere İslam’ı, Muhammedi ruhu ve Türklüğü anlatacaklar. Ellerinde ve yüreklerinde Kuran, dillerinde salavat; bilim, sanat ve doğruluk anlatacaklar. İsraftan, paçozluktan ve başıbozukluktan sadece kendilerini değil hepimizi kurtaracaklar.

Batının özgürlük hikâyeleri değil, ibadet ve çalışmak hayat felsefeleri olacak. Fikirden fikire, zikirden zikire, şükürden şüküre yorulmadan koşacaklar. Ya Şafi diyen doktorlar, Ya Kayyum diyen mühendisler, Ya Hak diyen hakimler, Ya Alim diyen öğretmenler olacaklar.

Güzel sözler konuşacaklar. Tüm insanlığı duaya davet edecekler. Ve her daim kendi arkadaşlarıyla birlikte 5 vakit secdede buluşacaklar.

Allah’ın izniyle bu nesil kurtulacak. Bizlere ağlamayı öğretecekler. Bedir’i, Çanakkale’yi, Bosna’yı ve her daim maalesef verdiğimiz şehitlerimizin semada yazılan destanlarını anlatacaklar. Köy köy, okul okul, ev ev, sine sine Allah için yaşamanın ve Allah için ölmenin ne olduğunu anlatacaklar.  




ULAK (3)


Ahmet uyandı. Dün gece ve önceki geceler çok yorucuydu. Düşünce idrakini zorlamış ve başa dönüşler başlı başına bir umutsuzluk girdabı oluşturmuştu. Yolun yarısındaydı. Devamını tek başına yürüyecekti.

Sabahın ilk ışıklarıyla kitabını araladı. ‘Hayat’ kelimesini gördü.

Hayat bir varlığa girdiği vakit onu cüzden alıp bir süreye kadar küllde gezdirir. İnsana tek ‘bir’ fırsat verilir.

Ona denir ki: gözlerini aç ve şu muhteşem kâinatı seyret. Seyret ki bu kâinatın sahibini tanı. Tanı ki O’na hürmet et. O’na hürmet et ki O’nun daimi saraylarına layık ol. Ol ki gerçek değerini bul. Bul ki aşkı tat.

Hayatın içinde O’nu tanımak için O’nun İsimlerinin birden çok dalı vardır. İnsan hangi dala tutunsa felaha erer. Ferd, Hay, Kayyum, Hakem, Adl ve Kuddüs O’nun İsimlerindendir.

Şimdi gel ey fani, gel ey aciz, gel ey fakir. Gücünün yokluğunu, arzularının ise sonsuzluğunu, idrakinin kıtlığını, imtihanının ise zorluğunu hala anlamadın mı? Ömrün bittiğini, firakın yaklaştığını ve geçici olan her şeyin boşluğunu henüz anlamadın mı? İşin, stresin, kazanmanın ve boş münakaşaların seni oyaladığını daha bilmedin mi?

Eğer içinde bir parça feraset kaldıysa; kendine günlük bir zikir bul ve hem kalbin huzura ersin hem de şuurun safileşsin. Doğru bir fikir bul ve hem hayatın istikamete girsin hem de ziyan olmasın. Son olarak da bitmez bir şükür bul, kanaatın rahmeti ile varlığın bereketlensin.

O ne güzel vekildir.

Bu dünyadan ne Ulaklar geçti! Her birisi çığlık çığlığa O’nu anlattı. Onlara ses verelim. Tövbe kapısından girelim ve terhisat zamanına kadar sabırla bekleyelim. Allah sabredenlerle birliktedir.


Ahmet ‘Haydi Bismillah.’ Dedi ve tekrar yola çıktı.  

Turgay URGUR

Yaz gitsin, karala gitsin yılmaz özdil.


Öncelikle kronoloji  tutan bir ekibiniz olacak. Ya da hemencecik kişinin geçmişiyle ilgili bilgileri toparlayacaksınız. 

Sonrasında iş kolay. Paragrafları dolduracaksın.

Şurda doğmuştu.
Bunları bunları yaptı.
Olmadı oraya gitti.
Tutturamadı.
Yan yattı.
Çamura battı.  
İlkti.
Sondu.
Çarttı. Çurttu.
İyiydi. Kötüye döndü. Kötüydü. Bunalıma girdi.  
Madalya taktılar. Hamıdınla götürdüler.
Çok sevmişlerdi. Az vermişlerdi.
Konfeti ile karşılamışlardı. 1 numaralı adamlarıydı, 10 numara oldu.

Böyle bir tarzınız olacak.

Ve işin finalinde……

Olayı Ak partiye ve Ak partiye oy verenlere bağlayacaksın.  
Oh ne güzel. Oldu da bitti. Yazdı.
Okusunlar artık…….



16 Mayıs 2016 Pazartesi

Malum nikah

Sümeyye Erdoğan nikâhlandı. Hayırlı olsun.

Kenan İmirzalıoğu da nikâhlandı. O da hayırlı olsun.

Memleketin her yerinde yazla beraber düğünler, nikâhlar oluyor. Olacak. Tümden hayırlı olsun.

Malum herkes bütçesine, mevkisine ve en önemlisi de isteğine göre düğünler yapar.
Buraya kadar sıkıntı yoksa soru şudur: kimseye başkasının ne yaptığı veya nasıl yaptığı sorulmayacak. Keyfimize göre düğün, dernek yaparken güzeldi de başkaları yapınca mı dert oldu? Bizim düğün, dernek zamanı dünya cennetten bir parça mıydı?

Düğün, dernek konuşmak için, yazı ve manşet atmak için bahane dostlar. Herkes, hepimiz Allah aşkına kendimize bakalım. İnsanlığımız ne halde? Ne haldeyiz?
·            *    *

Turgay Urgur

12 Mayıs 2016 Perşembe

Saat (2)


Aşka daha çok var, çalma.
Dur. Ve zaman dursun,
Gençliğimden alma.

Eğer o giderse, geri kalma.
Geç. Ve ömür geçsin.
Üzülürüm sanma.

Fırtınanlar kopuyor, tik tak ne ki?
Beynimde zonklasanda,
Kendini ondan daha mühim sanma.

Sen 24 ün içinde dönedur,
Bil ki! Kâinat sana da güler,
Bedenden toprağa,
Topraktan bedene dönüşler esastır.
Asıl iş senin önünde durmak değil,
Seni umursamamaktır.
Yaşamasını bilene,
Her yaş, her an güzel.
Sana meydan okuyana,
Son nefes güzel.


Turgay  Urgur

10 Mayıs 2016 Salı

Bediüzzamanın’ın mirası


O, asrın İslam diyalektik abidesi, her türlü mücadelenin en iyi örneği, ‘hayatı adamanın’ ispatlı numunesidir.

Onu okumak insana vizyon kazandırır. Onu yazmak insanın ruhunu genişletir. Onun eserlerini düşünen hayatı yorumlama güçlüğü çekmez. Onun kitaplarını kendisine rehber edinen kendisini anlamlandırır. Sabır, irade, ihtiyar, tevekkül, azim, dayanışma ve hepsinin hulasası kulluk onun kelimeleri ile tanımlanır. Onun cümleleri insana muhkem bir benlik kazandırır.

Onu okumak Allah, Kuran ve Peygamber Sevgisine atılan aciz, fakir, kendi nefsince bir adımdır.

Onu irdeleyen cerbezeden, lafızperestlikten, israftan, ribadan, batılı tasvirden uzak kalmaya çalışır.

Lakin bu gün Bediüzzaman’ın bu değerli mirasının kıymetinin bilinmediğini görmekteyiz. Her bir risale grubu kendi kabuğuna çekilmiş ve onun cesaret dolu girişkenliğinden uzak bir hale bürünmüştür. Öğrencilerden, annelerden, esnaflardan, akademik sahalardan ve toplumun tüm diğer gruplarından uzak bir şekilde öz-eleştiriden mahrum yöntemlerle kendi kendilerine vakit geçirmektedirler.

Üzülüyorum.

Risale demek; gençleri anlamak - onları kazanmak demektir. (Gençlik Rehberinde izahı bulunduğu gibi…) 365 günün neresinde gençlerin derdine ÇARE ARAYAN bir risale grubu var? Bugün en iyi okullarda bile gençler Deniz Gezmiş’lerin, batılı saçma sapan yazarların kitaplarıyla buluşuyor. Hangi cemaat grubunun üyeleri okullarda öğrencileri takip ediyor. Bediüzzaman hocaları değil fenleri dinleyin demişti. Onlar size Halık’ınızı anlatır demişti. Hangi grubun mensupları çocukların fen dersleri, sosyal gelişimleri, güçlü iradeleriyle uğraşıyor?  

Risale demek; yeni yöntemlere açık olmaktır. (Muhakematta anlatıldığı gibi)

Öz- eleştiriye ve dıştan gelen beklentilere açık olmaktır. Çünkü herkesin kendi nefsinin en muhtaç olduğu gibi.)


Lütfen lütfen.  Siz frengi okumuyorsunuz ama Risaleyi de maalesef Pazartesi-Perşembenin dışına ÇIKARAMIYORSUNUZ.  Kafelere bakın. Üstünüze almadığınız her soruya cevap verme kolaycılığından lütfen sıyrılın. Eğer mesele gençlikse, İslamsa, doğruluksa; hodri meydan. Konuşmaya açık olun.  

Doğu illerine üniversite kurulmasını isteyen ve ilim meclisleri taraftarı olan Üstad’ın talebeleri olduklarını iddia edenler doğru dürüst ana-okulu, lise bile kuramadılar. Bugün eğitim sistemimiz hala batılı düşünceleri takip ediyor. Bırakın modern eğitim kurumlarını kendi aralarında bile kollektiviteyi tesis edemediler. Kainattaki tesanüd okundu, hafta hafta takip edildi ama insanlar arasındaki birliktelik gayretine girilmedi.

Neden böyle?

En büyük etken; dışa kapalılık. Aksiyondan uzak kalma kolaycılığı ve eleştiri kültürünün oluşmaması. Küçük meşrepler kendi yorumlarını asıl doğru kabul ettiler ve kendilerine yöneltilen soruları kendi sistemleri içinde cevaplandırdılar. Bundan dolayı risale sohbetlerinde kendi tarzlarının dışında başka bir konuya, alana, meseleye girilmez. Sosyal hayata dair hiçbir konuya değinilmez. Örneğin aile, çocuk eğitimi, güncel bilim, güncel sanat asla tartışılmaz. Yani sohbetteki kişi ile normal hayattaki kişilik farklılık oluşturur. Sohbetteki hayat ile gerçek hayat aynı değildir. İnsan manevi hayata ait yaşadıklarını sohbet anında yaşar ve orada bitirir. Mesela cenabı Allah’ın Rahman, Rahim , Adl, Alim isimlerini sohbet anında didik didik edenler, gerçek hayatta iş ilim vermeye, düşünce vermeye, adalet vermeye gelince yoktur. Meselanın meselası; risale okutanların öğrencilerimiz Hakim olsun diye bir kaygısı yoktur. Ama Hakim bizden olsun isterler. Ya Şafi ismini okuyanların, öğrencilerimiz doktor olsun kaygısı taşımadığı gibi. Ama doktor bizden olsun isterler. Kayyum ismini okuyanların, okutanların, yazdıranların, ezberletenlerin; öğrencilerimiz girişimci olsun demedikleri gibi. Ama siyasetçi onların isteklerini verince sevinirler.

Üzülüyorum. Bu konuya-konulara hiçbir risale mensubu girmez. Bu tür konuları YOK SAYARLAR.

Üstadın mirası şimdiki gruplar tarafından paylaşıldı. Herkes eseri sadece kendi kurtuluşu için inceledi. Kendi yöntemini yüceltti. Ve birilerinin kendiliğinden (teşekkele bi nefsihi) kitaplarla buluşmasını bekliyorlar. Bak ey gafil, şu koca kainatta hiç tesadüf var mı?  



8 Mayıs 2016 Pazar

hh

Hansa Hatun

Meşhur kadın şair sahabilerden.

Peygamber efendimiz zamanında, Amr’ın kızı olan meşhur kadın şair Hansa, çok güzel kahramanlık şiirleri söylerdi. Müslüman olduktan sonra, İslâm, onu üstün bir feragat ve fedakârlık timsali yapmış ve imanda kemale erdirmişti. Dört çocuğu Kadisiye harbinde şehit olduğu hâlde, cesaret ve sebatında asla bir sarsılma olmamıştı. Şehit anası olmanın verdiği teselli, ona evlat acısını bile unutturmuştu.

Başka söze ne hacet?
Hansa Hatun, Kadisiye muharebe meydanına giderek, çocuklarını şu tarihi sözleriyle coşturmuştur:
“Benim kahraman evlatlarım! Allaha yemin ederim ki, Ondan başka ibadet edilecek bir mabud yoktur. Siz aynı ananın ve aynı babanın çocuklarısınız. Ben kocama ihanet etmiş bir kadın olmadığım gibi, babanız da mazisi lekeli bir insan değildir. Hem de ben, zorla değil de kendi isteğimle İslâmiyeti kabul ettim. Ve yine kendi arzumla hicret ettim. Sizler işte böyle tertemiz bir maziye sahipsiniz.

Sizden; gireceğiniz savaşta bu asaletinize uygun bir cesaret ve kahramanlık bekliyorum. Din düşmanlarına ilk hücum eden sizler olmalısınız. Sizlerin arkada değil, daima en ön safta çarpıştığınızı görmeliyim. Çünkü bu harp, eski savaşlarımız gibi adi, basit çıkarlar uğruna yapılan çapulculuk ve yağmacılık hareketi değildir.

Elleriyle yaptıkları putlara tapan, kız çocuklarını diri diri gömecek kadar vahşete devam eden putperestlere, doğruyu ve hakkı gösterme hareketidir. Kısaca bu cihadda emir Allahtan, kumanda da Resulullah efendimizdendir. Başka söze ne hacet?”

Bu sözlerden sonra çocuklarını ayrı ayrı kucaklayan Hazret-i Hansa, ilave ederek diyor ki:
“Ya İslâmın zafer bayrağını Kadisiye’de dalgalandıracaksınız; yahut da din uğruna şehit olduğunuzu duyacağım!.." 

Bir annenin çocuklarına karşı böyle kahramanca konuşması, orada bulunan diğer mücahidleri de coşturuyor ve Kadisiye’de İslâmın zafer bayrağının dalgalanmasına sebep oluyordu.

Şehit anası
Nitekim öyle de olmuştur. Hasta yatağında yatarken dört oğlunun da şehadet haberi getirilince, haberi getirenlere sordu:
- Yani ben, şehit anası mı oldum şimdi?
- Evet, şehit anası, hem de dört şehit anası...
- Zafer kimlerde?
- Zafer, müslümanlarda... Şimdi Kadisiye’de İslâmın bayrağı dalgalanıyor!

“İslâmın bir zaferi için dört oğlum da feda olsun!” diyen Hansa Hatun, ellerini kaldırarak şöyle yalvarıyor:
- Ya Rabbi! Bana emanet ettiğin dört kahramanı, yine senin dinin uğrunda feda etmiş bulunuyorum. Artık beni şehit anaları defterine kaydet! Benim için şehit anası olmak kâfi ikramdir. Bunu bana nasip eyle!

Her ne zaman Hansa Hatun’dan söz edilse, Resulullah efendimiz, onun için, “Örnek bir İslâm kadını” buyururlardı.

Hansa Hatun, ilk önce, Süleymoğulları kabilesinden Revaha bin Abdülaziz Selmi isimli bir zat ile evlenmişti. Onun vefatından sonra Mirdas bin Ebi Amir ile evlendi.

Medine’nin yolunu tuttu 
Risalet güneşi Mekke’de doğup da dünyayı aydınlattığı zaman, bu güneşin aydınlığı her tarafa yayıldı. Hazret-i Hansa’nın gözü de bu nur ile aydınlandı. Kendi kabilesinden birkaç kişiyi de yanına katarak Medine’nin yolunu tuttu. Huzuru saadete vararak İslâmiyet ile şereflendi.

Hansa Hatun, devrinin meşhur şairlerindendir. Peygamber efendimiz, onun şiirlerini bir hayli dinlediler. Bu hanımın fesahat ve belagatını takdir buyurdular.

Hazret-i Hansa, ilk olarak şairliğe şöyle başlamıştı:
Arada sırada bir-iki şiir söylüyordu. Fakat Esedoğulları kabilesi ile onun kabilesi arasındaki savaşta, öz kardeşi Muaviye öldürüldü. Diğer üvey kardeşi Sahr da mizrakla yaralandı. Hansa Hatun bir sene kadar kardeşine ihtimamla baktı, fakat yara bir türlü iyileşmedi. Sahr da bu yaradan kurtulamayıp, o da öldü.

Hazret-i Hansa da bu iki kardeşinin ayrılığından müteessir olup, bunlar için mersiye söylemeye başladı ve şair olup ortaya çıktı.

Hazret-i Ömer, Hansa Hatunun çocuklarının Kadisiye’de şehit olmaları üzerine, şehitlerin çocuklarının her biri için senelik iki yüz dirhem maaş bağladı ve Hazret-i Hansa’nın ismi de şehit çocukları ile birlikte anıldı.

Birgün Hansa Hatun, Hazret-i Aişe’nin huzuruna gelmişti. Başında matem işareti vardı. Hazret-i Aişe de Hazret-i Hansa’yı böyle görünce dedi ki:
- Ey Hansa, böyle yapma! Bu şekilde matem tutmayı dinimiz yasaklamıştır.

Hazret-i Hansa da şöyle cevap verdi:
- Ben bunu bilmiyordum, böyle yapmanın men edildiğinden haberim yoktu. Fakat bunu böyle yaptığımın bir sebebi vardır.

Hansa Hatun böyle söyledikten sonra, bu sebebi şöyle anlattı:
“Cahiliye devrinde, babamın, beni verdiği kocam çok müsrif bir kimseydi. Kendisinin de, benim de, bütün varımı, yoğumu dağıttı. Kumara verdi. Bunun için parasız, pulsuz kalıp muhtaç duruma düştük. Kardeşim Sahr malını ikiye bölüp, bize bir şeyler vermişti. Az zaman sonra bu mal da heba olup gitti.

Hep dağıtıyor
Kardeşim Sahr, benim parasız kalıp muhtaç duruma düştüğümü görmüş ve buna çok üzülmüştü. Geride kalan diğer hisseden de bana yine verdi. Karısı kendisine, dedi ki:
- Bu böyle olmaz, sen daha ne zamana kadar kız kardeşin Hansa’ya malını vermekte devam edeceksin? Onun kocası hep kumar oynuyor ve nesi var, nesi yoksa hep dağıtıyor.

Sahr karısına cevaben şu şiiri söyledi:
- Yemin ederim ki, ona malımın iyisini vereceğim, o afife bir kadındır. Eğer ben ölürsem, o da kendi başörtüsüyle benim matemimi tutar.”

Bunları anlatan Hansa Hatun sözlerini şöyle bitirdi:
- İşte ben de onun matemi için böyle yapıyordum.

Hazret-i Hansa 646 yılında vefat etti.

Arap yarımadasında en itibarlı yeteneklerden biri; güzel söz söyleme ve şiir îrad etme kabiliyetiydi. Güzel şiirler ve hitabeler ezberlenir, nesilden nesile aktarılırdı. Panayırlarda şiir yarışmaları düzenlenir, kabileler birbirlerine karşı şairleriyle övünürdü.

Beni Süleym kabilesi de böyle şairleriyle övünen kabilelerden biriydi. Kabilenin meşhur şairlerinden Amr bin Şerid’in kızı Tumadır binti Amr da tesirli söz söyleme ve şiir yazma yeteneğine sahipti. 
Geyik gibi çekme burunlu olduğu için kendisine Hansa lakabı takılan Tümadır bt. Amr’ı şair yapan şey, aslında çektiği çileler idi. Hansa’nın kocası çok sorumsuz, müsrif bir adamdı. Kumar yüzünden ailesinin servetini eritip yok etmişti. 

İlk zamanlar Hansa’ya cömert ve şefkatli bir adam olan ağabeyi yardım ederdi. Ama o da cahiliyye devrinde çok yaygın olan kabileler arası savaşlarda hayatını kaybetmişti. İşte bu yardımsever ağabeyinin ölümü Hansa’ya çok dokundu. Bu çileli hanım ağabeylerinin ardından öyle hisli mersiyeler yazdı ki, Arap edebiyatının meşhur kadın şairleri arasına girdi. 

Hansa’nın mersiyeleri dilden dile aktarılarak Peygamberimize kadar ulaşmıştı. Medine’ye hicret ettiği zaman kendisini ziyarete gelen Hansa’ya, şiirlerinden bir kısmını okutmuştu. 

İslam Yolunda Kullanılan Yetenek 

Hz. Hansa kabilesi Beni Süleym’in İslam’ a çok geç dönemde girmesine mukabil İslâm'ın ilk dönemlerinde çocuklarıyla birlikte Müslüman oldu. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) efendimizin sohbetinde bulunarak kendisini yetiştirdi. Artık o söz söyleme yeteneğini İslam’ı yüceltmek için kullanıyordu. 

Hansa Hatun; dört oğlunu büyütüp ve askerlik yapacak yaşa getirmişti. Müslümanların Kadisiye savaşı için Allah yolunda cihada hazırlandıkları günlerde onları karşısına aldı, asırlarca dilden dile aktarılacak bir hitabette bulundu. Edebiyat tarihinde yer edinmiş bu hitabet; bir annenin çocuklar üzerindeki tesirine güzel bir örnektir. 

Çocuklar annelerinin hitabetiyle daha da ateşlenen cesaretleriyle savaş meydanına atıldılar. Büyük kahramanlıklar sergilediler. Sonunda dördü birden özlemini çektikleri şehitlik mertebesine eriştiler. Bu haberi Hansa Hatuna vermek hiç kolay değildi… 

Fakat Hansa Hatun oğullarının şehâdet haberini gayet sakin ve olgun bir şekilde karşıladı. Şehit annesi olma şerefine eriştiği için Allah'a hamd etti. Onun bu metaneti, İslam sayesinde bir kadınının geçirdiği büyük değişimi gözler önüne seriyordu. 

Hansa hatun biliyordu ki evlatları boşu boşuna ölmemişti. Onlar fani dünya hayatlarını ebedi cennet yurdu karşılığında satmışlardı. Şiiri ve hitabetiyle meşhur şaire hanım, şimdi artık iman kuvveti ve fedakârlığıyla da anılacaktı. Allah (c.c.) bizlere de onun imanını nasip etsin. Amin.

Kadınların içinde biri vardı ki söylediği şiirler herkesi hayretler içinde bırakıyor ve zamanın en büyük erkek şairlerinden evla görüldüğü oluyordu. Kelimelerin ince nüanslarını açıklarken savaşın, kederin, ayrılığın, işrakın, duhanın, vaktin, kılıcın, alındaki beyazlıkla mutlak beyazlık arasındaki farkın, daha nice manaların içine girip en yetkin kelimelerle hakikati çekip çıkarıyordu şiirini söylerken. Herman Hesse’in bazı Avrupalı yazarlar için söylediği gibi kendi hayatının şiirini yazanlardandı o. Peygamberimiz’in bize örnek gösterdiği şair Hansa idi.


Ondan ne zaman söz edilse Peygamberimiz “örnek bir İslam kadını” buyururlardı. Şiiri, hicreti, şehitlerin analığıyla, derin imanıyla içimize işleyen biri...
Şairlik; İslam öncesinin, Cahiliye zamanının gözde işi... İlkel kabile savaşları şiirin kanlı arenasıydı aynı zamanda. Meydanlardaki kahramanlıklar, fedakârlıklar, üstünlük ve zaferlerden şiirlerde övgüyle bahsediliyor, kaybedenlerin acıklı hali ifşa ediliyordu. Şairler savaşların ateşine odun taşıyan mısralarıyla bizzat savaşın bir parçasıydılar: yüreklendirme, hiciv, mersiye, fahr ve fahşa... Cahiliye ve İslam dönemlerini aynı ömür içinde yaşayan ve iman eden kimi şairler bu sefer de Hz. Muhammed (sav)'e övgüler dizmişlerdir. Raşit halifeler döneminde Cahiliye’de meşhur olmuş şairlerin şiirleri, İslam’a intisap ettikten sonra metih, hamaset ve vasf gibi formları korudularsa da içerikleri radikal biçimde değişti. Çünkü Raşit Halifeler, İslam esaslarına uygunluk göstermeyen, kabile savaşlarını körükleyen hicivlere karşı çıkmış ve eskiden öyle olsa da artık şiirin kardeşlik bağlarını zedeleyip kalpleri örselemesine razı olmamışlardı.
Fakat öte yandan İslam öncesi şiirinin ezberlenmesini ve nesilden nesle aktarılmasını teşvik de ediyorlardı ki İslam ve Kur’ân ne öngördü, nasıl bir Cahiliye’yi ortadan kaldırdı anlaşılsın. Çünkü toplumsal hayattaki müptezellikler, iyilikler, üstünlük iddialarına ilişkin adaletten yoksun değer yargıları ve daha birçok hissiyat, şiire bire bir yansımış durumdaydı. Kur’ân ve Hadis’in dil inceliklerini anlamak için aykırı şeyler de bulunsa şiirdeki belagate, gramere hâkim olmak gerekli görülüyordu. Bana kalırsa buradan sanat adına genel çıkarımlarda bulunmak da mümkün. Doğrudan Kur’ân’a yönelip yaşadığımız birikim alanına aldırmadan doğrunun mahiyetini derinlikle kavramak mümkün görünmüyor. İnsanlığın kendini ifade etmeye, tecrübesini aktarmaya çalıştığı disiplinlere bigâne kalırsak Kur’ân’ı da anlayamayız. Sanatın, edebiyatın, sinemanın, düşünce üreten ekollerin içinden geçip geniş çemberler, helezonlar çizdikten sonra merkeze yöneldiğimizde Kitab’ın muradına yaklaşabiliriz.
Arap âleminde toplumlarının efendisi sayılan şairler yoksul bile olsalar siyasi görüşmelere katılıp fikirlerini beyan ediyorlardı, öyle ki bir kabilenin şairi yoksa o kabile utanç ve zelillik içinde, onuru müdafaa edilemeden öylece ortada kalıyordu. Kavimlerin kahramanlıkları ancak şiirle tescil edilip kayda geçiyor, namları böylelikle gelecek kuşaklara intikal edebiliyordu. Hatıraları canlı tutan en önemli bilgi kaynağı... Bugünden bakıldığında tarih, sosyoloji, bilgi ve hikmetin membaı olarak da anılabilir. Öte yandan şairler kâhinlik de yapıyor ve gelecekten haber verebiliyorlardı. Bu da onlardaki yarı tanrısal gücü açıklayabilir. İnsanüstü görülen, haşyetle bağlanılan sihirli insanlar...
Şiir söylemekle şiir okumak da ayrı ayrı yetenekler olarak ortaya çıkmıştı. Bir seferinde şiirini okuyan Kürt kadın şairi dinliyordum; Gûlizer.. Yavaşça bir ezgiye dönüştürdü şiirini ve şarkısını söylemeye başladı. Ne kadar sarsıldığımı hatırlıyorum. Dile gelmez, büyülü bir andı. Adonis, Cahiliye Dönemi Arap şiiri için sözellik kavramını kullanır. Arap şiirinin şarkı olarak doğduğunu söyler. Ezgi formu, sözün özellikle de yazının hayat veremediği duyguları aktarıyordu insanlara. Bu ürpertici etkiyi sağlayan şair ile sesi, konuşma diliyle ezgi arasındaki ilişkiydi.
Altın suyuna batırılarak yazılan ve Kâbe’nin duvarına asılan şiirler -sayıları on oluyor ve bunlara Muallaka deniliyor- Arap şiirinin en güzel örnekleriydi. Cahiliye Devri’nin şaheserleri olarak kabul ediliyorlar; savaşların kesildiği, barış günlerinde dinginlik içinde oluşan jüriler önünde okunarak özenle seçiliyorlardı. Muallakalar, dönemin sosyal hayatının yaşandığı çevrenin özelliklerini belgesel tadında gözler önüne seren, insanlara bir hikâyesi olduğunu bildiren şiirler. Cahiliye şiirinin, yazılmadan yıllarca hafızalarda kalması, onların hayata, toplumun ortak duygularına sıkı bir şekilde bağlı kalmasıyla ilgili. Neredeyse kitle iletişim aracı görevi de görüyorlardı. Şiirde ruh ile bedeni uzlaştıran bir güç vardı. Gramer, retorik ve müzik iç içe. Müziğin nerede başladığı, sözün nerede girdiği belli olmazdı. Ruhun ve sesin hareketlerinin uyumu. Şair, toplumdan söz ederken aynı zamanda kendinden söz ediyordu. Aslında zamanına tanıklık eden delillerdi her bir şiir.

Hicaz’daki Ukaz Panayırı’nda şiiri seçilen on kişiden biri olmuştu Hansa. Çok meşhur bir Arap şairinin torunuydu. Peygamberimiz’i işitir işitmez çocuklarını alıp Medine’ye hicret etmiş, ailece Müslüman olmuşlardı. 
Hansa’nın Şiiri
Celal ve Cemal Aynasında Kadın kitabında Cevad Amuli, “Şiir ve Edebiyatta Dahi Kadınlar” başlığını açar ve bize Hansa’yı anlatır. Bölgede kurulan en meşhur ve büyük panayır olan Hicaz’daki Ukaz Panayırı’nda şiiri seçilen on kişiden biri olmuştu Hansa. Çok meşhur bir Arap şairinin torunuydu. Peygamberimiz’i işitir işitmez çocuklarını alıp Medine’ye hicret etmiş, ailece Müslüman olmuşlardı. Kumarbaz kocası, Hansa’nın da kendisinin de bütün mal varlığını bu uğurda tüketip eşini ve çocuklarını zor duruma sokunca üvey kardeşi Sahr ona sahip çıkmıştı. Önceden de şiirler söylüyordu söylemesine ama asıl şair olarak anılması, kardeşlerinin bir kabile savaşı sırasında ölümü üzerine yazdığı mersiye ile oldu. Öz kardeşi Muaviye hemen ölmüş, ablasına ondan daha cömert ve fedakâr davranan üvey kardeş Sahr ağır yara almıştı. Yarayı bir yıl tedavi eden Hansa’nın kardeşinin iflah olmayıp ölmesiyle söylediği “Raiyye” başlıklı kaside, bütün dil ve belagat ustalarını hayrete düşürdü. Peygamberimiz de kimi şiirlerinden hayrete düşmüş hayranlığını dile getirmişti. Şiiri kusursuz görülen bir şairdi.
Hansa imana hemen açmıştı kalbini. Peygamberimiz hak dini duyurduğunda Cahiliye kibriyle erkek ve kadın birçok ileri gelen kişi hemen reddetme yoluna giderken o, şairliğinin dehasıyla hakikati kavramakta gecikmemişti.
Kelimelerin gücünü ne kadar iyi tarttığına dair bir örneği Amuli’nin kitabından okumak lazım (s. 275). Zamanın en iyi şairlerinden Hassan bin Sabit kendini en büyük şair ilan edince Hansa, okuduğu kasidenin en çok güvendiği beytini, beytül gazelini yeniden okumasını istemişti. İki mısradaki her bir kelimeye getirdiği şerhlere hayranlık duymamak mümkün değil. Peygamberimiz’in önümüze örnek olarak koyduğu kadının profili böyle yüksek işte.
Onun şair yüreği öyle hassastı ki Peygamberimiz’in ölümünden sonra nice mersiyeler dizdi. İslam için yapılacak Kadisiye savaşı öncesinde dört oğlunu toplayıp yaptığı vasiyet onu eşsiz kılıyor. Onları derin bir şefkatle süzdükten sonra söyledikleri:  “Dünya, ahiret karşısında değersizdir; payidar olan yurt, payidar olmayan yurttan daha iyidir. Dininiz için çalışın ve cepheleri sıcak tutun. Soylu bir anne babadan geliyorsunuz ve bunu göstermenin zamanı. Siz kendi iradenizle Müslüman oldunuz ve kendi iradenizle hicret ettiniz.” Onları cesaretlendirmek için de Âl-i İmran’ın son ayetini okumuştu; sabırda yarışmaktan, nöbetleşmekten söz eden ayet; “savaş cephesinin ısındığını, tandırın kızdığını gördüğünüz zaman ekmeği tandırdan alın; bu durum iyi bir durumdur artık geri dönmeyin” diyordu çocuklarına. “Şimdi tandır ısınmıştır” sözü Peygamberimiz’e atfedilir. Hansa da elbette ondan işitmiş ve bunu kullanmıştır.
Onun şair yüreği öyle hassastı ki Peygamberimiz’in ölümünden sonra nice mersiyeler dizdi. İslam için yapılacak Kadisiye savaşı öncesinde dört oğlunu toplayıp yaptığı vasiyet onu eşsiz kılıyor. Onları derin bir şefkatle süzdükten sonra söyledikleri:  “Dünya, ahiret karşısında değersizdir; payidar olan yurt, payidar olmayan yurttan daha iyidir. Dininiz için çalışın ve cepheleri sıcak tutun. 
Kadisiye savaşında meydan savaşı ısınmış şahadet pazarı kurulmuştu. Oğullarına “böyle bir fırsatı ganimet bilin, Allah için koşun” diyen bir şairle karşı karşıyayız. Kendinizi ortaya koyun, canınızı bu güzel alışverişte esirgemeyin. Kitaplar, sabah olunca dört kardeşin de erkenden cepheye gidip en ön saflara atıldıklarını yazıyor. Savaşırken annelerinin onlara vasiyetinden recezler söylüyorlarmış. Hepsi peş peşe şehit düşmüşler sonra.  Haber ulaştığında Hansa, "beni onların ölümüyle şereflendiren Allah’a hamd olsun" demişti. Böyle görür gibi iman edenlerin, vaat edilenlere bila-tereddüt inananların zamanı. Çok ciddiyetle ahirete inanılıyordu o zamanlar.
Amuli’ye göre böyle yürekli erkekler, mesela Ebu Zer’ler bolca anılıyor ve daha çok erkeklerin kahramanlıkları nesilden nesle iletiliyor. Kadınlar da böyle anılsaydı kimse onlardan kararsız, naif, zavallı, korkak diye söz edemezdi.
Hansa oğullarına “bu savaş eski savaşlarımız gibi basit çıkarlar uğruna yapılan çapulculuk ve yağmacılık savaşı değil. Elleriyle yaptıkları putlara tapan, kız çocuklarını diri diri gömecek kadar vahşileşen putperestlere hak ve adaleti gösterme savaşı, ta kumandanlarının yanına kadar ilerleyin onunla çarpışın” diyordu. Bu sözler diğer sahabeleri de coşturmuştur. Savaşın zaferle sonlanmasında bu kelimelerin payı var. Ondan ne zaman söz edilse Peygamberimiz “örnek bir İslam kadını” buyururlardı. Şiiri, hicreti, şehitlerin analığıyla, derin imanıyla içimize işleyen biri.
Şiir her zaman kanla yazılıyor. Hayatın tam içinden süzülüyor. İnsanlar başkalarının hayatına bakarak roman yazabilir, bir şeyler uydurabilir, ama kanından geçirmeden şiir yazılamaz. Hansa, şiir yazan Melek Arslanbenzer’in, Fatma Çolak’ın, Fatma Şengil Süzer’in, Zeynep Arkan’ın, Ayşe Sevim’in ve daha nice şiirini dalgalandıranların pîridir; bunu böyle bilmek gerek.

HANSA KİMDİR?

Hansa kimdir?

Meşhur kadın şair sahabilerden.

Peygamber efendimiz zamanında, Amr’ın kızı olan meşhur kadın şair Hansa, çok güzel kahramanlık şiirleri söylerdi. Müslüman olduktan sonra, İslâm, onu üstün bir feragat ve fedakârlık timsali yapmış ve imanda kemale erdirmişti. Dört çocuğu Kadisiye harbinde şehit olduğu hâlde, cesaret ve sebatında asla bir sarsılma olmamıştı. Şehit anası olmanın verdiği teselli, ona evlat acısını bile unutturmuştu.

Başka söze ne hacet?
Hansa Hatun, Kadisiye muharebe meydanına giderek, çocuklarını şu tarihi sözleriyle coşturmuştur:
“Benim kahraman evlatlarım! Allaha yemin ederim ki, Ondan başka ibadet edilecek bir mabud yoktur. Siz aynı ananın ve aynı babanın çocuklarısınız. Ben kocama ihanet etmiş bir kadın olmadığım gibi, babanız da mazisi lekeli bir insan değildir. Hem de ben, zorla değil de kendi isteğimle İslâmiyeti kabul ettim. Ve yine kendi arzumla hicret ettim. Sizler işte böyle tertemiz bir maziye sahipsiniz.

Sizden; gireceğiniz savaşta bu asaletinize uygun bir cesaret ve kahramanlık bekliyorum. Din düşmanlarına ilk hücum eden sizler olmalısınız. Sizlerin arkada değil, daima en ön safta çarpıştığınızı görmeliyim. Çünkü bu harp, eski savaşlarımız gibi adi, basit çıkarlar uğruna yapılan çapulculuk ve yağmacılık hareketi değildir.

Elleriyle yaptıkları putlara tapan, kız çocuklarını diri diri gömecek kadar vahşete devam eden putperestlere, doğruyu ve hakkı gösterme hareketidir. Kısaca bu cihadda emir Allahtan, kumanda da Resulullah efendimizdendir. Başka söze ne hacet?”

Bu sözlerden sonra çocuklarını ayrı ayrı kucaklayan Hazret-i Hansa, ilave ederek diyor ki:
“Ya İslâmın zafer bayrağını Kadisiye’de dalgalandıracaksınız; yahut da din uğruna şehit olduğunuzu duyacağım!.." 

Bir annenin çocuklarına karşı böyle kahramanca konuşması, orada bulunan diğer mücahidleri de coşturuyor ve Kadisiye’de İslâmın zafer bayrağının dalgalanmasına sebep oluyordu.

Şehit anası
Nitekim öyle de olmuştur. Hasta yatağında yatarken dört oğlunun da şehadet haberi getirilince, haberi getirenlere sordu:
- Yani ben, şehit anası mı oldum şimdi?
- Evet, şehit anası, hem de dört şehit anası...
- Zafer kimlerde?
- Zafer, müslümanlarda... Şimdi Kadisiye’de İslâmın bayrağı dalgalanıyor!

“İslâmın bir zaferi için dört oğlum da feda olsun!” diyen Hansa Hatun, ellerini kaldırarak şöyle yalvarıyor:
- Ya Rabbi! Bana emanet ettiğin dört kahramanı, yine senin dinin uğrunda feda etmiş bulunuyorum. Artık beni şehit anaları defterine kaydet! Benim için şehit anası olmak kâfi ikramdir. Bunu bana nasip eyle!

Her ne zaman Hansa Hatun’dan söz edilse, Resulullah efendimiz, onun için, “Örnek bir İslâm kadını” buyururlardı.

Hansa Hatun, ilk önce, Süleymoğulları kabilesinden Revaha bin Abdülaziz Selmi isimli bir zat ile evlenmişti. Onun vefatından sonra Mirdas bin Ebi Amir ile evlendi.

Medine’nin yolunu tuttu 
Risalet güneşi Mekke’de doğup da dünyayı aydınlattığı zaman, bu güneşin aydınlığı her tarafa yayıldı. Hazret-i Hansa’nın gözü de bu nur ile aydınlandı. Kendi kabilesinden birkaç kişiyi de yanına katarak Medine’nin yolunu tuttu. Huzuru saadete vararak İslâmiyet ile şereflendi.

Hansa Hatun, devrinin meşhur şairlerindendir. Peygamber efendimiz, onun şiirlerini bir hayli dinlediler. Bu hanımın fesahat ve belagatını takdir buyurdular.

Hazret-i Hansa, ilk olarak şairliğe şöyle başlamıştı:
Arada sırada bir-iki şiir söylüyordu. Fakat Esedoğulları kabilesi ile onun kabilesi arasındaki savaşta, öz kardeşi Muaviye öldürüldü. Diğer üvey kardeşi Sahr da mizrakla yaralandı. Hansa Hatun bir sene kadar kardeşine ihtimamla baktı, fakat yara bir türlü iyileşmedi. Sahr da bu yaradan kurtulamayıp, o da öldü.

Hazret-i Hansa da bu iki kardeşinin ayrılığından müteessir olup, bunlar için mersiye söylemeye başladı ve şair olup ortaya çıktı.

Hazret-i Ömer, Hansa Hatunun çocuklarının Kadisiye’de şehit olmaları üzerine, şehitlerin çocuklarının her biri için senelik iki yüz dirhem maaş bağladı ve Hazret-i Hansa’nın ismi de şehit çocukları ile birlikte anıldı.

Birgün Hansa Hatun, Hazret-i Aişe’nin huzuruna gelmişti. Başında matem işareti vardı. Hazret-i Aişe de Hazret-i Hansa’yı böyle görünce dedi ki:
- Ey Hansa, böyle yapma! Bu şekilde matem tutmayı dinimiz yasaklamıştır.

Hazret-i Hansa da şöyle cevap verdi:
- Ben bunu bilmiyordum, böyle yapmanın men edildiğinden haberim yoktu. Fakat bunu böyle yaptığımın bir sebebi vardır.

Hansa Hatun böyle söyledikten sonra, bu sebebi şöyle anlattı:
“Cahiliye devrinde, babamın, beni verdiği kocam çok müsrif bir kimseydi. Kendisinin de, benim de, bütün varımı, yoğumu dağıttı. Kumara verdi. Bunun için parasız, pulsuz kalıp muhtaç duruma düştük. Kardeşim Sahr malını ikiye bölüp, bize bir şeyler vermişti. Az zaman sonra bu mal da heba olup gitti.

Hep dağıtıyor
Kardeşim Sahr, benim parasız kalıp muhtaç duruma düştüğümü görmüş ve buna çok üzülmüştü. Geride kalan diğer hisseden de bana yine verdi. Karısı kendisine, dedi ki:
- Bu böyle olmaz, sen daha ne zamana kadar kız kardeşin Hansa’ya malını vermekte devam edeceksin? Onun kocası hep kumar oynuyor ve nesi var, nesi yoksa hep dağıtıyor.

Sahr karısına cevaben şu şiiri söyledi:
- Yemin ederim ki, ona malımın iyisini vereceğim, o afife bir kadındır. Eğer ben ölürsem, o da kendi başörtüsüyle benim matemimi tutar.”

Bunları anlatan Hansa Hatun sözlerini şöyle bitirdi:
- İşte ben de onun matemi için böyle yapıyordum.

Hazret-i Hansa 646 yılında vefat etti.

Arap yarımadasında en itibarlı yeteneklerden biri; güzel söz söyleme ve şiir îrad etme kabiliyetiydi. Güzel şiirler ve hitabeler ezberlenir, nesilden nesile aktarılırdı. Panayırlarda şiir yarışmaları düzenlenir, kabileler birbirlerine karşı şairleriyle övünürdü.

Beni Süleym kabilesi de böyle şairleriyle övünen kabilelerden biriydi. Kabilenin meşhur şairlerinden Amr bin Şerid’in kızı Tumadır binti Amr da tesirli söz söyleme ve şiir yazma yeteneğine sahipti. 
Geyik gibi çekme burunlu olduğu için kendisine Hansa lakabı takılan Tümadır bt. Amr’ı şair yapan şey, aslında çektiği çileler idi. Hansa’nın kocası çok sorumsuz, müsrif bir adamdı. Kumar yüzünden ailesinin servetini eritip yok etmişti. 

İlk zamanlar Hansa’ya cömert ve şefkatli bir adam olan ağabeyi yardım ederdi. Ama o da cahiliyye devrinde çok yaygın olan kabileler arası savaşlarda hayatını kaybetmişti. İşte bu yardımsever ağabeyinin ölümü Hansa’ya çok dokundu. Bu çileli hanım ağabeylerinin ardından öyle hisli mersiyeler yazdı ki, Arap edebiyatının meşhur kadın şairleri arasına girdi. 

Hansa’nın mersiyeleri dilden dile aktarılarak Peygamberimize kadar ulaşmıştı. Medine’ye hicret ettiği zaman kendisini ziyarete gelen Hansa’ya, şiirlerinden bir kısmını okutmuştu. 

İslam Yolunda Kullanılan Yetenek 

Hz. Hansa kabilesi Beni Süleym’in İslam’ a çok geç dönemde girmesine mukabil İslâm'ın ilk dönemlerinde çocuklarıyla birlikte Müslüman oldu. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) efendimizin sohbetinde bulunarak kendisini yetiştirdi. Artık o söz söyleme yeteneğini İslam’ı yüceltmek için kullanıyordu. 

Hansa Hatun; dört oğlunu büyütüp ve askerlik yapacak yaşa getirmişti. Müslümanların Kadisiye savaşı için Allah yolunda cihada hazırlandıkları günlerde onları karşısına aldı, asırlarca dilden dile aktarılacak bir hitabette bulundu. Edebiyat tarihinde yer edinmiş bu hitabet; bir annenin çocuklar üzerindeki tesirine güzel bir örnektir. 

Çocuklar annelerinin hitabetiyle daha da ateşlenen cesaretleriyle savaş meydanına atıldılar. Büyük kahramanlıklar sergilediler. Sonunda dördü birden özlemini çektikleri şehitlik mertebesine eriştiler. Bu haberi Hansa Hatuna vermek hiç kolay değildi… 

Fakat Hansa Hatun oğullarının şehâdet haberini gayet sakin ve olgun bir şekilde karşıladı. Şehit annesi olma şerefine eriştiği için Allah'a hamd etti. Onun bu metaneti, İslam sayesinde bir kadınının geçirdiği büyük değişimi gözler önüne seriyordu. 

Hansa hatun biliyordu ki evlatları boşu boşuna ölmemişti. Onlar fani dünya hayatlarını ebedi cennet yurdu karşılığında satmışlardı. Şiiri ve hitabetiyle meşhur şaire hanım, şimdi artık iman kuvveti ve fedakârlığıyla da anılacaktı. Allah (c.c.) bizlere de onun imanını nasip etsin. Amin.

Peygamberimiz'in (aleyhissalatu vesselam) desteği ile ailesinin baskısından kurtulup istediği kişi ile evlenmiştir.
BABASI:
Hizam bin Hâlid el-Ensâriyye.
KÜNYE VE LAKABLARI:
Künyesi Ümmü's-Saib'dir. Ümmü'l-Müseyyib'de denmiştir.
BAZI ÖZELLİKLERİ:
Bir rivayete göre, Efendimiz'in (aleyhissalatu vesselam) mübarek kızı Hz. Zeyneb Validemiz vefat ettiğinde, annemizi gasil edenler arasında Hz. Hansa'da vardır.
Son derece misafirperver olan Hz. Hansa, evinde özellikle Ashabın büyüklerini ağırlamaktan büyük zevk duyar, onlara ikramlarda bulunup, sohbetleri ile müşerref olurdu.
HAYATI:
Hz. Hansa Binti Hizam, ilk evliliğini Enes bin Katâde ile yapmıştı. Hz. Enes Uhud savaşında şehit olunca Hansa dul kalmış, babası da Hansa'yı kendisine danışmadan Amr İbn Avf oğullarından birisiyle evlendirmişti. Oysa Hansa Ebû Lubâbe bin Abdülmünzîr ile evlenmek istiyordu.
Babası Hansa'ya: "Sana bîr müjdem var" dedi. Hansa: "Nedir o?" diye babasına sordu. Babası: "Seni Amr İbn Avf oğullarından birisiyle evlendirdim" dedi. Duyduklarına çok üzülen Hansa: "Bana haber vermeden nasıl evlendirirsin?" diye babasına tepkisini gösterdi. Babası ise: "Emrime karşı mı geliyorsun?" dedi. Hansa: "Hayır, ama niye önce bana haber vermedin" dedi. Babası ise: "Benim seçtiğim adamdan başkasıyla evlenmeyeceksin" diyerek dediğinde diretti. 
Hz. Hansa durumu derhal Resûlullah'a (aleyhissalatu vesselam) bildirmek için Huzur-u Saadete girdi ve: "Yâ Resûlallah! Babam bana haber vermeden beni nikâhladı. Oğlumun amcasını daha çok seviyorum" dedi.
Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam): "Onunla nikâhın yoktur. İstediğin kimseyle nikâhlan" diyerek Hansa'ya cevaz verdi.
Hansa (r.anha), Ebû Lubâbe künyeli Rifaa bin Abdülmünzîr ile nikâhlanmış ve bu evlilikten es-Saib adında bir çocuğu olmuştur.
Hz. Hansa böylece kıyamete kadar gelecek bütün ailelere örnek olacak bir olayın vukua gelmesine sebep olmuştur.
HAKKINDAKİ HADİSLER:
Hz. Câbir (r.a) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), Ümmü's-Saib'in (r.anha) yanına girdi ve: "Niye zangırdıyorsun, neyin var?" dedi. Kadın: "Humma (sıtma)! Allah belasını versin!" dedi. Aleyhissalatu vesselam da: "Sakın hummaya sövme! Çünkü, o, insanların hatalarını temizlemektedir, tıpkı körüğün demirdeki pislikleri temizlediği gibi!" buyurdular."
KAYNAKLAR
1- İbnu Deybe, Teysiru'l-Vüsûl ilâ Câmii'l-Usûl, trc. İbrahim Canan, Akçağ Yayınevi, İstanbul, 1993, XIII.
2- Abdulaziz eş-Şennavi, Sahabe Hayatından Tablolar (Hanım Sahabeler), trc. Tâceddin Uzun, Uysal Kitabevi, Ankara, 1991.
3- Ahmed Nedvî-Said Sahib Ensarî, Asr-ı Saadet, trc. Ali Genceli, Şâmil Yayınevi, İstanbul, 1985, III.
4- Havva, Ergene Işık, Hanım Sahabîler, Gül Yurdu Yayınları, İstanbul, 2008.

Esrarlı



Dünde kaldın,
Olmadan bittin.
Ucuz ve adi,
Hem sahte ve yalan,
Olmadan bittin.
Gitmeden bittin.
Sevilmeden,
Bilinmeden,
Beş paraya değmeden,
Kendi kendine bittin,
Olmadan bittin.
Utanç bıraktın,
Düşmanlık bıraktın,
Gelmeden bittin.

Hadi Eyvallah. 

İyilik, sağlık.

Kışta, yazda hep mutlu ol.
Dertsiz, tasasız hep iyi ol.
Hiç ağlama,
Hiç sancılanma,
Hiç üzülme.
Bugün, yarın hep mutlu ol.
Sonsuza dek hep iyi ol.
Hep mutlu,
Hep umutlu,
Hep huzurlu ol.
Ne gözyaşı, ne keder,
Uğramasın ayrılıklar,
Yalnızlık tatma,
Aç kalma,
Susama,
Sen hep mutlu ol.
Sen hep iyi ol.
Yalan dünya tatlım,
Canım,
Değmezmiş.
Kafana takma,
Canını sıkma,
Dertlenme,
İyi ol. İyi.


Yaz beni.


Şöminenin başında bir kâğıda yaz beni.
Sonra da ateşe at beni.
Sahildeki kumlara yaz beni,
Sonra da dalgalara bırak beni.
Elinde bir kömür duvara yaz beni,
Sonra da beyaza boya beni.
Parmağınla buğulu camlara yaz beni,
Sonra da bir bezle sil beni.
Mezar taşıma yaz beni,
Sonra da öylece bırak beni.
Nereye yazarsan yaz,

Bu saatten sonra yüreğine yazma beni. 

7 Mayıs 2016 Cumartesi

Davutoğlu

Konuşalım.

Ülke siyasetini, Ak partinin geleceğini, Sayın Başbakanın gidişinin ardındaki teorileri konuşalım.

Tezler ve anti-tezler gelişsin. Fikirler değişsin. Ezberlerimizi farklı bir üslupla yenilerken farklı bir şeyler söylüyormuşuz gibi bir moda girelim. Birileri Ak parti yıkılıyor desin, birileri Hoca’ya üzülsün, birileri suçlu arasın.

Lakin şunu da lütfen gözden kaçırmayalım!

Sayın Davutoğlu eğer gözden çıkarıldıysa, bunun olası sonuçları herhalde göz önüne alınmıştır. Bu karar çoğunluk itibariyle iç siyasi bir meseledir. Yoksa KK’nın basit siyasi puan arayışında olduğu gibi Milli İradeye bir saygısızlık falan değildir.

Ve eğer Davutoğlu gidişini vefa ve saygınlık içinde gerçekleştiriyorsa, asıl düşünülmesi gerekenlerin başında bu da gelmektedir.

Ne oldu da?(mış)

Ne olduysa oldu? 

İki tercih bir yerde birleşmiş.

Şimdi bu ayrılık muhalefetin oyunu arttırır mı? Tabi ki arttırmaz. Türkiye’de sağ siyasi güç zayıflar mı? Kesinlikle zayıflamaz.  Yani ne muhalefet ne de muhalefet doktirinleri bu durumdan olumlu etkilenir.

Çok değil. Herkes biraz sabrederse 22 Mayıs’ta sonucu görür. Sonrasında ise ilk önüne gelen seçimde kararını verir.

Asıl gözden kaçan ise çok farklı bir durum;

Türkiye’de siyasi kırılmalar ve değişimler Ak partinin ilk dönemiyle zaten değişmişti. Yani: eski-siyaset tarzı ile yeni-siyaset (Ak parti öncesi ve sonrası çok farklıydı.) Seçmen güncel parti arıyordu. Seçmen tartışmayan particilik istiyordu. Seçmen tüketim ekonomisini bir şekilde yorumlayan bir parti arıyordu. Seçmen empati kuran ve kendisinin dikkate alındığı bir siyasal yapı arıyordu. Bunu Ak parti gördü(görmüştü). Ne kadar uyguladı veya uygulamadı tartışılır. Ama böyle olduğunu insanlara anlattı. Ev ev gezmelerden, mitinglerde geliştirilen söylemlere; halka birlikte çektirilen resimlerden, sağlık hizmetlerine kadar bu insanlara gösterilmek istendi.

Muhalefetin ise böyle bir dünyası hiç olmadı. Halen daha yoktur. Öncelikle buna muhalif taban da hazır değil çünkü halen daha 80 öncesi reflekslerle tartışmalara giriyor. Kızıyor, dinlemek istemiyor. Kemalizm diyor, rejim kaygısı falan yaşıyor. Yani maalesef, iktidarın söylemleri ile muhalefetin uygulamaları arasında aslında büyük bir zaman/zamanlama farkı var. İşte bu nedenle muhalefet bugün Ak partinin iç meselesine girmiş durumdadır. Oysa kendi haline bakmalıydı. İşin gerçeği de zaten hep muhalefette kalma nedeni de bu zamanlama farkıdır. 

Muhalefet kendi haline bakar mı? Bakmaz. 

Biz kendi halimize bakalım. Dua edelim, çalışalım, düşünelim. Ak parti veya başkası da olsa asıl mesele kendi üretimimizdir. Okuduklarımız, yazdıklarımız, düşündüklerimiz ve kazandıklarımızdır. 

Bu arada Sayın Davutoğlu çok iyi bir Başbakandı. Gerek kendi yüzü, gerekse eşi bunu zaten fazlasıyla gösteriyor. Allah razı olsun. Türkiye son 70 yılının en iyi 3 Başbakanından birisini görmüş oldu.

Her neyse… 2016 benim için tevekkül yılı olacak inş. Bu sene siyaset çok az olacak.

Siyaset yazdık ama inanın içimden gelmiyor.

Ne Ak partiyi ne de muhalefeti eleştirecek sözler biter. Siyaset konuşmak ancak paralı gazetecilerin işi olmalıdır. Çünkü bu iş onlardan başkasına çene yorgunluğundan başka bir şey kazandırmaz. Malum bu iş bugün (siyaset yazarlığı) kendi başına bir hizmet sektörüdür. 

ve lütfen unutmayalım!!!! siyaset asla dostlarla kötü olmaya değmez. 


Selam ile   

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...