23 Ağustos 2014 Cumartesi

ÖZGÜR


Kimseci olmadığımız, içimizden değil dışımızdan konuştuğumuz zamanlar özgürüz. Eleştirilmekten korkmadığımız, sorumluluk aldığımız, arkada durmayıp öne ilerlemek için atıldığımız anlarda özgürüz. Hatalarımızı kabullenebildiğimiz, gerektiğinde değişebildiğimiz, çekinmediğimiz süreçlerde özgürüz.

Özgür olmak için bedel ödemeye hazır olmak gerekiyor.

Yalnızlık, dışlanma, kınanma, terk edilmek; bu bedellerden en kolayıdır. Ölüm ise özgürlüğün gerçek bedelidir. İşte bu yüzden özgürlük yürek ister. Özgürlüğü herkes arzular ama çok az insan onu elde eder.

Özgür olmak için paraya, güzelliğe, her hangi bir özelliğe ihtiyaç yoktur. Tek ihtiyaç duyulan şey cesarettir. Eğer cesaretiniz yoksa başka hiçbir şey sizi özgür yapamaz.  

Özgürlük alimin kalkanı. Çocuğun yaşama sevincidir.  

TURGAY URGUR

3 Ağustos 2014 Pazar

SİYASET VE CEMAAT RUHBANLIĞI


Sabırsız isen sohbetimizi dinleme,
Müfteriysen yanımızda konuşma,
Din ticareti yapıyorsan dükkanımıza uğrama,
Makam, mevki kaygın varsan bu bloğu kurcalama,

Hatasız kul aramıyoruz,
İnsanları grup grup ayırmıyoruz,

Ön yargısız ve ön yergisiz isen buyur gel,
Adem oğlu Adem olursun,
Buyur gel.....


Klavyenin tuşlarına dokunmayalı hayli bir zaman oldu. Kalem ve kâğıdı ise çoktan bıraktım.

Düşünceleri direkt bilgisayara yazmak daha kolay ve düzenli oluyor.

 İnsan yazmak istediklerinin az çok muadillerini bulabildiği için yazmaya da üşeniyor. İkinci bir neden ise son zamanlarda düşüncenin de ucuz pazarlara çekilmesi oldu. Sıkıştırılmış gündemleri ardı ardına öyle bir yaşadık ki! İnsanın ‘yorumu’ bile bu hızlılığa yetişemiyor. En son ve belki de benim için en önemlisi ise ‘kendi kendimi tekrar’ etme korkum olageldi.
·              *                *
Son aylarda hepimizin Müslümanlık içinde taraf ve taraftar olmamız bazen dolaylı bazen doğrudan istendi. Benliklerimizi, vicdanlarımızı, düşüncelerimizi, dostluklarımızı zorlayan anlar oldu. Sonunun nereye gittiğini bilmediğimiz filmlerde oyuncu olmamız talep edildi. Konuşmamız, yorum yapmamız veya eleştirmemiz değil sadece ve sadece destekçi olmamız beklendi. Çünkü bu defa ithamlar harbiden ağırdı. Hırsızlık, oligarşik güç, firavunluk, casusluk, diktatörlük, ihanet çetesi ve diğerleri bizleri beyaz ile siyah arasında tercihe zorladı. Sonuçlar ise dinden çıkmalar, cennet, cehennem kadar belirgin ve acımasızdı. Herkes sadece kendisinde yana olana hoşgörülüydü. Siyaset ve cemaat ruhbanlığı; bireyliği, insanlığı ve inancı ‘seçmen’ seviyesine indirmişti. Sosyal medyanın tesiri Cuma vaazlarının çok çok ötesindeydi. Hem de öyle ötesindeydi ki! Cuma hutbesi esnasında bile akıllı(?) telefondan gündem takip edilir olmuştu. Yani ne konuşanın ne de dinleyenin kâğıttakine ‘inancı’ kalmamıştı. Herkes işini yapıyordu. İmam, cemaat, gazeteci, bürokrat ve tüm diğer herkes işini yapıyordu. Mesaiyi doldurmayı sadece memuriyette değil insanlığımızda, yaşantımızda, vatandaşlık sorumluluklarımızda da hem bu dünya hem de ötesi için kâfi görmeye başladık.  İtaat eden kurtuluşa erebilecekti. Ama herkesin vaat ettiği cennet bile farklıydı.
·              *                *
Cemaat ruhbanlığı için; zaman gazetesinin 17 Aralık’tan bu yana yazmış oldukları ile stv’nin haber ve programlarına, ve aynı dili ısrarla(bidat kıvamında) konuşan abonelerine;

·                *              *  
Adı her ne olursa olsun, gizli ve sinsi bir yapılanma içinde olan hiyerarşik oluşum insanların  muhafazakâr kesimlerin kurumlarına olan güven duygusunu sıfırladı. Bir zamanlar karşılarındaki insanların samimi olduklarını düşündüklerini için; nereye gittiğini sorgulamadan bu tür kurumlara bağışlar yapan insanlarımızda şu anda ‘aldatılmışlık’ ve ‘güvensizlik’ duyguları hâkim durumda. Askeri vesayetlere bile mavi boncuk dağıtacak ve methiyeli mektuplar yazacak kadar hoşgörülü olanlar 3 dönemdir oylarını arttırarak iktidarda olan Milli İradeye karşı acımasızlığı kendilerine bir yöntem olarak belirlediler. Siyasi tercihlerini kullanmak için 30 Mart’ı bekleme sabrını ve iradesini göstermeyerek, ülkemizin maddi ve manevi kayıplarını hiçe sayarak; insanların sokağa dökülüp birbirlerini öldürmesi ve kutuplaşması pahasına, Devlet kurumlarında çalışırken gizlice elde etmiş oldukları bilgileri şantaj malzemesi olarak kullanıyorlar. Ve ne acıdır ki! Kendilerinden sağduyu veya itidal adına her hangi bir çağrı duymuyoruz. 


         
            Bu günlere gelinmesinde hiyerarşik yapının distopik Devlet özleminin bilinçli ve sistematik olarak yürütülmesi etken olmuştur. Hipnopedik yöntemler sayesinde, yapısının düşüncesini sorgulamayan kitleler oluşturulmuştur. İnanç sadece onlar gibi inanılırsa gerçektir.( Karaman hocanın toplantıdan çıkarılmasının başlıca nedeni budur.) Şartlandırılmış inanan üye modeliyle gerçekleştirilmeye çalışılan bu distopik yapı, toplumun içinde bir yere kümelenenden ziyade homojen görüntü veren modern bir gettolaşma şeklinde karşımıza çıkmaktadır. İnsanların öncelikle bireyselliklerini alan ve sonrasında ise kişilerde eksiklikler bularak onların bu eksiklerini gidermeleri için bağlılıkları telkin eden ‘hipnopedik’ çağrışımlı buluşmalar kendi hiyerarşisi içinde şartsız itaat eden fakat dışarıda ise bu bastırılmış duygularını kontrolsüzce yaşayan insanlar oluşturmuştur. Bu yapıda, sosyal sınıfları ve vazifeleri önceden belirlenmiş kişiler vardır. Hiyerarşiyi liyakat ve eğitim seviyesi değil ‘bağlılık’ oluşturur. Bireyin konuşma, eleştirme, fikir beyan etme hakkı yoktur. Eksik bulma ve bağımlı hale getirme bürokraside ise ‘dinlemeler’ ile karşımıza çıkıyor. Distopik yapının ‘Tapeleri’ ve sosyal medya paylaşımlarını bu kadar yoğun kullanmasının asıl nedeni budur.

*       *       *   


Demokrasi, insanlık ve gelecek adına kaybımız çok büyük. Ülkemizin ışık hızına ulaşmış gündemlerinin maalesef bizlere ve gelecek nesillere kattığı hiçbir şey yok. Her türlü duygumuz sömürüle sömürüle adeta beynimiz kurutuluyor. Güven, inanç, sevgi, paylaşım duygularımızı hızla yitirdik. Yerlerini korku ve meczup bir bireysellik aldı. Düşüncelerimiz, mefkûrelerimiz içine kapanıyor. Manipüle edilmiş bilgi bombardımanları ile mutlaka taraf olmaya zorlanıyoruz. Taraf olmamak şüphe uyandırıyor.



17 Aralık birçok şeyin üzerindeki örtüyü kaldırdı. Toplumda sanki sadece birileri ve bu birilerinin düşmanı veya alternatifi var. Oysa gündemin dışındaki kişiler; yani tek tek vatandaşlar ülkenin asıl mayasını oluşturuyor. Vatandaşlık sorumluluğunu yerine getiren, en az sen-ben kadar Devletini ve Milletini seven insanlardan bahsediyorum. Bu insanlar; kadrolaşma, iktidar, makam, mevki, şöhret vb kaygıları taşımıyorlar. Lakin günü oyalayan kurgu gündemler ve karşılıklı yürütülen psikolojik savaşların söylemleri onları, bizleri, sizleri, beni, seni, onu yani hepimizi yok sayıyor. Söz hakkı, davranış hakkı tanımıyor. Varlığımızın tek belirtisi 4 yılda seçimlerde verdiğimiz oylardan ibaretmiş gibi bizlere kabullendiriliyor. Her türlü emeğin sahibi olan sade vatandaşlar kabullendirilmiş bir çaresizliğe zorlanıyor. Farklı konularda hararetli değişimlerin yaşandığı bu son yıllarda ve özellikle son 45 günde olayları değil kişileri ya da grupları konuştuk veya konuşturulduk. Hırsızlıktan ziyade hırsızlığı yapan, gizli bir örgütlenmeden ziyade kimlerin yaptığı ön plana çıkarıldı. Ancak geri toplumlarda olacak şekilde faile göre eylem(ler) nitelik değiştirdi. Yine ancak ilkel toplumlarda gelişecek tarzda faillerin başka eylemleri dikkat dağıtmak için asıl konuların önüne geçirilmeye çalışıldı. Son tahlilde ise ister kendisini çok tecrübeli sanan siyasal iktidar olsun isterse kendisini dünyayı kurtarmaya adamış hareketler olsun, hepsi sınıfta kaldı. Herkes için zorlu bir deneme süreci olan bu kadarcık kısa süreli ama ani değişimler; birileri için demokrasi ve insan hakları ve bir başkaları için kul hakları için hiç de hazır olmadığımızı tüm herkese duyurdu. Bedel ağır olduğu gibi ortaya kötü de bir karne çıktı. Toplum olarak öz-eleştiriden yoksun olduğumuz, gizliden iş yürütmeye eğilimimiz, vefadan yoksun oluşumuz ve bence en önemlisi de Türkiye’yi sadece kendimiz gibi olanlardan oluşturmak istediğimiz ifşa oldu.

*                *               * 


Bağlılık bağlılıktır. Cemaatçi kardeşlerimiz henüz kendilerine yakıştıramadılar ama ÖZ-ELEŞTİRİ YOKSUNLUKLARI, KÖRÜ KÖRÜNE BAĞLILIKLARI, GETTOLAŞMALARI VE MEZHEPÇİĞİLİĞİN ALTINDA OLUŞTURDUKLARI CEMAATLEŞEREK GRUPLAŞMA İSTEKLERİ BU ÜLKEYE ZARAR VERDİ.




Gönlüm istedi ki ülkesini seven insanlarımız birilerinin yüceltildiği bu tercihleri yapmak zorunda bırakılmasın. Güvenimiz, inancımız, düşüncelerimiz örselenmesin.    

turgay urgur






SİYASET VE CEMAAT RUHBANLIĞI


Klavyenin tuşlarına dokunmayalı hayli bir zaman oldu. Kalem ve kâğıdı ise çoktan bıraktım. Düşünceleri direkt bilgisayara yazmak daha kolay ve düzenli oluyor.
 İnsan yazmak istediklerinin az çok muadillerini bulabildiği için yazmaya da üşeniyor. İkinci bir neden ise son zamanlarda düşüncenin de ucuz pazarlara çekilmesi oldu. Sıkıştırılmış gündemleri ardı ardına öyle bir yaşadık ki! İnsanın ‘yorumu’ bile bu hızlılığa yetişemiyor. En son ve belki de benim için en önemlisi ise ‘kendi kendimi tekrar’ etme korkum olageldi.
·              *                *
Son aylarda hepimizin Müslümanlık içinde taraf ve taraftar olmamız bazen dolaylı bazen doğrudan istendi. Benliklerimizi, vicdanlarımızı, düşüncelerimizi, dostluklarımızı zorlayan anlar oldu. Sonunun nereye gittiğini bilmediğimiz filmlerde oyuncu olmamız talep edildi. Konuşmamız, yorum yapmamız veya eleştirmemiz değil sadece ve sadece destekçi olmamız beklendi. Çünkü bu defa ithamlar harbiden ağırdı. Hırsızlık, oligarşik güç, firavunluk, casusluk, diktatörlük, ihanet çetesi ve diğerleri bizleri beyaz ile siyah arasında tercihe zorladı. Sonuçlar ise dinden çıkmalar, cennet, cehennem kadar belirgin ve acımasızdı. Herkes sadece kendisinde yana olana hoşgörülüydü. Siyaset ve cemaat ruhbanlığı; bireyliği, insanlığı ve inancı ‘seçmen’ seviyesine indirmişti. Sosyal medyanın tesiri Cuma vaazlarının çok çok ötesindeydi. Hem de öyle ötesindeydi ki! Cuma hutbesi esnasında bile akıllı(?) telefondan gündem takip edilir olmuştu. Yani ne konuşanın ne de dinleyenin kâğıttakine ‘inancı’ kalmamıştı. Herkes işini yapıyordu. İmam, cemaat, gazeteci, bürokrat ve tüm diğer herkes işini yapıyordu. Mesaiyi doldurmayı sadece memuriyette değil insanlığımızda, yaşantımızda, vatandaşlık sorumluluklarımızda da hem bu dünya hem de ötesi için kâfi görmeye başladık.  İtaat eden kurtuluşa erebilecekti. Ama herkesin vaat ettiği cennet bile farklıydı.
·              *                *
Cemaat ruhbanlığı için; zaman gazetesinin 17 Aralık’tan bu yana yazmış oldukları ile stv’nin haber ve programlarına, ve aynı dili ısrarla(bidat kıvamında) konuşan abonelerine;

·                *              *  
Adı her ne olursa olsun, gizli ve sinsi bir yapılanma içinde olan hiyerarşik oluşum insanların  muhafazakâr kesimlerin kurumlarına olan güven duygusunu sıfırladı. Bir zamanlar karşılarındaki insanların samimi olduklarını düşündüklerini için; nereye gittiğini sorgulamadan bu tür kurumlara bağışlar yapan insanlarımızda şu anda ‘aldatılmışlık’ ve ‘güvensizlik’ duyguları hâkim durumda. Askeri vesayetlere bile mavi boncuk dağıtacak ve methiyeli mektuplar yazacak kadar hoşgörülü olanlar 3 dönemdir oylarını arttırarak iktidarda olan Milli İradeye karşı acımasızlığı kendilerine bir yöntem olarak belirlediler. Siyasi tercihlerini kullanmak için 30 Mart’ı bekleme sabrını ve iradesini göstermeyerek, ülkemizin maddi ve manevi kayıplarını hiçe sayarak; insanların sokağa dökülüp birbirlerini öldürmesi ve kutuplaşması pahasına, Devlet kurumlarında çalışırken gizlice elde etmiş oldukları bilgileri şantaj malzemesi olarak kullanıyorlar. Ve ne acıdır ki! Kendilerinden sağduyu veya itidal adına her hangi bir çağrı duymuyoruz. 


         
            Bu günlere gelinmesinde hiyerarşik yapının distopik Devlet özleminin bilinçli ve sistematik olarak yürütülmesi etken olmuştur. Hipnopedik yöntemler sayesinde, yapısının düşüncesini sorgulamayan kitleler oluşturulmuştur. İnanç sadece onlar gibi inanılırsa gerçektir.( Karaman hocanın toplantıdan çıkarılmasının başlıca nedeni budur.) Şartlandırılmış inanan üye modeliyle gerçekleştirilmeye çalışılan bu distopik yapı, toplumun içinde bir yere kümelenenden ziyade homojen görüntü veren modern bir gettolaşma şeklinde karşımıza çıkmaktadır. İnsanların öncelikle bireyselliklerini alan ve sonrasında ise kişilerde eksiklikler bularak onların bu eksiklerini gidermeleri için bağlılıkları telkin eden ‘hipnopedik’ çağrışımlı buluşmalar kendi hiyerarşisi içinde şartsız itaat eden fakat dışarıda ise bu bastırılmış duygularını kontrolsüzce yaşayan insanlar oluşturmuştur. Bu yapıda, sosyal sınıfları ve vazifeleri önceden belirlenmiş kişiler vardır. Hiyerarşiyi liyakat ve eğitim seviyesi değil ‘bağlılık’ oluşturur. Bireyin konuşma, eleştirme, fikir beyan etme hakkı yoktur. Eksik bulma ve bağımlı hale getirme bürokraside ise ‘dinlemeler’ ile karşımıza çıkıyor. Distopik yapının ‘Tapeleri’ ve sosyal medya paylaşımlarını bu kadar yoğun kullanmasının asıl nedeni budur.

*       *       *   


Demokrasi, insanlık ve gelecek adına kaybımız çok büyük. Ülkemizin ışık hızına ulaşmış gündemlerinin maalesef bizlere ve gelecek nesillere kattığı hiçbir şey yok. Her türlü duygumuz sömürüle sömürüle adeta beynimiz kurutuluyor. Güven, inanç, sevgi, paylaşım duygularımızı hızla yitirdik. Yerlerini korku ve meczup bir bireysellik aldı. Düşüncelerimiz, mefkûrelerimiz içine kapanıyor. Manipüle edilmiş bilgi bombardımanları ile mutlaka taraf olmaya zorlanıyoruz. Taraf olmamak şüphe uyandırıyor.



17 Aralık birçok şeyin üzerindeki örtüyü kaldırdı. Toplumda sanki sadece birileri ve bu birilerinin düşmanı veya alternatifi var. Oysa gündemin dışındaki kişiler; yani tek tek vatandaşlar ülkenin asıl mayasını oluşturuyor. Vatandaşlık sorumluluğunu yerine getiren, en az sen-ben kadar Devletini ve Milletini seven insanlardan bahsediyorum. Bu insanlar; kadrolaşma, iktidar, makam, mevki, şöhret vb kaygıları taşımıyorlar. Lakin günü oyalayan kurgu gündemler ve karşılıklı yürütülen psikolojik savaşların söylemleri onları, bizleri, sizleri, beni, seni, onu yani hepimizi yok sayıyor. Söz hakkı, davranış hakkı tanımıyor. Varlığımızın tek belirtisi 4 yılda seçimlerde verdiğimiz oylardan ibaretmiş gibi bizlere kabullendiriliyor. Her türlü emeğin sahibi olan sade vatandaşlar kabullendirilmiş bir çaresizliğe zorlanıyor. Farklı konularda hararetli değişimlerin yaşandığı bu son yıllarda ve özellikle son 45 günde olayları değil kişileri ya da grupları konuştuk veya konuşturulduk. Hırsızlıktan ziyade hırsızlığı yapan, gizli bir örgütlenmeden ziyade kimlerin yaptığı ön plana çıkarıldı. Ancak geri toplumlarda olacak şekilde faile göre eylem(ler) nitelik değiştirdi. Yine ancak ilkel toplumlarda gelişecek tarzda faillerin başka eylemleri dikkat dağıtmak için asıl konuların önüne geçirilmeye çalışıldı. Son tahlilde ise ister kendisini çok tecrübeli sanan siyasal iktidar olsun isterse kendisini dünyayı kurtarmaya adamış hareketler olsun, hepsi sınıfta kaldı. Herkes için zorlu bir deneme süreci olan bu kadarcık kısa süreli ama ani değişimler; birileri için demokrasi ve insan hakları ve bir başkaları için kul hakları için hiç de hazır olmadığımızı tüm herkese duyurdu. Bedel ağır olduğu gibi ortaya kötü de bir karne çıktı. Toplum olarak öz-eleştiriden yoksun olduğumuz, gizliden iş yürütmeye eğilimimiz, vefadan yoksun oluşumuz ve bence en önemlisi de Türkiye’yi sadece kendimiz gibi olanlardan oluşturmak istediğimiz ifşa oldu.

*                *               * 


Bağlılık bağlılıktır. Cemaatçi kardeşlerimiz henüz kendilerine yakıştıramadılar ama ÖZ-ELEŞTİRİ YOKSUNLUKLARI, KÖRÜ KÖRÜNE BAĞLILIKLARI, GETTOLAŞMALARI VE MEZHEPÇİĞİLİĞİN ALTINDA OLUŞTURDUKLARI CEMAATLEŞEREK GRUPLAŞMA İSTEKLERİ BU ÜLKEYE ZARAR VERDİ.

Bağlılık bağlılıktır. AKp’li dostlarımız farkındalar, işlerine gelmemiş numarası yapıyorlar ama YAPILAN İŞLER 21.YY TÜRKİYE’SİNİN MEDENİYET VE DEMOKRASİ BAĞLAMINDA HAK ETTİKLERİNİ KARŞILAMIYOR.


Gönlüm istedi ki ülkesini seven insanlarımız birilerinin yüceltildiği bu tercihleri yapmak zorunda bırakılmasın. Güvenimiz, inancımız, düşüncelerimiz örselenmesin.    

turgay urgur






ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...