9 Mart 2017 Perşembe

Ah İnsanlık!


(Yazının dizgisindeki konu tutarsızlığı için lütfen bağışlayın. İbadetin, ticaretin, iletişimin, barınmanın ruhlarımızı bulamaç ettiği bir zamanda; insan sadece bir konuya odaklanamıyor. Çünkü her şeyi- hep birlikte ve ne yazık ki herkesle yaşama isteğimiz bizleri bu hale getirdi.)

En yüksek tepelere Tv, radyo, gsm vericilerini koyduk.  Ezan okumak için minareye çıkmaya gerek kalmayınca, minareler gsm vericilerine kiralanır oldu. Farkında olmadan hepsini ruh dünyalarımızın da baş taçları yapmışız. 

Düşünsenize…… akşam eve gidiyoruz, hal ve hatırdan önce kumandanın yerini soruyoruz. Ve Tv çekmiyor, internet yok, telefon operatörleri çalışmıyor. Adeta aç ve susuz kalmış gibi feryat ediyoruz.  Ölüyoruz. Çünkü günlük belirli dozaj iletişim sunusu almaya alıştırıldık.

Ve kimse. Ve hiçbir kurum bu hali konuşmuyor. Bu gidişatın aksine olumlu yönde adım atmıyor.
Eskiden evler, binalar minarelerin boyunu geçmezdi.  Şehrin girişinden Müslüman memleketi olduğumuz belli olurdu. Şimdi hepsi de minarelerle denk oldu. Bankalar en güzel köşeleri aldı. Ezan ve sela sesleri ara sokaklarda kendilerine mekan ve soluk  arar oldu. Binalar yükselirken, kültürümüz çökmüş. Toprağın bu kadar bol olduğu bir ülkede kendimizi apartmanlara sıkıştırdık. Bahçeli evimiz yok, ya merdiven çıkıyoruz ya da 6 basamaktan sonra (madem asansör var, düz ayaktan başlaması gerekmez mi?) asansör kullanıp bilmem kaç metre kare dairemize çıkıyoruz. Kapı zillerinde ev değil daire numaramız yazıyor. Koskoca binada 1 ya da 2 kişiyle gidip geliyoruz. Allah aşkına hangi toplu konut kültürümüzden bir şeyleri yaşatıyor? Otopark sorunumuz yine var. Çocuk parklarımız yok. Kafamızı dinleyebileceğimiz 2 bankın olduğu yerler bile kalmadı. Bu kadar sıkışıklıktan sonra yine hep beraber toplum olarak akşamı veya hafta sonunu başka bir sıkışıklık olan AVM’de geçiyoruz. Paramız varsa harcıyoruz, yoksa harcayanlara bakıp teori geliştiriyoruz. Özgürce(!) raflardaki ürünlere dokunuyor, vitrinleri taciz ediyoruz. Yeni sezonun, indirimlerin ve diğer AVM etiklerinin beyin jimnastiğini yapıyoruz.  Aklımızın bir köşesinde de baktıklarımızı internetten alabileceğimizin senaryolarını tekrar ve tekrar canlandırıyoruz.  Bu kadar kalabalığın arasına bodrumdaki mescit tabelalı odada öğle ve ikindi namazlarını da sıkıştırıveriyoruz.  Bodrum kattaki bu ımzık ımzık rutubet kokan oda inancımızı devşirdiğimiz noktayı da gayet iyi gösteriyor.

 Ve kimse. Ve hiçbir kurum bu hali konuşmuyor. Bu gidişatın aksine olumlu yönde adım atmıyor.

Böyle bir hayatta yaşadığımızı sanıyoruz oysa her gün eriyoruz.

Geçmişimizle övünüyoruz.

İhtiyaç hasıl olduğunda kelamdan, sünnetten düstur çıkarıyoruz.

Neredeyse yaptığımız her şey: ‘öylesine’

Öylesine ibadet. Öylesine ilim tahsili. Öylesine eğlenme. Öylesine çalışma. Öylesine konuşma. 24 saat biterken gelecekten de gün çaldığımızın farkına varmıyoruz.

Boşluktayız.

Her türlü değerin bin bir türlü bahaneyle içi boşaltıldı. Herkes bu iç boşaltmada büyük bir istikrarla katkıda bulundu.

Tüketirken boşalttık. Tüketmek için çalıştık, çalışmak için tükettik. Tarih olarak en güzel ‘hesap kesim tarihlerimizi’ belledik. Ödenen her fatura insanlıktan ve medeniyetten aldıklarımızın karşılığıydı. Kdv’sine, Ötv’sine, Ek kesintilerine varıncaya kadar ödedik. Ödedikçe hayatta kalmak için umut depoladık. Yaşamanın bedeli ‘30 günün muhasebesini yapabilmekten’ geçer oldu. Doğum ve ölüm sadece Yüce Yaratıcının elindeyken, sigortalandıkça sigortalandık.
Uyuşukluk salgın oldu. Ekranda uyukladık. Derste. Camide. Ev gezmesinde uyukladık. Çünkü ruhun pervasızlığına ve doymazlığına bedenin ancak belirli bir noktaya kadar tahammülü vardı.
Ne okuldaki dersin ne de camideki vaazın insanlar üzerinde etkisi kaldı. İyi bir kitabın, çok değerli bir yazarın, sağlam bir mefkurenin de etkisi yok. Hayatı sloganlarla yaşar olduk. Bizden istenen taraf olmamızdı. Bizden istenen sisteme boyun eğmemizdi. Konuşma hakkı sahip olunan parayla doğru orantılı olarak çalıştırılıyordu. İnsanın Avm’de bozuk parayla çalışan oyuncaktan farkı kalmamıştı. Troller ekran kuklalarına parayı basıyordu ve konuşturuyorlardı. Gazeteler parayı alıyorlar ve yazıyorlardı. Ve insan parayı basıp, istediği kanalı izliyor, istediği gazeteyi alıyordu. Özgürlük feysbuktaki beğenide kaldı. Beğenmek ve beğenmemekte özgürdük. Ve insan başkalarının profillerine baktıkça kendisine yeni kimlikler yakıştırdı, yeni kimlikleri üstünde denedi, çıkardı çıkardı giydi. Başkası yiyorsa o da yemeli, geziyorsa o da gezmeliydi. 

Pe ki bu duruma okuldaki öğretmen, evdeki baba, camideki imam, Ankara’daki bakan ne yaptı? İzledi. İzledi. İzledi. Dizi gibi, youtube paylaşımı gibi izledi. Bazen kısa kısa yorum yaptı, tweet attı, beğendi ya da simge koydu.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...