Yok… yok.. Bu bir akıl tutulması değil. Olayın düşünmekle,
düşünebilmekle bir ilgisi yok. Yapılan her davranış gayet bilinçli, istemli ve
farkındalıklı. Çünkü insan ne kadar belli etmemeye çalışsa da tüm
davranışlarında nefsinin isteklerini yerine getirir. Sadece – aklın sıra – zekâ
makyajlarıyla eylemlerine ve söylemlerine sosyolojik tamponlar ekler. Ekler ki
her hangi bir çarpışma anında kendisini koruyabilsin. Masum bir zemine
çekebilsin. Amiyane tabirle k…. ‘nı kurtarabilsin. Biz buna kısaca günaha-suça-hataya
bahane bulma mantığı da diyebiliriz. Bu yüzden insan ‘aklını’ tekâmül için
değil başkasını yenmek için kullanmaya başlamıştır. Örneği biraz
somutlaştıracak olursak: bugün X partisinin her hangi bir taraftarı acaba
savunduğu düşüncenin saflığına, doğruluğuna %100 inanıyor mudur? Yoksa inanmak
istediği şekil de X partisini zihninde balmumuyla yeniden mi
şekillendiriyordur? Burada hammaddenin balmumu olması önemlidir. Çünkü ısıtılıp
ısıtılıp –eritilip eritilip konjektüre uygun olarak her daim şekillendirilmesi
mümkündür.
Birilerinin birilerini bağnazlıkla, o birilerinin diğerlerini
dinsizlikle, ötekilerin berikileri satılmışlıkla, buradakilerin oradakileri
hainlikle suçlamalarının basit ve temelsiz olduğu kesindir. Çünkü aslında kimse
konuştuğu değildir, yazdığı da değildir, görünmeye çalıştığı hiç değildir.
Çünkü herkes sadece ve sadece kendisidir yani olduğudur. Yani davranış eşittir
insandır. İşin aslı ve özü; insan dünyaya başkalarının zabıtalığını yapmaya gelmemiştir. Ama ne yazık ki! Şirkette patron, okulda idareci, evde baba, çarşıdaki boş gezen kendisine böyle bir görev biçer.
Düşünsenize.. koskoca kainatta; siyasal ideolojin, komşunun
komşusunu çekememesin veya geçmişe ve
geleceğe tesiri olmayan her hangi bir olayın, olgunun insan için önemi kaçıncı
sıradadır ki?
Düşünsenize…. bedenimiz-kainat ve ‘o an yaşanılan bir olay’.
(Olay= davranış, konuşma, tartışma vd).
Bu; ‘biz-kainat-olay’ üçlüsünün üçü bir
arada birbiriyle olan bağı ne kadar önemlidir. Bir karıncanın yuvasına
götürdüğü bir yaprak parçasının bile İlahi sevk olarak yapılması ve dünyanın
dengesine olan katkısı; insanın her türlü nefsi eyleminden kıyaslanmayacak
kadar daha değerlidir. Çünkü karıncanın, arının, sineğin faaliyeti ‘yapmak’
üzerine inşa edilmişken, insanın nefsani faaliyetleri ‘yıkmak’ üzerine inşa
edilmiştir. Bir zamanların deyimiyle ‘laf ü güzaf’ hem hayatlarımızı hem de
hayatlarımızın ulvi manasını ele geçirmiştir. Yani … yani … yani… insan;
felsefenin, dinin, güzel ahlakın, sünnetin ona verdiği değerden çok uzak bir
değersizlik girdabında meçhule gark olmaktadır. Maalesef insan, ‘Bana verilen
güzelliklerin ardındaki sırrı görebiliyorum.’ diyemiyor. ‘Hayattaki yerimi ve
önemimi anlıyorum veya en azından anlamaya çalışıyorum.’ diyemiyor. Yıllar önce
tartışılan ‘varlık felsefesinden’ uzak olduğu gibi ‘şerefli mahlûkat’ nişanında
da uzak duruyor.
Keşke insan başkalarıyla uğraştığı kadar kendisiyle uğraşsaydı. Herkesten
önce kendisini eleştirseydi. Ve insan kendisini düzeltmeye yoğunlaşsaydı. Gerçek
değerimizi ancak kendimize yoğunlaşmaya başladığımızda bulacağız. Tolstoy bir zamanlar;
herkes dünyayı değiştirmeye çalışıyor ama kimse kendisini değiştirmeye
çalışmıyor demişti.
Devam edecek…..
TURGAY URGUR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder