16 Mart 2017 Perşembe

ÇUVALDIZ (5)


Retorikten, cerbezeden, laga lugadan, sataşmadan ve istatistik çıkmazından uzak; rakam, arşiv ve tarihlerin kutsanmadığı, geçmişin ısıtılmadığı, şimdinin abartılmadığı, geleceğin ütopyalaştırılmadığı bir yazı olur inşallah.

Bu zamanda en zor işlerden birisi de yazmak. Çünkü konuşunca insanlar unutuyor lakin yazınca kimisi kinini, kimisi hırsını arttırıveriyor. Beğendiyse gülüp geçiyor, beğenmediyse dosta düşmana jurnalliyor.

Yandaş veya muhalif medya fark etmez. Sonuçta herkes patronuna hizmet ediyor. Aleyhte yazamaz. Çünkü işi o değil. Kapitalist sistemin en güzel yaptığı işlerden birisi ‘iş tanımıdır’. İş belli, karşılığında alınacak bellidir. Gazeteciliğin bu tanıma uymamasını beklemek ahmaklık olur. Satre; ‘Tümden aynı şeyleri düşünmenin ne anlamı var?’ diyordu. Şimdilerde yaşadıklarımızı anlatmak için ‘kutuplaşmak’ tabiri az kalır herhalde. Mesele şimdilerde Habil, Kabil cinsinden; lanet okunanla-kutsallaştırılan kabilinden, cennet ve cehennem zıtlığında arz-ı endam ediyor. Bu münasebetle de; TV’yi kurcalayan, bir iki farklı gazete köşesini okuyan birey önce bir idrak toslaması sonrasında ise hayretler vertigosu yaşıyor. Çünkü mevzular; dinden çıkmadan tutunda vatan hainliği veya yalakalıktan tutunda cahillik mesabesinde sunuluyor. Bitaraf olma şansı diye bir şey yok. Herkes bir kimliğe giydiriliyor. Ve bu ‘tarafgirlik’ salgını tavandan tabana ısrarla bulaştırılıyor. Yetmezmiş gibi  Arap Baharından ta şimdiki süreçlere kadar yaygınlaştırılmaya çalışılan bu ‘körebecilik’ son zamanlarda sınır dışlarına da taşınmaya başlıyor. Diplomasi ve hamaset beraber lans edilerek iç siyasete ayar dışarıya ise gayar veriliyor.  Pakistan’dan, Azebaycan’dan, Türkmenistan’dan, Avrupalı Türkler’den, Arap Şeyhlerinden bir ses bekleniyor.


Oysa, Türk insanı özellikle son 10 yıldır gerek içeride gerekse dışarıda gelişen olaylar için öncelikle ve ilkelikle Kurani ve Sünnete uygun bir çerçeve geliştirmeliydi. Yani olaylara ve kişilere bu perspektiften bakıp, ideoloji ve tarafgirlik yönlerini terk etmeliydi. Çünkü yeni yetişen gençlerimizin öncelikle bunu toplum dinamiklerinde görmesi gerekiyor. Yani Türk vatandaşları ülkemizin olaylara karşı gösterdiği tepkilerin ‘nedenlerini’ bilmelidir. En basit bir örnekle; Neden mültecileri alıyoruz? Neden Avrupa’ya karşı farklı bir duruş sergiliyoruz? Neden aynı gündemlere maruz kalıyoruz? Neden bize izlettirilenler bizden uzak toplumların artıklarıdır? Neden Üniversitesini bitirmiş bir genç iş bulamıyor? Madem bulamayacak neden başka alanlara yönlendirilmiyor?

Özetle, İslami yaşantı hayatlarımıza ‘şeklen’ değil, aynel yakin-ilmen yakin ve hakkal yakin boyutunda sunulmalıdır. Madem İslam’ın son kalesi Türkiye’dir, bu konuda ülkemizin örnek olmak gibi bir sorumluluğu vardır. Sağ merkezli mevcut iktidar bu konuyu ivedilikle gündemine almalıdır.   

Yoksa, özellikle Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildikten sonra sosyal, iş, ekonomi ve aile hayatları kapsamında beklentileri zirve yapan genç nüfusumuzu verimli ve korunaklı bir şekilde geleceğe taşıyamayabiliriz. Bunun gerçekleştirilememesi aynı zamanda Türkiye’nin hareketlerine göre pozisyon alan diğer İslam ülkeleri için de hayal kırıklığı olacaktır.     

turgay urgur

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...