9 Temmuz 2011 Cumartesi

Osmanlı güncel



Lale devri Osmanlı’yı bir mefkure altında toplayamadığı gibi garb tarafından gelen ama kültüre uymayan bir dizi yeniliklerin başlangıcını oluşturdu. Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin padişaha sunduğu Avrupa raporu padişah ve çevresinin Fransa hakkında olumlu düşünmelerine kapı açtı.
Ziynet eşyası, süslü bahçeler, lüks ve israfla tanışan insanlarımızın bir kısmı tüketme adına büyük bir adımla o kapıdan içeriye girdiler.

Patrona Halil isyanının haklılık kazanmasına neden olabilecek olan bazı yenilikler veya tavizler bu isyanın ‘bir halk isyanı’ olarak çağrışım yapmasına yol açacaktı. Tabi buradaki isyan kelimesi Devlet penceresinden bakan bir düşüncenin kelimesi olmakla beraber karşı taraf için haklılık arayışı olarak ta düşünülebilir.

Islahat hareketleri ile Osmanlı içersindeki Katolik ve Ortodoks cemaatlerin bundan istifade amaçları görülür. Avrupa Hıristiyan topluluğu için ıslahat bu cemaatleri güçlendirmekte kullanılmaya başlayacaktır. Rusya’da benzer hakları Ortodoksları himaye için kullanacaktır. Kaynarca Antlaşması ile Ortodoks hakları tanınır. 2011’e gelindiğinde dış devletlerin 1774’ten başlayan ayrıcalık isteme arzularının değişmediğini, meselelerin günlük hadiselerden öte uzun süreli devlet menfaatleri üzerine kurulu olduğunu görürüz.

III. Selim ile Nizam-ı Cedid olarak adlandırılan ve geniş kapsamlı ıslahatlar Osmanlı-Rus savaşları ve Fransız İhtilalinin mutlakıyet ile yönetilen devletler üzerindeki etkilerinden dolayı istenilen neticeyi verememiştir. Islahatların olması için uzun ve sakin süreye ihtiyaç vardır. Kabakçı Mustafa isyanı, III. Selim’in ölümü ve II. Mahmud’un tahta çıkmasıyla neticelenmiştir.

İştirak edilemeyen Viyana kongresinden sonra Türklerin Avrupa’dan çıkarılması ve şark meselesi konusunda daha aktif bir süreç başlar. Bu sürecin içinde Osmanlı Eyaletlerin kontrolünü devam ettirmeye, ıslahatı uygulamaya, Yunanistan’ı elinden kaçırmamaya, Mora’da İngiltere ve Fransa ile mücadele etmeye devam eder.

1839 Tanzimat’ın ilanı ile Osmanlı Devleti’nin gerekli yeniklileri yaparak; verimli coğrafyasında, halkının kabiliyetleri ile yine eski gücüne kavuşacağı ümit edildi. Halka din ve ırk ayrımı yapılmadan yaklaşılması, askere alımlarda yeni düzenlemeler, iltizam yerine vergi usulündeki yenilikler, kimsenin yargılanmadan cezalandırılmaması vd. gibi esaslara dayalı olan bu fermandaki hususlar kısacası temel hak ve hürriyetlerin özeti gibidir. Bu gün tartışılan ve gündemi sanki hiç bitmeyecekmiş gibi meşgul eden sorunlara bakıldığında da çok farklı bir tablo karşımıza çıkmıyor. Din ve düşünce özgürlüğünün tam manasıyla yaşanmaması, adil olmayan vergi sistemleri ve sosyal güvenceler, ırk üzerinden siyaset gibi insanlık sorunları ülkelerin istikrarlı yaşantıları için mutlaka çözülmelidirler. Kalıcı, uzun vadeli, herkesi kuşatan çözümler düşünülmeli ve en önemlisi uygulanabilir olmalıdır.

Din ve mezhep ihtilafları Babıali’nin iç ve dış siyasetini olumsuz etkilerken bunlara ilave olarak Amerikan misyonerlerin Protestanlığın yayılması yönündeki çalışmaları etkin olmaya başlamıştır. Ermeniler arasındaki Protestanlığa yöneliş tanınma taleplerini doğuracaktır. Bu bağlamda bugünkü Amerikan Senotalarının  Ermeniler hakkındaki düşüncelerini yadırgamamak gerek. 1850 yılında Protestan Ermeniler ayrı bir cemaat olarak tanınır.

Tanzimat sürecinde Mustafa Reşid Paşa ve yetiştirdiği Ali ve Fuad Paşalar Avrupa ile iletişimi geliştirdiler; mali, idari, hukuki yönden bir çok uygulama hayata geçirildi. 1844 tarihinin bir verisi bence dikkate şayandır 21 milyon Müslüman ve 14 milyon gayri-Müslim olmasıdır. Duraklama ve dağılma dönemleri değerlendirilirken bu oranın göz önünde tutulması faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Bu dönemin ikinci ve birazda bence ironik yeniliği memurların çalışma saatlerinin, vatandaşı bekletmemeleri, rüşvet ve yolsuzluğa karışmamaları hususundaki olanıdır. 

Yenilikler ticari olarak yenilgileri de yanında getirdi. Terk edilen gedik ve inhisar usulü küçük esnafların yabancı mallar karşısında rekabet edememesine yol açtı. Üretim ve tüketim dengesizliği, şimdilerde cari açık. 2011’in %11’lik büyümesinin tüketim ve yatırımlar üzerinde olduğuna da dikkat çekelim.

Tanzimatı takip eden Islahat Fermanı Babıali’ye Viyana kararları doğrultusunda yeni bağlılıklar getirdi. Batılı Devletler Tanzimat ile gayri-Müslim ve Müslümanlar arasında tam olarak eşitliğin sağlanamadığından, mevcut kanunların buna imkân vermediklerinden yakınıyordu. Her yeni ıslahat yanında bazı tavizleri de getiriyordu. Patriklerin can güvenliği temin edilecek, ruhban sınıfının mal güvenliği sağlanacak, şehir ve kasabalardaki kilise-manastır vb. tamiratı sağlanacak, mezhep, ırk, din ayrımı gözetilmeyecek, layık olan herkes memur olabilecek, ticaret ve ceza kanunları Osmanlı içinde bulunan diğer Cemaatlerinde dillerine çevrilecek, hapishaneler ıslah edilecek, işkence kaldırılacak, teşebbüs edenler cezalandırılacak. Yanlış anlaşılmasın 1856-76 yıllarından bahsediyorum, bu günlerden (2011) değil. Gücünü kaybetmekte olan bir devletin karşı karşıya olduğu dayatmalar ve Fatih dönemine olan özlemin tablosu. Gücü yitirmek böyle bir şey olsa gerek. Maddi emperyalizm yanında manevisini de getirir. Takibindeki Paris antlaşması suları görünürde sakinleştirirken, fermanın okunması ile Halep, Suriye, Lübnan, Cidde ve Bosna-Hersek’te ayaklanmalar çıktı. Osmanlının başka dinleri ve toplumları içinde barındıran potası çatlamaya, sızdırmaya ve nihayetinde kırılmaya doğru yol almaktaydı ki bu durum vicdan sahibi gayri-Müslimler arasında bile hüzünle karşılanıyordu. Napoleon III. Osmanlı’nın artık parçalanması gerektiği düşüncelerini İngiltere kraliçesi Viktoria ile paylaşır ve bölgesel taksimatlar bile yapılır. Islahat ile kilise sayılarında artış görülür, Osmanlı’nın Hırıstiyan topraklardaki binaları yıkılmıştır. Anadolu toprakları Hıristiyanlaştırma süreci ile karşı karşıyadır.  

Dünden bugüne tarih sürecinde;

Bir vatanın bölünmez bütünlüğü için tüketmekte değil üretmekte ilerlemesi,
Başkalarına taviz vermektense kendi insanına kucak açmayı öğrenmesi ve onları olduğu gibi kabullenmesi,
Cemaat, mezhep, ırk, cinsiyet, meşrep ve çoğaltabileceğimiz birçok farklılığın vatandaş sorumluluk ve haklarının önüne geçmemesi,
Bugün için dünü, yarın için bugünü bilmek gerektiğini, insanın zihninin aslında koca bir Milletin zihni olduğunu ve bu yüzden bilinçli vatandaş şuurun gelişmesi önceliklerimiz olmalıdır.

Gelenek, görenek ve sonrasında tiryakiliğe dönüşen tüketen insan kedisine gelmeli ve yitirmekte olduğu şeylerin sadece maddiyat olmayıp mefkûre, inanç ve ahlak olduğunu da bilmelidir.

Her milletin kendi tarihi onun aynı zamanda hafızasıdır. Unutmak sadece bizleri zavallı ve çaresiz konumuna düşürür. Bu milletin sorunu karşısındakinin farklılığı tartışmak olamamalıdır, kim bu memleket için bir şey üretiyorsa ve barış içinde yaşamayı kendisine yakıştırıyorsa o bizdendir.

Turgay Urgur


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...