25 Aralık 2010 Cumartesi

Başkaldırı.

Başkaldırı ile bilinçlenme arasında ilginç bir ilişki vardır. Birbirinin gereksinimleri ve sonuçlarıdır. Varlıkları birbirlerine muhtaç gibidirler. İkisi de toplumun ve bireylerin ön yargıları, kuralları, dışlama, kısıtlama, müdahaleleri ile karşılaşabilirler. Çünkü her ikisi de alışılmışlığın dışında farklılık ile gelirler ve bunu çevrelerine hissettirirler. Hali hazırdaki birlikte hareket etme dürtüsü de ‘başkaldırı’ ve ‘bilinçlenmeye’ karşı epey bir geçmişten gelen kuvvetli bir refleks gösterir. Başkaldırı ve bilinçlenmenin statükoya karşı vermiş olduğu bir rahatsızlığı her zaman olmuştur. Toplum, aile ya da birey böyle bir duruma karşı ‘yılanın başını küçükken ezmek gerek’ mantığı ile adeta istem dışı hareket eder ve kendince olası tehlikeleri belki de hiç olmayacak bile olsalar daha henüz filizlenmeden yok ederler. Mevcut durumu böylece korurlar. Onlara göre mevcut durum en güvenilendir. Peki ya bireysel gelişme, toplum içinde birey olarak yaşamayı öğrenme, bir birine benzememekteki zenginlik ve bunun sonucundaki tanışma nasıl olacak? İnsan kendisi olduğu sürece, kendisini bulma sürecinde mücadele ettikçe öğrenmektedir. Başkalarının gereksinimleri herkes için ortak olsa idi muhtemelen insanlık şu anki durumuna bile gelemezdi. Araştırmacıların, iyi yazarların, şairlerin, mucitlerin dünyasında ne yazık ki dördüncü satırdaki çatışmalar hep olmuştur. Tarih- herkesin tarihi bunun ortak örnekleri ile doludur. Bu tür şahısların hayatlarındaki trajikomik durum ise öldükten sonra değer verilmeleridir. Tesadüf mü bilemem ama toplum böyle tiplerin ancak ölüsüne değer vermektedir. 

İnsan başkaldırmadıkça bilinçlenemez, bilinçlenmedikçe de başkaldıramaz. Bu ‘başkaldırı’dan fayda umuluyor ise öncelikle en küçük daireden, insanın içindeki nefisten başlanmalı. Eğer kişi kendi kendisinin esiri ise zaten o başkalarının da düşünce ve arzu dünyalarında yaşamayı kabul etmiştir demektir. Kendi içinde kendini bulamayan, toplum içinde hiç bulamayacaktır. Heva, arzu ve istekler insanı bilinçten daima alıkoymaktadırlar. Bilinçlenme dediğimiz hadise de zaten bu tehditlerin yok edilemeye başlanması ile devreye girecektir. Gereksiz korkuların, kapanmayan bir iştahın, artan bir hırsın olduğu dimağda insan düşünmeye ve bilinçlenmeye zaman bulamaz. Ruhsal temizlik ayrı bir insani yükümlülüktür. Düşünce ve irade bu noktada kararlılığını gösterip, nefise karşı başkaldırısını yapmalıdır. Ancak bundan sonra bilinçlenme kendisine uygun bir alan bulabilecektir. Yunusun ifadesiyle ilim kendin bilmektir.

Bilinçlenme ile insan doğru ve yanlışlar karşısında daha da keskinleşmeye başlar. Tabi ki bu; doğru ve yanlışları iç içe, karmakarışık yaşamaya alışmış ve bunu kendince normalleştirmiş olan toplum tarafından hemen dikkat çeker. Örneğin helal ve haramın adeta bulamaç yapıldığı bir ortamda hassasiyet göstermek öncelikle bunu yapanları rahatsız edecektir. Takva ve taklanın, cübbe ve züppenin, söz ve özün birbirlerinin tadını bozduğu bir zamanda ancak insan ‘başkaldırı’ ile İnsan kalır.  Birde kula karşı dürüstlük kıyafeti ile Yüce Allah’ın kurallarına karşı lakayt kalmanın ötesinde ‘kalbi temizciler’, ‘ kendi bacağından asılıcılar’, ‘yaparsam kendime deyiciler’, ‘içmeyenler ölmedi mi? ciler’ vardır ki onlara karşı Bilinçli Başkaldırı gerekmektedir.  

Devam edecek.
Turgay Urgur

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...