İşin aslı müthiş bir tevekkülün veya teslimiyetin
içindeyiz. O kadar güvendeyiz ki hayatlarımızın büyük çoğunluğunda ne kendimiz
ne de kendimiz dışındaki hayatla ilgili bir kaygı yaşamıyoruz.
Elektrik, su veya internet gibi ödemelerden
bahsetmiyorum. İş veya işsizlikten de bahsetmiyorum. Bizi geren TV haberleri,
gazete yazıları da mevzu bahis bile değil.
Hani şu içimizde bizim kontrolümüz dışında mükemmel
işleyen bir mekanizma var ya; ondan bahsediyorum. Kalbimizden, böbreğimizden
yani bizi yaşatan bize emanet edilmiş her türlü sistemden bahsediyorum. Bir de kâinattan
yani güneşten, havadan, doğadan ve hayvanlar âleminden bahsediyorum.
Şu günlerde yine aslında bu tevekkülün verdiği teselli
ile umutlanıyoruz. Virüs denilen görevlinin bir şekilde ileriki günlerde
hayatlarımızdan çıkıp gideceğini hatta bu yazın başlangıcında yine her şeyin
eskisi gibi olacağını umuyoruz. Sonsuza kadar bu iş böyle sürmez diye
düşünüyoruz. Çünkü bizler- hepimiz mükemmel işletilen bir sisteme alışığız.
Örneğin bize göre güneş her sabah doğar, belirli ve
ihtiyaç oranında ısı-ışık gönderir. Bir de yörüngesini asla terk etmez. Yörüngesinden
milim şaşmaz. Veya havada her zaman ihtiyacımız oranında oksijen olur/olacak.
Su her daim kendi kendini temizleyecek. İnsanlar doğaya ne kadar kötü davransa
da o bir şekilde kendini geri dönüştürecek. Veya kalbimiz her zaman kusursuz
çalışacak, böbreğimiz bir gün bile olsa tatile çıkmayacak. Vücudumuzdaki en
küçük hücre bile vazifesini asla bırakmayacak.
Peki neden illaki böyle olsun ki? Başta demiştim. Müthiş
bir tevekkül veya teslimiyetin içindeyiz ama sadece farkında değiliz. Çünkü
henüz güneşsizliğe, susuzluğa, nimetsizliğe maruz kalmadık. Geçeceğini umduğumuz
karantina sürecini evde kalarak, güncel tabiriyle kendimizi izole ederek
atlatabiliriz. Sanki elimizde süreci kontrol edebilecek bir şeyler var gibi
görünüyor. Ya güneş ısınını azıcık kıssaydı, dünya atmosferini birazcık yitirseydi
veya dönme hızında bir değişiklik olsaydı; durum ne olurdu? Bu saydıklarımın
hepsi de olabilir, muhtemelen kıyamet diye inandığımız sonda budur. Bu noktada
sorularım şunlar. Neyin ne kadar farkındayız? Neye ne kadar hazırız? Neyi
biliyoruz? İnsan (biz insanlar) garip varlıklarız. Doğduğumuz günden beri
taşıdığımız kalbimiz hakkında bilgimiz yoktur, yerini gösteremeyecek olanlar
bile vardır. Ama bir arabanın parçalarını daha yakından tanırız. Sinir sisteminden,
gözden, akciğerden, hücrenin içindekilerden hiç bahsetmiyorum. Çünkü ben de
bilmiyorum. Dedim ya… Sonsuz bir tevekkülün içindeyiz. Ve bu tevekkülden dolayı
güne umutla bakıyoruz, insanları seviyoruz, yaşamaya tutunuyoruz. Fakat mühim
bir sorun var. Bize bu mükemmel hayatı veren, kusursuz kâinatı hizmetimize
sunan ve işin aslı bizleri sonsuz bir hayat için hazırlayan Yüce Yaratıcımızın
emirlerine karşı gerekli hassasiyeti göstermiyoruz. En azından kendi adıma
durum böyle.
Evet ayetin ifadesiyle; O’nun yarattıklarında kusur
bulamayız. Ve yine ayetin ifadesiyle; kalpler ancak O’nu anmakla huzura
kavuşur. Ama yine ayetin ifadesiyle güneş bir gün dürülecek. Kuru kemikler bir
araya getirilecek. İnsan kendisini en iyi Kuran’da bulur çünkü insanı hiç
şüphesiz yaratan tanıyordur. Tevekkülümüzün nedenini orada bulduğumuz gibi
yapılması-yapılmaması gerekenleri de orada buluruz.
Bu tevekkülün, bu teslimiyetin kimse de tembelliğe neden
olmaması gerekiyor. Bize Halıkımızı anlatan üç muallim var. Birisi kâinat,
diğeri Kuran ve diğeri de Peygamber Efendimiz. İnsanın bu üç muallime hayat
süresince kulak vermesi gerekiyor. Hayatın önceliği olması gerekiyor. Yoksa günlük
iaşe için çalışmak hayatın merkezi değildir. Üstadın tabiriyle insan bu dünyaya
ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Helal dairede rızkını
aradıktan önce ve sonra ve hatta rızkını ararken şu suallerin de cevabını
aramalıdır. Nereden geldim? Neciyim? Ve nereye gidiyorum?
Bazen ulvi gayelerden uzaklaşır hayatın içinde
kayboluruz. Aniden dünyada bir şeyler olur ve kendimizi zorunlu bir inzivanın
içinde buluruz. İşte bu zorunlu inziva iyi değerlendirilirse eminim tüm
insanlık için hayırları da beraberinde getirecektir. Unutmayalım ki! Bizler bir
şeyleri değiştirmedikçe hayatlarımızda hiçbir şey değişmez. Bir yazarın
ifadesiyle ‘Zaman sadece armutları olgunlaştırır.’ İleri ki günlerde şimdilerde
konuşulduğu gibi ‘değişimler’ olacaktır. Bu değişimlerden elzem olan bizlerin
ne kadar geliştiğidir.
Dilerim şimdiye kadar bizleri harikulade bir teslimiyet
ve tevekkülün içinde rahat ettiren Rahman ve Rahim olan Allah’ımızın hepimizden
istediklerine karşılık verir. Kulluğumuzu doya doya yaşarız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder