4 Kasım 2018 Pazar

HAYAT (1)


Hayat, yorumlayamadığımız henüz yorumlanmamış bir rüyadır. Birçok şeyi yaşadığımızı sanırız ama onların geçişini saniyelerle ifade ederiz. Bilim onu yorumlayamadı. İnanmak ona bir yere kadar anlam verdi. Ve onun için ‘masiva’ dedi. Ölmek için yaşadığımız doğru mudur? Evet, haklısın sonsuz bir hayat için geldik ve gideceğiz. Peki, hayatı acılaştıran bu ölüm korkusu nedir? Bu yarış nedir? Koca İnsanlık tarihi boyunca kaç kişi teslimiyet halindedir ki?

Savaştan uzak savaşı tartışanlar, açlıktan uzak riyazet arayanlar gibiyiz. Her şeyimizin olmasını isterken aynı zamanda aşkta faniliği, hayatta sonsuzluğu istiyoruz. Bu manada; her şeyi istemek başkalarına hiçbir şeyi bırakmak oluyor.  İstemekten öte adeta tüm varlığımızı geçenlere – geçeceklere vermek istiyoruz.

Başkalarından çalınanları paylaşmak gibi 3. Sınıf bir ‘paylaşma’ modası peydah oldu. Fazlalıkların 40ta 1’ini vermek gibi vicdani bir salınımı koruma subabı olarak şuurlarımıza taktık. İbadet: cezadan kurtulmak için yaptırılan periyodik muayene gibi algılanır oldu. Değiş tokuş aklımızı başımızdan aldı. Market reyonlarının önündeki kararsızlık neredeyse en büyük tercih – en esaslı demokratik hakkımız oldu. Lakin kasiyere vardığımızda sadece paramız kadar seçme ve seçilme hakkımız olduğunu yüzümüze vuruyorlar. 10 kuruşun yoksa poşetteki en son malzemeyi alamıyorsun. En çok değer verdiğimiz iki şey: kazanmak ve harcamak. 
Düşünmek yerini düşünüyor gibi yapmaya, inanmak yerini inanıyor gibi yapmaya bıraktı.

Hedonizm çağın yükselen hastalığı oldu. Lütfen bana birileri; hedonizmden uzak (ari) bir düşüncenin, siyasi bir topluluğun varlığından bahsetsin. Varsa böyle bir meşrepten veya akımdan bahsetsin.
Yansımalar dünyasında hem aynayı tutan, hem bakan, hem bakmakta olduğu şeyi yapan; hem de arsız ve fütursuzca aynaya gelen ışık olmak istedik. Merkeze kendi varlığımızı öylesine bencilce, hırçınca ve küstahça yerleştirdik ki! Adeta bizim dışımız yok oldu. Kendi ürettiklerini kendisi sanan, bu ürettiklerini tüketirken de aslında kendi benliğini yiyen bir insana dönüştük. Ne kadar tüketiyorsak, o kadar vardık.  

Oysa bir şeyin bir yaratıcıya bakan, bir kendisine bakan yönü vardır. Yani arının bir tarafı kendisine ve insanlara bakar, diğer tarafı Halıkına bakar. İnsanın bir kendisine bakan yönü bir de yaratıcına bakan yönü vardır. İnsan hayattaki neye bakarsa baksın; eğer bu dünyaya bakan anlamına bakarsa aldanır. Bu bağlamda; hayatın da kendi manasına(bu dünyaya bakan manasına) değil Allah’a bakan manasını görmek icap eder. Avrupa felsefesi ekser itibariyle hayatın kendi manasına baktığı için; tüm gücünü o yöne vermiştir. Kısmen ilmen terakki getirmiştir lakin manen hiçbir şey verememiştir. Verseydi barışı, özgürlüğü, zenginliği sadece kendisi için konuşmazdı. Kendisi gibi olmayanlara kan kusturmazdı. Ağzına doladığı medeniyet yalanını Orta Doğuda kusmazdı. Hayatı anlamlandırmada insana düşen niyet ve nazardır. Kişi niyetini iyi tutarsa kötülüğü iyiliğe, günahı sevaba, batılı hakikata dönüştürür. Yoksa nefsin ve nefsi tahrik edenlerin maskarası olur. Kendisini yukarıda mevzu bahis ettiğimiz: tüketimin, hedonizmin ve her türlü kandırmacanın sefil bir hizmetçisi olur. Kişinin neye nasıl baktığı çok önemlidir. Raftaki bir paket unu para ile alınan bir meta görmek ile Rahman ve Rahim olan Allah’ın kıymetli bir nimeti gibi görmek arasında Cennet ve Cehennem gibi fark vardır. Müslüman ne bir paket unu, ne ekmeği, ne unu, ne havayı, ne suyu, ne de hayatı manasız ve de Yaratıcından ayrı görmez-göremez. Hayatın mahiyetini arayan nazar, niyet ve hayatın hayatı verenle olan ezeli ve ebedi bağını müşahade etmelidir.  Evet Malik değiliz lakin kendimize Malik nazariyle bakıp; Malikimizin had ve hududunu bir nebze olsun anlarız. Ve ölüm hakdır. Her  insan ölüme doğru yaşar. Öyleyse insan aslında ölümü anlamadan hayatı anlayamaz. Beden bu dünyada yaşamayı keşf ederken, ruh da aynı şekilde ölümü keşf etmelidir. Hayatın gerçek tadını ancak ölümü, ölmenin amacını anlamaya çalışanlar idrak edebilir.

İnsanın bugün ruhunu sıkan, benliği daraltan etrafındaki nesnelerin, kurguların, sözlerin ve de uğraşların çokluğudur. Lakin bunlara mukabil insanın şahsına ‘teslimiyet’ gibi bir anahtar verilmiştir. Bu anahtar sadece dünyanın manasını değil aynı zamanda sonsuz bir hayatın muhtevasını da insanın şuuruna yakınlaştırır. İşte bu yüzden huzur hiçbir zaman pervasızca tüketmekte, daha çok tüketmek için daha çok çalışmakta olmamıştır.
Huzur yaptığın ve yapacağın işlerde O’nun rızasını aramakta olmuştur.

Sonuçta; ibadet ve ibadetin rükunları; zekat ve içeriği, hac ve değeri, oruç ve kıymeti ancak şuurlu bir teslimiyet ile yapılırsa netice verecektir.  Ve hayat yine de…. Belkide ….bir rüya olarak kalacaktır fakat en azından kabus olmayacaktır.

(devam edecek)
Turgay URGUR




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...