Aramızda kalsın./ Turgay Urgur
Sen: Bu işler nasıl düzelir?
Ben: Herkes kendi işini yapacak.
İşini yaparken yaptığı işi çerçeveletme hevesinden arınacak.
Sen: Nasıl yani biraz açar mısın?
Ben: Şimdilerde neredeyse her
yerde popüler siyaset sevdası aldı başını gidiyor. Bunun bir de alt dalları
var. Fotoğraf siyaseti, konuşma siyaseti, önde gitme siyaseti gibi kollara
ayrılıyor. Hani eskiden tarih kitaplarından, fotoğraflardan kalma -zihnimizde
oluşan padişah ve sultan kareleri vardır yaa. İhtişamlı kıyafetleri, yanında
muhafızları ve kuşanmış atıyla vd. İşte aynen bunun gibi bu gün bir değil
binlerce padişah var. Rus Matruşka bebekleri gibi. Ankara’dan açılıyor ve
siyasetin en son noktasına kadar ulaşıyor. Başkentten diğer illere, illerden
ilçelere, ilçelerden köy ve kasabalara kadar. “Siyaset konuşanlar” liderlerinin
sanal kopyaları gibi davranıyor. Bir çeşit ruhsal klonlanma veya bayağı bir taklit süreci yaşıyoruz. Protokollerdeki koltuk ve sandalye ayrımları
bile bize has, bizim ürettiğimiz yapmacık işlerdendir. Gerçek Demokrasilerde
halk ve lider farklı yerlere oturmaz, oturmamalıdır. Sıkıştığımız zaman sarıldığımız
veya sözlerimize destek olarak kullandığımız kültürel ve İslami
referanslarımızda da aslında bu tür hiyerarşik şovlar yoktur. Olması da zaten
çöküşün başlangıcı olarak algılanır. Her binanın, yolun, köprünün açılışı
olacak diye bir kural yoktur. Bu tür eylemler duygu israfıdır, mefkure
yoksunluğudur. Ben bunu şu lider bu lider yapmıştır demiyorum. Yapılan yanlışsa
onu birilerinin konuşması veya yazması gerekir. Vatandaşımıza tepeden bakan,
öğüt veren veya ondan farklı görünen(görünmeye çalışan) siyasetçi tipi hiçbir zaman
artılarla gelemez. Gerçek siyasetçi şekille değil sorunlarla uğraşır. Örneğin
bir ilçeye çok sık aralıklarla Milletin Vekilleri geliyorsa ama o ilçedeki okul
eksikliğini göremiyorsa veya bu eksikliği onlara birileri anlat(a)mıyorsa işte bu
noktada bir sorun var demektir. Yanınızdaki başka bir ilçede yatırımlar daha
hızlı ilerliyorsa ve burada merkeze(Ankara) yakınlık bir avantaj olarak
kullanılıyorsa; siz her ne kadar “Bu işler bildiğiniz gibi değildir.”
avuntusunda olsanız bile gören gözlerden bir şeyleri gizleyemezsiniz.
Sen: Bu sözleriniz şimdiki
yönetimlere eleştiri mahiyetinde mi?
Ben: Ben eleştiri yapmam. Kişilerle
işim olmaz. Tespitte bulunurum. Bakarsın dinlersin, vicdan ve düşünce mihengine
vurursun. İsteğini kabul eder, istemediğini etmezsin. Eğer insanlar yukarıda saydıklarım
için derse ki bunlar siyasetin birer parçası. Ben çok rahatlıkla onlara derim
ki: ‘siz yaptığınız işlerde samimi değilsiniz ve insanları kullanıyorsunuz’.
Sen: İlginç. Peki devam edelim…
Söylediklerinizi nasıl temellendiriyorsunuz? Yani bu sözlerinizin düşünce referansını ne
oluşturuyor?
Ben: Anlatması hem kolay ve basit
hem de uzun. İnsan davranışlarında kendisini serbest bırakırsa düşünce ve duygu
fıtri olarak iyiliğe meyleder. İyiliği bilir ve zihninde onu beller. Belli
eder, belirgin eder. İyiliği ve doğruyu seçer veya seçmez, o onun son
tercihidir. Ama insan kendisi olup, kendisi gibi davranırsa her zaman beyninde
iyi ve kötünün birer resmi olacaktır. Doğru ve yanlışı görecektir.
Ya da bir olay için onun kendisinin yaptığı
bir doğru-yanlış skalası olacaktır.
Sen: Nasıl yani?
Ben: Öncelikle insan beynini ve ruhunu kiraya vermekten vazgeçecek.
Kendisini, ailesini, çevresini ve ülkesini ilgilendiren durumlarla ilgili
kendine has fikri olacak. “Başkaları ne der?” kaygısı yaşamayacak. Kendi düşüncesini
sansürlemeyecek. Kendi düşüncesini başkalarının beğenisine uyarlama derdinde de
olmayacak. Sonrası aslında basit. Çünkü biz toplum olarak işin teorisini gayet
iyi biliyoruz ve hatta çok güzel de konuşuyoruz ama pratiğini epey bir
deformasyona tabi tuttuk. “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.”
Geçenlerde Orhan Gencebay abim bu sözü başka bir boyuta taşıdı. Dedi ki! “Göründüğümüz
gibi olamayabiliriz ama olduğumuz gibi görünebiliriz.” dedi. Bu ifade çok
hoşuma gitmişti. Veya Peygamber Efendimizin(SAV)
ifadeleriyle “Arabın Arap olmayana, beyazın
siyaha, takva (Allah’tan korkma) dışında hiç bir üstünlüğü yoktur. İnsanlar,
tarağın dişleri gibi eşittirler.” Peki sizce biz bu düşüncenin neresindeyiz?
Benim, senin, onun birbirinden farkı yoksa
düşüncemizi paylaşırken eşit haklara sahip olmalıyız. “Kral Çıplak” diyen
sadece bir çocuk olmamalıdır. Gerekirse herkes düşüncesini paylaşırken “kral
çıplak” diyen çocuk olabilmelidir. Bedenimiz büyüse de yüreğimiz ve heyecanımız
bir çocuğun cesaretini taşımalıdır. Özetle ben şu noktadayım; düşündüklerimizi
konuşmalı, konuştuklarımızı yaşamalıyız. Hani cümlemin başında demiştim ya..
basit ama uzun diye. O da şu demek: “İnsan” ama kendi insanlığımızla kalabilmek
en güzel referanstır.
Sen: Orhan Gencebay’dan bahsettiniz. Serbest müzik çalışmalarını sever
misiniz?
Ben: Benimkisi sevmenin ötesinde bir tutku ve aşktır. O müziklerin ruhu
vardır.
Sen: Merak ettim biraz anlatır mısınız?
Ben: Bir şarkının ve şiirin veya herhangi yazılı bir literatürün oluşması
için üstünden yıllar geçmelidir. Yıllar onu eksiltemiyorsa, yıllar onu daha da
değerli hala getiriyorsa o gerçek manada iyidir. Sanat dediğimiz şey de işte
odur. Plato Devlet'inde sanatçıları merkeze koymuştur. Yani en değerlisi onlardır. Sokrates düşüncenin ve sözün ustasıdır. O insanlar felsefe yapıyordu. Şimdi siz bir de o felsefe ile sesin birleştiğini düşünün. Bu son noktadır. Diyecesiniz ki! Bu neyin felsefesi. Bu hayat felsefesinin ta kendisidir ve insanlar kendilerini bu felsefede bulurlar. Harran' da pamuk tarlasında çalışan bir kız İbrahim Talıses'i bundan dolayı dinler. Sanayide tornacı çocuk kendisini Müslüm Baba ile anlatır. İstanbul'da dolmuşcu Orhan Gencebay'ı dinleyerek iş yapar. Zahide'yi Müslüm Baba'dan dinleyen birisi başka bir Türkücüyü dinleyemez.
Sen: Peki ya Türkiye’de muhalefet?
Ben: Solun ve Milliyetçi partinin ne yazık ki sadece tabelası kaldı. Ama korkmasınlar
tabela inmez. Çünkü öyle kalması isteniyor. Her ikisi de sınıfın tembel
öğrencisi gibidir. Sene boyunca çalışmıyorlar ama sene sonunda kanaat notu ve
velisinin isteğiyle sınıf geçiyorlar. Yani, ABD ve AB bu tarz bir siyaseti
bizim için hep isterler. Bilmem dikkat ettiniz mi? Sol ve Milliyetçi parti
hiçbir zaman onlardan bir uyarı veya değişmelerini sağlayacak fikir-eleştiri
almazlar. Onlar için bulunmaz kaftandırlar. Türkiye’de her ikisinin de fikri
yetersizliği tavuk-yumurta paradoksundan bile ötedir. İktidarın bu kadar
tavırları muhalefet boşluğundandır. Düşünsenize yıllardır muhalefette
kalacaksın ve ne iktidar hayalin olacak(olabilecek) ne de kendini
geliştirebileceksin. Başlangıç şöyleydi: sağ kesimi tabuculukla itham ettiler,
küçümsediler ama kendileri en başından beri tabuperesttiler. Tabi bu
tabuperestlik onların elini kolunu bağlıyor. Daha hala ideolojik reflekslerle
hareket ediyorlar. Yenilgiler onlara hiçbir şey öğretmedi. Garip bir durum.
Aynı zamanda komik ve basit. Başka bir konu da ‘tanım’ meselesi.
Sen: Nasıl yani?
Ben: Anlatacağım, biraz sabır. Her ikisi de kendisini henüz tanımlayamadı.
Örneğin halkçı olacaksın ama halka rağmen iş yapacaksın. Hizmet veremeyeceksin,
hizmet verme düşüncesinde olamayacaksın. Halkının hassasiyetlerini
bil(E)meyeceksin. “Bir çivi bile çakmadılar.” İfadesi sol için ağır ama
gerçektir. Şimdi bilgiye ulaşmak basit, bilgiden bol bir şey yok. “Demir
ağların %de kaçını kim ördü?” herkes biliyor. Yolu, hastaneyi, köprüyü kim
yaptı ortada duruyor. Muhalefet her yapılana karşı durmak demek değildir. Milliyetçi
parti için çok bir şey söylemeye gerek yok. Bence büyük bir kayıp çünkü yeni
Türkiye’nin partisi olmaya namzetti fakat Milletin beklentileriyle ters düşmek
insana sadece kaybettirir. Eğer başarılı olmak istiyorlarsa; sağın doğru
yaptıklarına destek vermeliydiler. Yanlışları konusunda da Milletin karşısına
orijinal fikirlerle çıkmalıydılar. Bunu yapmak için bol bol zamanları da vardı.
Her ikisi de ülkenin sorunlarından uzak yaşıyorlar. Ama onlara da hak veriyorum.
İşleri zor(!). Durmadan fikir üretecek, fikrini bilimselleştirecek ve kendini
geliştireceksin. Kendi seçmeni bir partiye inanmıyorsa bunun daha ötesi
olabilir mi? Bu gün eğitim alanında, ekonomi, dış politika alanında işler çok
da iyi sayılmaz. İktidarın hataları olabilecektir. Vatandaş ister ki taraftar
olduğu parti bu sorunları görsün ve çözümlerini net(basit-anlaşılır) şekilde
anlatsın. Rakibinizi yenmek için ona karşı söz söylemeniz-laf yetiştirmeniz
yetmez, halkın eksik gördüklerine tercüman olmalısınız ve sizin kendi
planlarınız olmalıdır. Size can alıcı bir noktadan bahsedeyim; ustalık
döneminde sağ seçmenden bir kesimin şeffaf bir ülke yönetimi beklentisi vardı. Bu
gerçekleşmedi. Lakin bunu yükümlülüğü olmayan muhalefet bile göremedi. Demek
istediğim şu: önce parti içi demokrasi ve samimiyettir sonrasında başarı
kendiliğinden gelecektir. Burada demokrasinin altını çiziyorum. Herkesi
kucaklayan, her düşünceye saygılı bir yönetimden bahsediyorum. Sağ seçmende
zaman zaman arayışlara girer. Ama hiçbir zaman kendi yaşam şekliyle çatışan bir
partiyi tercih etmeyecektir.
Sen: Kendi doğrularınızı böyle söylemek etrafınızda nasıl bir etki yapıyor?
Ben: Düşman kazanıyorsun. Benim kendi tanımımdır. Seni olduğunun gibi kabullenen arkadaşına 'dost' denir. Bu zamanda bir dost insana yeterde artar. Bir insan iki tane dostum var diyorsa o kişi Cennete yaşıyordur. İk dost lükstür. Eğer insan üç tane dostum var diyorsa o kişi hakkında şüphe duyarım.
(devam edecek)
Turgay Urgur