5 Aralık 2012 Çarşamba

Yalan dünyadan sanal dünyasızlığa


 

Önceden yalan dünya vardı şimdi sanal. Yalandı falan ama içinde söz vardı, tavır vardı, eylem vardı. İnanmasak da inanmış gibi yapardık. Gülmek için kendimizi zorlardık. Gülmek için bahaneler bulurduk.

Yediğimiz içtiğimiz orada kalır, konuştuklarımızı anlatırdık. Ne kadar eğlendiğimizi tekrar o heyecanı yaşar gibi defalarca bıkmadan anlatırdık. Bulunduğumuz mekânların alttan üstten fotoğraflarını nazire yaparcasına paylaşmaktan ziyade çoğu kareyi zihnimizde yaşatırdık. Belki birlikte çektirilmiş bir tane fotoğrafımız olurdu, onu da bir albümde saklı tutardık. O hatırayı ‘o’ resimdekilerin bilmesini isterdik. Önce paylaşıp sonra başka albümlere yer açmak için silmez; bizimle birlikte hep canlı kalmasını, bizden sonra da anılmasını umardık. Kendimizi kimseye beğendirme derdimiz de yoktu. O tek resmi paylaşmaktan da çok çekinirdik çünkü onu sakınır ve kıskanırdık.  Kaybedersek tekrar bulamayız endişesiyle baktıktan sonra hemen eski yerine koyardık.

 

Önceden tepkilerimiz de canlı olurdu. Sokaklara dökülür, bağırır, çağırır ve herkesin uyanmasını isterdik. Çok geniş kitlelere ulaşmak gibi bir gayemiz yoktu çünkü yanımızda görmek istediklerimiz hep belliydi. Bize çok ‘kişi’, yüzlerce ‘takipçi’ değil; iş yapacak, elini taşın altına koyacak insanlar lazımdı. Birbirimize arkadaş önermemize, bu konuda başkalarının bize tavsiyede bulunmasına gerek yoktu biz arkadaşlarımızı kendi kendimize bulabilecek kabiliyetteydik. Onları profillerinden değil samimiyetlerinden tanırdık. İçlerini ve dışlarını bildiğimiz için onlardan gelenleri gizli gizli gizlemeye veya engellemeye çalışmazdık. İlla bir durum paylaşılacaksa yüz yüze paylaşırdık. Kızgınlığımızı, mutluluğumuzu, şaşkınlığımızı sembollerle değil ruhumuzla ve bedenimizle gösterirdik. Aşkımızı, nefretimizi kısa mesajlarla değil uzun uzun cümlelerle göz göze anlatırdık. Biz de ayrılır, biz de terk edilirdik ama bunu “ilişkisini” değiştirdi basitliğinde değil üzüntü, pişmanlık, utanç karmaşasında yaşardık.  

Sindiremediğimiz ideolojilerimizi montaj resimlerle kusmak yerine içimizde tutar ve ancak kendimize haksızlık yapıldığında hak arayışına giderdik. Bizim adımıza söylenenleri değil kendi söylediklerimizi adlandırırdık. 

Gündemlerimiz gün içinde kaybolmanın ötesinde aylara bazen yıllara kement vururdu. Her şey çok çabuk değişmezdi ve biz de değişmesini istemezdik. İzlediğimiz bir dizinin dizi olması münasebetiyle öncesi olurdu ve heyecanla sonrasını beklerdik. Kavramları oldukları gibi anlardık çünkü bize nedeni ile sonucu alakasız sunumlar yapılmamıştı.     

turgay urgur
Acıpayam denizli 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...