Önceden yalan dünya vardı şimdi sanal. Yalandı falan ama
içinde söz vardı, tavır vardı, eylem vardı. İnanmasak da inanmış gibi yapardık.
Gülmek için kendimizi zorlardık. Gülmek için bahaneler bulurduk.
Yediğimiz içtiğimiz orada kalır, konuştuklarımızı
anlatırdık. Ne kadar eğlendiğimizi tekrar o heyecanı yaşar gibi defalarca
bıkmadan anlatırdık. Bulunduğumuz mekânların alttan üstten fotoğraflarını
nazire yaparcasına paylaşmaktan ziyade çoğu kareyi zihnimizde yaşatırdık. Belki
birlikte çektirilmiş bir tane fotoğrafımız olurdu, onu da bir albümde saklı
tutardık. O hatırayı ‘o’ resimdekilerin bilmesini isterdik. Önce paylaşıp sonra
başka albümlere yer açmak için silmez; bizimle birlikte hep canlı kalmasını,
bizden sonra da anılmasını umardık. Kendimizi kimseye beğendirme derdimiz de
yoktu. O tek resmi paylaşmaktan da çok çekinirdik çünkü onu sakınır ve
kıskanırdık. Kaybedersek tekrar
bulamayız endişesiyle baktıktan sonra hemen eski yerine koyardık.
Önceden tepkilerimiz de canlı olurdu. Sokaklara dökülür,
bağırır, çağırır ve herkesin uyanmasını isterdik. Çok geniş kitlelere ulaşmak
gibi bir gayemiz yoktu çünkü yanımızda görmek istediklerimiz hep belliydi. Bize
çok ‘kişi’, yüzlerce ‘takipçi’ değil; iş yapacak, elini taşın altına koyacak
insanlar lazımdı. Birbirimize arkadaş önermemize, bu konuda başkalarının bize
tavsiyede bulunmasına gerek yoktu biz arkadaşlarımızı kendi kendimize
bulabilecek kabiliyetteydik. Onları profillerinden değil samimiyetlerinden
tanırdık. İçlerini ve dışlarını bildiğimiz için onlardan gelenleri gizli gizli
gizlemeye veya engellemeye çalışmazdık. İlla bir durum paylaşılacaksa yüz yüze
paylaşırdık. Kızgınlığımızı, mutluluğumuzu, şaşkınlığımızı sembollerle değil
ruhumuzla ve bedenimizle gösterirdik. Aşkımızı, nefretimizi kısa mesajlarla
değil uzun uzun cümlelerle göz göze anlatırdık. Biz de ayrılır, biz de terk
edilirdik ama bunu “ilişkisini” değiştirdi basitliğinde değil üzüntü,
pişmanlık, utanç karmaşasında yaşardık.
Sindiremediğimiz ideolojilerimizi montaj resimlerle kusmak
yerine içimizde tutar ve ancak kendimize haksızlık yapıldığında hak arayışına
giderdik. Bizim adımıza söylenenleri değil kendi söylediklerimizi
adlandırırdık.
Gündemlerimiz gün içinde kaybolmanın ötesinde aylara bazen
yıllara kement vururdu. Her şey çok çabuk değişmezdi ve biz de değişmesini istemezdik.
İzlediğimiz bir dizinin dizi olması münasebetiyle öncesi olurdu ve heyecanla
sonrasını beklerdik. Kavramları oldukları gibi anlardık çünkü bize nedeni ile
sonucu alakasız sunumlar yapılmamıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder