15 Ocak 2011 Cumartesi

Felç 4


Ellerim titrer,
Bu satırlarda.
Hayran olduğun yazım,
Anlaşılmaz.

Gelemez miydin?
Dediğin günler.
Gel dediğin günler,
Bir bağbozumu dediğin.

Hastane koridorlarında,
Nöbetlerken.
Umut ile korku,
Acilde ölüm oynaşırken.

Bir çocuk çığlığı,
Annesinin duasına karışır.
Beklemek ile gitmek,
Yarışır.

Saatlerin sesi,
Serum damlasında.
Ne geçer ne geçmez,
Bakışlarında.

Yorgunluk,
Aşktan ve nöbetten.
Kızgınlık,
Zamandan ve benden.

Arzu ve günah,
İki narkozlu uyuşuk.
Elinde neşter,
Keser, biçer.

Kan kaybeder,
Çocuk, gün ve takvim.
Nefret ile isyan,
Karışır.

Bir doğum, bir ölüm.
Her kat ayrı.
Ayrı beden,
Anlasana.

Merdivenlerde günün yorgunluğu,
Şimdi yavaş adımlar.
Her ses anlaşılır,
Şimdi yorgun bakışlar.

Bir felç,
Bundan sonrasında.
Tiyatral şov,
Büyüme sahnesinde.

Turgay Urgur

Yağmur



Bir akşamüstü herkes ve güneş evlerine gitme telaşında iken birden yağmur başladı. Kararan bulutlar misafir oldu sokaklara. Yağmur hızını arttırmaya başladı. Bir köşeye sığınırken aklıma sen geldin, yalnızlığım geldi. Kendi kendime bu kuytu karanlık yerde beni kim duyar dedim? Kim görür dedim? Bir sağa, bir sola baktım. Uzayan sokakta koşmaya başladım. Arkamdan 'ben' geliyordu. Sokak lambaları her yağmur damlasına girmişti. Simsiyah yolun üzerine durmadan düşüyorlardı. Evler ile aramda hem var hem de yok olan pencereler vardı. Pencerelerden süzülen damlalar da simsiyah yola düşüyorlardı. Camların ardından konuşuyordun ama ben seni duymuyordum. Sen beni görüyordun ama ben seni göremiyordum. Kulaklarımda sadece yağmurun sesi vardı. Başka hiçbir şeyi duymuyordum. Yüzüm, ellerim ıslandı. Kirpiklerim buna alışıktı. Hızlıca koşuyordum. Arkamdan sen geliyordun.  Islandım, üşüdüm. Bir kuytu yere daha vardım. Burası daha karanlıktı. Bir nefes, bir çisilti olmuştu. Bir nefes, bir damla olmuştu. Sokak lambalarının sonu ile şehir son bulmuştu. Geride koskoca bir şehir ve biz kalmıştık.

Turgay Urgur.



13 Ocak 2011 Perşembe

Kendi Kalemimden

Sorumluluk almadan şikâyetçi ve istekçi olmak en kolayıdır. İnsan önce kendi yaptıklarına bakmalı ve diğer insanları ona göre değerlendirmeli. Hak, hakikat bunu gerektirir. Bunları pratikte yaşamadan senin takınacağın her kimlik gerçekten uzak olacaktır.

İnsanları size verdikleriyle değerlendirin. Vefa konusunda vicdan, söylenti ve karalama zihniyetinden daha sadıktır. Önce vicdanınıza sorun. O da bozulduysa artık, her türlü söylem sizin ağzınızdan çıkabilir.

Çirkefleşmenin bir başka boyutu da kendi yanına adam çekmek, herkesi haksız olduğunuz konularda bile haklılık oluşturmak için kendiniz gibi düşünmeye zorlamaktır. Bu iş belirli süre sonra baskı kurmaya, itiraz edenleri dışlamaya gider. İz’an ve yüksek adalet duygusu gelişmiş insanlar böyle benlik yiyicilere karşı her zaman dik durmasını bilirler. İnsanın kalitesi işte böyle zor durumlarda ortaya çıkar. Yani çevresine ve olaylara karşı almış olduğu tutumuyla.

Bir birey işi olunca başka, işi bitince başka oluyorsa;  o kişi artık birey değil egosunun maskarasıdır. Böyle kişilerin bir özelliği de selam alıp vermeyi ve gülümsemeyi önce bir araç sonra bunları bitirerek birer silah olarak kullanmayı kendilerince büyük bir marifet saymalarıdır. Malumunuz birincisi yalakalık, ikincisi de nankörlüktür.

Bir insan çalışmadan diğerleri ile aynı şekilde ödüllendirilmeyi, çalarak seviyesini yükseltmeyi kendisine özellik edinmiş ise o kişi artık kul hakkı ve adalet gibi kavramların çok dışında kalmıştır. Yalnız toplumun bu tür insanlardan bir isteği vardır o da takiyye yapmamalarıdır.

Hak arayışında haksızlık yapılmamalı.

Yüz yüze derdini anlatmayan insanlar kapalı kapılar ardında vaiz kesilirler. Plan yaparlar, mahkeme kurarlar ve ceza keserler. Kendi hatasından korkmak işte böyle bir şeydir.

Turgay Urgur


9 Ocak 2011 Pazar

Pazar günü

Zaman-ı mazi ve müstakbel arasında bir seyyahtır insan, enesini arar. Bulduktan sonra ya ona mağlup olur ya da onunla kendisini bulur. Tercih kendisine aittir. Çünkü onda akıl, kalp ve ruh vardır.

Felsefenin girdaplı dehlizinden yine tedbir, tevekkül ve dua ile çıkılabilir. O zaman akıl ve ruh birbirine yol gösterir. Tefekkür ile boş düşünme arasındaki fark işte budur. Birisi dünya saadetini arzular diğeri sonsuz bir hayatı. İnsan gerçek değerini ancak böyle bulur.

Dua bir kulluk belgesidir. İnsanı insanlık hüviyetine sokar. Duasız insan varlık içindeki kördür. Dua ile insan başkaları hakkında da haberdar olur, bir Müslümanın diğer kardeşine en içten hediyesi duadır.

Bir ülkede tarih okutulmuyorsa, gelecek yazılamaz. Yanlı bir tarih zamanla şehir efsanesi olur.

Okumak ve yazmak arasındaki bağ, düşünmek ve düşündüğünü yaşamak arasındaki bağ gibidir. Gerçeği yazamayan düşündüğünü yaşamıyor demektir.

Gün, gece, doğa, canlılar, dünya. Hepsinde ayrı bir intizam. Böyle bir varoluşta intizamsızlık hiçbir şey veremez.

Paylaşmak ayrı bir insani vasıftır. Paylaşmanın bir özelliği de diğer insani vasıfları etkileme gücüdür. Bu zamanın insanı neleri paylaştığına yeniden bakmalı. Paylaşmak eğer pay almakta kaldı ise onu vahşi doğada daha iyi gözlemleyebiliriz ki onda bile hassas ilahi bir denge vardır. Paylaşmak ve satmak arasındaki fark: birisinin karşılıksız olmasıdır.

İbadet ile insan Allah’a yakın olur. İbadet ile doğru yolda olmak istediğini ifade eder. İbadet ile kendisiyle yüzleşir. İbadet aynı zamanda hatalardan geri dönmektir. İbadet eden başkasını üzmemeli, hakkını çalmamalı ve önce kendisine bakmalı.

Öğrenmek ve üretmek birbirine muhtaç iki mefhumdur. Tek başlarına sadece isimleri kalır.

Dinlemek ile dinliyor gibi gözükmek. Konuşmak ve konuşuyor gibi gözükmekle kardeştir.

Turgay Urgur

8 Ocak 2011 Cumartesi

Hasbihal 6

Bir şiir yazdım ikimiz için,
Birbirini çok seven iki genç var.
Yan yana huzur buluyorlar,
Ayrı ayrı özlem çekiyorlar.

İnsan bu kadar mı sever?
Ne büyük bir aşktır bu.
Ne bir kötü söz,
Ne de kem göz.

Bir ömür için söz vermişler,
Kimseyi dinlememişler.
Ölsek bile beraberiz demişler,
Hiçbir şeyden korkmamışlar.

El açıp dua etmişler birbirlerine,
İnanmışlar yürekten.
Sevmenin de bir nimet olduğuna,
Şükür etmişler.

Birbirlerini hep Yüce Allah’ın hediyesi gibi görmüşler,
Kırmamışlar, aldatmamışlar.
Helal ve haramı,
Karıştırmamışlar.

Önce kulluk demişler,
Sonra huşu ile eğilmişler.
Öğrenmişler doğruyu,
Yalan nedir bilmemişler.

Herkes güvenmiş onlara,
Sözlerine ve davranışlarına.
Sevgi ve saygı ile gitmişler,
Dost ve akrabalarına.

Ana, baba, kardeş,
Kıymetini bilmişler.
Üzmemişler,
Boş işlerle.

Çocuklarına Peygamberlerini,
Kitaplarını öğretmişler.
Her şeyden önce,
Yaşayarak örnek olmuşlar.

Bir şiir yazdım ikimiz için,
Gerçek olsun diye.
Dua gibi, niyaz gibi,
İçten olsun diye.

Turgay Urgur


7 Ocak 2011 Cuma

İlgilisine


“Demek insan, bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tevekkül etmek için gelmiştir (BSN)”  Buradaki ilimden kasıt nedir? Bu eserler hakkında bilgi bakımından gayet donanımlı olan ağabeylerimiz, kardeşlerimiz bu kısımları nasıl yorumluyor acaba? İşin aslını sormak gerekirse; o da şu: bu kıymetli eserler okunurken özellikle bazı bölümler mi seçiliyor? Yoksa eserin büyük bir çoğunluğu uygulamadan uzak olarak mı okunup, okutulup, yazılıyor? Çünkü ben işin çoğu zaman ‘uhuvvet’, ‘kadirşinaslık’, ‘samimiyet’ ve ‘ilmi’ yönlerinin uygulama alanlarından uzak olduğunu düşünüyorum. Lâakal 15 günde bir gün okunsa da, herkes kendisine yakın olanla kardeş. Kusurunu görmediği nedense aynı meşrebin içinde yer alıyor. Çünkü başka yerde olmak “Büyük Kusur” ve görülmesi gerekiyor. Yani kardeşler, ağabeyler aslında kendi içinde çoktan ayrışmışlar ve bu ayrışmada (insanların yaptığı, çok değil birkaç insanın) benim bilemeyeceğim Hikmetler de var. Ama yine de mutlu ve bahtiyarız çünkü herkes bir şekilde hizmet ediyor. Kendisinin yine kendisine çizdiği ve başka çizgilerle buluşmama konusunda hassasiyet gösterdiği dairenin içinde çalışıyor. Lakin yine de kardeşiz, onlarda kardeşimiz, bunlarda, şunlarda. Yaşasın herkes kardeş.  Bu arada ilmi yönden yapılanları da halen merak etmekteyim. Haklısınız rahatsızlık verecek bir yazı. “Tembellik döşeğinde gaflet uykusundaki (BSN)” rahatı bozacak kadar rahatsızlık edici. Kardeşim ! İnsan hem Kur’an okuyup, hem Sünnet çalışıp kendisine yakın olması gerekenlerden nasıl bihaber yaşar? Bütün yollar aynı yere çıkıyorsa diğer yolun yolcusuyla neden hiçbir zaman aynı yerde buluşmaz? Neden mi ? Çünkü diğer alanın çekim gücü onun kapsama alanını bozarda ondan. Gün gelir gizli buzlar da erir. Ne diyelim gayri. Gün gelir inşaallah “İhlas” da öğrenilir.

T. Urgur




6 Ocak 2011 Perşembe

Film


Ağır çekim bir film,
Sahnenin ortasında gözleri kapalı Ben,
Dokunup kaçan eller.
Işık, kostümler; bilmem kaçıncı çekim,
Hava soğuk.
Yazılmış bir senaryo,
Motor.


Aynı oyuncu,
Bazen iyi roller, bazen kötü roller.
Bu sahnede ölüm gerçek değil,
Gülmekte, sevmekte.
Film arasında yaşananlardan ibaret her şey,
Yani kendi haline bırakılmış zamanlar.

Her filmin bir adı var, baştan sona özetleyen.
“hayat” neden olmasın?
Ya ölüm? Aynı filmin adı.
Başrolde ben,
Hani başrol en çok konuşandı,
Neden çok “sus” var?
Susan, dinleyen, sürekli bekleyen bir başrol.

Ağır çekim bir film,
İçerisinde birden fazla dönüm noktaları.
İyi başlayıp kötüleşen, kötü başlayıp iyileşen durumlar yani.
Ama çok. birden çok, garip.
Bir yanlışlık var.

Ağır çekim bir film,
Her şey ağır.
Düşünceler, davranışlar, konuşmalar.
Misafir oyuncular filmin her sahnesinde.
Okunmadan gelinen senaryo.
Her ses ayrı, her ses yabancı.

Yakın çekim sahneler yok.
Kimse hazır değil. Belki de iyi değil.


Ağır çekim bir film, kısalığının fark edilmediği.



Turgay Urgur 

5 Ocak 2011 Çarşamba

Söylem


Günümüz insanı düşündüğünü söyleyemez hale geldi. Çünkü hayatlar doğal olması gereken yapılarının dışına çıktı ve insanlar aynen bir tiyatro ya da sinema oyuncusu gibi farklı karakterleri oynamaya başladılar. Bu nedenle de gerçek ve gerçek olmayan karakter çelişkileri hem bunu oynayan insanları hem de onları izleyen ve benzer oyunları oynayan diğer oyuncuları şaşırttı. Artık bu zamanın geçerli dili düşündüğünü söylemek yerine ‘geçerli olanı’ söylemek şekline dönüştü.

Geçerli olan söylemler arasında en revaçta olanları veyahut pazarlananları; karşımızdakini ikna edebileceğimiz yeterli kültür ve birikime sahip olmadığımız ya da alt edilme hezeyanını yaşadığımız zaman “İnsanları olduğu gibi kabullenmek.”

Verebileceklerimiz bittiğinde ve kendimizden umudumuz kesildiğinde “Bu kadarı sana yeter.”

Kendimiz zaten söylediklerimizi yaşamaz iken ve ahkâm babından konuşmalar da çıkmaza erdiğinde “Herkesin yaşantısı kendisine kalmış.”

Evde eş, çocuk bizde neden yok diye diye her gün içten içe aileyi kemirirken komşudakine  “Ben dünkü halini bilirim, nereden geliyor bu değirmenin suyu demek.” Suyun başına geçtiğinde de bazen içinden bazen dışından “sıraya geçin” demek.

İşin başka bir boyutu da söylemek ve bilmek, bilmek ve yaşamak arasındaki vazgeçilmez bağlar. “Bilmeyince de söylemek”, çok bilmeyenin yanında neden yürümesin ki?  Nasıl olsa ‘bir bilen’ yok. Biliyorum diyenin de kaynağı yok. Biliyorum diyen, kaynağı olanında uygulamaya gönlü yok. Sonra iş “İmamın dediğini yap, yolundan gitme” ye dönüşüyor. Yani toplum arkasında durduğu imam için bile kendisi ile gerçek hayatta bir bağ kuramıyor. Bu bağı güvenli görmüyor. En büyük etken ise eylem ve söylem arasındaki farklar. Toplum şimdilerde içi dışı bir, olduğu gibi görünen insalara her zamankinden daha çok muhtaç. Batının ve doğunun daha bir özenle okunması gereken bu günlerde birey de kendisini bilgi ve davranış çerçevesinde yeniden konuşlandırmalı. İhmal ettiği ve yanlış bildiği geçmişi hakkında iyi bir revizyon yapmalı. Artık taraftar tarihçiliğinden ve münakaşa avukatlığından sıyrılarak olayları ve kişileri üçüncü bir şahıs olarak değerlendirmeli. Batıllaşmış tevatür ile hüküm vermekten bir an önce sıyrılmalı.Kaynak ve asıl olanı kendisine refarans edinmeli.


Turgay Urgur  


2 Ocak 2011 Pazar

Hasbihal 5


Asıl ve nur olanı arayan insan,
Yola düşer.
Her şeyden önce,
Münezzeh ve mualla olanı ister.

İlerledikçe Rahmanirrahim’in
Cilvelerini görür.
Berzahtan Haşre giden yolda,
Sünnet-i Seniyye ile selamet bulur.

Kabre yaklaştıkça,
Bir harfe on, yüz, bin sevap veren;
Kuranı dinler. Daha da çok dinler.
Dediklerini yapmak ve yasaklarından kaçmakla,
Huzur bulur.

Huzur veren imandır ona ancak,
Kalbi onun ile dinlenir.
Acz ve zayıflığı ona ışık olur,
Kendini bulur.

Fani süslerle aldanmaz,
Onlarla kendini kaybetmez.

Turgay Urgur

1 Ocak 2011 Cumartesi

Aforizmalarım

Bu güne yazılanlar.

Ruh kararınca, bakış safiliğini kaybeder.
Vefa ‘vefa’ olması için karşılıksız olmalı.
Zamanın bir şeyleri değiştirmesini bekleme, kendin değiştirebiliyorsan değiştir.
Okumak demek anlamak.  Anlamak demek anladıklarını yaşamak.
Konuşma karşılıklı olandır.
Bugün kendin için ne yaptın ki Allah rızası için yapasın.
Cami soğuk, cemaat üşümüş o da soğuk.
Ön yargıların olduğu yerde, ilerleme olamaz.
Sevmen gerekenler, saygı duyman gerekenler, uzak durman gerekenler bunları geç olmadan belirlemelisin.
Öğrencilik bir iştir, herkesin iş kalitesi farklıdır. Kaliteyi arttırmayan başarılı olamaz.
Kötü söz, zamanla kötü fikir ve kötü düşünce olur ki aslında burada kötüleşen insandır.
İnsan ruh ve bedenden oluşur. Her ikisinin ihtiyaçları, gıdaları ayrı ayrıdır. Varlıkları birbirlerine bağlıdır bu yüzden her ikisini de beslemek gerekir.
Başkasının yazdığını yazan, kendisi değildir. Enayi bir hizmetçidir.
Ne olursan ol, ‘kendin’ ol.
Başarılı insanın taviz vermedikleri vardır.
Bu millet kendi yazarını, kendi ülkesinin insanını tanımadan kendinsin bulamayacaktır.
Yeni yıl sanmaki yeniliktir. Yenilik yaptıklarındır.

Turgay Urgur

2025 Açılış Konuşmam

 İnsan neyi özler? Sevgiyi, huzuru, barışı, başarıyı, umudu özler. Bunun en doğru yerlerinden birisi Siz sevgili çalışkan, dürüst ve güzel a...