10 Nisan 2016 Pazar

VURGUN (1)


Toprak ekin tutmuyor, yağmur yağmıyordu. Gün işe bölünmüş, insanlar bir işten diğerine koşturuyordu. 20 sine kadar hazır yiyenler, hazır giyinenler artık göze batıyordu. Onlar da bir an önce günü işe bölmeliydiler. İnsanın öğrendiğini sandığı tek farkındalık: ölünceye kadar çalışmasıydı. Öyle görmüştü. Herkes öyleydi. Mideler tok ama gözler açtı. Her şey var ama ruhlar boştu. Dionysos gibi insanların iki şahsiyeti vardı.  Biri halim ve selim, diğeri çılgındı. İnsan şehirde ve gündüzleri medeni ama içinde olabildiğince kaba, pejmürde ve yerlerdeydi. Herkeste bilmeden konuşma merakı vardı. Dinlemeğe ise gerek yoktu çünkü dinlemek yerini çoktan izlemeye bırakmıştı.  Bunca rezillikten sonra keşke insan sadece bu hayatını kaybetseydi. Bir günahla helak edilen kavimlerin yerini şimdi her günahı işleyen ve işlediklerini meşrulaştıran bir cismaniyet almıştı. Herkes doğruluğu kendince yorumlamak istiyordu. Moda: herkesin doğrusunun olmasıydı. İnsanlar buna ‘farklı düşünce’ ve ‘düşünceye saygı’ diyordu. Hayatın baştan sona anlamını ve mahiyetini kaçıran insan aklınca düşüncesinin arkasına geçip kendine ölümden, firaktan ve yokluktan teselli dipnotları çıkarıyordu. Kendince güçlü, kendince özgürdü. Ne de olsa onun bir düşüncesi vardı. İnanmanın yerini düşünmek almıştı. Düzeltiyorum; düşünmek değil ‘düşündüğünü sanmak’ almıştı. Günlük gazete takibi (1-2 yazarın abonesi olmak), siyasi bir tercih ve kendini ifade edebileceği ‘ideoloji kümesi’ modern adam için kâfiydi. Ve bu insan; kahvede veya TV’de konuşabilir, sosyal medyada veya gazetede yazabilir, işin daha da ilginci her konuda bir fikri olabilirdi. Çünkü o da vergi veriyor, o da askere gitmiş ve o da tüketiyordu.     


Oysa en önemli mesele insanın kalbinin feraha ulaşmasıdır. Mezarlıklar, yıkılan şehirler, unutulan isimler gerisinin boş olduğunu binlerce yıldır haykırıyorlar. İnsan; secdedeki huzuru, duadaki ferahı, Allah’ı anmaktaki tatmini henüz başka bir şeyde bulamadı. Köşkler, tüm yemeler içmeler ve nefsani şeyler bir ‘Elhamdülillah’ etmedi. Tüm zenginlikler bir ‘Allah-ü Ekber’ karşısında hiç hükmündedir. Tüm sanatlar Sübhanallah’a ulaşamayacak. Ama insan hala direniyor, hala kendini zorluyor. İtaat edip, kurtulmak varken; kendi kendisini harap ediyor. Toprak ekin tutacak, yağmur yine yağacak. Çünkü insan Aşkını bulacak.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...