6 Şubat 2011 Pazar

PAZAR GÜNÜ 4


Sabır gibi büyük bir nimet evham ile geçmiş ve gelecek günlere dağıtılmaz ise insanı ihya eder. Tüm sorunların üstesinden gelmesine vesile olur. Çoğu zaman musibetler ve hastalıklar insana gönderilen birer ilahi ikazdır. İnsan bunlarla olgunlaşır, insanlık yolunda mesafe kat eder. Bu hastalıklar bazen bedeni bazen de ruhi olabilir. Böyle bir durumda insan şikâyet etmeksizin Allah’tan yardım dilemeli. Acizliğini yeniden anlamalı. Onun rahmetine sığınmalıdır. Hz. Eyyüp (a.s)’ın hastalıkları çoğunluk itibariyle bedenidir ama bizdekiler ihmal ve unutmak nedeniyle iç dünyamıza yerleşmişlerdir. Bu nedenle de ne yazık ki Allah’ı anmaktan ve doğru dürüst yaşamaktan uzaklaşmaktayız. Yeniden Rabbe yönelmeli, O’nu anmalı, Peygamberi yaşantıyı araştırmalı ve öyle bir yaşantıyı kendimize örnek almalıyız.

Hep sağa veya hep sola dönüşler bir daireden başka bir şey oluşturmaz. Sağdan dönsen de daire, soldan dönsen de. İnsan bu dönüşte gözlerini kapatsa da baş dönmesini engelleyemez. Cemil Meriç’in ifadeleri ile ‘sağ’ ve ‘sol’ bu ülkenin kelimeleri değil. Yıllarca üstümüzde bir garip durdular. Ucubelerden başka bir izleri yok. Allah aşkına Anadolu’nun özünde hiç böyle bir maya var mıydı ki? Ayrı kahvehanelere gittiler lakin akşam aynı eve dönüyorlardı. Aş ecnebinin idesinden çok daha birleştiricidir.

Mevlana Şems ile ısınır, aydınlanır. Matematik, astronomi, tıp, kuran, hadis, fıkıh, simya ve daha niceleri hakkında epey bir ilim sahibidir. Konya halkı aralarındaki muhabbeti kıskanır ve birbirinden ayırmak ister. Mevlana’nın oğlu bile bu durumu çekemez. Yıllar sonra bırakın Türkiye’yi tüm dünya Mevlana’yı konuşur olur. Bazen manken podyumlarına ara meze yaparlar bazen siyasete reklâm. Anma törenlerinde ‘veciz’ sözleri ezberden(!) okunur. Okunduğu yerde de kalır. Çünkü şov bitmiştir. Sağdan da okurlar, soldan da okurlar. Ne de olsa bu bir dairedir. Ne olursa (?) gelirler, geldikleri gibi de giderler. Divan edebiyatı, divan şiiri zor bir uğraş. Kelimelerin birçoğunu anlamakta zorlandım. Neredeyse hiç anlaşılmayan cümleler var. İskender Pala’nın bu edebiyatı “o zamanın halkı da anlıyordu” ifadelerini de işin gerçeği epey bir abartılı buldum. Sevdirmek gayreti ve emekleri aşikâr lakin bir Hacivat ve Karagöz artık ne kadar iş yaparsa herhalde şimdiki insanlarımızın divan edebiyatını orijinal metinlerinden okumaları da o kadar iş yapar. Bilimin, edebiyatın, şiirin güncellemesi ne kadar yapılır bilmiyorum fakat yapılacak eserlerde orijinal metinler ile açıklamaların bir arada olmalarının gayet faydalı olacaklarını düşünüyorum. Bundan daha da önemlisi insanların günlük yaşam alanlarının içine bunların yerleşmesi gerekiyor. Hiç şüphesiz bu çok daha kapsamlı bir çalışma gerektirir. En azından bu tür konuların meraklıları kendi çaplarında edebiyatın bu türlerini konuşabilir ve bu konularda yazar, çizerler. Yeniden kendimize ait değerleri incelemeli ve bunlar hakkında değerlendirmeler yapmalıyız. İnsanların bu zamanda fazlasıyla kullandığı medya araçları aslında bu tür çalışmalar için çok harika çünkü birçok insana birden ulaşılabiliyor ve insanlar üzerinde etki bırakıyor. Mesele tabi yine dönüp dolaşıp bireyin kendisinin konuları bir arkeolog merakı ve sabrı ile araştırmasına kalıyor. Herkesin istifade alanı ve miktarları birbirinden farklı.


Osmanlı’yı doğru okumak her yiğidin harcı değilmiş anladım. İş ciddi manada çetrefilli. Öncelikle insanın kendisini önyargı ve önyergi’den, mamafih aşırı sahiplenme ve abartılı sevgiden kendisini kurtarması gerekiyor. Osmanlı emsalleri ile kıyaslandığında kendi devrinde muhteşem bir medeniyeti tarihi sürecinin büyük bir döneminde yaşamış. Bu dönemin dikkat çeken özelliklerinden bir tanesi de dışa karşı açıklık ve Osmanlı’nın öğrenme merakı. Örneğin Fatih’in Avrupa’dan zamanın filozoflarını getirtmesi ve onlarla kendi ulemasını fikri tartışmalara sokması gayet manidar bir olaydır. İşin ilginci bu dönemden sonra medrese eğitiminde batılı düşüncenin çok fazla irdelenmemesi veya her geçen gün bir azalış ivmesi göstermesi. İ.H. Uzunçarşılı medrese eğitimindeki bu gerileme ve bozulmadan Osmanlı Devleti’nin İlmiye teşkilatı isimli eserinde bahsetmektedir. Hadisi Şerifle müjdelendiğini bildiğimiz Fatih ve orduları bu bağlamda bizlere aslında beşeri düşünce sisteminin dışa açıklığının faydalarını gayet güzel bir şekilde izah etmiş oluyorlar. Yani Müslüman etrafındaki ilmi gelişmelerden önyargısız bir şekilde istifade etmeli ve kendisini ona göre konuşlandırmalıdır. İçe dönüklük belirli süre sonra kısır bir döngü ve yalama oluşturmaktadır. Toplumumuzun zihin kodlarında oluşmuş veya oluşturduğumuz iki farklı Osmanlı tarihi var. İkisi de birbirinden uzaklaşmaya meyilli. Bence tarih hissiyattan uzak incelenmesi gereken bir bilimdir ve bireyler Cennette bile hata yapabilirken dünyada fazlasıyla yapmaya müsaittirler. Aslında bu aynı zamanda beşeri olmanın da bir özelliğidir. Geçmişe bakarken; isimleri, liderleri, hükümetleri, devletleri İnsan topluluklarının birer olağan parçası olarak görmeliyiz. Bu şimdi için de geçerlidir. Kutsal olan insanın kendi varlığıdır, davranışları değil. Hiçbir bireyde diğerinden daha kutsal değildir. Böyle bir şey ilahi adalete karşı olurdu. “Acemin acem olmayana, siyahın beyaza üstünlüğü yoktur” diyor Kul Peygamberimiz(S. A.V) Çünkü o Kul Peygamber olmayı seçmişti.  


Turgay Urgur           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...