8 Mayıs 2016 Pazar

hh

Hansa Hatun

Meşhur kadın şair sahabilerden.

Peygamber efendimiz zamanında, Amr’ın kızı olan meşhur kadın şair Hansa, çok güzel kahramanlık şiirleri söylerdi. Müslüman olduktan sonra, İslâm, onu üstün bir feragat ve fedakârlık timsali yapmış ve imanda kemale erdirmişti. Dört çocuğu Kadisiye harbinde şehit olduğu hâlde, cesaret ve sebatında asla bir sarsılma olmamıştı. Şehit anası olmanın verdiği teselli, ona evlat acısını bile unutturmuştu.

Başka söze ne hacet?
Hansa Hatun, Kadisiye muharebe meydanına giderek, çocuklarını şu tarihi sözleriyle coşturmuştur:
“Benim kahraman evlatlarım! Allaha yemin ederim ki, Ondan başka ibadet edilecek bir mabud yoktur. Siz aynı ananın ve aynı babanın çocuklarısınız. Ben kocama ihanet etmiş bir kadın olmadığım gibi, babanız da mazisi lekeli bir insan değildir. Hem de ben, zorla değil de kendi isteğimle İslâmiyeti kabul ettim. Ve yine kendi arzumla hicret ettim. Sizler işte böyle tertemiz bir maziye sahipsiniz.

Sizden; gireceğiniz savaşta bu asaletinize uygun bir cesaret ve kahramanlık bekliyorum. Din düşmanlarına ilk hücum eden sizler olmalısınız. Sizlerin arkada değil, daima en ön safta çarpıştığınızı görmeliyim. Çünkü bu harp, eski savaşlarımız gibi adi, basit çıkarlar uğruna yapılan çapulculuk ve yağmacılık hareketi değildir.

Elleriyle yaptıkları putlara tapan, kız çocuklarını diri diri gömecek kadar vahşete devam eden putperestlere, doğruyu ve hakkı gösterme hareketidir. Kısaca bu cihadda emir Allahtan, kumanda da Resulullah efendimizdendir. Başka söze ne hacet?”

Bu sözlerden sonra çocuklarını ayrı ayrı kucaklayan Hazret-i Hansa, ilave ederek diyor ki:
“Ya İslâmın zafer bayrağını Kadisiye’de dalgalandıracaksınız; yahut da din uğruna şehit olduğunuzu duyacağım!.." 

Bir annenin çocuklarına karşı böyle kahramanca konuşması, orada bulunan diğer mücahidleri de coşturuyor ve Kadisiye’de İslâmın zafer bayrağının dalgalanmasına sebep oluyordu.

Şehit anası
Nitekim öyle de olmuştur. Hasta yatağında yatarken dört oğlunun da şehadet haberi getirilince, haberi getirenlere sordu:
- Yani ben, şehit anası mı oldum şimdi?
- Evet, şehit anası, hem de dört şehit anası...
- Zafer kimlerde?
- Zafer, müslümanlarda... Şimdi Kadisiye’de İslâmın bayrağı dalgalanıyor!

“İslâmın bir zaferi için dört oğlum da feda olsun!” diyen Hansa Hatun, ellerini kaldırarak şöyle yalvarıyor:
- Ya Rabbi! Bana emanet ettiğin dört kahramanı, yine senin dinin uğrunda feda etmiş bulunuyorum. Artık beni şehit anaları defterine kaydet! Benim için şehit anası olmak kâfi ikramdir. Bunu bana nasip eyle!

Her ne zaman Hansa Hatun’dan söz edilse, Resulullah efendimiz, onun için, “Örnek bir İslâm kadını” buyururlardı.

Hansa Hatun, ilk önce, Süleymoğulları kabilesinden Revaha bin Abdülaziz Selmi isimli bir zat ile evlenmişti. Onun vefatından sonra Mirdas bin Ebi Amir ile evlendi.

Medine’nin yolunu tuttu 
Risalet güneşi Mekke’de doğup da dünyayı aydınlattığı zaman, bu güneşin aydınlığı her tarafa yayıldı. Hazret-i Hansa’nın gözü de bu nur ile aydınlandı. Kendi kabilesinden birkaç kişiyi de yanına katarak Medine’nin yolunu tuttu. Huzuru saadete vararak İslâmiyet ile şereflendi.

Hansa Hatun, devrinin meşhur şairlerindendir. Peygamber efendimiz, onun şiirlerini bir hayli dinlediler. Bu hanımın fesahat ve belagatını takdir buyurdular.

Hazret-i Hansa, ilk olarak şairliğe şöyle başlamıştı:
Arada sırada bir-iki şiir söylüyordu. Fakat Esedoğulları kabilesi ile onun kabilesi arasındaki savaşta, öz kardeşi Muaviye öldürüldü. Diğer üvey kardeşi Sahr da mizrakla yaralandı. Hansa Hatun bir sene kadar kardeşine ihtimamla baktı, fakat yara bir türlü iyileşmedi. Sahr da bu yaradan kurtulamayıp, o da öldü.

Hazret-i Hansa da bu iki kardeşinin ayrılığından müteessir olup, bunlar için mersiye söylemeye başladı ve şair olup ortaya çıktı.

Hazret-i Ömer, Hansa Hatunun çocuklarının Kadisiye’de şehit olmaları üzerine, şehitlerin çocuklarının her biri için senelik iki yüz dirhem maaş bağladı ve Hazret-i Hansa’nın ismi de şehit çocukları ile birlikte anıldı.

Birgün Hansa Hatun, Hazret-i Aişe’nin huzuruna gelmişti. Başında matem işareti vardı. Hazret-i Aişe de Hazret-i Hansa’yı böyle görünce dedi ki:
- Ey Hansa, böyle yapma! Bu şekilde matem tutmayı dinimiz yasaklamıştır.

Hazret-i Hansa da şöyle cevap verdi:
- Ben bunu bilmiyordum, böyle yapmanın men edildiğinden haberim yoktu. Fakat bunu böyle yaptığımın bir sebebi vardır.

Hansa Hatun böyle söyledikten sonra, bu sebebi şöyle anlattı:
“Cahiliye devrinde, babamın, beni verdiği kocam çok müsrif bir kimseydi. Kendisinin de, benim de, bütün varımı, yoğumu dağıttı. Kumara verdi. Bunun için parasız, pulsuz kalıp muhtaç duruma düştük. Kardeşim Sahr malını ikiye bölüp, bize bir şeyler vermişti. Az zaman sonra bu mal da heba olup gitti.

Hep dağıtıyor
Kardeşim Sahr, benim parasız kalıp muhtaç duruma düştüğümü görmüş ve buna çok üzülmüştü. Geride kalan diğer hisseden de bana yine verdi. Karısı kendisine, dedi ki:
- Bu böyle olmaz, sen daha ne zamana kadar kız kardeşin Hansa’ya malını vermekte devam edeceksin? Onun kocası hep kumar oynuyor ve nesi var, nesi yoksa hep dağıtıyor.

Sahr karısına cevaben şu şiiri söyledi:
- Yemin ederim ki, ona malımın iyisini vereceğim, o afife bir kadındır. Eğer ben ölürsem, o da kendi başörtüsüyle benim matemimi tutar.”

Bunları anlatan Hansa Hatun sözlerini şöyle bitirdi:
- İşte ben de onun matemi için böyle yapıyordum.

Hazret-i Hansa 646 yılında vefat etti.

Arap yarımadasında en itibarlı yeteneklerden biri; güzel söz söyleme ve şiir îrad etme kabiliyetiydi. Güzel şiirler ve hitabeler ezberlenir, nesilden nesile aktarılırdı. Panayırlarda şiir yarışmaları düzenlenir, kabileler birbirlerine karşı şairleriyle övünürdü.

Beni Süleym kabilesi de böyle şairleriyle övünen kabilelerden biriydi. Kabilenin meşhur şairlerinden Amr bin Şerid’in kızı Tumadır binti Amr da tesirli söz söyleme ve şiir yazma yeteneğine sahipti. 
Geyik gibi çekme burunlu olduğu için kendisine Hansa lakabı takılan Tümadır bt. Amr’ı şair yapan şey, aslında çektiği çileler idi. Hansa’nın kocası çok sorumsuz, müsrif bir adamdı. Kumar yüzünden ailesinin servetini eritip yok etmişti. 

İlk zamanlar Hansa’ya cömert ve şefkatli bir adam olan ağabeyi yardım ederdi. Ama o da cahiliyye devrinde çok yaygın olan kabileler arası savaşlarda hayatını kaybetmişti. İşte bu yardımsever ağabeyinin ölümü Hansa’ya çok dokundu. Bu çileli hanım ağabeylerinin ardından öyle hisli mersiyeler yazdı ki, Arap edebiyatının meşhur kadın şairleri arasına girdi. 

Hansa’nın mersiyeleri dilden dile aktarılarak Peygamberimize kadar ulaşmıştı. Medine’ye hicret ettiği zaman kendisini ziyarete gelen Hansa’ya, şiirlerinden bir kısmını okutmuştu. 

İslam Yolunda Kullanılan Yetenek 

Hz. Hansa kabilesi Beni Süleym’in İslam’ a çok geç dönemde girmesine mukabil İslâm'ın ilk dönemlerinde çocuklarıyla birlikte Müslüman oldu. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) efendimizin sohbetinde bulunarak kendisini yetiştirdi. Artık o söz söyleme yeteneğini İslam’ı yüceltmek için kullanıyordu. 

Hansa Hatun; dört oğlunu büyütüp ve askerlik yapacak yaşa getirmişti. Müslümanların Kadisiye savaşı için Allah yolunda cihada hazırlandıkları günlerde onları karşısına aldı, asırlarca dilden dile aktarılacak bir hitabette bulundu. Edebiyat tarihinde yer edinmiş bu hitabet; bir annenin çocuklar üzerindeki tesirine güzel bir örnektir. 

Çocuklar annelerinin hitabetiyle daha da ateşlenen cesaretleriyle savaş meydanına atıldılar. Büyük kahramanlıklar sergilediler. Sonunda dördü birden özlemini çektikleri şehitlik mertebesine eriştiler. Bu haberi Hansa Hatuna vermek hiç kolay değildi… 

Fakat Hansa Hatun oğullarının şehâdet haberini gayet sakin ve olgun bir şekilde karşıladı. Şehit annesi olma şerefine eriştiği için Allah'a hamd etti. Onun bu metaneti, İslam sayesinde bir kadınının geçirdiği büyük değişimi gözler önüne seriyordu. 

Hansa hatun biliyordu ki evlatları boşu boşuna ölmemişti. Onlar fani dünya hayatlarını ebedi cennet yurdu karşılığında satmışlardı. Şiiri ve hitabetiyle meşhur şaire hanım, şimdi artık iman kuvveti ve fedakârlığıyla da anılacaktı. Allah (c.c.) bizlere de onun imanını nasip etsin. Amin.

Kadınların içinde biri vardı ki söylediği şiirler herkesi hayretler içinde bırakıyor ve zamanın en büyük erkek şairlerinden evla görüldüğü oluyordu. Kelimelerin ince nüanslarını açıklarken savaşın, kederin, ayrılığın, işrakın, duhanın, vaktin, kılıcın, alındaki beyazlıkla mutlak beyazlık arasındaki farkın, daha nice manaların içine girip en yetkin kelimelerle hakikati çekip çıkarıyordu şiirini söylerken. Herman Hesse’in bazı Avrupalı yazarlar için söylediği gibi kendi hayatının şiirini yazanlardandı o. Peygamberimiz’in bize örnek gösterdiği şair Hansa idi.


Ondan ne zaman söz edilse Peygamberimiz “örnek bir İslam kadını” buyururlardı. Şiiri, hicreti, şehitlerin analığıyla, derin imanıyla içimize işleyen biri...
Şairlik; İslam öncesinin, Cahiliye zamanının gözde işi... İlkel kabile savaşları şiirin kanlı arenasıydı aynı zamanda. Meydanlardaki kahramanlıklar, fedakârlıklar, üstünlük ve zaferlerden şiirlerde övgüyle bahsediliyor, kaybedenlerin acıklı hali ifşa ediliyordu. Şairler savaşların ateşine odun taşıyan mısralarıyla bizzat savaşın bir parçasıydılar: yüreklendirme, hiciv, mersiye, fahr ve fahşa... Cahiliye ve İslam dönemlerini aynı ömür içinde yaşayan ve iman eden kimi şairler bu sefer de Hz. Muhammed (sav)'e övgüler dizmişlerdir. Raşit halifeler döneminde Cahiliye’de meşhur olmuş şairlerin şiirleri, İslam’a intisap ettikten sonra metih, hamaset ve vasf gibi formları korudularsa da içerikleri radikal biçimde değişti. Çünkü Raşit Halifeler, İslam esaslarına uygunluk göstermeyen, kabile savaşlarını körükleyen hicivlere karşı çıkmış ve eskiden öyle olsa da artık şiirin kardeşlik bağlarını zedeleyip kalpleri örselemesine razı olmamışlardı.
Fakat öte yandan İslam öncesi şiirinin ezberlenmesini ve nesilden nesle aktarılmasını teşvik de ediyorlardı ki İslam ve Kur’ân ne öngördü, nasıl bir Cahiliye’yi ortadan kaldırdı anlaşılsın. Çünkü toplumsal hayattaki müptezellikler, iyilikler, üstünlük iddialarına ilişkin adaletten yoksun değer yargıları ve daha birçok hissiyat, şiire bire bir yansımış durumdaydı. Kur’ân ve Hadis’in dil inceliklerini anlamak için aykırı şeyler de bulunsa şiirdeki belagate, gramere hâkim olmak gerekli görülüyordu. Bana kalırsa buradan sanat adına genel çıkarımlarda bulunmak da mümkün. Doğrudan Kur’ân’a yönelip yaşadığımız birikim alanına aldırmadan doğrunun mahiyetini derinlikle kavramak mümkün görünmüyor. İnsanlığın kendini ifade etmeye, tecrübesini aktarmaya çalıştığı disiplinlere bigâne kalırsak Kur’ân’ı da anlayamayız. Sanatın, edebiyatın, sinemanın, düşünce üreten ekollerin içinden geçip geniş çemberler, helezonlar çizdikten sonra merkeze yöneldiğimizde Kitab’ın muradına yaklaşabiliriz.
Arap âleminde toplumlarının efendisi sayılan şairler yoksul bile olsalar siyasi görüşmelere katılıp fikirlerini beyan ediyorlardı, öyle ki bir kabilenin şairi yoksa o kabile utanç ve zelillik içinde, onuru müdafaa edilemeden öylece ortada kalıyordu. Kavimlerin kahramanlıkları ancak şiirle tescil edilip kayda geçiyor, namları böylelikle gelecek kuşaklara intikal edebiliyordu. Hatıraları canlı tutan en önemli bilgi kaynağı... Bugünden bakıldığında tarih, sosyoloji, bilgi ve hikmetin membaı olarak da anılabilir. Öte yandan şairler kâhinlik de yapıyor ve gelecekten haber verebiliyorlardı. Bu da onlardaki yarı tanrısal gücü açıklayabilir. İnsanüstü görülen, haşyetle bağlanılan sihirli insanlar...
Şiir söylemekle şiir okumak da ayrı ayrı yetenekler olarak ortaya çıkmıştı. Bir seferinde şiirini okuyan Kürt kadın şairi dinliyordum; Gûlizer.. Yavaşça bir ezgiye dönüştürdü şiirini ve şarkısını söylemeye başladı. Ne kadar sarsıldığımı hatırlıyorum. Dile gelmez, büyülü bir andı. Adonis, Cahiliye Dönemi Arap şiiri için sözellik kavramını kullanır. Arap şiirinin şarkı olarak doğduğunu söyler. Ezgi formu, sözün özellikle de yazının hayat veremediği duyguları aktarıyordu insanlara. Bu ürpertici etkiyi sağlayan şair ile sesi, konuşma diliyle ezgi arasındaki ilişkiydi.
Altın suyuna batırılarak yazılan ve Kâbe’nin duvarına asılan şiirler -sayıları on oluyor ve bunlara Muallaka deniliyor- Arap şiirinin en güzel örnekleriydi. Cahiliye Devri’nin şaheserleri olarak kabul ediliyorlar; savaşların kesildiği, barış günlerinde dinginlik içinde oluşan jüriler önünde okunarak özenle seçiliyorlardı. Muallakalar, dönemin sosyal hayatının yaşandığı çevrenin özelliklerini belgesel tadında gözler önüne seren, insanlara bir hikâyesi olduğunu bildiren şiirler. Cahiliye şiirinin, yazılmadan yıllarca hafızalarda kalması, onların hayata, toplumun ortak duygularına sıkı bir şekilde bağlı kalmasıyla ilgili. Neredeyse kitle iletişim aracı görevi de görüyorlardı. Şiirde ruh ile bedeni uzlaştıran bir güç vardı. Gramer, retorik ve müzik iç içe. Müziğin nerede başladığı, sözün nerede girdiği belli olmazdı. Ruhun ve sesin hareketlerinin uyumu. Şair, toplumdan söz ederken aynı zamanda kendinden söz ediyordu. Aslında zamanına tanıklık eden delillerdi her bir şiir.

Hicaz’daki Ukaz Panayırı’nda şiiri seçilen on kişiden biri olmuştu Hansa. Çok meşhur bir Arap şairinin torunuydu. Peygamberimiz’i işitir işitmez çocuklarını alıp Medine’ye hicret etmiş, ailece Müslüman olmuşlardı. 
Hansa’nın Şiiri
Celal ve Cemal Aynasında Kadın kitabında Cevad Amuli, “Şiir ve Edebiyatta Dahi Kadınlar” başlığını açar ve bize Hansa’yı anlatır. Bölgede kurulan en meşhur ve büyük panayır olan Hicaz’daki Ukaz Panayırı’nda şiiri seçilen on kişiden biri olmuştu Hansa. Çok meşhur bir Arap şairinin torunuydu. Peygamberimiz’i işitir işitmez çocuklarını alıp Medine’ye hicret etmiş, ailece Müslüman olmuşlardı. Kumarbaz kocası, Hansa’nın da kendisinin de bütün mal varlığını bu uğurda tüketip eşini ve çocuklarını zor duruma sokunca üvey kardeşi Sahr ona sahip çıkmıştı. Önceden de şiirler söylüyordu söylemesine ama asıl şair olarak anılması, kardeşlerinin bir kabile savaşı sırasında ölümü üzerine yazdığı mersiye ile oldu. Öz kardeşi Muaviye hemen ölmüş, ablasına ondan daha cömert ve fedakâr davranan üvey kardeş Sahr ağır yara almıştı. Yarayı bir yıl tedavi eden Hansa’nın kardeşinin iflah olmayıp ölmesiyle söylediği “Raiyye” başlıklı kaside, bütün dil ve belagat ustalarını hayrete düşürdü. Peygamberimiz de kimi şiirlerinden hayrete düşmüş hayranlığını dile getirmişti. Şiiri kusursuz görülen bir şairdi.
Hansa imana hemen açmıştı kalbini. Peygamberimiz hak dini duyurduğunda Cahiliye kibriyle erkek ve kadın birçok ileri gelen kişi hemen reddetme yoluna giderken o, şairliğinin dehasıyla hakikati kavramakta gecikmemişti.
Kelimelerin gücünü ne kadar iyi tarttığına dair bir örneği Amuli’nin kitabından okumak lazım (s. 275). Zamanın en iyi şairlerinden Hassan bin Sabit kendini en büyük şair ilan edince Hansa, okuduğu kasidenin en çok güvendiği beytini, beytül gazelini yeniden okumasını istemişti. İki mısradaki her bir kelimeye getirdiği şerhlere hayranlık duymamak mümkün değil. Peygamberimiz’in önümüze örnek olarak koyduğu kadının profili böyle yüksek işte.
Onun şair yüreği öyle hassastı ki Peygamberimiz’in ölümünden sonra nice mersiyeler dizdi. İslam için yapılacak Kadisiye savaşı öncesinde dört oğlunu toplayıp yaptığı vasiyet onu eşsiz kılıyor. Onları derin bir şefkatle süzdükten sonra söyledikleri:  “Dünya, ahiret karşısında değersizdir; payidar olan yurt, payidar olmayan yurttan daha iyidir. Dininiz için çalışın ve cepheleri sıcak tutun. Soylu bir anne babadan geliyorsunuz ve bunu göstermenin zamanı. Siz kendi iradenizle Müslüman oldunuz ve kendi iradenizle hicret ettiniz.” Onları cesaretlendirmek için de Âl-i İmran’ın son ayetini okumuştu; sabırda yarışmaktan, nöbetleşmekten söz eden ayet; “savaş cephesinin ısındığını, tandırın kızdığını gördüğünüz zaman ekmeği tandırdan alın; bu durum iyi bir durumdur artık geri dönmeyin” diyordu çocuklarına. “Şimdi tandır ısınmıştır” sözü Peygamberimiz’e atfedilir. Hansa da elbette ondan işitmiş ve bunu kullanmıştır.
Onun şair yüreği öyle hassastı ki Peygamberimiz’in ölümünden sonra nice mersiyeler dizdi. İslam için yapılacak Kadisiye savaşı öncesinde dört oğlunu toplayıp yaptığı vasiyet onu eşsiz kılıyor. Onları derin bir şefkatle süzdükten sonra söyledikleri:  “Dünya, ahiret karşısında değersizdir; payidar olan yurt, payidar olmayan yurttan daha iyidir. Dininiz için çalışın ve cepheleri sıcak tutun. 
Kadisiye savaşında meydan savaşı ısınmış şahadet pazarı kurulmuştu. Oğullarına “böyle bir fırsatı ganimet bilin, Allah için koşun” diyen bir şairle karşı karşıyayız. Kendinizi ortaya koyun, canınızı bu güzel alışverişte esirgemeyin. Kitaplar, sabah olunca dört kardeşin de erkenden cepheye gidip en ön saflara atıldıklarını yazıyor. Savaşırken annelerinin onlara vasiyetinden recezler söylüyorlarmış. Hepsi peş peşe şehit düşmüşler sonra.  Haber ulaştığında Hansa, "beni onların ölümüyle şereflendiren Allah’a hamd olsun" demişti. Böyle görür gibi iman edenlerin, vaat edilenlere bila-tereddüt inananların zamanı. Çok ciddiyetle ahirete inanılıyordu o zamanlar.
Amuli’ye göre böyle yürekli erkekler, mesela Ebu Zer’ler bolca anılıyor ve daha çok erkeklerin kahramanlıkları nesilden nesle iletiliyor. Kadınlar da böyle anılsaydı kimse onlardan kararsız, naif, zavallı, korkak diye söz edemezdi.
Hansa oğullarına “bu savaş eski savaşlarımız gibi basit çıkarlar uğruna yapılan çapulculuk ve yağmacılık savaşı değil. Elleriyle yaptıkları putlara tapan, kız çocuklarını diri diri gömecek kadar vahşileşen putperestlere hak ve adaleti gösterme savaşı, ta kumandanlarının yanına kadar ilerleyin onunla çarpışın” diyordu. Bu sözler diğer sahabeleri de coşturmuştur. Savaşın zaferle sonlanmasında bu kelimelerin payı var. Ondan ne zaman söz edilse Peygamberimiz “örnek bir İslam kadını” buyururlardı. Şiiri, hicreti, şehitlerin analığıyla, derin imanıyla içimize işleyen biri.
Şiir her zaman kanla yazılıyor. Hayatın tam içinden süzülüyor. İnsanlar başkalarının hayatına bakarak roman yazabilir, bir şeyler uydurabilir, ama kanından geçirmeden şiir yazılamaz. Hansa, şiir yazan Melek Arslanbenzer’in, Fatma Çolak’ın, Fatma Şengil Süzer’in, Zeynep Arkan’ın, Ayşe Sevim’in ve daha nice şiirini dalgalandıranların pîridir; bunu böyle bilmek gerek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...