Evlerimizdeki ve
işyerlerimizdeki eşyaların birçoğu yabancı mallardan oluşuyor. Giysilerimiz,
araçlarımız, fast-food tarzı ürünler, içecekler, kozmetik ürünleri ve aklımıza
gelen her türlü madde kendi
üretimlerimiz değil.
İzlediğimiz programlar,
okuduğumuz kitapların bir kısmı ve popüler kültüre ait ne varsa çoğu yabancı
üretimi olarak karşımıza çıkıyor.
Ev ve şehir mimarilerimiz,
kullandığımız kelimeler, eğlence tarzlarımız bize ait değil.
Yabancı ürünlerinin
hayatlarımıza bu kadar yoğun bir şekilde girdiği bu ortamda yerli bir düşünce
sistemine sahip olmamız çok zor ve ne yazık ki imkansız görünüyor.
Tarihimizi müzelerde
aramaya başladık. Değerlerimizi ‘bir zamanlar…’ cümleleriyle anıyoruz.
Toplum olarak kendi içimizde
medeniyet çatışması yaşıyoruz. Kütüphane de bize uzak, cami de uzak.
Osmanlı da
uzak, Cumhuriyet de uzak. Doğu-Türkistan da bize uzak, Balkanlar da uzak.
Bu uzaklıktan dolayı katledilen soydaşlarımızın, din kardeşlerimizin
acılarını günlük haberler gibi izliyoruz.
Yememiz, içmemiz ve hayat tarzımız bu
büyük acılardan etkilenmiyor. İştahımız bu uzaklıktan dolayı kaçmıyor. ‘Survivor’(hayatta
kalma) algısı ile yaşıyoruz.
Öncelikle dua, hemen ardından çalışma ile kendimize dönmeliyiz. Günlük en
azından 15-20 dakikalık okuma saatlerimiz olmalıdır. Bu tür çalışmalar Devlet
politikasına dönüşmelidir.
Umutluyum. Önce kendimiz yaparsak, inşallah güzel sonuçlar elde edeceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder