13 Mart 2014 Perşembe

Çok mu zor, neden zor?


Herhangi bir kuruma, partiye, cemaate ve benzerleri ne varsa bağlı ya da bağımlı olmadan toplum içinde birey olarak kalmak çok mu zor? İtiraf etmeliyim ki bu şartlarda zor görünüyor. Çünkü aksini yapmak için okumak, araştırmak, yorum yapmak ve her türlü emeğin içinde bizzat rol almak gerekiyor. Kabullenmenin kolaycılığından sıyrılıp zahmetin sahibi olmak gerekiyor. Yakın zamandaki olaylar; hepimizin adeta gözünün içine sokarcasına şuursuz bağlılığın ne kadar da bilinçsiz bir komedi olduğunu gösterdi. Çünkü kişiler istemedikleri ve benimsemedikleri halde başkalarını (hiç hayatlarında yan yana gelme fırsatını bile bulamadıkları insanları)  savunma zorunluluğunu kendilerinde yüklenmiş hissettiler. Özgür insan, şerefli mahlûkat, kul bu olmasa gerek diye düşünüyorum.
·                               *                       *
Felakete uğradık. Farkında değiliz. Bir zamanlar kavimler sadece bir tür günahtan dolayı helak olurlardı. Şimdilerde üzülerek ve utanarak söylüyorum az-çok tüm yasaklarla yaşamayı kendimize yaşam biçimi yaptık. Müslüman alemi tümden insanlık survivor’ında bir birini yiyerek hayatta kalmaya çalışıyor. Ve survivor’ın tüm çirkin oyunlarını benimsemiş gözüküyor(uz).


turgay urgur

11 Mart 2014 Salı

FOTOĞRAF 1 / TURGAY URGUR


Durmadan fotoğraflara bakar olduk. Görselliğin korsan çağı bu olsa gerek diye düşünüyorum. Konuşmak yok oldu, yazmak terkedildi, düşünmek zahmetli bir iş olarak algılanıyor. Belki de farkında değiliz ama hepimiz engelli hale geldik. Bu yüzden herkes her şeyi fotoğraflarla anlatmaya çalışıyor. Yaşam, ölüm, kin, din, ideoloji, kumpas, yaptıklarımız, yediklerimiz, geçmişimiz ve aklımıza ne geliyorsa hepsi ‘beğeni’ bekleyen (saklanmayan) fotoğraflarımızda saklı. Hayat şimdilerde ‘çek’ ve ‘paylaş’tan ibaret oldu. Nelerin fotoğrafını çekmedik ki? Mesela aynada kendimizi çektik; restoranda masayı, odada spot ışığını, hastanede yatağı, arabada hız ibresini, sahilde ve fuarlarda kızları, otelde havuzu ve daha nicelerini çektik.  Hepimiz objektifin arkasında olduğumuzu düşlemek istiyoruz. Oysa fotoğraflardakiler biziz. Onlar kadar sessiz ve pasifiz. Onlar bize ulaştığımız son noktayı anlatıyor. Fotoğraflarda her şey var sadece kaybettiklerimiz yok.  Bir paylaşının cevabı başka bir paylaşım. Fotoğrafların hem nedensiz hem de sonuçsuz savaşını izliyoruz.
Tweetlerin ibadet olduğu bir sanal dünyada BEĞENileri zikir kabul ediyoruz. Fikirsiz ve YORUMsuz olarak Cennetten birilerinden ARKADAŞLIK ONAYINI bekliyoruz.
Devam edecek….

Turgay Urgur      

8 Mart 2014 Cumartesi

GÜNDEM



Dilerim bir gün bir şekilde unutulacak veya ateşini yitirecek olan ‘gündem’ benliklerimizden bir şeyleri de yanında alıp götürmez. Konuşulanların felaket tellallığından farkı kalmadı. Karşılıklı dedikodular sevapları ve günahları takasa tabi tuttu. Keşke susma yasağı gelse de birazcık vicdanlarımızı dinleme fırsatı bulsak.
·                  *                  *   

4 Mart 2014 Salı

SUDA SENİ GÖRDÜM


Suda seni gördüm,
Avuçlarımdan akışını,
Tutamayışımı,
Gördüm.
Kanamadığımı,
Doyamadığımı,
Sana olan arzumu,
Gördüm.
Yüreğime serpilişlerini,
Ateşimi kül edişlerini,
Sonra buhar olup gidişlerini gördüm.
Gözümde yaş oluşlarını,
Sağnak olup bu şehre yağışlarını,
Sonra toprakta yok oluşlarını gördüm.
Suda seni gördüm,
Sana muhtaçlığımı,
Yandığım zaman çaresizliğimi,
Sensiz yaşayamayacağımı gördüm.
“Hiç bitmesin” dedim,
“Hiç gitmesin” dedim,
Suda seni gördüm,
Varlığına şükr ettim.
Turgay Urgur


3 Mart 2014 Pazartesi

kAYIP BÜYÜK 2

KAYIP  BÜYÜK 2 / Turgay Urgur
           
           Adı her ne olursa olsun, gizli ve sinsi bir yapılanma içinde olan hiyerarşik oluşum insanların  muhafazakâr kesimlerin kurumlarına olan güven duygusunu sıfırladı. Bir zamanlar karşılarındaki insanların samimi olduklarını düşündüklerini için; nereye gittiğini sorgulamadan bu tür kurumlara bağışlar yapan insanlarımızda şu anda ‘aldatılmışlık’ ve ‘güvensizlik’ duyguları hâkim durumda. Askeri vesayetlere bile mavi boncuk dağıtacak ve methiyeli mektuplar yazacak kadar hoşgörülü olanlar 3 dönemdir oylarını arttırarak iktidarda olan Milli İradeye karşı acımasızlığı kendilerine bir yöntem olarak belirlediler. Siyasi tercihlerini kullanmak için 30 Mart’ı bekleme sabrını ve iradesini göstermeyerek, ülkemizin maddi ve manevi kayıplarını hiçe sayarak; insanların sokağa dökülüp birbirlerini öldürmesi ve kutuplaşması pahasına, Devlet kurumlarında çalışırken gizlice elde etmiş oldukları bilgileri şantaj malzemesi olarak kullanıyorlar. Ve ne acıdır ki! Kendilerinden sağduyu veya itidal adına her hangi bir çağrı duymuyoruz. 
         
            Bu günlere gelinmesinde hiyerarşik yapının distopik Devlet özleminin bilinçli ve sistematik olarak yürütülmesi etken olmuştur. Hipnopedik yöntemler sayesinde, yapısının düşüncesini sorgulamayan kitleler oluşturulmuştur. İnanç sadece onlar gibi inanılırsa gerçektir.( Karaman hocanın toplantıdan çıkarılmasının başlıca nedeni budur.) Şartlandırılmış inanan üye modeliyle gerçekleştirilmeye çalışılan bu distopik yapı, toplumun içinde bir yere kümelenenden ziyade homojen görüntü veren modern bir gettolaşma şeklinde karşımıza çıkmaktadır. İnsanların öncelikle bireyselliklerini alan ve sonrasında ise kişilerde eksiklikler bularak onların bu eksiklerini gidermeleri için bağlılıkları telkin eden ‘hipnopedik’ çağrışımlı buluşmalar kendi hiyerarşisi içinde şartsız itaat eden fakat dışarıda ise bu bastırılmış duygularını kontrolsüzce yaşayan insanlar oluşturmuştur. Bu yapıda, sosyal sınıfları ve vazifeleri önceden belirlenmiş kişiler vardır. Hiyerarşiyi liyakat ve eğitim seviyesi değil ‘bağlılık’ oluşturur. Bireyin konuşma, eleştirme, fikir beyan etme hakkı yoktur. Eksik bulma ve bağımlı hale getirme bürokraside ise ‘dinlemeler’ ile karşımıza çıkıyor. Distopik yapının ‘Tapeleri’ ve sosyal medya paylaşımlarını bu kadar yoğun kullanmasının asıl nedeni budur.

Devam edecek….

Turgay Urgur     

25 Şubat 2014 Salı

kAYIP BÜYÜK 2

KAYIP  BÜYÜK 2 / Turgay Urgur
           
           Adı her ne olursa olsun, gizli ve sinsi bir yapılanma içinde olan hiyerarşik oluşum insanların  muhafazakâr kesimlerin kurumlarına olan güven duygusunu sıfırladı. Bir zamanlar karşılarındaki insanların samimi olduklarını düşündüklerini için; nereye gittiğini sorgulamadan bu tür kurumlara bağışlar yapan insanlarımızda şu anda ‘aldatılmışlık’ ve ‘güvensizlik’ duyguları hâkim durumda. Askeri vesayetlere bile mavi boncuk dağıtacak ve methiyeli mektuplar yazacak kadar hoşgörülü olanlar 3 dönemdir oylarını arttırarak iktidarda olan Milli İradeye karşı acımasızlığı kendilerine bir yöntem olarak belirlediler. Siyasi tercihlerini kullanmak için 30 Mart’ı bekleme sabrını ve iradesini göstermeyerek, ülkemizin maddi ve manevi kayıplarını hiçe sayarak; insanların sokağa dökülüp birbirlerini öldürmesi ve kutuplaşması pahasına, Devlet kurumlarında çalışırken gizlice elde etmiş oldukları bilgileri şantaj malzemesi olarak kullanıyorlar. Ve ne acıdır ki! Kendilerinden sağduyu veya itidal adına her hangi bir çağrı duymuyoruz. 
         
            Bu günlere gelinmesinde hiyerarşik yapının distopik Devlet özleminin bilinçli ve sistematik olarak yürütülmesi etken olmuştur. Hipnopedik yöntemler sayesinde, yapısının düşüncesini sorgulamayan kitleler oluşturulmuştur. İnanç sadece onlar gibi inanılırsa gerçektir.( Karaman hocanın toplantıdan çıkarılmasının başlıca nedeni budur.) Şartlandırılmış inanan üye modeliyle gerçekleştirilmeye çalışılan bu distopik yapı, toplumun içinde bir yere kümelenenden ziyade homojen görüntü veren modern bir gettolaşma şeklinde karşımıza çıkmaktadır. İnsanların öncelikle bireyselliklerini alan ve sonrasında ise kişilerde eksiklikler bularak onların bu eksiklerini gidermeleri için bağlılıkları telkin eden ‘hipnopedik’ çağrışımlı buluşmalar kendi hiyerarşisi içinde şartsız itaat eden fakat dışarıda ise bu bastırılmış duygularını kontrolsüzce yaşayan insanlar oluşturmuştur. Bu yapıda, sosyal sınıfları ve vazifeleri önceden belirlenmiş kişiler vardır. Hiyerarşiyi liyakat ve eğitim seviyesi değil ‘bağlılık’ oluşturur. Bireyin konuşma, eleştirme, fikir beyan etme hakkı yoktur. Eksik bulma ve bağımlı hale getirme bürokraside ise ‘dinlemeler’ ile karşımıza çıkıyor. Distopik yapının ‘Tapeleri’ ve sosyal medya paylaşımlarını bu kadar yoğun kullanmasının asıl nedeni budur.

Devam edecek….

Turgay Urgur     

15 Şubat 2014 Cumartesi

H.F

HİÇLİK fELSEfESi
Kimsesiz kadar sessiz,
Issız ve sızısız.
Kimsesiz kadar sensiz,

Yalnız ve yapayalnız. 

HİÇLİK FELSEFESİ 6



Gitsen de  
Ruhumu bulsan.
Ya da kalıp,
Ceset olsan.
Varlıktan yokluğa,
Bir masal,
Ya da durup,
Hiç olsan.
Kim avunur?
Kim kanar?
Pişman olsan.

T.URGUR

10 Şubat 2014 Pazartesi

14 Şubat

Sevgililer günü nedir? – turgay urgur
 Yıllarca eşini seven ve eşinin de onu aynı şekilde sevdiğini düşünen( büyük bir ihtimalle) kadının birisi sevgililer gününü icat etmiş. Uydurmuş.  

Kendi kendine demiş ki…
“Bu iş bir gün ayağa düşecek.  Gerçek sevgi ve sevgililer kalmayacak. Bu işin o kadar hikayesi, şiiri, mektubu vesairesi yazıldı. Kendini asan, eşini kesen, türlü türlü triplere girenler oldu. Mapus damına girenler olduğu yetmedi. Ya benimsin, ya toprağın boyutunda felsefesi yapıldı.  Efsaneleri bile var. Bari hatırına binaen en azından yılda bir defa sembolik olarak hatırlansın. Zaten yok oldular, en azından unutulmasın. Yarın çocuklarımıza anlatırız.” Demiş.  Tarihe not düşmüş. Lakin o esnada muhtemelen odası sıcakmış çünkü aylardan Şubat olduğunu bilememiş. Yoksa kadıncağız bile bile soğukta insanları kepirem etmezdi.  
O gün bu gündür yılda bir gün komik hallere düşeriz.
·                       *                           * 
Biraz maço bir yazı oldu, değil mi? Aman kimse kızmasın. Maksat muhabbet. Sevgililer günü bahane işin aslı 45 gündür değişmeyen gündem epey bir kastı.
·                     *                                 *
Tüm sevgililere nice yıllar dilerim. Özellikle kocalar eşlerine güzel güzel hediyeler alsınlar. Bir şey almamak için; “Yok bunu elin gavuru icat etti.” falan demeyin. Ayın illa 14’ü olacak diye bir vacip yok. Farketmez sen 15’inden sonra maaşta alırsın.
Sevelim.Nokta.

Turgay   

8 Şubat 2014 Cumartesi

KAYIP BÜYÜK / turgayca


Demokrasi, insanlık ve gelecek adına kaybımız çok büyük. Ülkemizin ışık hızına ulaşmış gündemlerinin maalesef bizlere ve gelecek nesillere kattığı hiçbir şey yok. Her türlü duygumuz sömürüle sömürüle adeta beynimiz kurutuluyor. Güven, inanç, sevgi, paylaşım duygularımızı hızla yitirdik. Yerlerini korku ve meczup bir bireysellik aldı. Düşüncelerimiz, mefkûrelerimiz içine kapanıyor. Manipüle edilmiş bilgi bombardımanları ile mutlaka taraf olmaya zorlanıyoruz. Taraf olmamak şüphe uyandırıyor.

17 Aralık birçok şeyin üzerindeki örtüyü kaldırdı. Toplumda sanki sadece birileri ve bu birilerinin düşmanı veya alternatifi var. Oysa gündemin dışındaki kişiler; yani tek tek vatandaşlar ülkenin asıl mayasını oluşturuyor. Vatandaşlık sorumluluğunu yerine getiren, en az sen-ben kadar Devletini ve Milletini seven insanlardan bahsediyorum. Bu insanlar; kadrolaşma, iktidar, makam, mevki, şöhret vb kaygıları taşımıyorlar. Lakin günü oyalayan kurgu gündemler ve karşılıklı yürütülen psikolojik savaşların söylemleri onları, bizleri, sizleri, beni, seni, onu yani hepimizi yok sayıyor. Söz hakkı, davranış hakkı tanımıyor. Varlığımızın tek belirtisi 4 yılda seçimlerde verdiğimiz oylardan ibaretmiş gibi bizlere kabullendiriliyor. Her türlü emeğin sahibi olan sade vatandaşlar kabullendirilmiş bir çaresizliğe zorlanıyor. Farklı konularda hararetli değişimlerin yaşandığı bu son yıllarda ve özellikle son 45 günde olayları değil kişileri ya da grupları konuştuk veya konuşturulduk. Hırsızlıktan ziyade hırsızlığı yapan, gizli bir örgütlenmeden ziyade kimlerin yaptığı ön plana çıkarıldı. Ancak geri toplumlarda olacak şekilde faile göre eylem(ler) nitelik değiştirdi. Yine ancak ilkel toplumlarda gelişecek tarzda faillerin başka eylemleri dikkat dağıtmak için asıl konuların önüne geçirilmeye çalışıldı. Son tahlilde ise ister kendisini çok tecrübeli sanan siyasal iktidar olsun isterse kendisini dünyayı kurtarmaya adamış hareketler olsun, hepsi sınıfta kaldı. Herkes için zorlu bir deneme süreci olan bu kadarcık kısa süreli ama ani değişimler; birileri için demokrasi ve insan hakları ve bir başkaları için kul hakları için hiç de hazır olmadığımızı tüm herkese duyurdu. Bedel ağır olduğu gibi ortaya kötü de bir karne çıktı. Toplum olarak öz-eleştiriden yoksun olduğumuz, gizliden iş yürütmeye eğilimimiz, vefadan yoksun oluşumuz ve bence en önemlisi de Türkiye’yi sadece kendimiz gibi olanlardan oluşturmak istediğimiz ifşa oldu.

Allah birliğimizi ve dirliğimizi bozmasın. Hepimize özgür iradeler ve muhakeme nasip etsin.

Turgay Urgur


2025 Açılış Konuşmam

 İnsan neyi özler? Sevgiyi, huzuru, barışı, başarıyı, umudu özler. Bunun en doğru yerlerinden birisi Siz sevgili çalışkan, dürüst ve güzel a...