17 Kasım 2012 Cumartesi

Eleştirilemezler listesi


 
 Birisinin oy verdiği bir partiyi eleştirmek zordur. Çünkü bir kısım kimseler sadece oylarını değil benliklerini de vermiştir. İşte bu yüzden oy verdikleri partinin eleştirilmesi onlar için aynı zamanda kendi kişiliklerinin de eleştirilmesidir.  Bu kimseler belirli süre sonra gücü kendi karakterlerinden değil mensubu oldukları partilerin tabularından almaya başlarlar.  Partisinin hatası kendi hatası da olacağı için kabullenmemeyi ve inkar etmeyi tercih ederler. Kitleye olan mensubiyet kitlenin tümden karakterini de içinde barındırmak gibi çok ağır bir yük doğurur. Bir kişi herkes, herkes bir kişi olur ama kimse kendisi olamaz. Sonuç olarak siz aynı partinin farklı fanatiklerine aynı tespitleri sunsanız bile size verilecek geri cevaplar çoğunluk itibariyle savunma merkezli klonlanmış türden olacaktır. Bu da netice itibariyle öz eleştiriden mahrum oligarşik parti yapılanmalarının kültleşmesine neden olur ki zamanla kendi kendilerini bitiren bir özelliği de sahiptirler.  

Urgur.

16 Kasım 2012 Cuma

Gündem KAsım


Gündem Kasım

 

Sinirlerimiz bizden alındı. Televizyon, cep telefonu, internet ve gazeteler bizi uyutuyor. Birilerinin ölmesi, birilerinin haksızlığa uğraması, birilerinin adaletsiz yönetimi gibi birçok şey bizde etki oluşturmuyor. Biyolojik hayat devam ediyor.

·          *   *

İnsanlar birilerini seçerken sadece oylarını değil benliklerini de veriyor. İkonlaştırma, fanatizm ve tabulaştırma tavan yapmış durumda. Taraf olanlar eleştirmekten, yanlışları görmekten uzaklaşıyor. Kimse düşünmek istemiyor çünkü onların yerine liderler, önderler, abiler düşünüyor. Artık her şey hazır bulunuyor. İsteyen sanal alemden istediğini alıyor.

·          *   * 

Gazze ve Suriye kan ağlarken ekranların yüz akı bir televizyon kanalımız durmadan dünyayı kurtaran Amerikan filmlerini gösterime sunmakta her nedense ısrarcı davranıyor. Nasıl bir tesadüftür bir türlü çözemedim. Aynısını Irak Libya için de yapmıştı.

·           *   * 

4 Kasım 2012 Pazar

Ağır gündem



Bahçeli diyor ki: Ben meclise girsem kafi. İki saatlik konuşmada vizyon yok, öz eleştiri yok, farklı ve yeni bir şey hiç yok. Diğer adaylar da konuşmaları ile Bahçeli’ye olsa olsa rakip değil destek olurlar. Bahçeli takıntılı bir siyasetçi çünkü geçmişte yaşıyor. Partisini barajın altına itenleri unutmamış da… okyanus ötesine bağlı kalmamış da …vs vs. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Türkiye partisi olma adına oluşturulmuş bir proje ortada yok. Yapılan konuşma Sayın Bahçeli’yi MHP’nin başına başkan yapar ama yaklaşan seçimler için %2’lik bir artış bile yapmaz. İşin olmayacağının bir başka delili de diğer adayların aldığı oy oranı çünkü tabanın da güveni de kırılma noktasına yaklaşıyor.

·           *    *

Türk siyasetindeki durum zengin ile fakir arasında açılan mesafeye benziyor. Parti merkezleri ile partilerin seçmenleri arasındaki duygu ve düşünceler her geçen gün birbirinden uzaklaşıyor. Meclisin temsil gücü “sanala” dönüşmüş durumda. Fikri tıkanıklık ve kısırlık hali gündemlere hakim. Siyaset çözüm merkezi olmayı bırakalı hayli bir zaman oldu ve oluşan boşluğu da laf yarıştırmalar, açılışlar, kamplar, nasihatler ve yürüyüşler aldı.

·          *   *

Şemdinli’de sivillerin ölümü terörün gerçek yüzünü tekrar bize gösterdi. Fazla söze gerek yok. Allah bu Milleti korusun, vatanını seven her Türk ve Kürt için birlik ve dirlik versin.

·          *   *

Ünlü Tarihçi Halil İnalcık hocanın son tespitlerini okumanızı önemle tavsiye ederim.

·           *   *

    Urgur.

3 Kasım 2012 Cumartesi

Gündem

Gündem

Cahape’yi kuyudan çıkarmak zaman’a kaldı. “Çünkü muhalefet sıkıntısı var.” diyor Mümtaz Er. Bu yüzden de iktidar kendi içinde muhalefet simülasyonları üretiyormuş. İşin aslı tabi ki bu değil, işin aslı güdülebilen bir iktidar.  

*  *   * 

Darbenin kralını medya yapar. Hem de bir kısım medya değil tüm kısım medya hep birlikte yapar. Açlık grevini tok tutan medyadır. “Kaç şehidin ailesi perişan oldu? Kimler yetim ve öksüz kaldı?” neden medya göstermez ki? Neden yazmaz ki?

*  *

2 Kasım 2012 Cuma

ANNE 3


Anne tekrar vur,

Ama bu sefer kalbimden.

Biliyorum o sana söz vermişti,

Bir daha yapmam demişti.

Aldandı ve yine yanıldı.

Çaresiz dertler açtı başıma,

Yerlerde süründürdü, perişan etti.

Bitirdi beni.

Çok yanlış yaptı anne hem de çok,

Güvendi,

Sonunu bile bile yine sevdi yine kandı.

 

Anne tekrar vur,

Ama bu sefer kalbimden.

Tek vuruşluk olsun,

Dersini alsın, haddini bilsin.

 

Bir hayale kapılıp ardından deli divane koşmasın,

Geceleri bir sokak serserisi olup köşe bucak teselli aramasın.

 Yemeden içmeden kesilip ölüm uykularına dalmasın,

Bir yerlerde sızıp el âleme maskara olmasın.

 

Önünde diz çöktüm yalvardım,

Saatlerce çocuklar gibi ağladım,

Yazıktır. Bitmesin kıymetini bilelim dedim.

Bir türlü anlatamadım anne.

 

Bilirsin ben  gururdan bir heykeldim,

Ama ilk defa onun önünde eğildim.

Herşeyimi, yıllarımı, onurumu, gençliğimi önüne serdim,

Vur anne vur. Ben ilk defa ona aldandım. 

Buz gibi gecelerde yandım.

Ben hep ona inandım.

Ama yine kandım yine aldandım.

 

Anne vur. Ne olursun acımadan vur.

İçimdeki tüm duyguları yitirdim,

Ağlamıyorum, hissetmiyorum,

Artık ölümden korkmuyorum.

Kurtar beni zaten yaşamıyorum.

 

Turgay Urgur

1 Kasım 2012 Perşembe

Güç


Güçlü(?) muhalefet. Güçlü olsa muhalefet olmaz. Ama gücü muhalifliğinde olabilir. Eskiden bir de "güçlü muhalefet güçlü ordu" vardı. Allah bize güçlü Türkiye versin. O bize kafi.

·           *   *

İktidar olmanın da belirli süre sonra “Güç bende artıkkk !”a dönüşme tehlikesi var. Heman’i hatırlayanlar bilir. ‘He’ ve ‘man’. O celallendiği sahne vardır yaa.. “Gölgelerin gücü adına, güç bende artık.” Gölgelerin gücü.  Gölgelerin gücü elden ele geçebilen bir güçtür.  Ondan sonra bir de aldın mı eline Heman kılıcını bir o yana bir bu yana sallarsın. Gölgelerin gücü olduğu için kılıcın ucu kime dokunur belli olmaz. Gölgelerin gücü sabah ve akşam güneş ışınlarıyla birlikte yer değiştirir. Bir bakarsın güç önüne geçer, bir bakarsın güç arkanda olur. Sonra bir de bakarsın suflör(ler) işine geleni okumaya başlamış.
Turgay Urgur

26 Ekim 2012 Cuma

bayram gelmiş neyime..


Bayram gelmiş neyime….

Evladını vatanın bölünmez bütünlüğüne, bayrağın namusuna ve Milletin birliğine sadece ve sadece Allah rızası için vermiş olan binlerce aile bu bayramda da muhtemelen “bayram gelmiş neyime….”  sızlanışlarıyla bir bayramı daha kurban etmektedirler.

En ağır bedeli hiç şüphesiz onlar ödemiştir.  Acıyı onlar taşımaktadır. 

Peki, bu gün bu ülkede terör konuşulurken neden onların gözünden, yüreğinden bu soruna bakılmamaktadır? 

Siyasilerden, medyadan, sivil toplum kuruluşlarından, ağır ulemalardan ve başka kimler varsa onlardan bahsediyorum.  Sağlı, sollu gazetelere bir bakın.  Televizyonlardaki tartışmalara bir göz atın.  Gündem sürekli terörü tolere etmeye yöneliktir.  Terörü bizatihi yapanların mağduriyeti(?) meşrulaştırılmaktadır.  Açılım, yatırım, gündem, hoşgörü onlara hizmet etmektedir.   

Sırrı Süreyya Önder ekranların parlayan yıldızı olurken, bdp’lilerin Sayın Cumhurbaşkanı ile görüşmelerinden umut devşirilmektedir. 

Bir şehit anası için demokrasi veya yeni anayasa lüks. O sadece evladının hakkının korunmasını, suçlunun cezasını çekmesini ister.  Canını vermiş bir kişi için bu en doğal haktır.  

Bir yerlere gelecekse demokrasiden önce insanlığın ve vicdanın gelmesi lazım çünkü demokrasinin varlığı diğerlerine bağlı.  Artık günümüzde askeri darbeler yerini medya darbelerine bıraktı ve her ne hikmetse çoğu haklı olana zulmetmekte.  Okumuşluğun verdiği maharetle de işi gayet güzel kılıfına uydurmaktadır.  Şehit haberlerinin verilmediği boşluklar, hemhal olabilecekleri düşünceler, gazete sütunları neden Türk olmayanlara getirilmek istenen demokrasi haberleriyle dolduruluyor? 

                                                                       *     *    *
Açlık grevi mizanselinden maksat hâsıl ettirmek şimdiki bakanın Adalet anlayışı olabilir.  Asıl maksadı vicdan sahibi yürekler biliyor. Lakin bu tür atraksiyonlar olsa olsa birer samimiyet testi olur. Ha bir de AB müzakerekarelerinde ‘bakın bunu da yaptık’ tadında olur. Bu arada şunu da unutmayalım ! Akp seçmeninin iyi polis-kötü polis oyunundan da sıkılmasına artık ramak kaldı. 
                                                                    
                                                                      *      *     *

Bir de bakarsınız yeni Anayasa, apo’ya ev hapsini düşünen Sayın Arınç’a kendi evinde hapis etme şansını da verir. Hem onun adı Bülent Arınç’mış, her sözünün de arkasındaymış. Zaten Diyarbakır Emniyet Müdürü de haklıymış ama cümleleri farklı kurmalıymış.  (bir de cümleyi kurarken ağlamalı bir ton gerek, onu da unutmamalıymış..    

                                                                       
Urgur. 

21 Ekim 2012 Pazar

Düşünce

 
Bir insanın kafasını meşgul eden düşüncelerin içeriği önemlidir.
 Bunları üçe ayırdım. Başkalarıyla, kendisiyle ve herkesle ilgili olanlar.
En değersiz olanı başkalarıyla ilgili olanlar. Biraz açarsam; başkalarıyla ilgili olanlar kısaca “Kim ne dedi? Kim ne düşünür? Kime ne demeliyim? Kim’i düşünen Kim(se)ler” çapındakiler. Bunlar insanı güdükleştiren, kısırlaştıran, etkisiz bir elemana dönüştüren düşüncelerdir. Bu tiplerin beyinleri başkalarının istilasına uğramıştır ve kendilerine ait düşünceleri yoktur. Başkaları gibi başkalarını düşünürler. Beden kendilerinin ama düşünce kendilerinin değildir.     
İkinci grup içerisinde kendisiyle ilgili düşünceleri taşıyanlardır. Bu gruptakilerin “başkalarıyla” olan grubuyla bir bağı vardır.  ‘O’ grubun yönlendirilmesini yaparlar. Kendi dışındakilerine faydası yoktur ama “başkalarıyla” grubundan menfaat elde ederler.
Üçüncü grup kafasında ‘herkesle’ ilgili düşünceleri taşıyanlardır. Onlara göre yaşamın tarifinde yaşamak ve yaşatmak içli dışlıdır. Kendileri için istemezler, “başkaları ne der?” demezler. Onlar için düşüncenin herhangi bir yere aitliği, bağımlılığı  yoktur. Düşünce kendi başına vardır. Kendi başına yaşar ve gelişir. İşte bu yüzden onların düşüncelerinden herkes istifade eder. Adı belki de Alman çeşmesidir ama onu bir Osmanlı yapmıştır ve tüm insanlar ondan su içerler. Elektiriği, uçağı, kağıdı ve daha nicelerini bulan kafasında “herkesle” ilgili düşünceleri taşıyanlardır.  
Turgay Urgur          
 
 
 
 
 
 
 
 

13 Ekim 2012 Cumartesi

kendi insanlığına ağlayan

Gündem

“Ben ağlıyorum, ben ağlarım, benim midem bunu da kaldırıyor.” deseydi. Belki de sorun yoktu. Ama “ağlamayan insan değildir.” farklı bir durum. Herkes kime değer veriyorsa onun için ağlayabilir.

    Konunun değerlendirilmesi gereken birçok yönü var. Bunu bir Emniyet müdürü söylüyor.     Acaba onunla aynı ortamda çalışan ve kısa zaman önce arkadaşını, eşini kaybetmiş bir mesai arkadaşı bu sözleri duyunca ne düşünmüştür?

  Bu sözleri söyledikten bir gün sonra ateşe verilmiş bir okulu incelemeye gidiyor. Çıkışta müdür bey yine ağlıyor. Ama bu sefer öğretmenler ve öğrenciler için. Diyor ki: “Bunu yapanlar insan olamaz.”

Ağlamayan insan değil, okulu ateşe veren de insan değil. Müdür Bey’in “insanlıkla” ilgili bir sıkıntısı olduğu kesin.

   Lakin Müdür Bey yalnız değil. Çünkü terör ve teröristi hoş gören sadece kendisi değil. Bu ülkede %50 sağ seçmenin oyunu almış bir partinin vekili Bülent Arınç malum kişi için ev hapsi düşünülebilir dedi. Bu ülkede gazetesinin manşetinden değil ama arkaya gizlenmiş yazarları aracılığı ile (Gülerce, Alpay, Türköne, Matur vd) teröristi de hoş gören bir camia da var.

 Bunları söyleyince “çözüm” nedir sesleri de hemen dilleniveriyor. Çözümü mağdur olan, şehit edilen, gazi olan ya da memleketini sevenler düşünmek zorunda değil. Sonuçta bazı insanlar terör üyesi veya yardımcısı veya ‘her ne ise’ olmaya karar verdiyse bu onların kararı. Adımı atması gereken (eğer istiyorsa) dağa çıkanlar olmalı. İstemediklerini anlamak için ise bu zamanda ‘insan’ olmak yeterli.

Okulun ateşe verilişinden sonraki Müdür Bey’in başını yana eğip ağlamaları camia tarzı ağlamaya benziyor. Bu ağlama şekli aslında “premetüre” doğmuş bir karakter ağlaması. Çünkü bu kişilikler son gelişmelerini fanusun içinde gerçekleştirdi. Fanustakine ne verildiyse onunla büyüdü. Öyle ki düşünmeye bile gerek yoktu çünkü her şey düşünülmüştü. Tek yapmak gereken dinlemekti. Dinlerken başı öne eğmek ‘gelişim’ için önemliydi.  Hoş görü ve abicilik fanusu doğru ile yanlışı, zalim ile mağduru ayıramayan kişilikler geliştirdi. Bu kişiler için her doğruyu her yerde söylemek yanlış oldu. Ama doğru ile yanlış karıştırıp birlikte sunmak ayrı bir marifet oldu. Tabi kişi fanusta büyümüş olsa bile bu onun bir şey söylemeyeceği anlamına gelmezdi. Birden görev aşkı ile “ağlamayan insan değildir.” ifadeleri gayri ihtiyari önceki otomatik yüklemelerin dışarıya bir anlık yansıması olarak duyulabilirdi. Bu ifadeleri bir gün sonra ise “bu okulu yakanlar insan olamaz.” cümleleri ile bütünleştirmek de fanusun kuşatıcılığının ayrı bir tezahürüdür. Yani karşımızda iki olay ve bu iki olay karşısında iki insan olabilmeyi becermiş ve bunun olabileceği sözleri ile ispatlamış “1 insan” vardı.

Bundan sonrası akp’nin içindeki bazıları için Sayın Başbakan konuşuncaya kadar olayı sahiplenmek ama Sayın Başbakanının konuşmasından sonra ise sessizliğe bürünmek kadar kolaydı.

Sözün kısası nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ………. .

Bize düşen ise en kolayı: bir insan sadece 1 insan olabilmek. İster ağlasın, ister ağlamasın. Ama bir ağlayıp bir ağlamamazlık yapmasın. Bir gün konuşup ertesi gün susmasın. 
        


9 Ekim 2012 Salı

düşünce

Sap ile samanı karıştırmakta üstümüze yoktur.

Bir taraftan zulmü, zalimi görmezden gelemem diyeceksin, diğer taraftan teröristi hoş göreceksin. Örneğin Esed  zalim olacak ama yıllarca mücadele ettiğin bir örgüte göz yaşı dökeceksin. Bir taraftan bıçak kemiğe dayandı, kanımız yerde kalmayacak diyeceksin. Diğer taraftan bir sürü tezat üreteceksin.

2025 Açılış Konuşmam

 İnsan neyi özler? Sevgiyi, huzuru, barışı, başarıyı, umudu özler. Bunun en doğru yerlerinden birisi Siz sevgili çalışkan, dürüst ve güzel a...