Birkaç gündür aklımın
ucundan bir yazı konusu geçiyor. ‘Yazayım mı? Yazmayayım mı?’ diye epey bir
düşündüm. Yazmaktan alıkoyan birkaç içsel nedenim de vardı. Öncelikle benzeşme
ve sıradanlaşma gibi korkularım var. İkinci bir husus ise insanları ÇOK SIK sözle,
yazıyla da sıkmamak gerekiyor sanırım. Son olarak da artık daha ne yazılabilir
ki? Dünyada halen daha söylenecek söz kaldı mı ki? Hani geçenlerde paylaşmıştım
ya; “Modern insan düşünmekten yaşamaya
vakit bulamıyor.” diye. Tartışılmadık, yazılmadık konu kalmadı gibi ve aynı
konular defalarca bile irdelendi. Bilgiye ulaşma sorunu neredeyse kalmadı.
Her neyse… ben yine de
yazayım ve siz sevgili dostlarla paylaşayım. İçimde kalmasın.
Kafatasımızın yarısının
tamamen boş olduğunu düşünelim. Hava boşluğu gibi bir şey olsun. Beynimiz ise
diğer yarıya sıkışmış olsun. Ve hepimizin bildiği üzere bir tarafa sıkışmış
olsa da beynimizin çok az bir yüzdesini kullanıyoruz. Kullanıyormuşuz. Öyle
diyorlar….
Kullandığımız kısımdan
değil, kullanmadığımız kısımdan bahsetmek istiyorum. Yarım köşeye sıkışanın az
bir kısmını kullanıyoruz. Diğer tarafta koskoca bir boşluk var. Bu boşluktan
çok çok daha büyük kafamızın dışında bizimle kıyaslanamayacak büyüklükte bir
kainat var.
Haklısınız kimsenin
kafasının bir bölümü hava boşluğu değil. Misal olsun diye yazdım. Arada bir
farkındalık olsun diye yazdım. Ara sıra hava almak için dışarı çıkardık. Hiçte fena
olmazdı hani… ve oradan kullandığımız bölümüne bir bakardık, göz atardık. Nasıl
kullanıyoruz diye..
Olmadı, kafatasımızın
hava boşluğundan da çıkardık ve tümden dışarıdan bakardık. Tabi ki de tüm
bunlar fantezi ürünü söylemler.
KEŞKE bu fantezi bazen
gerçek olsa. Çünkü buna ihtiyacımız var. Birey olarak, toplum olarak buna
ihtiyacımız var. Hayat, yaşamak, başarı, verimlilik, mutluluk bizim
bildiğimizden-bildiklerimizden ibaret değil.
Siyaset, adalet, inanç,
doğruluk sadece bizim geliştirdiğimiz söylemlerden ibaret değil. Dışarısı bizlere
devasa boşluklar gibi görünüyor, hayatta sadece kendimiz varmışız gibi
davranıyoruz. Bundan dolayı bencilliğimiz, çatışmalarımız, inadına haklılık arayışlarımız
her şeyin önüne geçmeye çalışıyor. Eşlerimize karşı tavırlarımızda, aile içi
münakaşalarda bu böyle değil mi? En basit konularda bile taraftarlığımız bundan
değil mi?
Yıllardır süren siyaset
çatışmaları, toplumsal savaşlarımız, gruplaşmalar, gettolaşmalar bundan ortaya
çıktı.
Son zamanlarda halkımızı
bölen siyasal tartışmalarda da benzer nedenin izlerini görüyoruz. Yetiştiğimiz
çevre, etrafımızdaki dostlarımız, gidip-geldiklerimiz, üye olduğumuz yerler
bizleri düşünce hapsine alıyor.
Bazen farklı kişileri
dinleyerek, okuduklarımızı değiştirerek, ortamlarımızı genişleterek kendimizde
olanlara boşluktan bakmalıyız. Kimsenin etkisinin olmadığı, hiçbir düşüncenin
kalıplaşmadığı boşluklardan bakmalıyız.
Bu bakışla kendimizde
muhtemelen eksiklikler, yanlışlıklar göreceğiz. Zamanı şimdiye kadar kötüye
kullandığımızı, eğitimimizin eksiklikler içerdiğini, sosyal durumumuzun gözden
geçirilmesini gerektiğini göreceğiz. Bırakalım da bunlar biraz içimizi acıtsın.
Acıtsın ki bizi biraz kendimize getirsin.
Evi bombalanan bir
Orta-doğulu Müslümanın boşluğundan baktığınızı düşünsenize?
Annesiz bir çocuğun,
fakir bir ailenin, özürlü bir insanın, ailesinin yitirmiş bir kişinin ve tüm
diğer sıkıntı çekenlerin boşluklarından baktığınızı düşünsenize?
Ne görürdük acaba?
Turgay URGUR
(devam edecek)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder