24 Ocak 2024 Çarşamba

SEÇİM

 Seçilmeyi bilmiyorum ama seçmek fena bir duygu değil.

Önünüzde birden fazla seçenek var ve istediğinizi seçiyorsunuz.
Örneğin;
Çocuğunuzun ilgisine ve gelecek beklentisine göre yaşadığı ilçede sınıfları kalabalık olmayan bir okul seçiyorsunuz.
Hafta sonu ailenizle veya bir yakınınız geldiğinde temiz, ferah, oyun alanı olanı bir mesire alanını veya sosyal tesisi seçiyorsunuz.
İşe, pazara, çarşıya arabınızla gitmek yerine bisiklet yolundan bisikletinizle veya toplu taşıma araçlarıyla gitmeyi seçiyorsunuz.
Hafta sonu içinde hem sportif hem de kültürel alanların olduğu eğitim, sanat komplekslerinden birisini seçiyorsunuz.
Daha dün yıkattığınız arabanızla gittiğiniz bölgenin kapalı veya açık otoparkını seçiyorsunuz. Üstelik arabam hemen toz olur mu? Altı bir hendeğe takılır mı? korkusu yaşamıyorsunuz.
Kaldırımda rahatça yürümeyi, inşaat kalıntısına veya olur olmadık engellere takılmamayı, toz yutmamayı, üstünüzün temiz kalmasını seçiyorsunuz.
Çok katlı yapılara izin verilmediği için pencerenizden güneşi, bulutları, ayı, yıldızları, gökyüzünü izlemeyi seçiyorsunuz. Sakin, düzenli bir trafiği olduğu için balkonunuzdan keyifle sokağı izlerken çay veya kahve içmeyi seçiyorsunuz.
Birden fazla maddi manevi hasarlı kazanın yaşandığı kavşakların sorumluluğunun sadece sürücülere ait olmadığını ve çok ivedi tedbirlerin alınmasını,
Sokakların en azından 3 ayda bir yıkanarak temizlenmesini,
Sosyal faaliyetlerin toplumun genelini kapsayacak şekilde planlanmasını,
Çocuklarımızın madde bağımlılığı gibi bir çok tehditten fersah fersah uzak kaldığını güvenli şehirleri,
Hiç bir alanda israfın olmamasını,
Ovalarınızın, tarlalarınızın imardan korunmasını,
Bütçenize uygun ve denetlenen pazar yerlerinden elmaları ve domatesleri,
Evde musluğunuzdan akan şırıl şırıl, pırıl pırıl suyu içmeyi,
Çarpılma korkusu yaşamadan yaya geçidinden rahatça geçebilmeyi,
Mahallelerden düzenli bir şekilde şehir merkezlerine ulaşabilmeyi,
Adaleti,
Hürriyeti,
Dayanışmayı,
Saygıyı,
Sevgiyi,
Hak ettiğiniz gibi yaşamayı seçiyorsunuz.
Dahası ve de en önemlisi dertlerinizle dertlenen, sorunları siz dile getirmeden gören ve çözme girişimine çoktan başlamış olan, yaşadığınız bölgeye en küçük ayrıntılarına kadar sahip çıkan yöneticileri ve o yöneticilerin ekibini seçiyorsunuz.
Endişe,
Şüphe,
Korku duymamayı seçiyorsunuz.
Çocuklarımız için aydınlık bir geleceği seçiyorsunuz,
Demokrasi ne kadar da güzel bir şey bunlardan istediğinizi seçebiliyorsunuz.
Turgay URGUR

23 Ocak 2024 Salı

Sanayi

Ellerim yağlı,

Yüreğim paslı,

Gözlerimde yanık yağın acısı,

Kulaklarımda çekiç tıngırtısı.


En çok acıktığımda aklıma geliyorsun,

Her gün olsa da yine tostu seviyorsun. 

Hava karardıkça kararsın,

Bir türlü bitmiyor gün,

Bir türlü gitmiyor 'o' gün.

İş bitmiyor. 


Yoruldum. 

Demir soğuk, 

En çok yorulduğumda aklıma geliyorsun,

Yoruldum ama burası bana 'Yorulmaya hakkın yok!' diyor. 

Ve yorgunluk her türlü uykuya ipotek koyuyor. 

Hadi yorulmaya hakkım yok diyelim,

Seni aklıma getirmeye de mi hakkım yok.   


Gözümü almıyor artık kaynak,

Garip acılara alıştırıyor çapak,

Rüya görmeyi unut diyorlar,

Gerçekler ise burada haftalık veriliyor. 


Burada beyazlar en zayıf düşman, 

Kara kapkara hayaller,

Ama 'O kara hayalleri sahte beyazlara tercih etme!' diyorlar. 

Çünkü burada hayal demek emek demek,

Emek vermediğin hiç bir şey senin olmuyor. 

Emeğinin azını almak tüm dengelerini bozuyor,

Fazlası ise boğazına çok erken duruyor. 

Onun için herkes sadece emeğinin tam karşılığını istiyor. 

Götüre bir hak anlayışı var. Lakin işe yarıyor.  


Küfür etmeyi burada öğrendim,

İşe,

Geçmişe,

Ters giden her şeye,

Ağladığım zamanlar çok oldu,

'Ustam iyiliğimi istermiş' herkes bu lafta anlaşmış, 

Gözyaşlarıma yağ, soğuk ve demir tozu bulaşmış, 

Ama burada zerre kadar değeri yok,

Kendinsin. Yalnızsın. Ve öğreniyorsun.    

Anam başlangıçta halime çok üzülüyordu,

Kıyamıyordu.

Ama koltuğumun altındaki ekmeği görünce,

Oğluyla gurur duyuyordu.

Alıştı. 

Yok yok alışmadı. Yıllar geçti alışmadı. Ben alıştım o hala alışmadı.

Çaresizlik ikimize de 'alışmışlık' oynatıyor.


Keşke anam gibi sen de gurur duysaydın,

İki ekmeğe, bir tas çorbaya bir ömür razı olsaydın. 


Dedim ya... burada hayal demek emek demek,

Emek vermediğin hiç bir şey senin olmuyor, 

Ve insan emek verdiğini kimseyle paylaşmıyor. 

Ama illaki sanayi çarşıya uymuyor,

Çünkü sana verdiğim emekler bir ömürdür karşılık bulmuyor. 


Kepenkler bir bir iniyor,

Tanıdığı olan arabaya biniyor,

Olmayan kendi başına köyün yolunu tutuyor. 

Kalan kilometreler bile duymuş gibi;

Senin yorulmaya hakkın yok diyor. 

Ağlama! Sabah dükkan ilk seni bekliyor. 


( Onuruyla, alnının teriyle, gece gündüz bitmeyen emeği ile çalışan tüm Sanayi Esnafı kardeşlerime selam olsun, bu yazı onlara benden bir hediye olsun.) 


TURGAY URGUR 

 



 

20 Ocak 2024 Cumartesi

Kendime 6


O bakışlar gerçek olsaydı,
“Aşkım” deyişin gerçek olsaydı. “Seni seviyorum” deyişin gerçek olsaydı.
Kendin bile inanamazken, bir an gerçek olsaydı.

Aşk dedikleri bu olsa gerek,
Bir türlü kavuşamamak.
Aşk dedikleri bu olsa gerek,
Her geçen gün içinde onu büyütmek, içten içe kahrolmak, erimek.

Eski şarkılarda teselli bulmak,
En damar şiirleri yazmak,
Söylediklerinle, yazdıklarınla,
Avunmak.

Eridim. Eridim.
Bıktım gülen, güldüren çocuğu oynamaktan.
Bittim. Bittim.
Nerdesin? Bir gün sorsana, bir gün arasana.
Gelmezsin. En azından halimi sorsana.
Sevmezsin. En azından dinlesene.

Artık yazmıyorum. Uzun zamandır okumuyorum.
Düşünmüyorum.
Ağlamayalı çok hem de çok oldu.
Ölüyorum. Anlasana.
İçimdeki her şeyi tüketiyorum. Anlasana.

Bir yanlış değil, bin yanlış yaptım.
Bedel olarak her geçen gün eriyorum.
Eriyorum. Tükeniyorum. Anlasana.

Aşk dedikleri bu olsa gerek:
Her gece kahrolmak, hep kendin olmak.
Ölünceye kadar kahrolmak.
Zavallı, sefil, serseri, dilenci olmak.

Eylüller nerde? Yağmurlar nerde?
Dün nerde?
Özlemlerim nerde?
Aşk dedikleri bu olsa gerek.

 Sorularıma bir gün cevap versene,
Ölmeden beni bir yerde bulsana.
Doymadan gitmek, varlığıma anlam verememek,
Çok zor anlasana.

Sen güçlü, ben zayıf.
Sen beklenen, ben avare.
Sen bir melek, ben günahtan bir ‘var’
Sen her gün büyüyen, ben küçülen.

Eriyorum, tükeniyorum anlasana.

Turgay Urgur

Kendimle savaşım



Kendimle savaşı kazanırsam tüm savaşları kazanmış olacağım. Yani Ben’in farkına varırsam, Ben’in faniliğini anlarsam ve Ben’in derdini unutursam; tüm savaşları kazanmış olacağım. Büyük hesabın sorumluluğu varken; tüm diğer hesapları kapatırsam, dünyalık işleri dünyalık kadar yaparsam, kaybetmekten değil kazanmaktan korkar hale gelebilirsem, yenilmeyeceğim.

Müslümanın derdine üzülüyor gibi görünmekten öte en azından gerçekten üzülebilirsem. Pervasızca konuşmayı, şuursuzca davranmayı ve tüm diğer insancık oyunlarını terk edebilirsem; galip olacağım.


Kendimle savaş: herkesin gördüğüne yüz çevirip, içimdeki görülmeyenleri önüme koymakla başlayacak. İlahi Rıza’dan gayri tüm görecelikleri bırakmakla devam edecek. Ve son nefeste “On’dan başka İlah yokturla” bitecek. Bitecek ve kendimle olan savaşı kazanacağım. Yaşama sülük gibi yapışmayı unutunca, ölümün varlığını su gibi-ekmek gibi anlayınca, zaman-mekan-madde kaygısını içimden çıkarınca; muzaffer olacağım. Hastalığa şaşırmayıp, imtihana kızmayıp, varlıkla şımarmayıp; yoklukta isyan değil de itaat etmeyi öğrenince kazanacağım. En büyük makamı kulluk bilip gerisini masiva görünce kazanacağım. 

TURGAY URGUR

19 Ocak 2024 Cuma

Kültür Darbesi

 Kültür darbesi ile karşı karşıyayız. 

Çok tehlikeli çünkü hem sinsi ilerliyor hem de  

9 Ocak 2024 Salı

Voltaire

 2024'e Voltaire'den 'Candide' ile başlayabilirsiniz.

Okumaktan kısa sürede yorulanlar için sesli kitap uyarlamaları da internette mevcut.
Aydınlanma çağının düşünürü eserin sonunda Türkiye'ye geliyor ve orada bir derviş ile tanışıyor. Dervişten öğrendiği ise gayet kısa ve anlamlı: Herkes kendi tarlasını ekmeli. Böylece hem sorun yaşamazsın, hem hayattan bıkmazsın hem de aç kalma korkusu yaşamazsın. Candide'in uzun yolculuklardan sonra 'sadelikte' karar kılması gayet manidar.
Tabi eserde bolca hiciv ve zamanının siyasilerini rahatsız edecek birçok bölüm de mevcut. Bir de devam eden aşk arayışı.
Candid'in iyimserlik arayışı eserde de vurgulandığı gibi aynı zamanda 'hikmet' arayışı.
Bu eser benim için bu hafta başka bir öneme de sahip.
18. Sözün 2. bölümünde geçen Secde suresinin 32/7 nolu ayetinin "O Allah ki! yarattığı her şeyi güzel ve muhkem yaptı." tefsiriyle de büyük oranda ilintili. Oradaki 1-2 sayfada kısaca söylemek gerekirse; her şeyde, hatta en çirkin görünen şeylerde, hakiki bir hüsün(güzellik) ciheti vardır. Evet her şey, her hadise ya bizzat ya da neticeleri itibariyle güzeldir... diye devam eden kısımlar Müslümana bir bakış açısı kazandırıyor.
"Yine risalede bahsi geçen insanın hayatıyla ilgili bir biri içindeki daireler örneğinde verildiği gibi; insanın kalp ve düşünce dairesinden ta kainata kadar bir ilgi dünyası-ilişiği vardır. Lakin en önemlisi en küçük dairedeki kalp ve düşünce dairesidir." mantığı Voltaire'in de kendi zamanında kısmen de olsa yakalamaya çalıştığı mantık olarak karşımıza çıkıyor. Malum Voltaire eserin sonlarına doğru yine ontololojik sorularına da çözüm arama girişimine giriyor. Bediüzzaman'ın ise "Nerden geldim?, neciyim? nereye gidiyorum?" diye daha da anlaşılır olarak kısalttığı ama şükürler olsun ki cevaplarını da verdiği meselelerde Avrupa fenninin, felsefesinin yetersiz kaldığını bir daha Voltaire ile görmüş oluyoruz. Aynı mesele(ler) Dostoyevksi'nin Karamazof Kardeşlerinin de felsefik diyaloglarında bolca karşımıza çıkıyor. Birbirinden farklı kardeşler bir birinden farklı psikolojileri, bir birinden farklı hayat algılarını bir biriyle konuşturarak adeta bize diyalektik şöleni sunuyor.
İnşaallah yeni yılda bol bol okumak, düşünmek, konuşmak ve paylaşmak nasip olur.
Rabbim bir an önce tüm insanlığa barış nasip eylesin. Bizleri muhafaza eylesin. Lütfundan, kereminden, rahmetinden mahrum etmesin.
Selam ile, dua ile, muhabbet ile.
Tüm ifade

BATIL


 Batılılaşmamızı değil batıllaşmamızı istediler.

Lakin asıl mesele onların istemesi değildi,
Mesele bir lahza hazır bulunuşluğumuzdaydı.
Oysa biz ne doğu ne batı ne kuzey ne güneydik,
Biz gökteki ay ve yıldızdık.
İşte bundan dolayı kıyamete kadar ( gök yarılıncaya kadar) İslam kalacağız.
Turgay Urgur
Lahza: zamanın bölünemeyecek denli kısa bir parçası.

4 Ocak 2024 Perşembe

Yolcu 2024

 YOLCU 2024  (yeni yazım) 


-Bu zamana ne dersin? Nasıl isimlendirirsin? 


-Tahammülsüzlük zamanı derim. 


-Yani? 


-Bilinenden, bilineninden başlarsak kimsenin kimseye tahammülü yok. Konuşana, yazana ve daha da kötüsü düşünene, ecdadına, evladına, sıradakine, yanındakine, eşine, işçisine ya da işverenine tahammülü yok. Mesela farklılığa hiç tahammülü yok. Düşüncesinin alternatifine, imtihana, sıkıntıya tahammülü yok. İnsanın ‘Gecikmeye’ tahammülü var mı? Yok. İstenilenin olması yetmiyor, hemen olması lazım. ‘Bitmeye’ tahammül yok. Hiç bir şey bitmemeli. Zaman, para, mal, şöhret, gençlik, şarj, elektrik, su adeta bitmeyecek miktarlarda olmalı. Fakat dünyadaki hayat, kendisine verilen süre içinde daima bir bitişe doğru yol alıyor. 


İşin en sancılı yeri ve aslında toplumsal bir kaosa dönüşen kısmı da ne biliyor musun? Kişinin kendisine tahammülü yok.


-Bu çok ilginç bir şey. O nasıl oluyor ki? Kişi kendisine karşı nasıl tahammülsüzlük gösteriyor? Bu epey bir zorlama bir tahammülsüzlük değil mi? 


-Yok . Yok. Gayet basit. K i ş i n i n   k e n d i s i n e   t a h a m m ü l ü  y o k. 


-Harbiden merak ettim. 


-Kişinin kendisine tahammülü olsaydı. İçinden geçenleri söyler ve hayatı da istediği gibi yaşardı. Çatır çatır konuşan, yanlışa yanlış diyen, bir hata gördüğünde müdahale eden, vazgeçmek istediklerinden aniden vazgeçiveren, boyun eğmeyen, 'kendisi' gibi yaşayan bir kişiliğe kişinin herkesten önce kendisinin tahammülü yok. 'Sırf etrafıma ayıp olur. Başkaları ne der?' diye yaşamaya çalışmak tahammülsüzlük değil mi? 'Bu saatten sonra değişti.' dedirtmemek için değişememek tahammülsüzlük değil mi? 


Aslında biz(ler) her zaman kızmıyoruz, birileri kızdığı için kızmak istiyoruz. Her zaman beğenmek istemiyoruz, birileri beğendiği için beğenmek istiyoruz, her zaman sessiz kalmıyoruz birileri sessiz kaldığı için sessiz kalıyoruz. Çünkü aksine (yani kendimizin aksine) bir şey yapabilmeyi henüz öğrenemedik. 


Kendimize tahammülümüz olmadığı için kendimize benzer ama kendimiz olmayan benlikler yarattık. 


-Peki insanın 'kendisine tahammülü' öğrenmesi zor bir şey mi? 


-Çok kolay diyemem. Üç şeyin müthiş bir oranına ya da daha kıvamına ihtiyacımız var. 


- Nedir onlar ve nasıl bir kıvam? 


-Akıl, his ve vicdandır.


Akıl zahire müpteladır eğer baş tacı yapılırsa şekilcilikten ve şekle hayranlıktan kurtulamaz. His yanlıdır. Daima hislerini dinleyen illaki bir tarafa meyleder. Vicdan ise aklın ve hissin getirdiklerini yanlışlarından, eksiklerinden ve de fazlalıklarından ayırmaya çalışır. Vicdanın da taşıyabileceğini elbet bir yük miktarı  vardır. Vicdan angaryayı sevmez. Vicdan fazla mesaiye gelemez. Baktı gördü, akıl ve his olması gerekenden fazlasını getiriyor. ’Benden bu kadar!’ ’Ne haliniz varsa görün!’ der. Bundan dolayı; akıl, fikir erdiremediğimiz, duygusuzlukla itham ettiğimiz büyük suçların, cinayetlerin, günahların ardında iflas etmiş vicdanlar vardır. Malum ‘vicdansızlık’ ve ‘vicdan azabı’ gibi toplumda hatırı sayılı kullanımı olan tabirler var. Vicdan azabı neden vardır ki? Bir şeyler Hakkaniyet çerçevesinde konuşulmadığından/yapılmadığından vardır. 


- Bu çok korkutucu değil mi? 


- Değil. Çünkü bunun da çaresi var. 


-Nedir o? 


-Kulun sürekli tövbe ve dua kapısında şükür ile teyakkuzda durması. İşte bundan dolayı günde bir defa değil 5 özel zamanda secdeye varıyoruz. İşte bundan dolayı hep zekat veriyoruz. İşte bundan dolayı her sözü, her davranışı Hak ile iltisaklandırmaya çalışıyoruz. İşte bundan dolayı ille de ‘helal’ diyoruz. Helal eş, helal aş, helal iş diyoruz. Hani aklın, hissin ve vicdanın kıvamı demiştik ya… O kıvam kendi kendisini bulan bir şey. İtidalin olduğu şahsiyetlerde kişi ne zaman düşünmesi, ne zaman ağlaması ve ne zaman vicdanın sesini dinlemesi gerektiğini biliyor. Buradaki altın tılsım veya iksir ise nedir biliyor musun? ‘Niyet.’ 


Niyetin Hak katında değerinden bahsetmek için şu hadise dikkatle bakmakta fayda var. 


 “Rabbinden naklettiği şeyler meyanında Rasûlullah şöyle buyurdu: “Her kim bir iyilik yapmaya niyet eder de yapmazsa Allah ona bir sevap yazar. Niyet eder de aynı zamanda yaparsa, Allah ona on ile yedi yüz arasında sevap yazar. Kim de bir kötülük yapmaya niyet eder, sonra onu yapmaktan vazgeçerse Allah ona bir sevap yazar. Niyet eder de yaparsa, bu takdirde bir kötülük yazar.”


Allah bir iyiliğe niyet edildiğinde o niyet yapılmasa/gerçekleşmese bile ona mükafat veriyor. Niyet çok ama çok önemli. 


- Bunlar olunca ‘tahammülsüzlük’ ortadan kalkacak mı? 


- Evet. Bu başlangıç.  Süfli arzulardan arınmış insanlarda tasavvuftaki tabiri ile nefs-i kamile ulaşır. Nefs-i kamile ulaşmış insanlar başlarına gelen hadiseleri, dünyada olup bitenleri adeta gönül gözüyle görüp fenaya ve ademe yormazlar. Böylece kendilerini de boş yere üzmedikleri için etraflarına da güzel bakarlar. 


-Son olarak ne dersin? 


-Yaşamın ölüme hiç tahammülü yok. Ölmek bu dünya için en önemli şey olabilir ama aynı ölüm ahiret için en az öneme sahip. Neye ne kadar değer vermemiz gerektiğini öğrenirsek ( ki bir an önce öğrenmeliyiz) varlığımızın kıymetini en vakıf hisselerimizle Hakkalyâkin yaşayacağız. Biz Peygamber olamayız ama O’na ( SAV) layık bir ümmet olabiliriz. Tahammüle başkalarından ziyade kendimiz için ihtiyacımız var. Kendimize katlanalım ve kendimize haksızlık etmeyelim. Unutmayalım! Allah bizi Kendisine muhatap kabul etti.


Zahmetsizce ve küçülmeden düşüncelerimizi anlatmayı öğrenmeliyiz. 


Yani olduğumuz üzere anlatmalıyız. Yani vicdanımızın gözünün üzerimizde olduğunu bilerek, yani her bir sözün hesabını söylerken bile vererek, yani en hoşumuza gitmeyecek bedelleri peşin peşin kabullenerek anlatmalıyız. Zahmetsizce ve küçülmeden anlatmalıyız. Dilimizin usta dönüşlerine ve gizli manevralarına prim vermeyerek, dudaklarımızın malumlarımıza yumulmasına izin vermeyerek, kısa ve net olarak anlatmalıyız.  


Siyasilerin taşradaki nihai temsilcilisi olmadan, her hangi bir grubu veya düşünceyi zorla savunmaya çalışmadan ve belki de en kolayı olarak kendimiz olarak ya da kendimiz kalarak. 


İnsan hayatının bir çoğunu taklit ile geçiriyor. Bazen kitapları, bazen ailesini, bazen yüz yüze hiç gelmediği birilerini taklit ediyor. En büyük nedeni ‘kolaylığından’ olabilir. Taklit bir kaç provadan sonra yapılabilecek bir şeydir. Üstelik taklit sürecinde bir sonraki taklit öncekilere göre epey bir gelişmiş oluyor. 


Küçülme demişken; duygular insanı küçültür. Taraftar olmak insanı küçültür. Zahmet derken, karşımızdakine bazen keyfine bazen nefretine, bazen beğenisine göre konuşmak epey bir zahmetlidir. Hele hele, insanın kendi nefsinin haklılığı için yarım yamalak bilgilerinin tammış gibi anlatılması çok ama çok zahmetlidir. Sadeleştiğimizde, detaylar için kendimizi yormadığımızda, ikna için ne kendimizi ne de başkalarını zorlamadığımızda hayat bize olması gerektiği gibi gelecek inşaallah. 


Kendimize ve tüm insanlığa tahammül edelim ki fanilikteki gücü bulalım, şu geçici dünya hayatından asıl aleme parlak bir alınla geçmeyi HAK edelim. 


Selam ile, dua ile, muhabbet ile;


TURGAY URGUR

17 Aralık 2023 Pazar

Apokaliptik

 Özgürlüğün tiz sesi kulaklarımda çınladı.

‘Geldim.’ dedi.
İlk yaptığım şey saatime bakmak oldu.
‘Şehirlerin duvarı!’ dedim.
Onları kim yıkacak?
Binlerce defa kendisini Tanrının yerine koyanlara seslenmiştim:
‘Beyhude!’
‘Sadece nefsinizin efendisi olabilirsiniz. Sizin dışınızdaki herşey sizden çok ama çok güçlü.’ dedim.
‘Aciz bir kahır ve çok güçlü bir sefilliğiniz var.’
‘Yani birazcık kendi dışınıza ama hepten kendinize zarar verebilirsiniz.’
Zavallısınız, zavallı.
Özgürlüğün tiz sesi geldi. İsyankarları korkuya hapsetti.
Sadece “kul”um diyenler sevindi.

* * *

Alemlere rahmet Peygamber Efendimizin (SAV) Taif dönüşü cevabının ve beklentisinin Müslümanların (ben de Müslümanım diyenlerin) yaşamlarında bir ölçü olmasını temenni ediyorum.
* * *
Ey Muhammed! Kavminin sana ne dediğini Cenab-ı Hak işitti. Ben Dağlar Meleği’yim. Ne emredersen yapmam için Allah Teala beni sana gönderdi. Ne yapmamı istiyorsun? Eğer dilersen şu iki dağı onların başına geçireyim, dedi. O zaman:
- Hayır, ben Cenab-ı Hakk’ın onların soylarından sadece Allah’a ibadet edecek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kimseler çıkarmasını dilerim, dedim.
*. *
‘Evet ilk taşı kim atacak?’ Peki bugün insan farkında değilse ve aslında ilk taş atılacak kendisi ise ne olacak?
Kendimizden nasıl bu kadar emin olabiliyoruz?
*
Tergīb ve terhîb başlayacaksa en küçük daireden ve herkesten önce bireyin kendisinden başlamalıdır.
İnanın hayatın bu yoğunluğunda ‘eleştirmek’ ve eleştiriye zaman bulmak biraz lüks gibi görünüyor. Bireysel yani şahıslara yönelik eleştirileri kasdediyorum. Yani milyonların olduğu toplumlarda; her hangi bir bireye yaptığından, yaşam tarzından veya bir konu hakkındaki düşüncesinden dolayı sözel ve fiili linçlerden bahsediyorum.
İlk taşın kime geleceğini bilemeyiz. Böyle bir zamanda ilk taşı atmak için de hevesli olmaya hiç gerek yok. Çünkü belki de o ilk taş beğenmediklerimizden seke seke bize kadar gelebilir. Ayet net: Bakara 143: Ve işte böyle, sizi ortada yürüyen bir ümmet kıldık ki, siz bütün insanlara adalet örneği ve hakkın şahitleri olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun.
* *
Çok defa denemeliyiz. Konuşmayı, kolektif aklı, istişareyi, muhakemeyi, tefekkürü, tevekkülü, hayırda yarışmayı, iyi niyeti pekiştirmeyi çok defa denemeliyiz.
Olmaz diyemeyiz. Çok geç diyemeyiz. Mesuliyet olduğu sürece ’Bana ne?’ diyemeyiz.
Okul, cami, ev, iş yeri ve sokak bu milletin dirildiği yerlerdir. Diriliş için nefes lazım. Kurani bir nefes lazım. Sonra Peygamberi bir sabır ve ardından sarsılmaz bir irade. Müslüman için bu başlangıç sadece bir kelime ama kainatı hazır ola geçiren bir kelime: Bismillah.
Allah adına. Allah namına.
Aman Allah’ım ne büyük bir lütuf. Allah kullarına kendi adına işe ( her hangi bir işe ) başlama ehliyetini veriyor.

* * *

Hud suresinde (45) Nuh Rabbine niyaz edip dedi ki: “Ey Rabbim! Oğlum benim ehlindendi senin vaadin de elbette haktır ve gerçektir. Sen hakimler hakimisin.”
46. Allah: ”Ey Nuh! O kesinlikle senin ehlinden değildir. Çünkü o salih olmayan bir amelin sahibidir. Hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben, seni, cahillerden olmaktan sakındırırım”
* *
Cahillik! Hak’kı bilmemekten öte bir cahillik ne derece bir cahilliktir ki? İnsan bugün hayatı devam ettirebilecek kadar bir çok şeyi kısa bir zamanda öğrenebiliyor. İsterse gelişiyor. İstemezse de arzuları, fikriyatı, görgüsü, tecrübesi çerçevesinde bir hayat sürüyor. Böyle bir hayat eğer başkasının hayatına karşı mütecaviz değilse de makul görülebilir. Yani kişi kul hakkına riayet ettiği sürece, yasalara bağlı kaldığı sürece kimin onu kınamaya hakkı olabilir ki?
* *
En’leri oluşturmak büyük sorun oldu. En iyi, en kötü, en hızlı, en başarılı ve önüne ’en’ gelen her ne varsa. En’ler herşeyden önce kişinin kendi içinde zararlı bir mukayese mantığını besledi. Kişi kendisini başkalarındaki en’ler ile tanımlamaya başladı. Oysa herkesin mükemmel yaratılmışlıktan herkes kadar hissesi vardı. Yani her bir bireyin en’lerini sadece kendisi oluşturuyordu. İnsan kendi en’leriyle gayet yeterliydi ve asıl güç aslında kişinin kendisi olmasıydı. Kendisi olabilenin başkalarının en’lerine ihtiyacı yoktu.
* * *
‘Ey nefsim!’ diyebilmek. ‘Ey nefsim!’ risaledeki ihtilalci başlangıç, savaş kıvılcımı ve idrakin altın mottosu.
İnsanın kendisini idam sehpasına itebilecek cesareti olmalı. Sorumluluğu tümden üstlenebilecek kadar arif bir vicdanı, imtihanı Hak’tan bilecek kadar zaman mefhumsuz bir sabrı olmalı.
Ey nefsim demek ben varken hatalı aramıyorum demek.

TURGAY URGUR

ÖĞRETMEN

 Öğretmenin ilacı çay.

Hele bir de iyi demlenmiş ve taze olursa paha biçilemezdir.
On dakikanın içinde enerjiyi başa döndüren, bir sonraki derse hazırlayan tabii iksir.
* * *
Öğretmenlik nasıl bir iştir diye soranlara verilecek tek bir cevap var.
“Gönül işi.”
Kişide öğrenmeye ve öğretmeye aşık bir gönül olacak. Mesleğe bugün başlamışsınız veya yirmi beş sene olmuş fark etmez. O gönül sizde varsa siz öğretmensinizdir. Yoksa öğretemezsiniz.
Çünkü öğretmen bilgiyi veren, anlatan ve aktaran gibi düşünülse de öğretmenin asıl işi bu kadar sınırlı değildir. Öğretmen; öğrencisine nedenleri ve nasılları hayatı boyunca merak etmeyi aşılamak isteyen kişidir.
Neden sayılar var? Neden kelimeler var? Neden varız? İnsanın bu dünyadaki asıl görevi nedir?
Öğretmen bunlar gibi birçok soruyu öğrencileri ile buluşturmak isteyen kişidir.
* * *
Bugün bu güzel vatanın; bayrağına ve milletine aşık öğretmenlere her zamankinden daha çok ihtiyacı var.
Çünkü gençlerimiz, çocuklarımız hem dıştan hem de maalesef içeriden bir çok tehditle karşı karşıya.
Gençlerimizin sorunlarının çözümü ise hiç şüphesiz öncelikle onları dinlemekten ve onlara zaman ayırmaktan geçiyor.
* * *
Eğitim camiası bilgiyi, sorunları ve çözümlerini, yenilikleri, siyaset dışındaki gündemi kendi arasında daha sık değerlendirmeli ve istişareyi canlı tutmalıdır. Yenilenmek, yeni bilgilerle donatılmak, ülkemizde ve dünyada olup bitenleri takip etmek öğretmenin en önemli dinamiklerindendir.
Çünkü okullarımızın başarıya ihtiyacı var. Dahası hızla gelişen teknoloji her gün insanlığa hem yeni bilinmezlerin hem de yeni umutların kapılarını açıyor. Bu kapıların varlığından Türk gençlerini haberdar etmek zorundayız.
* * *
Öğretmen işine her zaman bağlı ve çalışkandır. Çünkü öğrencilerine kendi öz evladı gibi davranır. Kendi çocukları için ne kadar güzellik ve başarı hayal ediyorsa her çocuk için aynısını düşünür ve uygular. Çalışmalarını, ders yöntemini, puanlamasını, etkinliklerini bu düşünceye göre planlar. İhmal etmez. Görmezden gelmez. Hak yemez. Ayrım yapmaz.
* *
Bir teneffüste ancak bir bardak çay içilebilir ama samimi, güvenli ve de değer gördüğünü bildiği ortamdaki çay öğretmeni yeniden büyük heyecanlarla ve büyük düşüncelerle donatıp dersine gönderir. İşte bu yüzden öğretmenin yorgunluğu dünyadaki en tatlı yorgunluklardandır. Çünkü öğretmenin vicdanı hep rahattır. Vicdanlar rahat olunca bedenler yorulsa bile gönüllerdeki huzur o yorgunluklardan bile mutluluk duyar.
* * *
Öğretmen saatlerce, günlerce, yıllar boyunca derslere girer ve öğrencileri ile bir çok konuşmaya, fikir alışverişine katılır. Bu geçen süreçte o kadar değerli düşünceler elde edilir ki ! İşte o düşüncelere kulak vermek gerekir. Eğer o düşünceleri ciddiye alırsak ve değerlendirirsek çok daha huzurlu bir ülkenin ve dünyanın kapılarını hep birlikte açacağız.
* *
Devlet başkanları, eğitim bakanlıkları farklı milletlerin öğretmenlerini çok daha bir araya getirmeli ve bu toplantılarda gelişen ortak fikirleri uygulamaya almalıdır. Dünyada bir gün barış sağlanacaksa bu barışının baş aktörleri öğretmenler olacaktır. Çünkü insanı ayırmamak, farklı insanları aynı ortamda yaşatmayı bilmek öğretmenlerin hem en iyi hem de en kolay bildiği iştir. İlerlemek isteyen kim varsa bunun yöntemi öğretmenleri daha çok dinlemek, onların varlığını derslerin dışında da muhatap kabul etmekten geçiyor. Diğer meslek erbablarına sosyal hayatta, televizyonda, diğer medya araçlarında, toplantılarda söz ve fırsat verildiği oranda öğretmenlere de verilmelidir. Çünkü öğretmenlerimizin çocuk, gençlik, aile, toplum, millet, başarı ve daha bir çok konuda anlatmak istediği, paylaşmak istediği çok ama çok şey var.
* * *
Ülkemin güzel insanları!
Ben mesleğinde 21. yılına ulaşmış Türkiye Cumhuriyetimizin bir öğretmeniyim. Öncelikle bizlere bu cennet vatanı emanet bırakan Mustafa Kemal Atatürk’e ve binlerce şehide minnettarım.
Ülkemin gençliğine öğretmen olarak hizmet etmek çok büyük bir onur.
Allah’ın izniyle; derslerimizde öğrenme aşkıyla gözlerimizin içine bakan ve bizlere sonsuz güvenen öğrencilerimize ilim, medeniyet, tarih, millet ve maneviyat aşkıyla hizmet etmeye her daim devam edeceğiz.
Onları bilgiyle, kitaplarla, kütüphanelerle buluşturacağız. Yorulmayacağız.
İnsanımız bizlere güvensin. Özellikle de velilerimiz öğretmenler ile çok daha aktif bilgi alış verişinde bulunsunlar. Eğitim kurumlarımızı hep birlikte geliştirelim. Gençlerimizin sorunlarını, ihtiyaçlarını hep birlikte giderelim. Onların başarı yolculuklarına hep birlikte destek olalım.
Sevgi, saygı ve barış dolu bir dünyada tüm meslektaşlarıma ve öğretmen büyüklerime nice yıllar diliyorum. 24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN!

2025 Açılış Konuşmam

 İnsan neyi özler? Sevgiyi, huzuru, barışı, başarıyı, umudu özler. Bunun en doğru yerlerinden birisi Siz sevgili çalışkan, dürüst ve güzel a...