31 Ekim 2011 Pazartesi

Sevgili kızıma

Sevgili kızım Hanzade’ye

Güzel gözlerinden inancın pırıltısı, dilinden tatlı sözler hiç eksilmesin. İnsan içindekileri dışındakiler ile birlikte yaşamayı öğrenince gerçek kimliğini bulur. Düşüncelerin ve sözlerin her daim aynı olmalıdır. Başkaları seni göründüğün gibi bilmelidir. Sanıldığının tersine dünya ve ahret birbirinin aynısıdır, bütünüdür. İkisini birbirinden ayırma. Yüce Yaratıcı bu dünyayı iyi yaşamak şartı ile devamını iyi yapacağını vaat ediyor. Bundan dolayı her daim kötülükten sakındırıyor, iyiliği emr ediyor. İnsan bu dünyada ibadet eder, hayır ve hasenatta bulunur çünkü inanır. İnsan bu dünyada dua eder çünkü karşılığının bir gün verileceğine inanır. Bu bağlamda ‘inanmak’ düşünmenin en son noktasıdır. İnanmak için çok bilmeye gerek yoktur. İnanmak için herhangi bir özelliğe sahip olmaya da gerek yoktur. İnanan insanda özgüvenin yerini Allah’a teslimiyet almıştır. İşte bu yüzden inanan insan birçok sıkıntının karşısında yıkılmadan hayat mücadelesine devam eder.

İnanan insanın bir diğer özelliği de hayatını gelişim, öğrenme, olgunlaşma ve ilerleme üzerine inşa etmesidir. Kişi kendisine verilen hayatı en iyi şekilde yaşayarak adeta bir hediye veya emanet gibi Rabbisine en iyi şekilde teslim etmelidir. Kul olmak sorumluluk almayı beraberinde getirir. Okumak ve okuduğunu sorgulamak iyi bir hayat için en iyi başlangıçtır. Lakin okuduklarını hayattan ayrı tutma çünkü okumak ile konuşmak, okumak ile düşünmek, okumak ile yaşamak arasında canlı bir bağ vardır. İnsan bu ikilemler arasında gider-gelirken olgunlaşır, öğrenir ve gelişir. Ehil olur, kendisine has bir bakış açısı kazanır. Marifetullah anlatılınca değil, okununca değil yaşanınca bir ‘marifet’ bulur.   

turgay urgur
Acıpayam

21 Ekim 2011 Cuma

Sıcak Gündem


Çok çabuk unutan bir topluluk olduk. Dün televizyon feryat figan şehit haberlerini verirken; dizilerin, sabah programlarının reytinginde hiçbir azalma olmadı. ‘Hayat devam ediyor’ düşüncesi ‘hayat düşüncesizce devam ediyor.’a çoktan dönüştü. Çünkü bizim içimize işleyen, yüreğimizi dağlayan, düşüncemize ışık tutan hiçbir olay kalmadı. Her şey gibi insanlığımızı da son sürat tüketiyoruz. Ait olduğumuzu sandığımız mefkûreler ya bizleri terk etmiş ya da biz onları. ‘Ateş düştüğü yeri yakar.’ sözünün gerçekliliği tüm hüzün verici olayların içine girmiş durumda. Ne sokaklar bayraklarla donatıldı, ne de adam akıllı yürüyüşler düzenlendi, ne de insanlar zevkinden-sefasından geri kaldı, ne de bu tür olaylarda ihmalleri olanlar eleştirildi. Mevcut yönetim o kadar benimsenmiş ki her söylediğinin arkasında keramet aranmaktadır, her yaptığı en doğrusu olarak kabul edilmiş durumdadır. Maliye bakanının vatandaşla vergi konusunda dalga geçmesi ilk değildir, hamasi söylemlere karşı olduğunu söyleyip ardından ‘Bıçak kemiğe dayandı.’ ‘intikamımız acı olacak’ ‘Bedeli ödetilecektir.’ gibi ucuz söylemlerle günü eğleyen yine en baştakilerdir.

Turgay Urgur

27 Eylül 2011 Salı

Kızım Hanzade'ye mektup.

Sevgili kızım Hanzade, hayat seninle bir başka güzel.

 Gönderdiğin mektubunda sormuşsun bana insan nasıl yaşamalı?  İnsan Kuran ve Sünnet üzerine yaşamalı. Bak sana anlatayım, Allah rızası ne kadar ulvi bir maksattır. 

Hz. Ömer’in oğlu Abdullah (r.a) rivayet ediyor ya, hani bir gün üç Müslüman bir yolculukta mağaraya sıkışıp kalıyorlar ve her birisi Allah rızası için yaptığı bir iyiliği anlatıyor ve mağaranın kapısı azar azar açılıyor. Bir tanesi annesi ve babasının karnını doyurmadan yatmadığını, bir tanesi işçilerin ücretini tam verdiğini hatta veremediği bir ücretten elde ettiği gelirin tamamını verdiğini, bir diğeri akrabasının kızını çok sevdiğini ancak sırf Allah rızası için helal dairesinin dışına çıkmadığını ve ona karşı yapmış olduğu yardımları bir araç olarak kullanmadığını belirtmişti.  Sen sevgili kızım Allah rızası için öyle güzel işler yap ki tüm kapılar sana açılsın.

Unutma ki iman namazını kılmak ve orucunu tutmaktır. İslam samimi olmaktır. Yakin ise Allah’ın varlığına kesin olarak inanmak ve hakkı doğrulamaktır. Unutma ki Allah bu dine fakir ve zayıfların duaları, amelleri için yardım eder. Sen de hayatını onlara karşı merhametli olmakla geçir. Onların halinden anla, onlar aç iken kendin keyif içinde yaşama. Her türlü israftan kaçın.

Muaz bin Cebel de rivayet etmiş; dininde samimi ol sana az amel yeter. Gösteriş ve gereksiz işlerden kendini mutlaka uzak tut. Hicretin Allah rızası için olsun, çalışmaların O’nun rızası için olsun. Yarın sana ahirette sermaye olacak onlar sadece Allah rızası için yaptıklarındır ve sen de göreceksin gerisi boştur. Göreceksin yaptığın her hayırlı iş senin geleceğini bereketlendirecek, her güzel söz seni yükseltecek.

Sadaka ve yardımlaşma da Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği hadis ne de güzeldir, hayatına geçirsen göreceksin ki sen çok hem de çok şey kazanmışsın. İsrailoğullarından bir kişi sadaka vermek ister ve  iyi bir sadaka için Allah’a yalvarır, sadakasını da verir. O sabah tüm şehir der ki : Bu gün bir hırsıza sadaka verildi. Adam şaşırır tekrar dua eder, sabahleyin halk der ki bu gün zina yapan bir kadına sadaka verildi. Adam yine şaşkın, yine dua eder. Sabahleyin halk der ki: bu gün bir zengine sadaka verildi. Geceleyin adam rüyasında görür ki senin hırsız ve kadına verdiğin sadaka belki de onları kötü huylarından vazgeçirecek ve zengine verdiğin sadaka da onu utandırıp sadaka vermeye sevk edecek. Korkma kızım ihtiyaç sahiplerine ver. Büyük insanlar yanında götürdükleri ile değil arkada bıraktıkları ile yaşar. Sen benim kızım büyük insansın, verirken Allah rızası için ver. Gerisi mühim değil. Halk bilmezse Halik bilir.

Gözlerinden öpüyorum,
Baban Turgay Urgur.
Acıpayam

Vuracaksın kardeşim 2

 

Çünkü bu asalaklar bir yazıya yorum yazarken isimlerini gizleyecek kadar korkak, öğretmenleri dağa kaçıracak kadar kalleştirler. Kendi gölgelerinden bile şüphe ederler, kendilerini ucuz kahramanlıklara adamışlardır. İnanç, mefkure, insanlık yoktur kendilerinde. Ne de olsa satılmışlardır, ne de olsa birilerinin maşalarıdır.

Turgay Urgur
Acıpayam Denizli

24 Eylül 2011 Cumartesi

Vuracaksın kardeşim.

Vuracaksın kardeşim. Önce yeşil kartlarını ellerinden alacaksın, sonra adam akıllı vergilerini. Aziz Yıldırım’ın üstüne gittiğin gibi üzerlerine gideceksin. Madem bıçak kemiğe dayandı, ne kadar destek veren varsa köşeye sıkıştıracaksın, Meclis’ten kovmasını da bileceksin. İşler biraz durulunca dün yaptıklarını hemen unutmayacaksın, vurmak için önce onun vurmasını beklemeyeceksin. Kanımız yerde kalmayacak diyorsan, yerde bırakmayacaksın.

Bu ülkede bir zamanlar haksızlığa uğrayan sadece onlar değil ve haksızlığa uğrayan birçok insan bunlar gibi şerefsiz değil. Uğradığı haksızlığı masum insanlardan kalleşçe soracak kadar adi değil.  

Bu ülkede etnik kimliği farklı olan tek bunlar değil. Gözler görüyor ki ırkı, cinsi, cinsiyeti, dini ne olursa olsun birçok insan (insanoğlu insan) bu ülkede huzur içinde, helalinden kazanıp yaşamasını biliyor. İstediği mevkiye gelebiliyor, zengin olabiliyor, istediği okula gidebiliyor. Akşam evine karnını doyuracak ekmeğini götürebiliyor.

Vuracaksın kardeşim, eğer birileri hala bu ülkenin her türlü nimetinden faydalandıktan sonra birilerinin köpekliği için askere, polise, vatandaşa kurşun sıkıyorsa sen de vuracaksın. Hem de gelmesini beklemeden vuracaksın.

Turgay Urgur

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Düşünce 11


Sms fitreyi anladım da, israf neden durmaz?



 İsrail malını kullanırken, aynı zamanda Gazze’ye hayıflanmak nasıl bir şeydir?



Somalideki açlığın yeni mi farkına vardık?  15 gün öncesi ve 15 gün sonrası sizce ne oldu? Ya da ne olur? …tv sizce kaç gün daha reytinginde hayır duygularımızı şevke getirir? Doyumluk değil tadımlık mı? Ha bu arada, Adam meşhur akbabalı çocuk fotoğrafını çekeli ne kadar zaman oldu? Görüntü geleli çok oldu da hissiyat bu Ramazana mı kaldı? Ehven-i şer taifesi buna ne der?



Olup bitenleri pek çabuk unutmam, unutturulmam göndermiş olduğumuz smslerin sevabına halel getirir mi?  Kesik kesik Müslümanlığımı hatırlamam alt yapı eksikliği ile mi yoksa yapısızlık ile mi açıklanır?



Vergiden zekat oluyorsa, şimdiye kadar kaçıranlar kaç sms ile telafi eder? Vergimi kredi kartı ile ödersem, hesap kesim tarihini beklemem gerekir mi? (yanmak istemiyorum da)



Kim kimi kandırır?



Yoksa tüm bunlar geçici birer heves mi?



Her şeyi tüketen insanoğlu; hayırı, duyarlılığı, insaniyeti de ‘moda’ olarak mı yaşayacak? Tıka basa bir mideyle mi açın halini seyr edecek?



Allah yapmış olduğumuz(nuz) hayırları kabul etsin, iç ve dış aynı olmayı nasip etsin, ülkemizde ve tüm dünyada açlık sıkıntı çekenlerin dertlerini gidersin, 365 gün ve gece  duyarlılık nasip etsin. İslam alemini korusun ve yüceltsin. Çatışmalarda ölenlere şehitlik nasip etsin. Beni de, benim gibileri de ıslah etsin. 



T.urgur   




19 Ağustos 2011 Cuma

Başkaldırı 5



Başkaldırı seninle ilgili öncelikli konuyu önce konuşmandır. 15 şehidin verildiği bir haftada Cuma vaazının gündeminde bile şehitler yok ise ve halen daha hayatın normal aktığı izlenimini vererek gerçeklerin üzeri örtülmeye çalışılıyorsa; yarın benzeri kendimize yapıldığında ağlamanın, sızlamanın hiçbir anlamı yoktur. Olayları görmeme, gördürmeme zihniyeti bilinçsiz bir nesil yaratır. İnsanlar artık tarihlerini, yakın geçmişlerini bilemez hale gelirler. Duyarsız, duyduğunu kavrayamayan insan güruhları oluşur. Daha sonra siz insanlara ne kadar bayrağı, Milleti anlatsanız da gönüllere yerleşen, beyinlere sirayet eden bir şey olmaz.  “Terörist Müslüman, Müslüman Terörist olmaz” dersiniz ama iş yapılanı kınamaya, lanetlemeye geldiğinde birden ‘hoşgörü’ tarafınız depreşir. Her şehit haberi normalmiş gibi algılanmaya başlar, şehit haberinden sonra verilen “çok sert” açıklamalarda kendi sertliğinde açıklama olarak kalır. Araya Ramazan girer, bayram girer, açılım girer, anayasa girer ve biz sanırız ki Feneri ligden düşürünce, gelir vergisini düzenli ödeyince, arabanın modelini yenileyince, 5 TL’ye 3320’ye mesaj gönderince, 10 bin tl tüketim kredisini onaylatınca hepsini birden kurtarırız. Felaha ereriz. Böyle bir baş yerlerde sürünmeye, elindeki cep telefonu ile kafesteki maymun gibi oynaşmaya, tarife tarife gezmeye müstahaktır.

Turgay Urgur

15 Temmuz 2011 Cuma

Kendi tarzımda, kendim için.

Ne zaman…

Ne zaman cep telefonunu beşeri münasebet boyutunda bir ilişki yaşamanın ötesinde bir iletişim aleti olarak kullanmaya başlar, mesaj makinesine dönüşmekte olduğumuzun farkına varır ve düşünen bir insan olarak alet-insan, insan-insan arasındaki ilişkileri olması gerektiği gibi yaşarız.

Ne zaman   …Gelen bir şehit haberine üzülmenin ayrı, şehit yakını olmanın çok ayrı; Şehit olanın kanının yerde kalmaması için illaki kendi kardeşimiz olmaması gerektiğinin vicdan ve iz’an sahibi ‘insanım’ diyen herkes tarafından idrak edilmesi gerektiğini algılamaya çalışırız. Okuduğumuz gazete, izlediğimiz televizyon, oy verdiğimiz parti bizi ne kadar temsil ediyor? yoksa biz mi onu temsil ediyoruz? artık anlarız. Körü körüne bağlılıkların körleştirdiğini, sorgulamadan, eleştirmeden ancak üye veya abone olabileceğimizi henüz körleşmediysek görürüz.

Ne zaman ………Söylemle değil eylemle yaşamayı öğreniriz.

Ne zaman ……Şu an Kürt meselesinin çözümsüzlüğü üzerinden oy devşirmeye çalışan milliyetçi grubun 3,5 yıllık iktidar ortaklığı zamanında gıkının çıkmadığını, Ecevitin arkasında kuzu kuzu durduğunu hatırlarız ve pek yakında iktidar olanların Kürt oylarının kaybından endişe duyduklarını için P.K.K sorununu görmezden gelmeye çalıştıklarını (yakın olduğu için) hatırlarız. Bir ideolojiyi, partiyi, grubu savunurken işi fanatizm boyutuna getirmeden adam gibi ‘haklılık ve hakkaniyet’ varsa savunuruz. Eleştirilmesi gereken yerde bunun da arkasında bir ‘hikmet’ vardır gibi sığınmacılıkla bir köşeye büzüşmeden, bedel ödemeye razı olarak ortada dimdik durmasını biliriz.

Ne zaman …….Hoşgörü ve merhameti hak etmeyenler için ayeti kerimenin ifadesi ile Yaratıcıdan fazla merhamet gösterip zalimlerin mağdur ettiklerinin kemiklerini sızlatıp, iyilik meleği rolünü bir kenara bırakıp; cezalandırılması gerekenin(lerin) avukatlığını bırakırız.

Ne zaman …….Okurken kendimize taraf veya düşman yaratmayı bırakırız.

Ne zaman …..Dinlerken kendimizi değil karşımızdakini dinleriz.

Ne zaman ……Yazarken ders vermeyi değil bildiklerimizi ve düşündüklerimizi paylaşmayı tercih ederiz.

Ne zaman …….‘Müslümanlığı’ konuşmayı değil yaşamayı seçeriz,

Ne zaman …….Gündüz nizamcı gece alemci olmayı terk ederiz,

Ne zaman …..Kendimiz için, yakınımız için yapılmasını istemediğimizi başkasına, başkasının yakınına yapmayız. 

El alemi eleştirmeden önce önümüzdeki işe bakarız, Ayinesi iştir kişinin babından laf ebeliğine soyunmayız; Soyunmayı modernlik ve çağdaşlık olarak başkalarına giydirmeyi bırakırız,

Teşhircilikte ‘bir de al sondan iki evvel burası kaldı babından’ cömertlikten vazgeçeriz,   

11 Temmuz 2011 Pazartesi

İlginçtir


Dıştan gelen bir insana yardım etme heyecanımız içimizdekiler için geçerli değildir.

Özgürlüğü savunmak ile özgürlüğü yaşamak birbiriyle pek anlaşamaz.

İnsanları kandırmaya kendimizden başlarız.

Yapmadıklarımızı söylemeği severiz.

Gerçek hayattaki rol kabiliyetimiz sahnede kayboluverir.

Bölünmeyi değil bölmeyi, toplamayı değil çıkarmayı, tüme varmayı değil tümden gelmeyi, klasik soru ve cevapları değil şıklılarını, coğrafyayı değil tarihi severiz.

Farklılık bazen zenginlik, çoğu zaman fakirliktir.

Para varlığında beş para etmez.

Düşündüklerimizi söylemez, söylediklerimizi düşünmeyiz.

Başkasının şeyhi, kendimizin müridi oluruz, olmak isteriz.

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Osmanlı güncel



Lale devri Osmanlı’yı bir mefkure altında toplayamadığı gibi garb tarafından gelen ama kültüre uymayan bir dizi yeniliklerin başlangıcını oluşturdu. Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin padişaha sunduğu Avrupa raporu padişah ve çevresinin Fransa hakkında olumlu düşünmelerine kapı açtı.
Ziynet eşyası, süslü bahçeler, lüks ve israfla tanışan insanlarımızın bir kısmı tüketme adına büyük bir adımla o kapıdan içeriye girdiler.

Patrona Halil isyanının haklılık kazanmasına neden olabilecek olan bazı yenilikler veya tavizler bu isyanın ‘bir halk isyanı’ olarak çağrışım yapmasına yol açacaktı. Tabi buradaki isyan kelimesi Devlet penceresinden bakan bir düşüncenin kelimesi olmakla beraber karşı taraf için haklılık arayışı olarak ta düşünülebilir.

Islahat hareketleri ile Osmanlı içersindeki Katolik ve Ortodoks cemaatlerin bundan istifade amaçları görülür. Avrupa Hıristiyan topluluğu için ıslahat bu cemaatleri güçlendirmekte kullanılmaya başlayacaktır. Rusya’da benzer hakları Ortodoksları himaye için kullanacaktır. Kaynarca Antlaşması ile Ortodoks hakları tanınır. 2011’e gelindiğinde dış devletlerin 1774’ten başlayan ayrıcalık isteme arzularının değişmediğini, meselelerin günlük hadiselerden öte uzun süreli devlet menfaatleri üzerine kurulu olduğunu görürüz.

III. Selim ile Nizam-ı Cedid olarak adlandırılan ve geniş kapsamlı ıslahatlar Osmanlı-Rus savaşları ve Fransız İhtilalinin mutlakıyet ile yönetilen devletler üzerindeki etkilerinden dolayı istenilen neticeyi verememiştir. Islahatların olması için uzun ve sakin süreye ihtiyaç vardır. Kabakçı Mustafa isyanı, III. Selim’in ölümü ve II. Mahmud’un tahta çıkmasıyla neticelenmiştir.

İştirak edilemeyen Viyana kongresinden sonra Türklerin Avrupa’dan çıkarılması ve şark meselesi konusunda daha aktif bir süreç başlar. Bu sürecin içinde Osmanlı Eyaletlerin kontrolünü devam ettirmeye, ıslahatı uygulamaya, Yunanistan’ı elinden kaçırmamaya, Mora’da İngiltere ve Fransa ile mücadele etmeye devam eder.

1839 Tanzimat’ın ilanı ile Osmanlı Devleti’nin gerekli yeniklileri yaparak; verimli coğrafyasında, halkının kabiliyetleri ile yine eski gücüne kavuşacağı ümit edildi. Halka din ve ırk ayrımı yapılmadan yaklaşılması, askere alımlarda yeni düzenlemeler, iltizam yerine vergi usulündeki yenilikler, kimsenin yargılanmadan cezalandırılmaması vd. gibi esaslara dayalı olan bu fermandaki hususlar kısacası temel hak ve hürriyetlerin özeti gibidir. Bu gün tartışılan ve gündemi sanki hiç bitmeyecekmiş gibi meşgul eden sorunlara bakıldığında da çok farklı bir tablo karşımıza çıkmıyor. Din ve düşünce özgürlüğünün tam manasıyla yaşanmaması, adil olmayan vergi sistemleri ve sosyal güvenceler, ırk üzerinden siyaset gibi insanlık sorunları ülkelerin istikrarlı yaşantıları için mutlaka çözülmelidirler. Kalıcı, uzun vadeli, herkesi kuşatan çözümler düşünülmeli ve en önemlisi uygulanabilir olmalıdır.

Din ve mezhep ihtilafları Babıali’nin iç ve dış siyasetini olumsuz etkilerken bunlara ilave olarak Amerikan misyonerlerin Protestanlığın yayılması yönündeki çalışmaları etkin olmaya başlamıştır. Ermeniler arasındaki Protestanlığa yöneliş tanınma taleplerini doğuracaktır. Bu bağlamda bugünkü Amerikan Senotalarının  Ermeniler hakkındaki düşüncelerini yadırgamamak gerek. 1850 yılında Protestan Ermeniler ayrı bir cemaat olarak tanınır.

Tanzimat sürecinde Mustafa Reşid Paşa ve yetiştirdiği Ali ve Fuad Paşalar Avrupa ile iletişimi geliştirdiler; mali, idari, hukuki yönden bir çok uygulama hayata geçirildi. 1844 tarihinin bir verisi bence dikkate şayandır 21 milyon Müslüman ve 14 milyon gayri-Müslim olmasıdır. Duraklama ve dağılma dönemleri değerlendirilirken bu oranın göz önünde tutulması faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Bu dönemin ikinci ve birazda bence ironik yeniliği memurların çalışma saatlerinin, vatandaşı bekletmemeleri, rüşvet ve yolsuzluğa karışmamaları hususundaki olanıdır. 

Yenilikler ticari olarak yenilgileri de yanında getirdi. Terk edilen gedik ve inhisar usulü küçük esnafların yabancı mallar karşısında rekabet edememesine yol açtı. Üretim ve tüketim dengesizliği, şimdilerde cari açık. 2011’in %11’lik büyümesinin tüketim ve yatırımlar üzerinde olduğuna da dikkat çekelim.

Tanzimatı takip eden Islahat Fermanı Babıali’ye Viyana kararları doğrultusunda yeni bağlılıklar getirdi. Batılı Devletler Tanzimat ile gayri-Müslim ve Müslümanlar arasında tam olarak eşitliğin sağlanamadığından, mevcut kanunların buna imkân vermediklerinden yakınıyordu. Her yeni ıslahat yanında bazı tavizleri de getiriyordu. Patriklerin can güvenliği temin edilecek, ruhban sınıfının mal güvenliği sağlanacak, şehir ve kasabalardaki kilise-manastır vb. tamiratı sağlanacak, mezhep, ırk, din ayrımı gözetilmeyecek, layık olan herkes memur olabilecek, ticaret ve ceza kanunları Osmanlı içinde bulunan diğer Cemaatlerinde dillerine çevrilecek, hapishaneler ıslah edilecek, işkence kaldırılacak, teşebbüs edenler cezalandırılacak. Yanlış anlaşılmasın 1856-76 yıllarından bahsediyorum, bu günlerden (2011) değil. Gücünü kaybetmekte olan bir devletin karşı karşıya olduğu dayatmalar ve Fatih dönemine olan özlemin tablosu. Gücü yitirmek böyle bir şey olsa gerek. Maddi emperyalizm yanında manevisini de getirir. Takibindeki Paris antlaşması suları görünürde sakinleştirirken, fermanın okunması ile Halep, Suriye, Lübnan, Cidde ve Bosna-Hersek’te ayaklanmalar çıktı. Osmanlının başka dinleri ve toplumları içinde barındıran potası çatlamaya, sızdırmaya ve nihayetinde kırılmaya doğru yol almaktaydı ki bu durum vicdan sahibi gayri-Müslimler arasında bile hüzünle karşılanıyordu. Napoleon III. Osmanlı’nın artık parçalanması gerektiği düşüncelerini İngiltere kraliçesi Viktoria ile paylaşır ve bölgesel taksimatlar bile yapılır. Islahat ile kilise sayılarında artış görülür, Osmanlı’nın Hırıstiyan topraklardaki binaları yıkılmıştır. Anadolu toprakları Hıristiyanlaştırma süreci ile karşı karşıyadır.  

Dünden bugüne tarih sürecinde;

Bir vatanın bölünmez bütünlüğü için tüketmekte değil üretmekte ilerlemesi,
Başkalarına taviz vermektense kendi insanına kucak açmayı öğrenmesi ve onları olduğu gibi kabullenmesi,
Cemaat, mezhep, ırk, cinsiyet, meşrep ve çoğaltabileceğimiz birçok farklılığın vatandaş sorumluluk ve haklarının önüne geçmemesi,
Bugün için dünü, yarın için bugünü bilmek gerektiğini, insanın zihninin aslında koca bir Milletin zihni olduğunu ve bu yüzden bilinçli vatandaş şuurun gelişmesi önceliklerimiz olmalıdır.

Gelenek, görenek ve sonrasında tiryakiliğe dönüşen tüketen insan kedisine gelmeli ve yitirmekte olduğu şeylerin sadece maddiyat olmayıp mefkûre, inanç ve ahlak olduğunu da bilmelidir.

Her milletin kendi tarihi onun aynı zamanda hafızasıdır. Unutmak sadece bizleri zavallı ve çaresiz konumuna düşürür. Bu milletin sorunu karşısındakinin farklılığı tartışmak olamamalıdır, kim bu memleket için bir şey üretiyorsa ve barış içinde yaşamayı kendisine yakıştırıyorsa o bizdendir.

Turgay Urgur


2025 Açılış Konuşmam

 İnsan neyi özler? Sevgiyi, huzuru, barışı, başarıyı, umudu özler. Bunun en doğru yerlerinden birisi Siz sevgili çalışkan, dürüst ve güzel a...