17 Şubat 2023 Cuma

GÜNÜMÜ YORANLAR ( REVİSON)

 

Bu yazı birbirine geçiş sağlayan 4 kapıdan oluşur. Her kapı açık ve aralıktır. Çalmadan girilir. İsteyen sonuna kadar açabilir.
(Kapı 1)
İnsan OKUdukları olur.
Yazdıklarını olmak ister.
Okumadıklarına düşman olur.
Bazı insanlar okuduklarını okutmak isterler.
Bazıları okumadan yazmak ister.
Bir de insanın duydukları vardır.
Asıl baş belası işte bu duyduklarıdır.
Duyulanlar gerçekse can yakar,
Yalansa yoldan çıkarır.
Duyum vesveseyi insanın kulağından alır ve kalbine yerleştirir. İçeriği bilinmeyen her vesvese büyür ve insanın huzurunu kemirir. Vesvese ve duyum ancak ilim (bilmek) - doğrusunu bilmekle- kaybolur. Yok olur.
Bundan dolayı elin(yabancı) sözünü, elin hükmünü hemen hakikat bellememek gerekir. El; bugün namazla, oruçla, zekatla, hacla ilgili illaki bir şeyler söyler. Bol bol yorum yapar. Kişisel mülahazalarını da, kısır fikriyatını da her konunun içine katar. Müslümanın yapması gereken ise Kuran’a, Sünnete müracaattır. Bir bilenden sormaktır.
Bir de insanın konuştukları vardır.
İnsanın konuştukları ancak ‘KONUŞAN’ kadar gerçektir,
Ancak konuşan kadar içtendir,
Çünkü insan konuşurken; sürece sadece ağzı, dili ve dudakları dahil değildir;
Gözleri de işin içindedir; yüzü de, elleri de , bedeni de işin içindedir.
Ve ‘konuşulanın hakikatını’ sözden ziyade beden ifade eder.
Onun işin söz kadar göze de bakmak gerekir.
Ellere çok dikkat etmek, alnı ise hiç ihmal etmemek gerekir.
(Kapı 2)
İnsan okudukları olur. Ama tek okunan kitaplar değildir. Hayat okunur, tabiat okunur. Başka insanlar okunur. Madem hayat kısadır. Bu kısa hayatı çirkin ve faydasız okumalarla doldurmamak gerekir.
İnsan yazdıklarını olmak ister. Çünkü insan zamana, hayata ve ölüme ‘hayal’ ile bağlanır. Umut ile sarılır. Benliğinden öte benlikleri, olmayan kendisini, olmak istediği her bir şeyi, oldurmak istediklerini yazar da yazar.
Yazı hep kalemle olmaz. İnsan bazen yürüyerek yazar, bazen bakışlarını uzaklarda yorarak yazar. Bazen en sessiz ve gizli ortamlarda gözleri kapalı uzun uzun, usul usul yazar.
Kalemsiz yazar çünkü sadece kendisi bilsin ister. Çünkü istediği an silivermek, yok etmek ister.
İnsanlar okumadıklarına düşman olur. Çünkü okunmayan bilinmeyendir. Bilmediğin birisine, varlığının nedenini idrakine yerleştiremediğin bir hayata ve tabiata ‘düşman’ olman gayet normaldir. Bugün ne kadar birbirine zıt fikir, birbirini ‘öbürü’ gören, henüz birbirlerini tanımadan bir diğerinden nefret eden binler , onbinler varsa hepsinin yegane eksiği karşısındakinin okuduğunu okumaması, karşısındakinin dünyasını anlamak istememesindendir.
Bir de insanın başının belası duydukları vardır. Bugün maalesef ortak müştereklerde bir türlü buluşamanın ve karşılıklı sabrı, saygıyı tesis edememenin nedeni duyum’dur. Medyada gördüklerimizi de aman! ‘görme’ olarak düşünmeyin. Onlar görsele bulanmış duyumlardır. Çünkü bize hakikat hiç bir zaman gösterilmez. Gördüğümüzü sandıklarımız aslında hep duyum hanemize kayıt edilir. İşin daha da daha da ilginci medya dediğimiz göstermek istediklerini duyurmaz, DUYMAK istediklerimizi GÖRSELLEŞTİRİR. Toplumun yaşamak( deneyimlemek) isteyip de gerek iç gerekse dış baskılardan dolayı yaşayamadıklarını GÖRSELLEŞTİRİR. Bundan dolayı çarpık ilişkilerin olduğu bir dizi film veya program, kısa yoldan zengin olmayı anlatan bir haber izlenirken ‘birilerinin’ açık ağızlarının suyu akar.
Bir de insanın KONUŞTUKLARI vardır. Terazide en ağır basacaklardan birisi KONUŞULANLARDIR. Çünkü konuşulanda mesuliyet vardır.
(Kapı 3)
Oysa insana NE MUTLU ki! aslında Cenab-ı Hakkın nazlı ve niyazdar bir kuludur. Halıkın dergahında GÜCÜ GÜÇSÜZLÜĞÜNDEN gelir.
Asıl Sahibinin Kudretine iltica ettikçe dertlerinden, geçim ve geçinme kaygılarından kurtulur. Maişet derdi için ibadatını terk etmez. Bu dünya hayatının uhrevi hayatını kazanmak için verilmiş bir talimgah olduğunu bilir.
Namazını kılar, orucunu tutar, zekatını verir ve gerisini Allah’a bırakır.
Ne mutlu! Kulluğunu okuyup, kulluğunu yazanlara, hakkı dinleyip, hakikatı konuşanlara.
(Kapı 4)
Çok kitap okumuşlara, en çok satan kitapları yazanlara, dünyanın neredeyse her yerine gitmişlere, her türlü farklı lafı duymuşlara, konuşurken alkıştan boğulmuşlara bir bak!
Eğer yapılanlarda O’nun Rızası varsa her biri elmas değerindedir. Yoksa ölüyü mezara kadar takip edip geriye dönenler kadar değerlidirler.
Evet malı ve ailesi ölüyü mezarına kadar takip eder ama onunla sadece amelleri kalır.
Okunanlar, yazılanlar, duyulanlar ve konuşulanlar elbette birer ameldir.
Kitap ne demişti:
“Eğer ölümü öldürüp, zevali dünyadan izale etmek ve aczi ve fakrı beşerden kaldırıp, kabir kapısını kapamak çaresi varsa, söyle dinleyelim. Yoksa sus!… Kainat mescid-i kebirinde, Kur’an kainatı okuyor. O’nu dinleyelim. … O nur ile nurlanalım. … Hidayetiyle amel edelim. … Ve O’nu vird-i zeban ( dilden düşmeyen, devamlı tekrarlanan) edelim… Evet, söz O’dur. Ve O’na derler. Hak olup, Hak’tan gelip, Hak diyen ve hakikatı gösteren ve nurani hikmeti neşreden O’dur!…”
Selam ve Dua ile,
Turgay Urgur

2023 DEPREM

 Tekrar yaşanmasını asla istemediğimiz bu acı dolu günlerimizde sizler gibi benim de içimi en çok ÇARESİZLİK yakıyor.

Ne yapacağını?, nasıl davranacağını?, nasıl konuşacağını? bilememek ZOR bir durum.
İnsan olarak zor, kul olarak zor, koskoca bir Milletin bir ferdi olarak zor.
Hem de ÇOK ZOR bir durum çünkü HEPİMİZ insan olarak ( insani bir özellik olarak) yaşadıklarımızı ÖNCELİKLE tanımlamak ve anlamlandırmak istiyoruz. Sahip olduğumuz mevcut bilgilerimiz ve duygularımız ile yaşananlara bir NEDEN ve/veya NEDENLER arıyoruz. Bu neden arama sürecine endişelerimiz, kızgınlıklarımız, göz yaşlarımız, umutlarımız hepsi birden MÜDAHİL oluyor. Cüz-i İrademiz (iradelerimiz) afetin HER TÜRLÜ sorumluluğunu İLLA Ki ve KESİNLİKLE ve HAKLI OLARAK üzerimize yüklerken; yani KULUN mesuliyetini, ihmallerini gözlerimizin içine içine sokarken; diğer taraftan KADER-i İLAHİYE’ye olan TESLiMiYETİMİZ ve sapa sağlam duran İNANCIMIZ kalplerimizi çok daha farklı mesuliyetlerden HABERDAR ediyor.
Kitap ne diyordu? İlim maluma tabidir. Alim olan Cenabı Hakkın HER ŞEYİ bilmesi insanın hatalarındaki ve tercihlerindeki SORUMLULUĞUNU tabiki de ortadan kaldırmaz. Saatte 200 km hızla, tüm güvenlik kurallarını ihlal ederek ilerleyen bir kişi kaza yaptığında suçu kaderine bağlayıp da ‘Bu benim kaderimmiş.’ diyerek SORUMLULUKTAN kurtulamaz. Sorumluluktan kurtulmak gibi bir seçenek olsaydı muhtemelen PEYGAMBER EFENDİMİZ Fatma Annemize ‘ Seni Ben bile kurtaramam.’ manasına gelen SÖZLERİ ile uyarmazdı.
İnşaallah güzelim ülkem bundan sonra ‘insan hata ve ihmallerinden oluşan mağduriyetler’ yaşamaz. İnşaallah HER TÜRLÜ İLMİ ve BEŞERİ tedbiri aldıktan sonra TEVEKKÜL ederiz. Kendi ihmallerimizi, hatalarımızı asla kadere yüklemeyiz. İlm-i Kaderiyeye yükleyip de HAŞA Allah’ı hatalarımıza ortak etmeyiz.
Sosyal medya ve televizyon kanallarının en yoğun bir şekilde kullanılacağı bu zamanlarda mümkün olduğunca her ikisinden de çok uzak olmasada kontrollü bir mesafede kalmayı tercih etmişimdir. Çünkü böyle zamanlarda oralardaki paylaşım ve bilgilerin fayda ve zarar terazisi epey hassas. Renkler ve taraflar belirginleşmenin ötesinde ayrışmaya, düşmanlaşmaya varabiliyor. Üstelik ‘bu farklılaşma’ hiç olmaması gereken bir zamanda ve de çok acımasızca yaşanabiliyor. Bu nedenlerden dolayı gerek sosyal medyayı gerekse televizyon kanallarını böyle süreçlerde doğru oranda CİDDİYE ALMAK gerekiyor. GERÇEK bilgiler için daha titiz davranıp, kesinlikle ANİ HÜKÜMLER vermemek gerekiyor.
Yazımın başında ÇARESİZLİKTEN bahsetmiştim. Çaresizim çünkü yaklaşık 2. haftasına girilen bu süreçte ‘çok uzaklardan üzülmekten’ ve ufak tefek maddi yardımlardan öte bir şey yapamadım.
Bu ÇARESİZLİĞİMİ de sadece Allah’ıma arz ediyorum.
Allah’ım bir kulun olarak böyle bir zamanda nasıl davranmam?, nasıl yaşamam?, nasıl konuşmam gerektiğini bana öğret. Bana edep, anlayış ve kabiliyet nasip eyle! Feraset nasip eyle. Dua eden diller, SOMUT işler yapan bir İRADE nasip eyle!
Allah’ım vefat eden Kardeşlerimizi Şehitler ile, ashabın ile, Peygamberler ile BİRLİKTE eyle. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammet (Sav) ile birlikte eyle.
Geride kalanlara SABIR nasip eyle!
Düşünceleri, yaşam tarzları, ırkları, renkleri, Milletleri farklı olsada bu acı günlerde BİRLİKTE OLMAYI BAŞARAN herkesten razı ol Rabbim. Senden tüm İnsanlık için istiyorum ve diliyorum ve de dileniyorum. Sen ki kullarının kaplerinden geçen en gizli istekleri duyarsın ve ÇARE olursun; İNANCIN ile İLMİN ile her kulunu müşerref eyle.
Gece, gündüz demeden deprem bölgesinde bir fazla kişiyi kurtarmak için canla, başla mücadele eden HERKESE GÜÇ ve KUVVET ver Rabbim. Onlardan ve ailelerinden RAZI ol Ya Rabbim.
Her türlü maddi, manevi yardım için didinen kullarını KORU. Niyetlerini halis eyle!
DEVLETİMİZİ, MİLLETİMİZİ, BİRLİKTELİĞİMİZİ daim eyle.
Biz kullarını ve DÜNYAYI muhafaza eyle.
Vefat edenlere RAHMET, kalanlara SABIR eyle.
Turgay Urgur
( Bir TÜRK vatandaşı olarak bu yazımı; MİLLETİMİN acısını paylaştığımın nişanesi, konu DEVLET ve MİLLET olunca BİRLEŞTİĞİMİZİN şahidi olsun diye kaleme aldım. Böyle çok hassas bir konuda Rabbim beni ve ailemi her türlü mübalağa, gösteriş, riyadan uzak eylesin.)
Tüm ifadeler:
Sabriye Sütüven Urgur, Ali Bagceli ve 27 diğer kişi

1 Ocak 2023 Pazar

İTİDAL

 İtidalli olmak, insanın kâinattaki değerini bulması için tercih etmesi gereken düsturlardan birisidir. Çünkü insanlık bir çok değeri terk ettiği gibi itidalli olmayı da terk ettiği için kendi kendisini hayatın içine sıkıştırdı. EVET BİZZAT KENDİSİNİ SIKIŞTIRDI. Çünkü çoğa merak sardı. Birilerinin yanılgısına dahil oldu. Tükettikçe, harcadıkça, aldıkça, konuştukça, izledikçe, eleştirdikçe ve tüm bu saydıklarımızı çokça çokça yaptıkça değerinin artacağını sandı. Lakin artan tek bir şey oldu: sorunlar. Sorunlar ve çatışmalar arttı.

Oysa ayet denizlerinin bir katresi bile insanı en güzel şekilde yaşatmaya vakıf olacak KUDRETTEYDİ. Tüm sorunların cevapları onlarda, doğru yol onlarda ve huzura ermiş kalpler onlardaydı. İslam ansiklopedisinde bu durum;
“Kur’ân-ı Kerîm’de itidal kelimesi geçmemekle birlikte aynı kökten olan “adele” fiili bir âyette insanın itidalli, uyumlu, düzgün bir yapıda yaratıldığını ifade etmek üzere kullanılmıştır (el-İnfitâr 82/7; krş. Taberî, XXX, 87; Şevkânî, V, 458). Ayrıca çeşitli âyetlerde ahlâkî eğilimlerde, huylarda, tutum ve davranışlarda ifrat ve tefrit yönündeki sapmalar yerilmiş, bu hususta itidalli davranmanın önemine işaret edilmiştir. Harcamalarda (el-İsrâ 17/29; el-Furkān 25/67), dünya ve âhiret işlerine yönelmede (el-Bakara 2/201), dostluk ve düşmanlıkta (el-Bakara 2/193-194; el-Mâide 5/8), cezalandırmada (el-Bakara 2/178; en-Nahl 16/126) aşırılığı yasaklayan âyetler Kur’an’ın itidale verdiği önemi gösteren örneklerden bazılarıdır. Ayrıca sık sık tekrar edilen “sırât-ı müstakīm” tabiri de genellikle inançta, ahlâk ve yaşayışta her türlü yanlışlık ve aşırılıklardan uzak, doğru, dengeli ve orta yol olarak açıklanmıştır.” açıklanıyor.
İtidal bir bakıma günün başlangıç programı, ruh ve bedenin sağlık reçetesi, aile yaşantısının muntazam bir temelidir. Bu temel üzerine kurulan aileler ve toplumlar; bireyselliklerindeki zenginlikleri hem dünyevi hem de uhrevi manada keşfedip öncelikle ve hayranlıkla kendilerine, sonrasında ise kâinata bakma yeteneğini kazanacaklardır. Bir başka ifadeyle; insan itidalli yaşayarak kendisini anlamaya ve tanımaya zaman bulur. Yani itidal Esmaül Hüsnanın tecellilerine vakıf olmaya bir yol, dünya hayatının ahseni takvimde tamamlanmasına bir ehliyettir.
İnsan eliyle müdahele edilmediği sürece insan dışındaki varlıklarda her daim ‘itidali’ görürüz. Çiçeğin açma zamanı, arının bala gittiği vakit, ayın dönüşü, yağmur damlasının toprakla olan buluşması hep itidal çerçevesindedir. Kulun filli ve kavli dua ile talebi de eğer itidalli bir hayatın dillere dökülen kelimeleri ve kalplere düşen hatıratları şeklinde olursa Rahmanü’r Rahim’in kabulüne yakindir. Yani kul istemeden önce diyecek ki! Ben israfsız, galiz sözsüz yaşıyor muyum? Yani diyecek ki! Yaşam tarzım istemeye müsait mi? Her durumda kul (bence) her daim istemekle mükelleftir. Çünkü havayı, güneşi, ışığı, rızkı, sevgiyi, sonsuzluğu yaratamaz. Veren O’dur ve kul istemelidir. Yoksa hayatın tazyikatı malum süreklilik arz ettiği için insan illaki burhanlara, delalet ve yanılgılara düşecektir. Rabbin külli düsturlar içindeki hususi imdatları, kişiye özel ihsanları O’ndan dilemenin ne kadar elzem olduğunu kullarına söyler. Lakin istemek için insanın öncesinde kendisini ‘itidal’ bakımından ölçmesi doğru olacaktır.
İnsanın önüne açılan hayat pencereleri her daim mizan, hakkakiyet terazilerinde tartılmıştır. Duymamız gerekenleri duyar, görmemiz gerekenleri görürüz. Mikroskopik gözlerimiz olsaydı hayat bize bu kadar latif gelmeyecekti, her sesi duysaydık baş edemeyecektik. Hiç şüphesiz her şeyi bilseydik hayat bize sadece acı verecekti. Yani hayattan öyle bir oranda lezzet alıyoruz ki! Hayat, bizi kendisine çekiyor. Tüm varlığımızla yaşamak istiyoruz. Ve bu itidalli Rızıklandırılma insana sonsuzluğu da istetiyor. Öyleyse; hakkımız olanın verildiği ya da hakkımız ile rızıklandırıldığımız bu dünyanın şükrünün itidalli bir hayattan geçtiğini idrak etmeliyiz.
Turgay Urgur

KIŞ 4

İnsan, bir sobayı ve üstünde tıngırdayan çaydanlığı özlüyor.

Euripides; Bakkhalar’da: ‘Gözüm yok benim derin bilgilerde; ben tuttuğum geniş ve ışıklı yolda, gece gündüz, iyilikle, doğrulukla, imanla ruhumu doldurarak yürüyorum… ‘ diyor.
Sıcak ve çay ne kadar da değerli. Ama en çok da soğuk bir kış günü değerli.
Bilgi, dostlar, eş, muhabbet de aynı şekilde değerli. Dünya denilen şu gurbette, ‘gurbetliği’ bilindiği sürece değerli.
Kıştayız.
Dünya kışının baharı burada değil. Olması da zaten iyi olmazdı.
Ben vuslat öncesi her özlemi kana kana içmek istiyorum.
İçimde tüm arzular, kederler, özlemler biriksin, biriksin ve içim alamayacak bir hale geldiğinde o malum uyku beni de kucağına alsın. Ve nasıl uyandırılıdığımı bilemeyeyim.
Sağduyu kadar ölümduyu’su da lazım bize, hepimize.
Sıcak bir soba, çay ve sıcaklığı bozmayan bir kafa lazım.
Dünya gurbetinde soğuk bir kış günü konuşulacak en değerli sözleri bilen diller lazım.
Çünkü her sobadaki odun da geçer, çaydanlıkta çay da biter. Ömür zaten biter.
Marifet hepsinin bitişini denk getirmekte. Son cümle ile son yudum. Ardından bir ŞEHADET cümlesi ve yürüyüş.
Evet ŞAHİT olduk.
Veda hutbesinin sonunda biz de şahit olduk.
Çünkü O’nu (Sav) çok seviyoruz.
İmanda tefekkür, tefekkürde tevekkül var.
Kıştayız.
İnanıyorsak yetecek kadar HER ŞEYİMİZ VAR.
İnanmıyorsak her şeyimiz var ama yetmiyor.
Turgay URGUR

KIŞ 3

 Bu gece yıldızlar şahit olsun.

İyilik düşünenen her dimağa,
Güzeli konuşan her dile,
Açılan her avuca,
Paylaşılan her sofraya,
Secdeye giden her alına,
Bu gece yıldızlar şahit olsun.
Denizler eşlik etsin,
Ormanlar izlesin,
Arz bu gece o kula hayran olsun.
Edeple oturanlara,
Şuurla konuşanlara,
Hatayı önce kendinde bulanlara,
Bu gece yıldızlar şahit olsun.
Muntazam sefineler gibi yüzen yıldızlar,
Muti neferler gibi emir bekleyen yıldızlar,
Acaib lambalar gibi semayı süsleyen yıldızlar,
Bu gece şahit olsun.
Peygamberini özleyen ümmetin dualarına,
Usul usul inleyen mahsun yüreklere,
İyilikten başka bir şey dilemeyen kullara,
Bu gece yıldızlar şahit olsun.
Hal dilleriyle ‘ Sübhanallah, Allahü ekber.’ Diyen,
O’nun kudretiyle, O’nun iradesiyle dönen yıldızlar,
O’nu anan her kula şahit olsun.
Turgay Urgur





KIŞ 2

 ‘Hakiki ve elemsiz lezzet yalnız imanda ve iman ile olabilir.’ (BSN)

Her şeyi en kısadan özetliyor.
İnanan haram yiyemez,
Çalamaz,
Kötü konuşmaz,
İlmini insanların yararına kullanır,
Haram içmez,
İnsanları üzmez,
Öldürmez,
Devlet malını, çevreyi, aileyi, sağlığını korur,
Kazandıklarından verir,
İyi huylu olur.
Yani tüm yasaklardan kaçar.
Ayetlerde geçtiği gibi kazandıklarından Allah yolunda harcar.
Hatalarından dolayı pişmanlık duyar.
* * *
Sevgili Dostlar, hayat son yıllarda ne kadar da hızlı geçiyor, değil mi?
Tüm medya araçları hepimizi gerdikçe geriyor.
Birileri bizleri durmadan kutuplaştırıyor.
Kendimiz gibi olmaya bile şans vermiyor.
Geriliyoruz, çok çabuk kızıyoruz, çok çabuk eleştiriyoruz.
Aynı şeyleri duymaktan, tv tartışma programlarından bıktık. Usandık.
Ve bir çıkış yolu arıyoruz.
* * *
Yol bence hiç değişmedi.
İnsan oğlu ve insan kızının ilk gününden bu yana doğru yol hiç değişmedi.
Yol belli.
Yol: kulluk yolu.
Kul olduğumuz yol.
Çünkü sadece kulluk için yaratıldık.
* * *
Başka yolları deneyenler bir şey elde edemedi.
Onları bugün kimse hatırlamak bile istemiyor.
Oysa Yusuf ( As) hala sadakat örneği,
Eyüp (As) sabır örneği,
Hz. Ebubelkir hala en sadık dost,
İbrahim ( As)’in ateşe atılma anındaki güveni hiç azalmadı,
Alemlere Rahmet Efendimiz hala ve sonsuza dek Peygamberimiz.
* * *
O’nun yolundan dönmeyiz. O’na layık olmak için elimizden geleni yapmaya devam ederiz.
O‘nu dinleriz. O’nu anlamaya çalışırız.
O’nu anlamadan başka birilerini anlamaya ve okumaya çalışmak insana bir şey vermedi, vermeyecekte.
* * *
İnancın gereği bizden istenildiği şekilde yaşamaktır.
Allah kulundan ne istiyor?
Bu sorunun cevabı Kitapta yazılı.
Peygamber Efendimiz de bizzat yaşayarak göstermiş.
* * *
Zaman eskisinden de hızlı değil mi? Dostlar.
Aman! Elimizi çabuk tutalım.
Kendimizi aşmadan hiç bir şeye başlayamayız.
Bismillah diyerek önce kendimizi aşalım.
Gerisi Allah’ın izniyle olacaktır.
Çünkü İNANIYORUZ VE ÜSTÜNÜZ.
Turgay Urgur

KIŞ

 Kış yaklaşıyor. Malum tüm mevsimlerin kendine özgü güzellikleri var. Yeter ki! Görmek ve ‘o güzellikleri’ yaşamak isteyelim.

Mevsimler gibi farklı insanların da kendine has güzellikleri var.
Hem mevsimler hem de insanlar aslında bizden tek bir şey; ‘Onlara zaman ayırmamızı istiyor.’
Sıcak bir çay hem kışa hem de dostlara her zaman iyi gelmiştir.
Kışlar ve ömürler elbette bitecek. Yapabileceğimiz tek şey: her ikisinin de güzel anılarla geçmesini sağlamak.
Geçmiş kışlara ve zamana bakıp bu kışın hazırlığını iyi yapmak lazım.
Muhabbetler, gülüşler ve paylaşımlar eminim bu kışı da sıcak tutacaktır.
Selam ve dua ile;
Turgay Urgur

13 Aralık 2022 Salı

Beni aldığın yere bırak!

 Beni aldığın yere bırak!

Saatini, gününü, yılını tutturamazsın,
Ama aynı yere bırak!
Masraflar ödendi,
Gidildi, gelindi,
Yenildi, içildi,
Vakit hayli geçti,
Beni aldığın yere bırak!
Ne vakti kardeşimmmm,
İçimizden bir mazi,
Mazimizden bir gelecek geçti.
Param, pulum değil;
İnsanlığım tükendi,
Bari son bir iyilik yap da,
Beni aldığın yere bırak!
Ben orayı özlüyorum,
Orada teselli buluyorum,
Orada dinlenip,
Kendimi sadece orada kaybediyorum,
Burası olmuş, orası yokmuş; senin için çok şey ifade etmez,
Beni aldığın yere bırak!
Biliyorum çok değişti,
Eskisinden eser kalmadı,
İki kişinin sığmayacağı kadar daraldı,
Ama gariptir! Orasını hala dün gibi seviyorum,
Sen yavaş yavaş git, geç kalma!
Ama önce beni aldığın yere bırak!
Merak etme! Biliyorum,
Orası artık bir bitiş,
Bile bile bir bitişe gidiş,
Bu hal senin bilemeyeceğin bir iş,
Beni aldığın yere bırak!
Şimdi tam zamanı,
Soru sormayı bırakalı çok oldu,
Düşünmemeyi bile öğrendim.
Sadece bakıyorum,
Duyuyorum,
Ve anında unutuyorum.
Konuşmak ise artık çok basit:
‘Borcum kaç lira?’
Sadece aldıklarımı ödüyorum,
Benim adıma alınanları çoktan ödedim.
Onun için parası neyse vereyim,
Beni aldığın yere bırak!
Ama aynı yere bırak!
Bu saatten sonra yargılama,
Karalama,
Sorgulama yok!
Anlaşılma beklentisi,
Pişmanlık çehresi,
Gibi antin kuntin hisler hiç yok!
Yokun kendisi de yok!
Sadece beni aldığın yere bırak!
Zor bir istek mi?
İmkansız mı?
Peki yaaaa….
Ben seni ta oradan alıp ömrümün sonuna kadar götürmüş,
Hayatımın her saniyesine koymuş,
Geçmişimi silmiş,
Varlığımı sana emanet etmiş,
Ruhumu sana vermiş,
‘Al hepsi senin olsun.’ demiştim,
Ve sen de almıştın.
Ben ise senden tek bir şey istiyorum:
Beni aldığın yere bırak!
Turgay Urgur

2025 Açılış Konuşmam

 İnsan neyi özler? Sevgiyi, huzuru, barışı, başarıyı, umudu özler. Bunun en doğru yerlerinden birisi Siz sevgili çalışkan, dürüst ve güzel a...