1990’ lardan
sonra Amerika’nın prutanizm tarihi ‘the cemaat’ ile tekrar başlatıldı. Rusya
dağılmıştı ve Türki Cumhuriyetlerin güçlenmesi dünyadaki dengelerin değişeceği
izlenimi oluşturdu. Cemaat ev sohbetlerinde ‘US ekstra 50 yıl daha yaşarsa bunun
da cemaat sayesinde olacağı düşüncesi’ konuşulmaktaydı. 2000’li yıllarda hızlı
bir şekilde Türkiye’deki cemaatin zinde gençleri Amerika’ya gönderildi.
Yapılacak olan işlem basitti; aynen Türkiye’de olduğu gibi orada da eğitim
temelli yerleşme yapılacaktı.
Puritanizm
İngiliz kilise yapısını Roma uygulamalarından arındırmayı hedefliyordu. Benzer
şekilde ‘the cemaat’ Peygamber Efendimiz zamanlı söylemler ile hem yurt içinde
hem de dışarıda sistematik ve gizli bir akıncılık yürütüyordu. Rahmetli Erbakan’ın
‘the cemaatin’ katılmadığı iftar davetinde ‘the cemaatin’ kendisini Türkiye’deki
diğer dini gruplardan ayrı tuttuğunu görmekteyiz. Bu davranış sonradan cemaatin
28 Şubat öncesi varlığını koruma ön-görüsü olarak anlatılacaktı. Ki! 28 Şubatta
diğer dini gruplar ciddi manada sopayı yerken, bu süreçten en az zararla ‘the
cemaat’ çıkmıştı. Methiyeli Mektuplar vd. herkesin malumu..... tekrar bahse gerek yok.
Puritanizm
İngiltere de sınırlandırılmaya çalışılınca; düşünce Hollanda’ya, Kuzey Amerika’daki
yeni İngiltere’ye, İrlanda’ya ve Cambridge Üniversitesinin kolejlerine taşındı.
Bu, özellikle cemaatin Amerika’ya hicret dalgasıyla paraleldir. Puritanizmde
kolonicilik ile Yeni İngiltere’nin dinsel, entelektüel ve sosyal alt yapısı
oluşacaktı. ‘Para ve din’ adeta birbirinin tamamlayıcısıydı. Puritanlar
okur-yazar ve önceki Amerika göçlerinden farklı olarak aile formatları
şeklindeydi. İşin daha da ilginci
puritazimdeki millennializm [(a)
kıyametten önceki bin yıllık barış ve esenlik dönemine inanış, (b) ideal
topluma inanış.)] ile cemaatin hoşgörü ve diyalog mottosu en bariz paralelliği
oluşturmaktadır. Millennializm de buna hatta golden age (altın çağ) denir. ABD dış işleri 'the cemaati' demeciyle destekledi. Çünkü Türkiye'deki önümüzdeki 15-20 yıl için yine siyasal ve ekonominin beyin gücü olarak kendilerine yakın olarak 'the cemaati' görüyor. Görüyor çünkü cemaatin sadece Avrupa ve ABD'de değil tüm dünyada yayılabilme potansiyeli var. Bu saatten sonra kimse dünyada Hristiyan Misyonerliği ile reklam yapamaz. Çünkü Orta-Doğuda katledilen çocuklar tüm dünyada biliniyor. Yani inanan ve inanmayan savaşı her zamankinden çok daha aleni. Bu katledilen çocuklar için her hangi bir beddua duyar mıyız? Kesinlikle 'hayır'.
Peki bugün
Amerika’ya taşınmış ‘the cemaatin’ Türkiye’ye bakışı nasıldır? Bu bakış aslında
Amerika’nın tüm dünyaya bakışıyla aynıdır. 17 Aralık’tan sonra Gülen istisna
ile bir iki cümlenin üzerinde durdu: ‘Avrupalılar ve Amerikalılar
anti-demokratik davranışlardan hoşlanmazlardı.’ Bu söylem ‘the cemaatin’ genç puritanlarına
da söylettirildi. Söylettiriliyor. Türkiye bölgede eğer ‘kendi’ huzurunu
istiyorsa ‘big brother’ın sözünden kesinlikle çıkmamalıydı. Kendi huzuru da
yine öncelikle ekonomisiyle ilintiliydi. Yani İran ile domates-mandalina
ticareti yapabilir ama altın-doğalgaz ticareti yapamazdı. Cemaatin en derin bilinçaltında
ise Türkiye bu tür eylemler için henüz çok küçüktü. Şu anda kimin dediği
oluyor? Tabi ki ABD ve İsrail’in. Bu zaten cemaatin hep söylediğiydi. Henüz Hudeybiye’nin
ilk çeyreğindeydik. Cemaat dünyadaki varlığı için Türkiye’deki itibarını çoktan
gözden çıkardı. Büyükleri yanında görürse Ak parti iktidarının hiç önemi yoktu.
Şimdi ne bekleniyor? Tayyip Erdoğan’ın gitmesi. O giderse cemaat ile mücadele
bitecek. Yeni kim gelirse gelsin yeniden ABD ve İsrail’in çalışma şekline bağlılığını
gösterecek. Hülasa ne olacaksa çok kontrollü ve kitabına uygun olmalıydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder